• mahkeme filmlerinin kilometre taşı kabul edilebilecek 1961 yapımı siyah beyaz film. filmi izledikten sonra hukuk, adalet kavramlarını sorgulamanız kaçınılmazdır. hukukla ucundan kıyısından ilgilenen herkesin mutlaka izlemesi gerektiğini düşünüyorum ben de.

    --- spoiler ---

    film boyunca sanıkların alması gerektiği cezayı tahmin edebilmenize rağmen hans rolfe öyle inandırıcı bir savunma yapar ki siz de durup sanıklara hak vermeye başlarsınız. ayrıca zaman zaman rolfe'nin konuşma tarzı hitler'i andırır.

    filmin benim açımdan en dikkat çekici sahnesi haywood'un şehri gezerken hitler'in konuşma yaptığı yerde durması ve fonda hitler'in sesinin yankılanmasıydı. buna pek değinilmemiş ama ben gayet etkileyici buldum bu sahneyi.

    film aslında savaşın tek sorumlusunun almanya olmadığını savaşa dahil olan tüm ülkelerin aynı zamanda sorumlu olduğunu vurgular.

    filmin esas konusu üstekki entrylerde de belirtdildiği gibi hakim yasaları mı uygular yoksa bunlardan bağımsız, adaleti mi sağlar ikilemidir.

    ayrıca sonlara doğru haywood ile rolfe arasında geçen bir diyalogda söylenen "but to be logical is not to be right" repliği insanın hafızasına kazınır.

    --- spoiler ---

    uzunluğunun 3 saat oluşuna ise takılıp izlemekten vazgeçmeyin. çok güzel bir akıcılığı ve bağlayıcılığı var filmin. neden bu kadar az bilindiğine ise şaşırdım açıkçası. izlerken zaman zaman aklıma 12 angry men'i getirmişti.
  • spoiler eklesem mi eklemesem mi tam karar veremedim. siz yinede spoiler var gibi düşünün. ok?

    judgment at nuremberg filmi, yediden yetmişe tüm hukukçuların izlemesi gereken bir filmdir. film yaşanmış olaylardan yola çıkılarak kurgulandığı için gerçekçiliği ve objektifliği tartışılamaz. bu bağlamda, filmden ders niteliğinde yaşanmış olan kareleri irdelemek ve üzerinde durmak faydalı olacaktır.

    ülkemizde son dönemlerde yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerinde sık sık tartışmalar yaşanmakta. bir kesim yargının bağımsız olduğunu, ancak tarafsız olmadığını ileri sürerken, diğerleri ise yargının bağımsız olmadığını ve tarafsız olduğunu ileri sürmekte. tüm bu tartışmaların hukukun en yetkili muhatapları arasında cereyan ediyor olması da türk yargı sisteminde ciddi sorunlar olduğunu gösteriyor. hiç şüphe yok ki, türk hukuk sisteminin eksikliği, yılların birikiminden oluşmakta. bugün hukuk sistemi çökmüş durumda ancak, bundan yıllar evvelde iyi durumda değildi. ülke olarak, artan nüfus ve suç nispetince ileriye dönük olarak hukuk yapısı geliştiriliğ, güncellenemedi. en nihayetinde de sorunlar damlaya damlaya devasa boyutlara ulaştı. cmk da daha düne kadar ağır para cezası olarak yer alan "kuruş" meblağlı müeyyidelerin varlığı, hukuk sistemimizin çağa ayak uyduramadığını gösteriyor.

    tüm bu sorunların kaynağı olmasa da, özünde yatan bir detaya işeret ediliyor filmde. daha önce de belirttiğim gibi, film yaşanmış olaylardan esinlenilerek hazırlandığı için, filmle ilgili olarak 'amerikan hukuk sistemini yücelttiği' yönlü iddialar peşinen hükümsüz olmuş oluyor. ama yine de mübalağa payının olabileceği ihtimalini saklı tutabiliriz.

    filmin baş karakteri olan dan haywood isimli yargıcın, nazi almanyasında cereyan eden hukuksuz uygulamalara ilişkin olarak, eski alman adalet bakanı ve kimi yargıç ve savcıları yargılamasının konu alındığı judgment at nuremberg filminde, bana göre , verilmek istenen ya da bizim almamız gereken temel husus; baş yargıç dan haywood'un ülkesinin menfaatlerine ters olduğunu bile bile, siyasilerden (senatör) ve askerlerden bu noktada baskı görmesine karşın hukukun gereğini yapmakta ısrar etmesi, hukukun üstünlüğünü ilke edinmiş olmasıdır.

    olay şöyle gelişiyor: almanya'nın kontrolü bölgeyi işgal etmiş olan* amerika'nın elindedir. amerika, almanya'nın kontrolünü eline geçirmesiyle beraber, eski hitler-nazi partisi yanlısı kimseleri yargılamaktadır. yargılamaların sürdüğü dönemde, biryandan doğu'dan sovyet rusya'nın baskısı da hissedilmekte, diğer yandan da amerika'yı ülkelerinde istemeyen almanların tepkileri artmaktadır.

