• küçükken en sevdiğim filmdi. ambiansından adeta büyülenmiştim, o zamanlar izlerken kendimi filmin içinde hissettiğimi hatırlıyorum. hatta sonrasında kitabını da okumuştum. güzeldir.
  • jules verne'nin klasik romanının adını lekemiş komedi filmi.
    böylesini gerçekten çok az görmüşsünüzdür. "dünyayı kurtaran adam"'daki absürtlüğün çoğu var, azı yok.
  • ilkokulda iken, ilerde zaman makinası yapacağını iddia eden arkadaşıma bunun mümkün olmadığını söylediğimde "senin hayal gücün zayıfsa ben napayım" demişti... zaman makinasının en azından kuramsal olarak mümkün olduğunu biliyoruz bu gün. imkansızı kovalamaya devam eden hayalperestler sayesinde belki bi gün fiziksel olarak da karşımıza çıkacak... tıpkı aya ayak basmayı, mars'a robot göndermeyi başardığımız gibi...

    jules verne de belli ki hayal gücü gününün mantığı ile sınırlandırılamayacak bi deha... bu hikayede çılgın profesör otto lidenbrock olarak karşımıza çıkıyor, biz de okuyucu olarak sürekli, "yaf akıl var mantık var, dünyanın merkezine inmek de ne demek, öyle saçma şey mi olur!?" diye söylene söylene bu maceraya sürüklenen yeğeni axel'de kendimizi buluyoruz...

    ama otto ve jules verne hakikaten aklımızı alıyor sonra...
  • 1959 yapımı bir film. 1959 yapımı olduğunu görünce sıkıcı bir filmdir diye düşündüm ama izlemeye başladıktan sonra ne kadar çok yanıldığımı anladım, film içine çekiyor resmen.
    das boot gibi über bir film ile kıyaslanamaz ama benzer etkiyi, daha azı olsada bu filmde de hissettim. sanırım izole bir alan veya kapalı ve sıkışık bir alan'dan kaynaklı bir şey bu hissettiğim.
  • jules verne hakkındaki en büyük tartışma onun bilim kurgu türündeki yeri üzerinedir. kendisini bilim-kurgunun babası olarak görenler, yazarın sınırsız hayal gücünü ve etkilediği insanları gösterirler. bu fikre karşı çıkanlar ise onun bilim-kurgudan çok öykülerinin içine fantastik ögeler katan bir yolculuk yazarı olduğunu savunur.

    bu iki görüşün de haklı olduğu noktalar vardır. mesela jules verne'nin balonla beş hafta'da balonu seçmesinin nedeni afrika'yı geçmenin en kolay yolunun bu olması. burada amaç balon yolculuğunu bilimsel yönden incelemek değil olabildiğince kolay bir şekilde seyahat edebilmektir. benzer bir durumu denizler altında yirmi bin fersah için de söyleyebiliriz. orada da bilim-kurgu severlerin bayılacağı dev bir denizaltı olmasına rağmen işin teknik kısmı üzerinde çok durulmaz. önemli olan denizaltında yapılan seyahattir.

    başka bir açıdan bakarsak da insanın öğrenme tutkusunu işlemesi, hikayelerinde yansıttığı değişen ve hızlanan dünya görüşü, ayrıca ilham verdiği insanlar nedeniyle jules verne'in bilim-kurgu türüne yaptığı katkıyı görmezden gelemeyiz.

    mesela jules verne bilim-kurgu kültüründeki eksantrik profesör stereotipinin ilk örneklerinden birini işler. bu stereotip kitapta otto lidenbrock adıyla karşımıza çıkar ve doctor who'dan, dr. emmett l. brown'a sevilen pek çok karakterin öncülü olur. şimdi biz de entry'mizde bu stereotipin genel özellikleri nelerdir bir bakalım.

