• paraguay'ın dünyaca ünlü diktatörü. dünyaca ünlü olmasını ise paraguay'ın dünyaca ünlü yazarı, latin amerika'dan sürüsüne bereket usta yazar fışkıran bir dönem olan 20. yüzyılın ikinci yarısına belki bir borges kadar olmasa da damgasını vurmuş olan augusto roa bastos'a borçlu.

    (bkz: yo el supremo)

    not: düzeltme için galletto del bari'ye teşekkür ederim. sözlük daha ölmemiş.
  • güney amerika'nın yakın tarihi hakkında pek çok eser kaleme almış olan ve birkaç sene evvel kaybettiğimiz araştırmacı-yazar antonio de la cova'ya göre ülkesi paraguay'ı "ikilemler silsilesi" içerisinde yönetmiş olan 19'uncu yüzyıl siyasetçisi. yaptıklarıyla tarih başlığındaki 500'üncü entry'me konu olmayı da fazlasıyla hak ettiğini söyleyebilirim.*

    paraguay'ın ispanya'nın rio de la plata valiliğinden ayrılıp bağımsızlığını ilan etmesi için mücadele eden beş kişilik cunta ile kısa süre içerisinde kavgalı hale gelen ve cuntanın devrimin ideallerine ihanet ettiği düşüncesini bilhassa kırsal kesimde yayarak kayda değer bir politik güç kazanan de francia, cuntanın en etkin ismi olan juan bogarin'in cuntadan atılması karşılığında yeniden davaya katılma kararı almıştır. 1813 senesindeki ilk paraguay millet meclisi kararnamesine göre kendisi ve fulgencio yegros, roma cumhuriyeti'ndekine benzer şekilde eş konsul seçilmişlerdir. lâkin; bağımsızlık kahramanı olan asker kökenli yegros'un siyasi konulara deyim yerindeyse kafasının basmıyor oluşunu çok iyi değerlendiren de francia, 1814 senesinde görev sürelerinin bitiminde meclisi bir oylama yapmaya ve kendisini devlet başkanı ilan etmeye ikna etmiştir. iki sene sonra da kendisini ölene dek diktatör seçtirerek ülkeyi kendi siyasi ve felsefi görüşüne göre şekillendirmeye girişmiştir.

    bunu yaparken ülkeyi demir bir yumrukla yönettiğini söylemek ise hem doğru hem de yanlış olacaktır. zirâ; 1816 senesinde bir cabildo, yani bakanlar kurulu oluşturmuş olup 1820 senesinde eski rakibi fulgencio yegros önderliğindeki darbe girişimi sonrasında ise önce bu kurulun yetkilerini tamamen ellerinden almış, 1825 senesinde ise bu kurulu tamamen lağvetmiştir.

    öte yandan, rousseau'nun toplumsal sözleşme anlayışı üzerine milli bir kimlik oluşturmak için çaba gösteren de francia, kilisenin ve toprak sahiplerinin ayrıcalıklarını büyük ölçüde ortadan kaldırarak bilhassa diktatörlüğünün ilk dönemlerinde marjinalize edilmiş ve alt sınıf olarak ifade edilen kitlelere dönemin koşullarına nazaran çok ciddi haklar tanımıştır. portekiz etkisi altında olduğuna inandığı brezilya, ingiltere ve ispanya ile post-koloni döneminde de bağlarını koruyan uruguay, arjantin ve şili gibi yeni kurulan bölge devletlerinin benimsediği kalkınma politikalarını onaylamadığı bilinen de francia, ülkedeki az sayıdaki fabrikaya ulusal bir kimlik kazandırma uğraşı verirken bir yandan da dış siyasette izolasyonizm felsefesini benimseyerek paraguay'ın ilk etapta kendi kendine yetebilen bir ülke olmasını sağlamaya çalışmıştır.

