• jön türkler

    osmanlı imparatorluğu'nun 18. yüzyılın ilk yarısı itibariyle batıya yönelişini takiben, 19. asırdan başlayarak, bu değişimin gerektirdiği bürokratik kadrolara eleman yetiştirmek üzere mekteb-i harbiye-i şahane, mekteb-i tıbbiye-i şahane, mekteb-i mülkiye-i şahane gibi yüksek okullar açılmış ve talebe yelpazesi genişletilmiştir. bu okullarda yalnızca zadegan çocukları değil; taşra kentlerinden gelen, orta sınıfa mensup gençler de eğitim olanağı bulmuşlardır. binaenaleyh pozitivizm, biyolojik materyalizm, fizyoloji, darwinizm ve sosyal darwinizm gibi 19. yüzyılın ikinci yarısında bilhassa avrupa'da tartışılan fikirlerle tanışan mezkur öğrencilerin ekseriyetinin de büyük bir kültür şoku ile karşılaşması da kaçınılmaz olmuştur. aynı şekilde, geldikleri yerlere nazaran farklı olan istanbul gerçekleri de bu talebelerin içlerinde "muhalif" duyguların hasıl olmasını da tetiklemiştir. öğrendikçe, imparatorluğun yönetim sistemini çağdışı ve yetersiz bulmaya başlayan genç dimağlar; bu düsturun bir tezahürü olarak mesleklerini işbaşında olanlardan daha iyi bildikleri, memleketi kendilerinin kurtarabileceği ve daha iyi yönetecekleri düşüncesine giderek daha da ısınmaya başlamışlardır.

    tek kişiye dayalı bir düzeni adım adım yerleştirmesi, ikinci abdülhamit'in saltanatı esnasında yaptığı görece en büyük hatası olmuştur. batı toplumlarında siyasal tabanın gitgide sıradan vatandaşlara yayılmakta olduğu bir dönemde o; yargı, yasama ve yürütme erklerinin neredeyse tamamını kendi elinde toplamıştır. imparatorluğun her köşesindeki sorunlara tek başına çare bulabileceğini düşünmesi, bu sırada işlevsiz ve yetkisiz bıraktığı geniş bürokrasi kadrosunun küçümsenmesine ve aşağılanmasına da sebebiyet vermiştir. sorunların giderek artmasıyla birlikte gittikçe içine kapanan padişah, nihayetinde toplumda oluşmakta olan değişimi fark edememiş ve uygulamalarının bir sonucu olarak "tepki kadrolarının" ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur.

    yine, ikinci abdülhamit, hukuki ve iktisadi alanlarda toplumu daha dinamik hale getirecek reformları uygularken, imparatorluğun parçalanacağı korkusuyla siyasi alanda hiçbir serbesti tanımamış ve en basit temel hakları dahi kısıtlamıştır. giderek evhamlarının esiri haline gelen sultanın kararsız ve şüpheci tutumu zaman içerisinde şahsiyetine de yansımıştır. adım adım oluşturduğu istibdat rejiminin en önemli sac ayakları ise hafiyelik ve sansür kurumları olmuştur. baskı yönetiminin ruhu sayılan hafiyelik, jurnal denilen yazılı ihbar sistemine dayanmış; sansür de siyasal hayatın kapalı olmasını ve kamuoyunun şartlandırılmasını sağlamıştır. nihayetinde de istibdat, yıldız, hafiye, jurnal gibi kelimeler etrafında esrarengiz ve korkulu bir imaj oluşmuştur. padişahın, kendisini her şeyin odağı haline getirmesinin doğal bir sonucu olarak her türlü şikayet onun şahsına yönelmiş ve bütün sorunların suçlu ve sorumlusu yine kendisi olmuştur. dolayısıyla pek çok kişi asıl sorunun farkına varmadan abdülhamit ile uğraşmakta herhangi bir beis görmemiş ve o düşürüldüğü takdirde her şeyin düzeleceği kanaatine varmıştır. sonuç olarak ideolojik tutumu ne olursa olsun ülkedeki her aydın bu siyasi mekanizma içerisinde kendisini yabancı ve muhalif hissetmiştir.

