• sülalecek meşhur mann hanedanından thomas mann tarafından kaleme alınmış, hz.yusuf'un hikayesini anlatır görünsede aslında bir orta asya ontolojosi olan hacimli (yaklaşık 1500 sayfa) roman. roman dili ve anlatımıyla ilgi çekicidir ancak yazıldığı dönem itibariyle üzerinde durulması gerekir. nazi zulmünün çığrından çıktığı günlerde israiloğullarının en güzeli*üzerine yazılan bu roman hakkında bir diğer şaşırtıcı durum henüz türkçeye kazandırılmamış olmasıdır.
  • --- spoiler ---
    kardesleri yusuf'u kuyuya attilar.
    --- spoiler ---
  • birinci cildinin yakup'un karilarindan rahel'le ilgili 'yag kehaneti' bolumundeki kahin rimanni-bel'in kendini tasvir ettigi kisimla epey gulduren kitap...
    '...kendim icin ne sasi ne de prostatli diyebilirim. sadece burnum biraz kizarik gordugunuz gibi. ama bu sadece neseli olusumdan...'
    okurken o kadar keyif aldim ki kitabin icinden adami cikarip iki sigara yakip saatleerce laflayasim geldi
  • hece yayınları'ından zeki cemil arda çevirisi türkçesini okuduğum dört cilt kitabın özgün adı. çeviri dolaşık bir dile sahip ve bu esas thomas mann'ın özelliği olabilir. gene de sonradan alışıyor buldum kendimi, biçemi kutsal kitap diline yakınlaşmaya başladı. zorlayıcılık açısından ulysses, samuel beckett'in watt'ı, hatta harika olduğu halde kayıp zamanın izinde bu kitaba rahmet okuturdu.

    yusuf osiris'le ilintili. yusuf ve kardeşleri'nde yusuf'un mısır'daki adı usarsif/osarsif. osiris'i inceleyin..

    eliezer'i en iyi anlatan eser diyebilirim. bütün bir mitolojiyi, din mitolojisini içine sığdırıyormuş az daha. ibrahim hakkında da çok güzel bir bölümü vardır, ikinci ciltte. oradan orta uzunlukta bir alıntı/ayıklama -ki bu bölüm onun nazi eleştirisini en zarif şekilde yaptığı odun yığını şenliği tamlaması ve benzetmesini içeriyor..

    [anneler yanılır ve hep arar; onların pek çok ismi vardır, ama onlar hep tarlalarda yollarını bulamazlar ve hep zavallı yavrularını ararlar, bu çocuk ise kandırılarak aşağı taraflara götürülmüş, öldürülmüş ve parçalara ayrılmıştır. (...)

    hikayeler, yukarıdan aşağıya, tıpkı tanrının insan kılığıyla inmesi gibi yeryüzüne iniyor ve yeryüzüne ait oluyordu; böylece onların yukarı alemde oynanmasına ve yukarıdaki şeklinin anlatılabilir olmasına son verilmemiş oluyordu. (...)

    benzerini onun kocası ve kardeşi de yaşamıştı; çünkü yüce baba ve yücelerin babası anlamına gelen abram daha sonra düşürülerek ibrahim olmuştu, anlamı düşürülmüştü, yani karınca sürüsü gibi çok, iman etmiş-canlı olan ve onun soyundan gelenlerin tümünün babası anlamına geliyordu. (...)

    onun cehennem gibi alevler içinde yakılarak kurban edilmesi gerekiyormuş, kireç ocağına atılmış veya -eliezer'in belli-belirsiz anlatışına göre- odun yığını içinde yakılmış. bu da hakikatin damgasını taşıyordu, çünkü yusuf şunu çok iyi biliyordu ki bugün bile pek çok şehirde 'odun yığını şenliği' yapılıyor. (...)

    eliezer'in anlattığına göre ibrahim şam yani dimaşki şehrini kurmuştu ve o şehrin ilk kralıydı. ışıl ışıl parıldayan bir ifade, çünkü şehirler insanlar tarafından kurulamaz ve bu şehrin ilk kralı olarak isimlendirilen varlığın insan yüzlü olmaması gerek. (...)

    bir yukarıda bir aşağıda olan salınımın şu andaki durumudur bunlar, iki yarımkürenin birleşmiş olduğu ve 'hepsi bir arada' diye ifade edilen bir sözcüğün anıtıydı.]