    dini anlamda ise engizisyonu tamamen ortadan kaldıran, 1815 senesinde kendisini ülkenin başpiskoposu olarak atayıp bunun sonucunda da vatikan tarafından aforoz edilen, ülkedeki dört manastır, iki şapel ve iki kiliseyi kamulaştırdıktan sonra bunlardan bir manastır ve bir kilise haricinde hepsini ya istimlak eden ya da bu yapıları kışla, okul, depo ya da hastane gibi binalara dönüştüren ve tüm bunlar sebebiyle dinle arasındaki bağ bir hayli gerilmiş olan fakir kesim ve tam anlamıyla katolisizm'i hiç benimseyememiş guarani popülasyonu nezdinde olağanüstü popüler bir hal almıştır. 1823 ve 1824 senelerinde paraguay'daki papazlık, piskoposluk ve frerlik kurumlarını da sekülerleştirme yoluna giden de francia'nın "kutsal babamız şu anda buraya gelse, onu da papazım olarak atarım" şeklinde bir de fantastik* açıklaması bulunmaktadır.

    ülkeye zorunlu temel eğitimi de getirip bunu ücretsiz hale getiren de francia, 1820 senesinde kendisine karşı düzenlenen darbe girişimi sonrasındaysa devletin polisi ve ordusuna yapılan yatırımı inanılmaz boyutlarda arttırma yoluna giderek bilhassa 1820'lerde kelimenin tam anlamıyla bir polis devleti oluşturmuş ve 1832 senesinden itibaren ölümüne kadar geçecek olan sekiz senede kendisinin geçtiği yollarda bulunan tüm insanlara, kendisine yere kapanarak prostrasyon denen secdeye benzer bir eylemle selam verme zorunluluğu getirmiştir.

    evliliğe karşı olmasıyla bilinen de francia'nın bazı kaynaklara göre yedi, bazılarına göreyse on iki gayrimeşru çocuğu olmuştur. bunlardan en ünlüsü ise kuşkusuz ubalda de cañete'dir. 1831 senesinde sarayın hemen önünde, kızının kendi bedenini pazarladığını öğrenen de francia derhal kızını saraya çağırtmış ve şaşkınlığın derya olduğu bir meşhur anda fahişeliği kutsal bir meslek ilan etmiştir.

    orduya da önemli yatırımlar yapmış olan de francia, ülkenin ilk daimi ordusunu oluşturmakla kalmamış, sayıları dört bini bulan askerleri barış zamanlarında ülkenin bayındırlaşması sürecinde inşaat ve lojistik gibi alanlarda kullanmaktan imtina etmemiştir.

    paraguay'da halen büyük saygı gören, ülkenin atası olarak görülen ve ülkenin kabaca bir buçuk asır daha diktatörlüğe kayan bir başkanlık sistemiyle yönetilmesine ön ayak olmuş olan de francia ile ilgili son söz ise, en başta bahsettiğimiz antonio de la cova'dan gelsin:

    "de francia'ya bakınca bir ikilemler silsilesi görüyorsunuz. liyakat ile şımarıklığın, geleceğe dair bir vizyon ile deliliğin, yüce bir idealin peşinde koşarken en temel insan haklarının yok edilişinin, ülkeyi uluslararası ticarete tamamen kapatırken inanılmaz kısa bir sürede küçücük bir ülkenin ustalıkla kendi kendine yeten bir kimliğe kavuşmasının bir tuhaf karmaşası var karşımızda. birkaç puro kutusu ve kitapları dışında bir malvarlığı olmayan ama kendisi istemedikçe hiçkimseyi yanına altı adımdan fazla yaklaştırmayan, kendisinden biraz olsun saygı görmeyi isteyen herkesi cezalandırırken fransız devrimi'nin ateşli bir savunucusu olan de francia'nın iktidarının son dönemlerinde daha despotik ve tutarsız olduğunu söyleyebilecek olsak da hakkında bir karara varmak hakikaten çok zor."
hesabın var mı? giriş yap