    jön türk adı, kendilerinden evvel ki muhalif yeni osmanlılar hareketi gibi batı'nın onlara yakıştırdığı, genç asker ve sivil aydınların muhalefetini tanımlayan genel bir kavramdır. içlerinde türklerin yanında pek çok arnavut, arap, yahudi, ermeni ve rum muhalif de bulunmaktadır. harbiye ve mülkiye dahil tüm yüksek okullarda rastlanan bir durum olmak ile birlikte askeri tıbbiye muhalefetin en yoğun olduğu mektep hüviyetindedir.
    doğu ile batı'yı tek bir potada eritmeye çalışmış olan yeni osmanlılar, aydınlanma fikirlerinde ve bilhassa jean-jacques rousseau'dan etkilenmişlerdir. örneğin meşruti rejimin en önemli dayanağının doğal bireysel haklar ve hakimiyet-i milliye mefhumları olduğunu iddia eden namık kemal, ziya paşa ve ebu'z-ziya tevfik üzerinde rousseau'nun etkisi barizdir.

    jön türkleri ise en çok auguste comte'un, kendilerinden takribi olarak yarım asır önce tanıttığı pozitivizm etkilemiştir. pozitivist düşünce sistemi "elitist - merkeziyetçi - otoriter" bir düzene olanak verdiği, 'aydınlanmış' kimselerce idare edilen bir toplumu amaçladığı, bireyi toplum içinde eritme olanağı sunduğu, insanların haklarının değil topluma karşı vazifelerinin olduğunu vurguladığı ve 'ihtilali' değil tekamül ü öngördüğü için jön türklerin ekseriyetine makul gelmiştir. bunun yanı sıra pozitivizm, 18. yüzyıl filozoflarının büyüleyici kavramı olan namütenahi terakkiyi yani daimi ilerlemeyi ve toplumu dogmalardan arındırarak dinin yerine bilimi geçirmeyi hedeflemektedir.

    pozitivizmi benimseyen jön türkler, yeni osmanlıların aksine rousseau'yu da yoğun bir eleştiriye tabi tutmaktadırlar. benimsedikleri "evrimci" düşüncenin temel mantığına göre, doğa bilimleri 19. yüzyılda muazzam ölçekte bir ilerleme kaydetmiş durumdadır ve mezkur gelişmenin karşısında 18. yüzyıl aydınlanma düşünürlerinin ortaya koydukları bilgi artık "bilimsel" olmadığı gibi, tabiri caizse hurafe hüviyetindedir.

    islam ülkelerinde olduğu gibi osmanlı toplumunda da dini düşünce dışında felsefe, uzun süredir maşerden dışlanmış durumdadır. aynı şekilde, jön türklerin çoğu da felsefe ve tarih bilgisinden yoksun, yüzeysel bilgi sahibi kimselerdir. avrupa toplumları gibi bir bilim cemiyeti yaratacaklarını ve bu şekilde din ile kültür farkı hasebiyle osmanlı devleti'ne karşı mesafeli olduklarına inandıkları batı dünyası ile pozitivizm üzerinden daha kolay bağlar kurabileceklerini ümit etmektedirler. yine, mezkur cemiyet, doğrudan islamiyete karşı değilse de; genel hatları itibariyle "din fikrine" karşıdır ve binaenaleyh (bugün de olduğu gibi) toplumda dinin oynandığı sosyal rolü kolayca göz ardı etmektedir. jön türkler, istisnalar olmak ile beraber gerçekçi, tutarlı ve yaratıcı değildirler. soyut bir kavram olan hürriyetin taraftarlığı ile "devleti kurtarmak" istemeyi, amaçladıkları hedefler açısından kafi görmektedirler. temel tutkuları; devletin parçalamasını önlemek, ülkelerini yakın doğunun japonya'sı yapmak ve osmanlının batılı emperyal güçler nezdinde eşit muamele görmesini sağlamaktır.