    (...) yargılamalar sürerken, hukuken suçlu oldukları tespit olunan alman sanıklar hakkında müebbet hapse karar verilmesi beklenmektedir. zira işledikleri suçlar hakkında savunabilecek argümanları kalmamış gibidir. son olarak, savcı albay tad lawson'ın yaptığı savunmayla alman sanıklar hakkında mahkeme başkanı dan haywood'un fikirleri netleşir. alman sanıkların suçları, son duruşmalarda sanık dr. ernst janning'in de suçlamaları kabul etmesiyle kesinleşmiştir.

    davada savunma ve iddia mercileri dinlemiş, duruşmalar sona ermiştir. artık mahkeme heyetinin karar vermesi beklenmektedir. dan haywood başkanlığındaki hakim heyeti karar vermek için hummalı bir şekilde çalışmalarını sürdürmektedirler. mahkemenin karar vermesi süresince kendisine, şayet almanları mahkum ederse bunun almanya'da anti amerikancılığı körükleyebileceği, bunun da amerika için iyi olmayacağı telkininde bulunulur. kimi zaman dolaylı kimi zaman da doğrudan hissettirilir bu talep. hakim dan haywood'dan, amerika'nın çıkarları doğrultusunda karar vermesi istenmektedir. bu karar ise, hukukun hiçe sayılarak alman sanıkların beraat ettirilmesi yönündedir. * yargıç dan haywood'un önünde iki seçenek vardır: ya hukukun gereğini yapacak, sanıkları yasalara göre yargılayacaktır; ya da tersini yapıp ülkesini menfaatleri doğrultusunda karar verecektir. yargıç, ilk durumda amerikan yönetiminin ve almanların tepkisini alabilecekti, ya da ikinci seçeneği düşünüp, hem amerikan yönetimine şirin görüneilecek hem de almanların tepkisinden kurtulmuş olacaktır.

    nuremberg mahkemesi baş yargıcı dan haywood, hukuk ve yasaları gözeterek, hukukun üstünlüğü ülkesini şiar edinmiş bir yargıç olarak; her ne pahasına olursa olsun, sonucunu düşünmeksizin yasaları uygulamış ve alman sanıkları müebbet hapse mahkum etmiştir. neticede, almanya'da amerikan karşıtlığı başlamış, amerikan hükumeti bu karardan memnun kalmamıştır. ancak, yargıç dan haywood işini hakkıyla yapmanın verdiği haklı gururla yoluna devam edebilmiştir.

    sonuç: bu filmden çıkarılması gereken temel kıstas; ucu kime dokunursa dokunsun* mevcut yasalara uymak ve yasaları olduğu gibi uygulamak gerekir. hukuk 'herkesin' üstündedir, öyle olmalıdır.

    işte bu sebeplerle, judgment at nuremberg filmi ülkemizde tüm hukukçuların izleyip özeleştiri yapması gereken bir filmdir. kimilerinin 60 sene evvel analyabildiği üstün hukuk anlayışını, hala idrak edememiş olan bize ders niteliğindedir bu film.

    umarım anlayabiliriz.

    gereksiz not: filmi günlük tartışmalardan bağımsız düşünüp değerlendirmeniz, sağlıklı sentezlere ulaşabilmeniz için olmazsa olmazdır.
  • an itibariyle imdb puanı 8.3. ama açıkçası bu puanı oldukça düşük buldum. böyle bir film 8.5 den aşağı olmamalı. yıllar önce izlemiştim. tabi o zaman sinema kültürümüz falan yoktu. dün imdb top 250 listesinde izlemediğim film kalmış mı diye bir tararken bu filmi izlediğimi ama çok da net hatırlamadığımı fark ettim, filmi buldum ve bir daha seyrettim.

    tek kelimeyle bir başyapıt! senaryo, yönetmenlik, oyunculuklar... (tüm zamanların en iyi birkaç kadrosundan birisi oluşturulmuş) bir kere ikinci dünya savaşını ucundan kıyısından ilgilendiren şu ana kadar çekilmiş tüm filmler içerisinde en objektifi. olayı her açıdan ele alıyor. sanırım şimdi spoiler'ın zamanı geldi.