    1) takıntı hali: bilim-kurguda profesörlük önemli bir kavramdır. profesörseniz mutlaka insanlığı sarsacak bir buluşun ya da keşfin eşiğinde olmalısınız. "benim mesai doldu çocuklar sorularınızı mail atın ben sonra bakayım." diyerek bir bilim-kurgu kahramanı olamazsınız.

    jules verne'nin karakteri profesör lidenbrock da ardılları gibi mesleğine hayatını adamış bir insandır. mesela ana karakterimiz axel, profesörün yeğenidir ancak profesörün diğer aile üyelerinden bahsedilmez. profesörün axel'den başka tek akrabası himayesine aldığı grauben'dir. buradan da profesörün hiç evlenmediği sonucunu çıkarabiliriz.

    ayrıca profesörün takıntısı insani ihtiyaçlarının bile önüne geçer. örneğin hikayenin başındaki şifreyi çözmeye çalışan profesör bu iş bitene kadar uyumaz ya da yemek yemez. benzer şekilde yolculuk sırasında susuz kalmalarına rağmen yanlış olabilecek yolu yanlış olduğu ispatlanana kadar takip etmeye devam eder.

    2) hızlı ve öfkeli: bu karakterin biraz yalnızlığına biraz da dehasına işaret etmek için kullanılan bir özelliktir. bu tür karakterler çok hızlı düşünürler. mesela yardımcı karakter bir sonuca ulaşana kadar ana karakter tüm olay örgüsünü çözer ve diyaloğun ortasında sinirle kalkar gider. bu da onun normal insandan daha zeki olduğunu anlatmak için uygulanan bir kıyastır.

    karakterin hızlı olması tamam. peki neden bu kadar öfkeliler? bunun da nedeni dünyanın kendileri göre yavaş kalması. bunu da şöyle örneklendirebiliriz: diyelim ki araba yarışlarına çok meraklısınız. gittiniz özel dersler alıp ileri sürüş teknikleri öğrendiniz. daha sonra para biriktirip 450 - 500 hp arası canavar gibi bir araba sahibi oldunuz. bir de bu arabayı sınırlarına kadar zorlayıp tekniğinizi konuşturacağınız bir pist buldunuz. arabanıza atladınız ve piste gittiniz. sizi içeri aldılar yola çıktınız ancak pist o gün direksiyon derslerine ayrılmış. siz uçup gitmek istiyorsunuz ancak etrafınızdaki "acemiler" yüzünden istediklerinizi bir türlü yapamıyorsunuz. böyle bir durum normal bir insanı ne kadar sinirlendirirse ortalama bir insanın zekası da aşırı zeki karakterleri öyle sinirlendiriyor işte.

    3) anlaşılmamak: bu konu hem birinci maddeyle hem ikinci maddeyle alakalı biraz. dünyadaki her insanın tutkuları yok ve herkes dünyayı değiştirmeye çalışmıyor. bu yüzden bir konuya aşırı takıntılı bu karakterlerin kullandıkları terimler ve konuştukları konular insanların geneline bir şey ifade etmiyor.

    bu gibi nedenlerden ötürü bu karakterler genelde dışlanırlar. bu kitapta yok ancak şöyle bir sahne düşünün; "kabul edilen" bir doğrunun yanlış olduğunu söyleyen ancak elindeki kanıtlar "henüz" yetersiz olan genç ve fakir bir profesör royal society'nin kapısından kovulur ve elindeki tomar tomar kağıt yerlere saçılır. böyle bir an bu karakterler için çok tipiktir.

    hikaye hamburg'dan çok, yerin altında geçtiği için profesör lidenbrock'la alay edecek insan sayısı az. ancak kitabın başında axel, pek çok öğrencinin ve akademisyenin profesörün o öfkeli haliyle dalga geçtiğini anlatıyor. bu da dediğim gibi bu tür karakterlerin tipik bir özelliği.

    4) duygu eksikliği: takıntılı bir şekilde çalışmak bir karakteri bir yere götürebilir. bu yazar için de iyi bir şeydir çünkü karaktere zeka ve adanmışlığı verdikten sonra imkansız gibi görünen işleri hikayenin tutarlılığına çok zarar vermeden yazmanızı sağlayacak zemin oluşur.

    ancak bir karakteri her alanda iyi yapamazsınız. bu yazdığınız hikayenin gerçeküstü oluşundan bağımsız olarak tutarlılığı bozacağı için finalde elinizde çok amatörce bir metin kalır. bunu aşmak için de karakterin bir takım handikapları olması gerekir.

    burada en çok kullanılan handikap ise toplum tarafından anlaşılmamakla birlikte karakterin duygusal olarak çok gelişmemiş olmasıdır. mesela karakteriniz bir barda olsun. karşı cinsten bir karakter önce karakterinizle flört eder. karakteriniz bu işaretleri anlamaz ve konuyla çok alakasız bir şaka yapar. karşısındaki insan küçük düşürüldüğünü hisseder ve sinirli bir şekilde orayı terk eder. bu da yine bu tür karakterler için çok tipik bir durumdur.

    profesör lidenbrock da duygusal zekası çok gelişmiş bir insan değildir. grauben'e aşık olan axel, sürekli profesörün iki insan arasındaki bu tür bir bağı asla anlamayacağını ifade eder. gerçi bu hikayede bunu test edecek bir alan olmaz ancak bu yapının bu tür karakterler için genel bir durum olduğunu söyleyebiliriz.