    jön türklerin batı'da tartışılan konuların sihrine kapıldıkları dönemde avrupa'da artık bir yandan hümanizm ile temel insan hakları savunulmakta, diğer yandan ise ekonomik alanda emperyalist bir anlayışla yeni pazarlar ve hammadde kaynaklarını ele geçirme mücadeleleri verilmektedir. ayrıca pozitivist düşünce de auguste comte'dan sonra epey bir değişmiş ve jön türklerin benimsediği dönemde neredeyse tamamen sosyal darwinizm ile özdeşleşmiştir.

    osmanlı devleti'nin ekonomik yapısının nasıl dönüştürüleceği gibi konular mevzubahis cemiyetin ilgisini hiçbir zaman çekmemiştir. oysa sanayileşmiş ülke ekonomilerinin 1873 - 1895 arasında geçirdiği kriz, sömürgecilik hırsını daha da güçlendirmiş ve aksiyon almakta atıl kalmış olan almanya, avusturya ve italya gibi devletler de artık "pay alanlar" arasına katılmıştır.

    ahvalin bu şekilde hasıl olduğu bir ortamda ibrahim temo, abdullah cevdet, mehmet reşid, ishak sükuti ve şerafeddin mağmumi isimli askeri tıbbıyeli 5 genç, 1889 yılında daha evvel kurmuş oldukları ittihad-ı osmani adlı örgüte bir "ilave" yapmaya karar verirler. bu gelişmenin ışığında, halihazırda paris'te ahmed rıza bey, doktor nazım ve diğer hürriyetçi muhalifler ile temasa geçmek için harekete geçer. ortak isim bulmak adına gerçekleşen birtakım istişarelerin akabinde doktor nazım, terakki ve ittihad; ahmed rıza bey ise nizam ve terakki isimini önerirler. velhasıl 1880'li yılların başından itibaren tabiri caizse dağınık bir şekilde faaliyet göstermekte olan osmanlı aydınlarının ekseriyeti, yakın gelecekte imparatorluğun kaderine damga vuracak olan osmanlı ittihad ve terakki cemiyeti'nin çatısı altında bir birlik hüviyeti kazanmış olur.

    aralarındaki fikir ayrılıklarına rağmen jön türklerin üzerinde uzlaştıkları yegane ortak nokta, yukarıda da bahsini geçirdiğimiz üzere sultan abdülhamit karşıtlığıdır. mevcut rejimin çağdaş olmadığı ve batı'ya benzemediği için avrupa'nın hücumuna uğradığını düşünen cemiyet, idari yapıdaki bozuklukların giderilmesi ve rüşvetçi zihniyetin değişmesi adına çare olarak kanun-ı esasi'nin yeniden yürürlüğe girmesini istemektedir. her ne kadar meşruti idarenin geri gelmesini savunsalar da jön türkler, tıpkı padişah gibi, halkı karar alma sürecine katılması gerekmeyen bir unsur olarak görmektedirler. meşrutiyeti, kanun-ı esasi'yi ve tekrar açılmasını talep ettikleri meclis-i mebusan'ı daha çok, padişaha karşı halkın desteğini almak ve batı'nın gayrimüslim unsurlar lehine müdahalesini ekarte etmek adına savunmaktadırlar. söz konusu "aydınların" bir diğer riyakar tavrı ise kamunun desteğinden yoksun kaldıkları durumlarda halkın cehaletinden dem vurmalarıdır. devlet gücünü elinde tutan ve aydınlardan oluşan seçkin bir sınıfın yapacağı ıslahatlar ile osmanlı toplumunu modernleşme yönünde dönüştürmeyi öngören mevzubahis zümrenin; halkın günlük yaşamındaki sıkıntıları, karşılaştığı sorunları ve bu sorunlara karşı ne yapılması gerektiği gibi konulardaki ilgisizliği ve dahi yetersizliği genel anlamdaki başarısızlıklarının temelini oluşturmaktadır.

    jön türkler'e dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere sacit kutlu'dan didar-ı hürriyet adlı eseri tavsiye ediyorum.
  • yakisikli turkler, ayrica osmanli imparatorlugunun son demlerinde ortaya cikmis orgutun adi, bu insanlar fransiz kulturunun etkisinde kalip kendi caplarinda eglenmislerdir, napmislardir imparatorlugun amina koyup siktir olup gitmislerdir.
  • ne kadar ugrassalar da mustafa kemal ataturku kendi iclerine cekememislerdir.
  • sürekli genç osmanlılar'la karıştırılan fakat onlardan daha sonraki bir dönemde (ittihad-i osmani ve ittihat ve terakki dönemi bu - yaklaşık 1890lardan 1918 sonuna kadar) yaşamış bir gruptur genç türkler.