    --- spoiler ---

    oyunculuklar o kadar iyi ve hukuki mantık o kadar iyi kurgulanmış ki savcının ve avukatın her söz alışında, her suçlama ve savunmalarında gerçeği zaten bilmenize rağmen kafanızda soru işaretleri oluşabiliyor.

    aslında amerikalılar, savaşın galipleri açısından adaletin söz konusu dahi olmadığını, tüm mahkeme sürecinin çıkarlar doğrultusunda belirlenmiş bir gösteriden ibaret olduğunu çok acımasızca gösteriyor.

    hitler'in seçimle gelmesine ve özellikle savaş yılları boyunca halkın ezici bir çoğunluğunun desteğini almasına karşın mahkeme başkanının neredeyse konuştuğu herkesin "biz hitler'i desteklemedik" demesi, hatta bir hizmetçinin "hitler çok kötülükler yaptı ama istihdam yarattı, yollar yaptı." demesi çok tanıdık geldi..

    almanların nazilerin yaptıkları korkunç şeylerden duygukları pişmanlık ve yenilmiş olmanın verdiği eziklik duygusu da iyi yansıtılmış. filmdeki sıradan vatandaşlar olan almanların hepsi amerikalılara karşı aşırı derecede aşağılık kompleksindeler.

    janning'in hocalığını yapmış eski bir hakim tanık olarak dinlenildiğinde nazilerin yargıyı, ülkeyi ele geçirmesini ve korku imparatorluğunun herkesi esir almasını anlattığı yerler de yine tanıdıktı.

    " -yargı tamamen onların denetimine geçmişti. temyiz hakkı kaldırıldı. insanlar özel mahkemelere gönderildi...(anlatmaya devam eder)

    mahkeme başkanı: peki buna karşı tepkiler oldu mu?

    -evet, kimileri istifa etti yada etmeye zorlandı. diğerleriyse kendilerini sisteme adapte etmek zorunda kaldılar. belki ilk başta sonuçları kestiremediler ama sonra bu sonuçlar herkes için açık bir hale geldi."

    ernst janning'in sonunda çileden çıkması ve söz alması üzerine yaptığı itiraflar aynı zamanda hitler'in yükselişi ve yaptığı şeytanlıklara göz yuman "uygar" dünyayı da yargılar nitelikte.

    --- spoiler ---

    batı bizden hep nazilerin tüm yaptıklarının birkaç manyağın çılgınlıkları olduğuna inanmamızı istedi. bunun sosyolojik incelemesini yapmadı, çünkü böylesi bir çözüm herkes için en uygunuydu. öte yandan tüm bir ulusun yargılanması da mümkün olamazdı. işte film bu iki keskin, ince ve bir o kadar da tehlikeli çizgi arasındaki ayrımı akıl dolu, oyunculukların efsanevi boyutlara ulaştığı diyaloglarıyla her açıdan inceliyor ve tarihe not düşüyor.

    --- spoiler ---

    trailer:

    http://www.youtube.com/watch?v=gwpb8hxvigk

    --- spoiler ---
  • sinema tarihinde, kaliteli oyuncu kadrosuna ender rastlanır bir sanat eseridir. spencer tracy, richard widmark, burt lancaster, marlene dietrich, maximilian schell, judy garland, montgomery clift, william shatner gibi muhteşem sanatçıları barındırır. "ağır" bir filmdir. fimde hiç savaş sahnesi olmamasına rağmen, toplumdaki yarattığı çöküntü, galiplerin bile mutlu olmaması, soykırımın suçluluk duygusu mükemmel yansıtılmıştır. nazilerin alman toplumunu nasıl etkilediği derinlemesine incelenir.

    burt lancaster'in oyunculuğu hep öne çıkarılır. ancak; judy garland ve montgomery clift de kısa rollerinde sinema tarihine geçecek bir oyun sergilemiştir.

    film 2 dalda oscar almış. bir tanesi maximilian schell öbürü ise abby mann'in senaryosu ile. bu konuda en büyük şanssızlığı, o yıl karşısında west side story gibi bir başka başyapıtın olmasıdır. eğer west side story olmasaydı, aday gösterildiği 11 dalda oscar'ı toplayarak bir rekor kırabilirdi.
  • sinema tarihinin başyapıtlarından biridir.

