270 entry daha
  • henüz seyretmeyen sözlük ahalisi, spoiler içermeyen geniş bir incelemesi için sizi şöyle alalım. gelirken de ev sahibinizin saruman olduğunu bilin, bilin ki eliniz boş gelmeyin, çerezinizi biranızı yanınızda getirin.
  • keanu reeves abimizin performansını hiç beğenmedim. çok paslanmış, hareket edemiyor resmen ağır çekim oynadı bütün filmi.

    ayrıca film mantık hatalarıyla ve artık izlemekten bıktığımız klişelerle doluydu. hatta film baştan sona klişe desem yeridir.
  • bugün de kurşuna doyduk çok şükür. fekat keanu beyefendinin bakışlarına oturmuş azim ve kararlılığı açık seçik görebilmek, gösterebilmesi film boyunca en çok hoşuma giden yanıydı.

    sonra ne zaman bu tür bir film seyretsem aklıma gelen hep şuydu: insanlar böylesi bir katile bir film sayesinde veya bir dizi, oyun sayesinde hayranlık, sempati duyabiliyor. evet bu bir film, ama hissettiklerimizse gerçek. bu bana gerçekten ürkütücü geliyor.
  • şimdi geldim sinemadan. müthiş olmuş.

    senaryo, kurgu diye kasmanın alemi yok. aksiyonun amına koymuştur. jason bourne filmlerinden sonra ilk kez bir aksiyon filminden tatmin oldum.
  • olmuşlarıyla, olmamışlarıyla her türlü kabulüm olan john wick serisinin ikinci filmi.

    parklarda görüntülenmesi, metroya binmesi vs bir tarafa bu keanu reeves çok ilginç bir adam. çok iyi bir oyuncu olduğu söylenemez. her filmiyle olay yarattığı kesinlikle söylenemez. ama adam 15 yılda bir küllerinden doğuyor. onu muhtemelen hiçbir zaman bir oscar adayı olarak göremeyeceğiz ama mtv film ödüllerinin baş tacı olmaya devam edecek. o tok sesi, kavak ağacı fiziği, alık bakışlarına rağmen sevenleri olarak "ay bu adam gerçekte çok iyi bir inanmış, fakir fukara dostuymuş, settekilerin telefon faturalarını falan ödermiş" deyip duracağız. (adamı övdüm mü itin götüne mi soktum belli olmadı ama iyi bir şey demeye çalıştım aslında...)

    filme gelince...

    bu bir kötü adamların kendi aralarında hesaplaşması filmi. filmde hiç iyi yok. bir tane varmış, o da zamanında kanserden ölmüş. senaryo, "konu yok" denilecek kadar yalın. bütün film tek bir adam üzerine kurulu ve o da filmin her şeyi. işinde bir numara, çok iyi dövüşüyor, çok iyi giyiniyor, az konuşuyor ve sözünde duruyor. buraya kadarını james bond da yapıyor ama john wick bir kiralık katil ve karıyla kızla hiç işi yok. yani o aslında bir kötü adam ve filmde bu üstüne basa basa vurgulanmış. wick'in uzaktan vurup yere düşürdüğü her adama, yanından geçerken tekrar ateş etmesi bunun en güzel kanıtı.

    filmin (ya da filmlerin) en çekici kısımlarından biri de rengi ve yarattığı yeni new york kavramı. new york'ta geçen hatta direkt bu şehre adanmış pek çok film var. ancak burada entellerin, aşıkların, sokak çetelerinin değil de kalbur üstü kötü adamların new york'unu tanıyoruz. simgesel olarak continental hotel, renk olarak da gri-mavi tonlar bu konsepti şahane tamamlamış. her ne kadar bu filmde memeleri karnına inmiş bir kadın için roma'ya gidilmiş olsa da, sırf dönen papa muhabbeti uğruna geçer not verilebilir.

    filmin yönetmeni chad stahelski (ve ilk filmden david leitch) keanu reeves'in matrix'teki dublörü. aynı zamanda sektöre yıllarca dublör eğitmenliği, dövüş koreografı olarak emek vermiş değişik bir herif. dolayısıyla serideki dövüş sahneleri inanılmaz. bu filmdeki deli dehşet ve uçuk dövüş sahnelerini jasen bourne ile kıyaslayan olmuştur. izleyen bilir, o da kurşun kalemle, gazeteyle falan adam pataklamaya bayılırdı. ama biz çok daha fantastik bir filmden bahsediyoruz, o yüzden çok kasmayın derim.

    sadede gelirsek, ikinci filmle de perçinlenmiş oldu ki; yeni bir kült aksiyon filmimiz var. ilk filmde yaklaşık 600 kişiyi öldüren biricik anti-hero'muz bu filmde 1600 kişi falan öldürüyor. 3. filmde bütün kötü adam alemini karşısına alacağına göre muhtemelen saniyede 3 kişiyi harcayacak. gönül ister star wars hesabı, üçüncü filmden sonra hikaye başa dönsün, john wick'in karısıyla tanışıp emekli olma çabalarını bize 4. filmle anlatsınlar.