    ---

    joseph und seine brüder'de dionysos şenliklerini andıran şöyle bir adon kültü anlatılır:
    "sonra sevinç sesleri başlıyor," diye düzeltme yaptı yusuf, "ve mutluluk kutlaması başlıyor. 'boş, boş, boş!' diye hep bir ağızdan bağırışıyorlar. "mezar boş, adon yeniden doğmuştur!" kızı öpüyorlar ve şöyle bağırıyorlar: "tanrı büyüktür!" sonra herkes birbiriyle öpüşüyor ve şöyle bağırıyorlar: "tanrılaştı tammuz!" sonra buradan fener ışıkları altında, astarot'ta anıtın etrafında halay çekerler. (...)

    "yeniden değil" diye öğretti yusuf ona. "bu hep bir kez ve ilk kez oluyor."

    "(...), çünkü günah ve sevgiyle dolu ıstırap olmaksızın hiçbir şey ileri gitmez." (yakup'un hikayeleri'nden)

    "yanılabilirliğinin bilincine varmış olan re'uben çok iyi kalpli ve adil bir kişiliğe sahipti." (yakup'un hikayeleri)

    "yetmişyedi kez koklandı." (y. h.)

    "(ishak) evet, kendi sonuna varıştan çok kısa bir süre önce, garip bir başarıyla bir koç* gibi böğürmeye çalıştı, bu sırada kanı çekilmiş yüzü, koçun fizyonomisiyle insanı şaşırtan bir benzerlik kazanmıştı -veya o zaten böyle bir benzerlikle algılanıyordu ve koça olan benzerliğini zaten her zaman yüzünde taşıyordu, (...)" (y. h.)

    "doğru, çünkü yakup'un duygusallığındaki ihtişam bir taklitti ve bu yüzden cezalandırıldı. (...) en üst motif, tanrı'nın ayrıcalık tanıma konusundaki kıskançlığıdır, bu hakkını tanrı işte bu önlemle, yani yakup'un duygusundaki bu ihtişamı bir anda yıkıp rezil bir duruma düşürmesiyle göstermişti." (y. h.)

    [tanrı'nın insana emri şudur: "kutsal ol, tıpkı benim gibi." ]

    "çünkü kutsama sahibi insanların hayatının, tamamen manasız bir mutluluk, şans ve refah içinde olduğu, zayıf, batıl bir inançtır. kutsama, aslında sadece kendi varlığının temelini oluşturur ve arada sırada büyük ıstırap ve eziyet çekmeyle felaket anlarında altın yüzünü gösterir."

    ["onun adı falan yok" diye karşılık verdi dan. "nasıl adı olabilir ki? onun şu ana kadar hiç adı olmadı, çünkü söyledik ya, o şunun bunun çocuğu, bir veledizina, yasadışı peydahlanmış bir bataklık kamışı ve onun soyu yok. biz ona "heda" ve "sen" deriz veya ıslıkla çağırırız. ona bu adları verdik."] (yusuf'un gençliği)

    "keşke içimden bir dilek tutsaymışım -bunu veya yine sadece bunu dilemiş olsaydım!" (yusuf'un gençliği)

    "uzun uzadıya sürüp giden bir zorluk ve sıkıntı yoktur; zamanla kendisini gevşetir, hareket serbestisi için küçük olanaklar doğurur." (yusuf'un gençliği)

    "oniki kameri ayın sadece 354 gün ettiği ve zaman zaman artık ayları buna eklemek gerekiyordu da onun için, bunlar onüçüncü burç olan karga burcuna denk geliyordu. onun artık günleri onüç olarak uğursuz rakamı* meydana getiriyordu, zaten karga da uğursuz bir kuştur ya." (yusuf'un gençliği)

    "bunu dengelemek üzere, çektiğin bu son derece büyük acının da bir yalan ve hayal olduğunu öğrenmek için çok ileri yaşlarda bulunman gerekecek." (yusuf'un gençliği)

    ["ya bu çoban bu koyundan nefret ediyorsa?" diye konuştu ve onların yüzlerine sert ve çekingen bir ifadeyle baktı.] (yusuf'un gençliği)

    "biriniz 'hırpaladı' diyor 'parçaladı' kelimesi yerine, böyle oluyor işte 'alay etmek' ve 'küçümsemek', sanki sevinçten alkış tutuyor gibi!" (yusuf'un gençliği)

    "insanlar her zaman birbirlerini kesin çizgileriyle tanır ve birbirlerinin gizli amaçlarının farkına varırlar, bu o zamanlar da böyleydi günümüzde de böyledir." (yusuf'un gençliği)