    tarihçiler diyor ki genç osmanlılar'a göre daha tutarsız bir siyasi çizgileri olan bu arkadaşlar kimi zaman liberal kimi zaman kapitalist kimi zaman gelenekçi, kimi zaman sultancı kimi zaman sultana karşı, kimi zaman pantürkist* kimi zaman osmanlıcı... gibi tutumlarla genç osmanlılar'ın 'gelenekçi ve osmanlıcı'* tavrından uzaktadırlar.

    gerçi ben de kendilerini genç osmanlılar ile aynı grup sanmakta idim ve fakat tarih sınavında karşıma çıkan 'genç türkler ve genç osmanlılar arasındaki benzerlik ve farklılıklar' temalı soru bana sınav esnasında olayı engin tarih bilgimle mantık süzgecinden geçirmeme (atmasyon kabiliyeti diyenler de var sanırım) vesile oldu ve yaptığım çıkarımların bir kısmı yanlış olsa da (ama büyük kısmı doğru) öğrendim ki yurt dışında yetişip avrupa kültürü öğrenmeleri, almanya'yı idol görmeleri, meclis kurmaları, anayasa çıkarttırmaları (1876-genç osmanlılar ve 1908-genç türkler) ve de sultanı reform yapmaya zorlamaları kısmı gerçekten de bu iki grubun ortak özelliğiymiş. genç türklerin genç osmanlıların devamı niteliğinde olduğunu düşünenler de olmakla birlikte namık kemal genç osmanlı sayılırken enver paşa genç türk kabul edilmekteymiş.
  • içlerinde, uğruna savaştıkları anayasayı (kanun-i esasi) hiç okumamış, okumayı boşverin anayasanın temel içeriğiyle ilgilenmemişler vardır. şevket süreyya aydemir, suyu arayan adam adlı kitabında, dr. nazım'ın, kendisinin ve şair nazım hikmet'in sohbetlerini kısaca anlatır. bunlardan birinde dr. nazım - ki kendisi devrim sırasında abdülhamid'in üstlerine gönderebileceğini düşündükleri birlikleri devrimden aylar önce kendi davalarına döndürmüş ve böylece nihai başarısında büyük katkısı olmuş bir jön türk'tür - anayasayla hiç ilgilenmediğini, nasılsa ahmet rıza okumuştur biliyordur diye düşündüğünü söylüyor. ayrıca nazım hikmet'in yaptığınız tam bir devrim değildi, neyi değiştirdiniz ki çıkışmasına, daha iyisini biliyorsanız siz yapın da görelim diye cevap veriyor. buradan çıkarılacak türlü kıssalar olsa da, şimdilik tüm jön türklerin üç paşaların görkemli ve fazlaca kendine güvenli havasında olmadıklarını, daha mütevazı ve yenilgiyi daha değişik tecrübe edenlerin de olduğunu çıkartalım.