    sonuç: çok nefis, çok şık bir aksiyon filmidir. gidin sinemada izleyin.
  • birinci serisini daha aksiyonlu bulduğum bir film ama ikincisinde de gayet başarılı birincisine nazaran işlerin daha çok arka yüzünü görüyoruz kurgu yönünden 1. seri çok daha iyiydi. yönetmenin çektiği bazı noktaların sebebini anlayamadığım durumlar var amacı ters köşe yapmak mı bilemiyorum.
  • şu anda vizyondaki filmler içinde gidilebilecek en iyi tercih bence. aşırı iyi bir senaryo beklemeyin yada fazla gerçekçilik ama aksiyon sahneleri ve gayet gözü doyurucu bir çok ölüm sahneleriyle dolu güzel görsel açıdan iyi zaman geçirmelik bir film. devam filmi olmasına rağmen ilki kadar iyi bir yapıt olmuş.
  • john wick abinin yine amerika nüfusunu yarıya indirdiği film olmuştur. *
  • henüz izlemesemde ilk film kadar tat vermeyeceğini düşündüğüm film.
  • öncelikle keanu reeves'i ve ona dair her şeyi çok seviyorum. hayatım boyunca da çok seveceğim haliyle john wick serisini de sevmekle beraber devamının gelmesini itinayla bekliyorum. filmden daha farklı noktalara değinmek istiyorum. umarım yanlış anlaşılmam. işte başlıyoruz;

    (önce film) john wick için "nasıl bir hikaye türetilebilir?" diye düşünürken ilk filmden cok daha derin bir hikaye ile karşımıza cıktılar. continental mafya ve örgüt bağlantılarını önce jonathan için tasarlanırken ardından hizmet ettiği oluşumun karşısında buluyoruz kahramanımızı. keeanu reeves karizması, smokinler, mekanlar, aksiyon sahneleri, silahlar, italyan sokakları, headshotlar, "good dog", geçmişe göndermeler, morpheus amca, john abruzzi reis( bu arada ufak bir spoiler, jonathan abimizin "barış" deyip, öldürmeden bırakıp gittiği tek insan. belki son filmde tüm suikastçilere karşı jonathan abimize yardımcı olabilir. sadece teori) hepsi çok güzeldi. vıcık vıcık olan ve uzatılarak anlamsız hale gelen aksiyon serilerinden sonra john wick adeta ilaç gibi geldi. umarım iyi bir hikaye ile bu güzel seri taçlandırılır. asıl bahsetmek istediklerim ise yazının bu kısmından sonra başlıyor. amma cok bıdı bıdı yapmışım buraya kadar. neyse, şimdi gerçekten başlıyoruz;

    filmden çıkışımla birlikte bu ve buna benzer tükettiğim filmlerde yaşadığım duygu seremonisini yeniden yaşadım. yüzümde tebessüm ve gerçek dünyaya dönmekte zorlandım. lakin karşı salondan recep ivedik filminden cıkan insanlarla aynı şekilde tebessümü ettiğimizi aynı şekilde hissettiğimizi gördüm. çok ilginç o andan itibaren eve gidene kadar derin düşüncelere daldım. ( asla recep ivedikle bu filmi kıyaslamıyorum sadece bu filmi ve seriyi seven pek çok yazarın recep ivedik serisini tasvip etmediğini biliyorum. bu düşünceye sahip olanlardan biriside benim. )

    lakin günümüz dünyasında her şeyi tüketim aracına dönüştürdüğümüz için aynı hissetmemizin olası olabileceği aklıma geldi. açıkçası üzüldüm. yani günümüzde zamanı hiçe sayarak her şey aynı sistemin merkezine mi hizmet ediyor? örneğin "bergman'ın persona'sı" için günlerce kafa patlatılıp metaforları analiz etmeye çalışmak ve belki haftalarca böyle bir şey için uğraşmak 2 saat sonucunda tükettiğimiz bu filmlerle aynı kapıya mı götürüyor bizi? gerçekten merak ediyorum. hoş ikisinden de büyük haz alıyorum fakat ben bağımsız sinemacı jim jarmusch'un filmlerinin de bu kadar ilgi görmesini istiyorum. mesela sırf "recep ivedik'ten" dolayı martin scorsese'nin "silence" filminin ertelenmesini istemiyorum. ben "manchester by the sea"nın koskoca salonlarda günde sadece 1 seans oynamasını istemiyorum. bu denli tüketim canavarı olmaktan korkuyorum. hoş cafer panahi çok güzel söylemiş; "kanımca her film izlenmeye değerdir, gerisi zevk meselesidir." evet izleyelim her şeyi, bilelim. john wick'i, ivedik'i ama asıl izlenmesi gerekenleri, hayatımıza belirli acıdan yön verilebilecek belirli anlamlar cıkarabileceğimiz olanları da izlesek cok güzel olmaz mı? tek sitemim buydu sadece.

    keanu içinde john wick karakteri böyle midir acaba? onu harika sembolize ettiğini düşünüyorum. filmde eşiyle ilgili sahneleri o kadar içten oynamış ki, ancak gerçekte yaşanılan duygular bu kadar harika canlandırılabilir. gerçekte hayatta karısını kaybeden, ode to happiness adında kitap yazan, mütevazi bir hayat süren keanu'nun john wick karakteri adı altında dünyalara headshot atıp intikam aldığını görüyoruz. "alın, bunu tüketin" der gibi. hey yavrum benim seni gerçekten seviyorum!!!

    son olarak sanatsever, elitist, estetik kaygılı, minimal, bohem yanlı tarafımın beğenmediği diğer yandan tüketim canavarı, haz odaklı, populist, modern tarafımın ise bayıldığı bir yapım. vallahi bende hangisini dinleyeceğimi şaşırdım. ona göre şey yapın.

    "ignorance is bliss" john wick candır.
243 entry daha
hesabın var mı? giriş yap