    "kısacası kendilerini güzel günler beklemiyordu, belki de bir tek güzel gün bile olmayacaktı -bunun açıkça farkındaydılar." (yusuf'un gençliği)

    " (...), yani kendileri onun gözünde henüz suçsuz kişilerdi ama her şeye rağmen kin duyulan birer katildiler. gerçekte ise, bildikleri gibi, bunun tam tersi bir şey oldu: onlar kesinkes suçluydu, ama katil değildiler." (yusuf'un gençliği)

    "bu bir çaresiz inanmaydı*, çünkü bütün inanmalar çaresizlikten güçlüdür ve yine de acz içindedir." (yusuf'un gençliği)

    "(...), onun avukatına karşı savunulması gerek ve onun affettiklerinden korunması gerekiyor." (yusuf'un gençliği)

    "bana yüzüme karşı bir şeyler söyleme, bana ruhundan gelen şeyler söyle, bunun dışındakilere artık tahammül edemiyorum." (yusuf'un gençliği)

    "bu gerçekleşme* olgusu bir silindir gibi döne döne, ağır bir taş gibi zorla kuyudan yuvarlanıyor." (yusuf'un gençliği)

    "(...), önce tozla birleşip bir vücut olunur ve onun kucağına atılır. bu hayat idiyse bundan hayat ve serinletici şey yeniden yüz misli artarak fışkırır, çıkar. örneğin buğday tanesi..." (yusuf'un gençliği)

    "ticaretin ateşi, artık utanma hissini aşmıştı; (...)" (yusuf'un gençliği)

    "her insanın etrafında bir kuşatma var, bu doğrudan kendi kumaşından değil ama yine de açık veya koyu kendi kumaşından." (yusuf'un gençliği)

    "bu kez yusuf'u öyle kaba bir şekilde sarsmışlardı ki, onun gözleri açılmıştı* ve ona ne yapıldığını görmüştü, buna kendisinin sebep olduğunu da." (yusuf'un gençliği)

    "yusuf kapanmamış gözüyle kardeşlerinin çok çirkin ve ter kaplı maskelerinin altında, onların ruhlarını uzun süre bir hayli yıpratmış ve onlara büyük ıstırap vermiş olduğunu ve sonunda insanın sabrını taşıran bir şiddetle, hem kendisi için hem de onlar için bu feci sonun meydana gelmesine sebep olduğunu açıkça görmüştü." (yusuf'un gençliği)

    "ama işte bu durum affedilemezdi! insanların iç dünyalarına karşı duyarsız olmak ve bu konuda hiçbir bilgi sahibi olmamak, gerçek karşısında tamamen yanlış bir durumun meydana gelmesine ve görüşün kapanmasına sebep olur." (yusuf'un gençliği)

    "o* bu en küçük oğlunu yusuf kadar çok sevmiyordu ve onu kucağına aldığında gözlerinde gizli bir hüzün belirtisi olmuyordu; çünkü onun doğumuyla rahel'in hayatı bitmişti."

    ["tanrı serbesttir." dedi eliezer.]

    "bu yüzden de mükemmel bir güzellik, yani hiçbir kusurun olmasına izin verilmeyen güzelliğin can sıkıcılığı işte bu yüzden. gerçekten de duygu, bir kusur bulmak ve onun affedilebilecek bir konumda olmasını ister, yoksa sıkıntı basmış bir halde esneyerek onu reddeder." (yusuf'un gençliği)

    "abram'ın en son torunu ve yakup'un en genç oğlu, bir parça laikti, yani dünyevi hayata dönük birisiydi, hürriyete meraklıydı, (...) onun buna olan sevincinin geçmişe dayanan sebebi, babasının çok sofu oluşuydu, çünkü babası her türlü resmi reddediyordu." (yusuf mısır'da)

    "dünya yuvarlaktır, bir bütündür; yukarısı ve aşağısı vardır, iyi ve kötü vardır, ama dünyanın bu iki özellikli oluşuyla ilgili kafanı pek yorma; aslında öküz, eşek gibidir ve her ikisi de değiştirilebilir ama her ikisi birlikte bir bütünü oluşturur. her ikiniz de döktüğünüz şu gözyaşlarına bakın, siz beyefendilerin arasındaki fark da o kadar büyük değil. (...) ayrıca sen ülkene gidince, bana söz verdiğin halde beni hatırlamayacaksın, bunu sana daha şimdiden söylüyorum."

