• müzik camiasına yeni bir ses. gerçekten değişik bir ses kendisi. the milk-eyed mender adlı albümü 2004 çıkışlı ve singer songwriter şeyleri sevenlerin dinlemesi gerek derim ben.

    daha 22 23 yaşındaymış.
    sadece sesi değil şarkılarının sözleri de çok güzelmiş.
    http://www.dragcity.com/…mages/photos/dc263ph01.jpg
    elfmiş meğer.

    buyrun bir de buradan yakın,
    http://www.dragcity.com/…mages/photos/dc263ph03.jpg

    you were knocking me down
    with the palm of your eye

    demek istediğim insanmış meğer..
    sözleri için de.
    http://www.bentclouds.com/music/newsomlyrics.html
  • 22 yaşındaki the pleased üyesi joanna newsom ilk solo albümü the milk-eyed mender'ı geride bıraktığımız yıl içinde yayımladı ve alternatif müzik dünyasında ufak çaplı bir infial yarattı. 2004'ün en iyi çıkışlarından biri olan bu sıradışı eseri kimileri garip bir folk albümü olarak nitelemişti, ancak böylesine basit bir tanımlama, 2004 yılını will oldham, devendra banhart, cat power gibi önemli isimlerle birlikte konserler vererek geçiren joanna newsom'un müziğini ve sesini küçümsemek olacaktır.

    akustik atmosferi ve gitar, piyano, harp gibi enstrümanları kullanma biçimi ile "the milk-eyed mender" ilk dinleyişinizde gerçekten de basit bir folk albümüymüş gibi gelebilir size. ancak bu çıkarımda bulunabilmeniz için newsom'ın sesini hiç duymamanız gerekiyor, ki enstrümantal parça içermeyen ve asıl gücünü newsom'ın acayip* sesinden alan bu albüm, bunu yapmanıza izin vermeyecektir. eşsiz bir sese sahip newsom; illa bir benzetme yapmak gerekirse björk, alison shaw (cranes vokalisti) ve diamanda galas'ın bir birleşimi denebilir buna. newsom'ın sesi büyük bir ihtimalle ilk başta dinleyicisini rahatsız edecektir. çocuksu bir ses bu; kulak tırmalayan ve içindeki parçalanmış şeyleri dinleyicisiyle paylaşmak için yırtınan, ancak tüm dezavantajlarına rağmen dinleyicisini garip bir şekilde tatmin etmeyi de başaran.

    joanna newsom "the milk-eyed mender"da hikayeler anlatıyor; kimi yaşanmış, kimi yaşanacak, kimi de asla yaşanmayacak olan. sadie ve the book of right-on albümün en önemli şarkıları. özellikle "the book of right-on"a dikkat: "hem dua ettiğini söylüyorsun, hem de bir sorununun olmadığını". inflammatory writ piyanosu ile eski ray charles parçalarını anımsatıyor. basit bir dörtlüğün üstüne kurulan this side of the blue newsom'un melankolisinin en yoğun hissedildiği parça. cassiopeia'da newsom'un en görkemli vokal performansına tanık oluyoruz; neredeyse bağırmadan çığlık atmayı başarıyor! albümün enerjik denebilecek şarkılarından biri olan peach, plum, pear'da newsom ince espri anlayışını da yansıtıyor dinleyicisine: "bakışlarının anlamını çözebilmek için doğru kitapları okuduğumdan emindim oysa ki?". albümü kapatan clam, crab, cockle, cowrie ise "the milk-eyed mender"ın zirvesi: "tenin çayıma bandığım kurabiye gibi". benzetmeleri ve göndermeleri oldukça ilginç newsom'ın; bazen yaşına göre çok olgun davranıyor, bazense bir çocuktan farkı kalmıyor. ancak "the milk-eyed mender" ile büyük bestecilerde hissedilen ruhun kendisinde varolduğunun sinyalini veriyor.