    --- spoiler ---

    özellikle savcının tanık sandalyesine oturup davayı izleyenlere gösterdiği video kayıt insanın kanını donduran cinsten.

    --- spoiler ---
  • mükemmel bir film. uzun olup arada sırada yorsa da filmin objektifliği beni çok şaşırttı. 1961 yılında böyle bir film yapmak kanımca acaip bir olay. olayları tek bir nedene bağlamamak, bir suçun altındaki nedenleri araştırmak, düşmanın dahi olsa olabildiğince karşındakine adilane davranmak filmde çok dikkat çekiyordu. gerçekten güzeldi be.

    filmde en akılda kalan sahneler hep pişman ve hüzünlü ernst janning'in sahneleri. adam nasıl oynuyor, ne güzel sesi titriyor. sanırsın gerçekten bu iğrenç işin içinde yer almış, insanlık suçu işlemiş. peki ya hakim beyefendi? o da gerçek hayatta hakim sanki. bunlar nasıl oyunculuklar? bu ne güzel senaryo, bu nasıl diyaloglardır. alman avukat hitler gibi konuşur, öyle bir konuşur ki aslında sadece kelime sıçmasına rağmen adamın haklı olduğu duygusu seni bir yerinden yakalar, bırakmaz. ben o an anlarım ki neden almanlar psikopat hitler'e böylesine kapıldı. bir çılgının peşinden giderek yıkılmış, kasvetli, çamurlu bir ülkeyle başbaşa kaldılar. marlene dietrich anlatır canavar olmadıklarını. diğer insanlar gibi yaşama isteklerini. biz de ağzımız açık onu izleriz.

    benim açımdan inanılmaz bir filmdi. otur saatlerce konuş. almanları anla, hitler'e söv. savcının izlettiği görüntülere ağla, üzül. hizmetçi kadın ve adamın yüzlerindeki hitlerle ilgili bir şey sorulduğundaki dehşeti ve korkuyu gör. gör babam gör. hollywood'un yüzakı filmlerinden.
  • nazi dönemi hakkında yapılmış en objektif film olabilir. fakat bu objektivite, ne kaz yansın ne kebap ikiyüzlülüğünden değil, insaniliğinden, hukuki doğruculuğundan ve gerçekliğinden ileri geliyor.

    bugüne değin ss politikalarını öven bir filme zaten denk gelmedik. ancak o dönem hakkında izlediğimiz filmler iki tipte incelenebilir: nazi partisi genelinde alman ırkını itin götüne sokanlar ve "ama iyi almanlar da vardı" diyenler.

    birinci tipteki filmler akılları sıra bizlere insanlık dersi vermeye, kafamızdaki iyi-kötü ayrımına yön vermeye kalkarlar. fakat kötünün neden kötü olduğu konusundaki örnekleri göstermekle o kadar meşguldürler ki, iyinin aslında ne olduğunu göstermeye gerek duymazlar. zira onlara göre kötüyü bir şekilde engellemiş olmak, insanlığa bahşedilmiş en büyük iyiliktir. bu yönüyle, şiddeti engellemek için hiçbir faaliyet yürütmeyen, sadece şiddet mağdurlarının tedavi olabilmesi için hastaneler açan, doktorlar atayan bir devlet kadar iyidirler. sistemin içindeki çürümeye bir çözüm getirmezler, aksine bu çürümenin bir parçası olup ondan faydalanırlar.