    [başrahip "olabilir" dedi bir parça çekinerek. "senin yapman gereken en iyi şey bu anne ile kızın hikayesini (nebhet) veya onlarla ilgili kendi hikayeni kağıda dökmendir, böylece gönül açıcı edebiyatımızı zenginleştirecek güzelce kaleme alınıp şekillendirilmiş bir eser kazanılmış olacaktır. bana göre üçüncü bir kadın tipini ve senin ona aşkını da hayali bir konu olarak ilave edebilir, bunu da sanki gerçekten olmuş gibi anlatabilirsin."] (doyuran yusuf)

    "işte bu abuk sabuk iddiaya dikkatle bakarak hükmünü ver; bu işin karanlık olması pek de önemli değil; çünkü hukuk ekmeğe benzer, karanlık alemin bir konusudur, onun derinliğinde oturur, o intikam tanrıçalarının bulunduğu yerdir; bu kutsal kanuna tanrıçanın köpeği denilmesi bu yüzdendir, dahası bu olaydaki köpek, onun kutsal hayvanıdır; o taraftan bana bakılacak olursa ben de onun kutsal bir varlığıyım, buna köpeği de denilebilir..." (doyuran yusuf)

    "(...) -ne yazık ki şu da çok iyi bilinir, bir rüya, kelimelerden oluşan bir zincir gibi süreklidir ve içinde var olan şeyin sarılıp sarmalanmış şeklini, yani onun mumyasını görürüz rüyamızda; bunu rüyasında gören insan, onun bir asma dalı gibi yeşerdiğini, çiçek açtığını ve meyve verdiğini, rüyamda gördüğüm gibi görür; işte şu anda bunu anlatmaya hazırım."

    ["büyük binanın bu sorusuna cevap vermek kolay değil; evet veya hayır diyemem, olsa olsa her iki yanıtı bir bütün olarak ifade edebilirim." dedi yusuf.]

    "(...), kuzucuğun* gelecekle ilgili kehanette bulunması için kral gerekliydi; bizim varlığımız sadece var-olmamak* ile daima-var olmak olgularının bir buluşma noktasıdır; bizim fani oluşumuz sonsuzluğa ulaşmak içindir. (...) fani, tek ve özel olan şey, sonsuz şeyden daha mı değerli ve şereflidir -veya bir tek özel olan tarafından bakılınca bu nasıldır?"

    "inanmamak inanmaktan biraz daha önemlidir. birçok inanmayan, inanca bağlıdır, çünkü kişi, yanıltıcı ve kurnazlıklarla dolu bir şeye inandığı sürece nasıl olur da hakiki olana inanır?"

    "yakup diğerlerinden yersiz ama haklı bir kuşku duyuyordu. onun kuşkusuna göre, yusuf'u parçalayan erkek domuz on kafalı bir hayvandır; bünyamin'in 'evde' kalmış olması bu hayvanın onbir kafalı olmadığının bir işaretiydi."

    "vurdumduymazlıkları yüzünden acı çekmeden dolaşan kardeşlerini küçümseyerek seyrediyordu. işte bu vicdanın kendine has bir kibirlenmesidir*."

    "cehennem pak olanlar içindir; ahlak dünyasının yasası budur. çünkü cehennem günahkarlar içindir ve insan sadece kendi paklığna karşı günah işleyebilir. bu bir hayvansa o takdirde günah işleyemez ve hiçbir cehennemden bir şey algılayamaz. düzen böyle kurulmuştur ve cehennemde sadece çok iyi insanların bulunduğu kesin kez doğrudur, bu adil bir şey değil, ama bizim adaletimiz bu!"

    "kabil'in çocuklarını ve onların soylarının dünyada üç ayrı bölgede kök salışlarını: kulübelerde oturup büyükbaş hayvan yetiştirdiklerini; bir kısmının demircilik yaptıklarını ve bir kısmının ise başıboş gezip dolaştıklarını dinledi. bu geçici bir süre yapılan bir bölünmeydi."

    "(...) -zaten bütün sarsılmaz kararlılıklar bir parça karanlıktır."

    "suçlu, suçlu, diyorlardı. genel olarak insan, önemli bir olay olmasa da kendisini hep bir parça suçlu hisseder*; bu yüzden özellikle suçlu olmadığı bir durumda bile kendisini pek iyi hissetmez."