    homojenlikten bayağı uzak, hatta bazen davalarının ilan edilen sebebinden bile uzak, devrimci kabul edeceksek, dünyanın en tuhaf devrimcileri olabilecek bir gruptur jön türkler. stanford shaw'un 1908 için bir yerlerde dediği gibi, "it was a very strange event. it was not planned, it did not reach its aim and it did not even really happen." "çok tuhaf bir olaydı. planlanmamıştı, amacına ulaşmadı ve gerçekten olmadı bile."
  • ne tamamı genç ne de tamamı türk kökenli olan abdülhamit'e muhalefet başlığı altından toplanmış osmanlı vatandaşlarının genel adı. literatürde en sonunda böyledir. dolayısıyla, avrupa'daki düşünce insanları da, makedonya'daki 3. ordu mensupları da, askeri doktor olan arnavutlar ve kürtler de, ve hatta arap muhalifleri ve dönemin önde gelen ermeni militanları (taşnaksutyun) bu geniş cephenin içerisindedir. en az beş örgütlenmeyi ve daha da fazla küçük grubu içerir. bütün bu karmaşa 1902 ve 1907 kongreleri sonrasında sadeleşmiş, osmanlı terakki ve ittihat cemiyeti, ahmet rıza'nın liderliğinde ve genç subayların desteğiyle öne çıkmıştır. ama jön türkler, iktidardan sonraki adıyla ittihat ve terakki cemiyeti değildir. adlarını da yabancı siyasetçiler ve basın koymuştur. sadece genç ve türklerden oluşmayan bu siyasi cephe, hala böyle anılıyorsa, bölgedeki (türkiye dahil) longue duree etkilerini incelemek gerekecektir. ittihatçılık ise, kanımca başka bir siyasi olgudur, ve onun da bölgedeki etkileri ayrıca incelenmelidir. iktidardan önce ve sonra o zamanda, bu zamanda mühimdir, kolay ve verimli bir ayrımdır. mustafa kemal ile ilişkileri için en şahane kaynak e. j. zürcher’in the unionist factor adlı kitabıdır. ayrıca tavsiye edilir.
  • iki buçuk asırlık çok katmanlı geri kalmışlığın sonunda çöküp giden osmanlı'yı cinayete kurban gitmiş sanan, ne siyasi tarih, ne coğrafya, ne de ekonomiden yek katre haberi olmayan küçük dahilere mi,

    ittihat ve terakki'yi jön türklerle karıştıran derya deniz filozoflara mı,

    prens sabahattin'in kim olduğunu bile bilmeden jön türkleri chp'nin tabanı sanan ulu bilge mahalle tarihçilerine mi

    daha çok güleceğine insanı kararsız bırakan,

    liberalist, modernist kısa ömürlü bir siyasi hobi&akım.
  • siyaset bilimi jargonuna soktuğumuz ender terimlerden birisidir ve çivisi çıkmış, kilitlenmiş köhnemiş yönetimlere karşı direnen muhalifler anlamında kullanılır. örneğin portekiz jöntürkleri (burada bitişik yazılıyor)
  • kelimenin tam anlamıyla analoji yaparak osmanlı ve batının kötü geçmişi arasında benzerlikler bulmuş ve orada gerçekleşmiş değişimleri osmanlıya uyarlama hatasına düşmüş topluluktur. oysa göz ardı ettikleri şey, hiç bir toplumun sosyolojik ve piskolojik yapısının birbirine benzetilemeyeceğiydi. bir ülke için doğru olanın başka bir ülke için yanlışlara sebep olabileceğini görememeleriydi.
    aslında bunu umursayıp umursamadıkları konusunda da şüphelerim var zira idealistliklerinin, ihanet sayılabilecek kadar kendi geçmişlerini reddedip başkalarınınkini benimsemelerinden ve toplumun yapısını hiçe sayan kibirli tutumlarından oluşması samimiyetlerini sorgulanır kılıyor.
  • türkiye ve türklerin çok ötesinde aksüameller bırakmış bir deyimdir. o kadar ki amerika'da 1933'teki ulusal mafya ayaklanmasının önderlerine genç türkler denir. bu orjinal dönemden yani ayaklanmanın patlak verdiği günlerden kalan bir deyimdir ve gazeteciler tarafından yakıştırılmıştır.

    castellammareliler savaşı

    ilginçtir 1933 ayaklanmasının liderlerinin talepleriyle jön türklerin talepleri gerçekten de uyuşmaktadır. nasıl ki jön türkler kanun-u esasi diye dağa çıktılarsa amerikalı jön türkler de mafya'nın meclis-i mebusan'ı diyebileceğimiz örgütler üstü ulusal komisyon sloganıyla sokağa çıkmış ve bütün eski patronları öldürmek suretiyle istediklerini almışlardır.

    ve o kadar başarılı olmuşlardır ki bugün o genç liderlerin kurdukları aileler ve ailelerin temsilcilerinden oluşmasını istedikleri komisyon hala aktiftir.
hesabın var mı? giriş yap