    garip bir kız joanna newsom ve bunun farkında da. kendisine bir röportajda sorulan "internetten mp3 download ediyor musunuz?" sorusuna şu yanıtı verecek kadar da iyi niyetli: "nasıl yapılacağını bilseydim yapardım. insanların benim şarkılarımı internetten indirmelerinden rahatsızlık duymam mümkün değil, çünkü bu, müziğimi dinlemek isteyen birilerinin varolduğunu gösterir. konserlerimde cd'lerimi dağıtıyorum, çünkü albümümü satın almak isteyen, ama buna parası yetmeyen insanlar olabilir. yine de bunu sonsuza dek yapmak istemem. bu yüzden müziğimi internetten -bedavaya da olsa- indiren birilerinin varlığı beni mutlu edecektir."

    newsom "the milk-eyed mender" boyunca hiç durmadan şarkı söylüyor, sustuğu zaman birisinin ona "yeter bu kadar bağırdığın" deyip onu stüdyodan kovacağından korkuyor sanki. bir daha böyle bir fırsat eline geçmeyecekmiş gibi...? belki bu yüzden hiç susmuyor 52 dakika boyunca. belki de anlatacak çok şeyi olduğu için. hmm, ikinci tahminim daha gerçekçi olsa gerek.
  • ilk solo albümü the milk-eyed mender 2004'ün en iyilerinden biriydi ve hakkında şu yorumu yapmama vesile olmuştu: "joanna, büyük bestecilerde hissedilen ruhun kendisinde varolduğunun sinyalini veriyor" (bkz: #7740523)
    ikinci albümü ys ise yeni milenyuma damga vuracak kadar, dehşet verecek kadar güzel. açıkçası şaşırdığımı itiraf etmeliyim, çünkü her ne kadar "the milk-eyed mender"ı beğenmiş ve joanna'daki potansiyeli fark etmiş olsam da, bir sonraki albümüyle bunu da gölgede bırakabileceğini hiç zannetmemiştim. "ys" muhteşem bir orkestrasyon ve kendine has bir vokalin bileşimiyle 5 şarkılık, 55 dakikalık bir şaheser. zamanımıza ait olmadığı çok açık; 2007'den çok, müziğin ilk keşfedildiği dönemlerden geliyor gibi. bu, sanat kariyeri boyunca newsom'ın kaderi olacak galiba; zira ne müziği ne de sesi sıradan kulaklara hitap edebilirmiş gibi duruyor.
    (bkz: ys)
  • en sevdiği yazar kim? vladimir nabokov - benim de öyle. en sevdiği müzik grubu hangisi? television - benim de öyle. eskiden kiminle birlikteydi? bill callahan - en azından benim de öyle gibiydi: bir rus kışında (ki rusya'da kıştan başka mevsimler yaşandığını da bana bill öğretmişti) kendisiyle birlikte zeytunî bir fahişe hayalet görmüşlüğümüz, birlikte shakespeare'in bir oyununu star wars'a evrilterek oynamışlığımız (ben marcus skystalker idim), daha fazla ingiliz grisi giymek istemediğini söyleyen prens'e bir stüdyo ayarlamışlığımız, bir kardan-adamı ışıklarla donatarak ona uzay gemisi muamelesi etmişliğimiz vardır. günün birinde müzik yapsam orkestra aranjörlüğü işini kime bırakır, ya da bu işte en çok kime güvenirim? van dyke parks'a - joanna newsom da öyle yapmıştı. (dikkatli okuyucunun gözünden kaçmamıştır umarım, bill'den bahsettikten sonra önceliği kendime vermeye başladığım.)