    "içinde kınayıcı, küçük düşürücü ifadelerin görülmediği, alçakgönüllü ve kibir sözcüklerinin bir çelişki oluşturmadığı bir fazilet var mıdır? dindarca inanış, yani iman, ben'in ve ben'in selametinin devamı için dünyanın gönülden sevilmesi demektir, bu mevcut olmadan, insanı tanrıdan nefret ettirecek derecede aşırıya kaçan, hatta tek endişenin sadece tanrı etrafında, onunla ilgili olduğuna inanılan bir durum ortaya çıkar ki böyle bir iman veya dindarlık yoktur; (...)"

    "insan benliğinin* merkezi bir önem taşıması tanrının keşfedilmesi için ön şarttır."

    [tamar, gölgesunan'ın önünde mağrur bir edayla eğildi; çünkü onun gönlünden geçen bir fikir vardı: "ben yörünge üzerindeyim, ama sen değilsin, her ne kadar ışıl ışıl olsan da."]

    ["benden oniki oğul oldu." diye cevap verdi yakup. "bu da oniki oğlumdan birisi. onların içinde lanetleme* kutsama* gibidir ve kutsama da lanetleme gibidir. birkaçı dışlanmıştır ama seçkin kişiler olarak kalmışlardır. birisi seçilmiş kişi olduğundan sevgi içinde yok olup kalmıştı. onu kaybettiğim* için bulmak zorundaydım; onu bulduğum için de kaybettim. o yüksek bir mevkiye getirilerek benim oğullarımın çevresinden uzaklaştı ama onun oğulları, benim soyuma katılarak bu çevreye dahil oldular, bu zincire peş peşe katıldılar."]

    "ahlak bozukluğunun* da insanlara verilmiş diğer roller gibi bir rol olduğunu ve kendine özgü şerefi bulunduğunu, bütün dinleyenlerle birlikte öğrenmişlerdi: her konumun şerefli bir konum olduğu, hem kendilerinin hem geride kalanların anlayışlarına yerleşti."

    "burada yıldızlar aleminin* mitik özelliğiyle insanın kişiliğinin* ortadan kaldırılışı çok açık ve net olarak görülmektedir; bunu bilmek savaşçı ruha sahip ikizleri biraz rahatlatmıştı."

    "tanrı yaratmakla meşgulken, başlangıçta kirpiyi kertenkele ile çiftleştirmişti; bu çiftleşmeden engerek yılanı doğmuştu. dan bir engerek yılanıydı. yolda bir yılandı ve sarp dağ yollarında boynuzlu engerekti, kum içinde fark edilmeyen ve son derecede tehlikeli bir yılandı. kahramanlık, onun ruhunda tehlikeli bir şekil almıştı."

    ["öyle mi? öyle olsun." dedi yusuf. "ben sizinle giderken, acaba tanrı beni nereye götürüyor?" demek istemiştim sadece.] (yusuf mısır'da)

    "dünyada her insan bir merkezdir, dedim."

    "bilinmeyeni çok iyi bir şekilde göz önünde tutarsan, onu örten giysiler düşer ve bilinir* hale gelir."

    "şumun'daki büyük katip ise bir ibis'tir, yani maymun'dur."

    ["bu nedenle ve bu amaçla" diye karşılık verdi yusuf. "her ikisi de geçerli ve nasıl istenirse öyle."]

    " (...); eğer gelecek zaman geçmiş zaman olsaydı, her şey çoktan rolünü oynayıp bitirmiş olurdu; onun rolünü yeniden oynaması için uygun zaman ise yaşanan zamandır!"

    "çünkü kelime ruhtur; ama nesneler ruh içinde kavga halindedir."

    ["işte bu, muhterem efendim; istenilen şeydir ve yine bu istenilen şeyin yapılması öngörülmüştür, ama yapılması kesinlikle lanetlenmiştir. biz bu dünyada günahın ne olduğunu çok iyi biliriz."]

    "ve işittiğime göre, * şehre indiğinde, sokaklarda ve kemer altlarında görününce, genç kızlar duvarların ve damların üstüne çıkar ve sırf onun bakışlarını kendi üzerlerine çekmek için, parmaklarındaki altın yüzükleri atarlarmış, bu çok sık oluyormuş. ama onun bakışlarını çevirmeyi başaramıyorlarmış."