    5) altın gibi bir kalp: her karakterin izleyiciyle ya da okuyucuyla bağ kuracağı bir noktası olması gerekiyor. çünkü izleyici kendisini hikayede göremezse tüm çabanız uzay boşluğuna doğru yol alır.

    bunu duygusal bir açıdan yapmaya çalışmak zihinleri bir araya getirmekten daha kolaydır. çünkü kurulan yeni bir mantık unutulabilir, ancak duygular insanın hayatı boyunca oradadır. bir aşk hikayesi anlatıyorsanız izleyici o an birine aşık olmasa bile geçmişte olduğundan karaktere daha kolay ısınabilir.

    ancak kendisini 30 yıldır bilime adayan bir insanın tek bir hikaye örgüsüyle "normal" bir insana dönüşmesi tutarlı bir yazım değildir. bu nedenle karakteri bozmadan çok ekstrem durumlarda onların duygusal yönünü ortaya çıkarmanız gerekir. mesela profesör axel'e çok yakın durmaz burada. ancak axel susuzluk çektiğinde, kaybolduğunda ya da ölüm tehlikesi atlattığında onun için gerçekten üzüldüğünü görebilirsiniz. bu da karakter ile okuyucu arasında kurulacak bir köprü olur.

    sonuç olarak jules verne çağdaşlarına göre biraz geride kalmış gibi görünebilir. özellikle diğer dillere çevrilirken akıcılığından dolayı çocuk kitabı muamelesi görmesi hayli üzücü. ancak bilim-kurgu edebiyatına kattıkları ortada. çılgın profesör stereotipinin temelleri de onlardan biri.

    tabi sanat kolektif bir alan. bu karakterin yapısını tümden jules verne tanımladı diyemeyiz. ancak anlatı tarihine baktığınızda bunun ilk örneklerinden birini verdiğini söyleyebiliriz. bu nedenle jules verne'nin bilim-kurgu türünün "babası" olup olmadığını bilemeyiz ancak türe yaptığı katkıları görmezden gelmek büyük bir haksızlık olur.
  • sinemada izlediğim ilk 3d film. yoyo sahnesi başarılı bir jump scare'e yol açar.
  • 1959 yapımı film daha güzel ama 2008 yapımı brendan james fraser'ın oynadığı filmde eğlenceli ve izlemeye değer.
  • 1959 yapımı sinema uyarlaması fena halde demode, seksistliğin de ötesinde kadın düşmanı ve zorlama aşırı duygusallığıyla bayağıdır. öyle ki dönemi için bile komik duran görsel efektleri turist ömer’e rahmet okutur, kurgusu sonu hiç gelmeyecekmişçesine durgundur, yapım ekibi ise bir yıldır yerin altında dolaşan insanları sinek kaydı tıraşla ya da sahne makyajıyla ortada dolaştıracak kadar özensizdir. zaten bir filmde kendinize en yakın karakter olarak bir ördeği buluyorsanız ortada yanlış giden çok fazla şey var demektir.

    4/10
  • 2008 yapımı brendan fraser'ın olduğu uyarlaması oldukça eğlencelidir. kitapla alakası oldukça yüzeysel de olsa hiç değilse kitabın hikayesini takip ediyor. brendan fraser da oldukça başarılı filmde, the rock'la çekilen devam filmi journey 2 the mysterious island'dan iyi olduğu kesin.
  • brendan fraser lı yapım, günümüz görsel efektleriyle kotarılmış bir tür jules verne uyarlaması olmuş. oldukça eğlenceli bir film ve kendisini izletmeyi başarıyor. bu arada fraser, bu filmin çekildiği dönemde; yani günümüzden 15 yıl önce hayli yakışıklıymış. şimdi bir patates çuvalına döndü bu abi de maalesef.
hesabın var mı? giriş yap