    uzun sözün kısası kendisini tanıdığım günden beri yalnız başına kalmış ve ağlamak üzere olan bir ada gibi kutu içinde noel hediyeleri beklemek, justin timberlake için basketbol vidyoları yönetmek, ve beck'le "sundance in the rain" diye bir düet yapmak zorunda kaldım. kendisini tanıdığım günden beri (ki o gün loreena mckennit'le demleniyorduk) yeşil yaprakların ay ışığı geçirmediklerini, atatürk heykellerine güvercinlerin gerçekten kötü şeyler yaptıklarını görüp hayıflanmaya başladım. kendisini tanıdığım günden beri (ki o gün ayağında piyano vardı, üstüne de saçlarıyla uyumlu bir arp giyinmişti, ve meg white'ın conan o'brien'dan sonra kendisine yapacağı masajı beklemekteydi) çavdar tarlasında soğuk kola içemez, babamın bilgisayarının yazıcısı çalışırken internete bağlanamaz oldum. bu durum bana bir arkadaşımın sivilce kremi ve gözlükleriyle olan problemini hatırlatıyor bana: kız kremi sürdüğünde gözlük takamıyor - cidden böyle bir şey oluyor mu çok merak ediyorum. aaa... björk de iyimiş yaa...
  • çilek reçeli kavanozuna çatalı daldırdıktan sonra elin zeytine doğru gitmesi gibidir. biraz newsom aldıktan sonra fleet foxes'a doğru yol alınabilir. bu olumsuzluk içermez. kahvaltı zeytin ve reçelle güzeldir, müzik de fleet foxes'la olduğu kadar joanna newsom'la.
  • kimdir, nedir hiç bilmeden, sözlerine de dikkat etmeden, tamamen bir rastlantı üzerine bir şarkısını dinlediğinizde "ah ne tatlı! dört yaşında bir kız çocuğu çocuk şarkıları söylüyor!" demenize neden olan müzisyen. sonra birkaç şarkısını daha bulup daha dikkatli dinleyince "bir çocuk için çok ağır sözler bunlar... yoksa?!.." dersiniz. artık sesin bir çocuğa mı, yaşlı bir kadına mı ait olduğunu anlamakta zorlanmaktasınızdır. sonra işin aslını öğrenirsiniz: ne bir kız çocuğu, ne de yaşlı bir kadın. bir genç kızdır joanna! şaşırarak, daha da merak ederek dinlemeye devam edersiniz bıkmadan, usanmadan. bir yandan da bob dylan dinlerken aklınıza gelip durmaya başlar bu hanım kız, aradaki benzerliğe şaşar, ondan daha çok şey beklemeye başlarsınız.
  • ys o kadar guzel ki nefesim kesildi. kulaklarimiz uzun, epik enstrumental sarkilara asina ancak bilmezdik ki bu hamarat hanimkiz insani kirlarda papatya toplama istegiyle kavuran melodilerini cani cektigince uzatip piril piril sozlerini de ustune ekleyince yine de akici, yine de odanizin icine gunesi doguracak sarkilar yapabilirmis. the milk-eyed mender hic de tek atimlik kursun degilmis, hatta bu perimsi yaratik daha da fazlasina muktedirmis.

    eger bes sarkiyla kisi atlayip bahara kavusmak isterseniz, ya da denizkizlari ve masallarla ilgili gunduz duslerinize eslik edecek sarkilar ararsaniz, iste album budur.
  • hadi dışarı çıkalım*diye tutturan bir küçük kız çocuğu sesi*. şirin bir süpriz olurdu buralara gelse, bir konser verse. gerçi insanda "ben de böyle söyleyebilirim" hissi ve iddiası uyandırıyor. ama işte biz söyleyince kimse dinlemiyor. büyüyüp, ergenliğe girmiş, hüzünlü erkek sesi versiyonu için; (bkz: will oldham) da güzeldir, abisidir.
  • sesinden bahsetmek istemiyorum artık ama ys'de duydum ki, çok güzel bir şekilde "kapalı spor salonunda kayan ayakkabı sesi" çıkartıyor. kendimi tutamadan hoşuma gidiyor.
  • geçen sene birkaç björk konserinde kendisinden önce sahne almıştır.

    birbirlerine bu kadar benzetilmelerinin sebebini de sıradışı kişiler olmalarına bağlıyorum, bunun dışında ciddi bir benzerlik göremiyorum. benzememelerinin de bir sakıncası yok, björk'ten like someone in love ile joanna newsom'dan swanseayi arka arkaya dinlemek pek tatlı bir hissiyat bırakıyor üzerimde, pek yakışıyorlar birbirlerine...

    ys albümüne gelince, peri masalı gibi bir şey...
hesabın var mı? giriş yap