    "ama sözler güçlüdür, sözler boşuna söylenmez, insanın ruhunda iz bırakır, duygusuz konuşulmaz; konuşan insan, duygularını ifade eder, eğer bu sözlerle yalan söylüyorsan o zaman onun sihri yalandaki anlama doğru kayarak bir parça değişir; senin konuştukların bu durumda tam manasıyla yalan değildir."

    "çünkü kendi aklına* güvenmeye alışık olan birisi için, aklında ufak bir bulanma olacak olursa, alışılmış olan bu güven, büyük bir tehlike olur."

    "canın onu çekiyorsa, kaşınla bir kez işaret etmen yeter ve kendi ayaklarını seninkilerle birlikte bulundurmaktan ve başını senin başının yanına koymaktan yüce bir şeref duyacak ve sen de ona sahip olacaksın."

    "çünkü ne kadar teselli bulmasa da aşk sadece azap ve beddua değil, aynı zamanda gizlenmesi hoş olmayan büyük bir hazinedir."

    "(...); zaten genellikle büyüleyicilik olgusunun anlamı, azgınlık derecesine varmış ve sınırsız bir çekicilikle zirveye oturtulmuş bir dişilikten başka bir şey değildir; bundan yola çıkılarak da, büyücülük* hep mükemmel, hatta kadınlara özgü yegane hadise ve iş olmuştu; erkeklere özgü bir cadılık ustasına rastlanmamıştır -aksine doğal olarak da bunda daima aşk müthiş bir rol oynuyordu; aşk büyüsü, doğal olarak tercih edilen bir nesneden çok, bütün büyüleri içeren bir kavram olarak kabul edilmelidir."

    ["işte buradasın avrat!" dedi. "hoş geldin, korunmak için yalvaran, arzulanmamış, hor görülmüş, zavallı, aşık ahmak kadın, ocağın başına gel! sana sunulacak şeyleri al! tuz tanelerini eline al ve kulağına defne tak, sonra ocağın başına çömel, bu rüzgarla ocağın göbeğindeki ateş pırıl pırıl yanıyor, merhametli ilah, sana belirli sınırlar içinde yardım edilecek!"]

    "beni bırakıp* nereye? kal! ne olur, kutsal delikanlı! ne olur rezil köle! sana lanet olsun! geber! ihanet! çölün çocuğunu tutun! şerefi beş paralık eden, öldürüp yok eden bu adamı tutun! bana yardım edin! hanımefendiye yardım edin! üstüme bu canavar geldi!"

    (bkz: amon), ketonet, melkisedek, hanok, potifar, ishakar
  • thomas mann tarafından yazılan, allah’ın “kıssaların en güzeli” övgüsü ile taltif ettiği yusuf kıssasının edebi şahesere dönüşmüş hali.
  • hece yayınları, ilk baskısını 2007 yılında yaptıkları kitabın ilk iki cildinin kapak tasarımını yenileyerek 2019 yılında ikinci baskı olarak yeniden yayınlamıştır.
  • thomas mann'in güzel bir eseri. thomas mann açıkça hayran olduğu bir kahraman portresi yaratıyor, yani kim? yusuf. başlangıçta onu tamamen üstün, görünüşte kusursuz olarak tasvir etmiştir. sadece doğanın bir ürünü olarak kabul edilen, kardeşlerini görünüş, zihin ve çekicilik açısından tamamen geride bırakmıştır. yakup oğlu yusuf'u sadece bir çocuk, rahel'a olan büyük sevgisinden doğan bir yavru değil, aynı zamanda şampiyonların şampiyonu, vizyoner bir şekilde değerli bir bağlantı olarak görür. ki kardeşlerinin de onu delicesine kıskanmasının sebebi de budur. mann de tarafını belli eder aslında. o tam bir yusufisttir. *

    kardeşleri yusuf'u kıskanır kıskanmasına tabii baba yakup da zamanında bu kardeş rekabeti hakkında epey şey biliyordur. kendi de kardeşi esav'ı mirastan mahrum etmek için çok para ödemiştir. hasılı çocukları babalarına çekmiştir. ancak tek bir fark vardır onun diğer çocukları yakup gibi zeki ve kurnaz değiller, ilkel dürtülerinin kurbanı olan kimselerdir. eğer onlar, yusuf'un apaçık ölümünün babalarına yol açtığı keder ve ıstırabın derinliğini ve kapsamını bilselerdi, muhtemelen yusuf'a yaptıklarını yapmazlardı. anlayacağın öyle de delikanlıydılar.
hesabın var mı? giriş yap