    ikinci tipteki filmler ise yüzeysel zırvalarını bıkmadan usanmadan tekrarlayıp dururlar. aslında bunları ben son dönemdeki "gerçek islam bu değil" furyasına benzetiyorum, "herkes aynı değil" söylemi yani. tamam, gerçek islam bu değil, bütün almanlar da nazi değil. ee peki ne olmuş? bütün almanların kötü olmadığını ispatlayabilmek için illa ki onca ss'in arasında kardelen gibi açan, melek suretinde bir alman'ı mı göstermek gerek? nazi döneminde yaptıklarından hoşnut olmayan, verilen emirleri -suçlu olmasını engellemese de- uygulayan nazi subaylarını olduğu gibi göstermek yeterli değil mi? amerikanların, ingilizlerin bolca drama bulanmış gereksiz hatıralarının arasında, alman yetkililerin de doğal olarak yaşayabileceği vicdanı ikilemi es geçmemek yeterli değil mi? ama yok, sen gidip hiyerarşinin en üst basamağından en alttakine kadar bütün alman askerlere, bürokratlara hitler'i bile aşan bir nefret, bir sadizm enjekte ediyorsun. sonra bunu dengelemek için* ortaya bir oskar schindler, bir wilm hosenfeld atıyorsun. oldu mu sana nurtopu gibi "aslında bütün almanlar kötü değil" tarifi? peki objektivite bunun neresinde? oysa bu durumda ikinci grup en az birinci grup kadar fanatik olmuyor mu? hatta ilk gruba ek olarak ikiyüzlü de oluyorlar, çünkü o çıban karakterleri oraya yerleştirmelerinin tek sebebi göz boyamak, birilerinin ağzına bir kaşık bal çalmak. tüm o fanatikliğine rağmen birinci grup daha samimi sırf bu yüzden.

    bu filmde de, özellikle spencer tracy'nin canlandırdığı yargıcın son tiradıyla da desteklenebilecek, "biz emirleri uyguluyorduk" savunmasının dahi hiçbir eylemi meşru kılmadığı doğrulanırken, bir yandan da o emirleri uygulayan adamın yaşadığı içsel, vicdani hesaplaşma karakterize ediliyor, burt lancaster tarafından. judgment at nuremberg'i de insani yapan şey de tam olarak bu; öteki filmlerin keskin sınırlarla iyi-kötü ve vicdanlı-vicdansız olarak ayrıştırdığı karakterlerin iç dünyasına inmeye çalışıyor, bir çeşit yin yang görevi görüyor. ancak bunu, "kötülerin arasında iyiler de var" gibi kelle ayrıştırır şekilde değil, "kötülerin içinde de iyilik var" diyerek toplumsal deformasyonla oluşan ancak tedavi edilebilir bir yaraya parmak basarak yapmış oluyor. sanıyorum 50 küsür yıldır bir benzeri yapılamadığına göre en zor olanı da bu.

    görüldüğü gibi bir ss hakiminin de vicdani gelgitlerini öne çıkarınca nazi sevici olmuyorsun. e steve, bu duruma ne diyorsun?
  • baba oyuncuların karşılıklı tirad atma yarışına girdikleri, pek sağlam bir mahkeme filmi. abby mann'ın yazdığı sağlam diyaloglar ve monolagların ardından gelen unutulmaz bir final, unutulmaz bir replik:

    --- spoiler ---
    ernst janning: judge haywood... the reason i asked you to come: those people, those millions of people... i never knew it would come to that. you *must* believe it, *you must* believe it!

    judge dan haywood: herr janning, it "came to that" the *first time* you sentenced a man to death you *knew* to be innocent.

    "masum olduğunu bile bile ölüme gönderdiğiniz ilk insanla birlikte durum bu noktaya kadar geldi" ben bu son repliği iki türlü okudum. birincisi malum, nazizmin geçiş süreci olmaktan çıkıp statüko olduğu noktada janning gibi çok üst düzey hakimler bile suçsuz birini ölüme gönderebiliyordu.

    ikincisi ise yargıç haywood açısından bakıldığında, janning'in suçlu oluşundan diğer üç hakiminkinden olduğu kadar emin değildi. ona göre adalet konusunda böylesine bilge bir adam suçlu olamazdı. biraz da şartlar onu bu duruma sokmuştu. ama savaş sırası ve sonrası tüm bir insanlığın psikolojik olarak gelmiş olduğu nokta öyle bir noktaydı ki, suçsuz olduğu bilinen biri bile ölüme (müebbet) gönderilebilirdi.
    --- spoiler ---
  • böylesi muhteşem bir film beklemiyordum açıkçası. ama 1960'ları, özellikle de '61 yılını düşününce pek de şaşırtıcı değil filmin müthiş olması. zira o sene birbirinden müthiş filmler gösterildi: judgment at nuremberg, the hustler, west wide story, splendor in the grass, breakfasts at tiffany's, fanny, la ciociara, the children's hour, la dolce vita, one-eyed jacks, one two three, yojinbo ve daha fazlası. film bu rakiplerine yenilmiş oscarlarda. ama kanımca senaryo, yönetmenlik ve oyunculuklarda oscarları sonuna dek hak eden bir film.

    oyunculuklardan başlayalım. daha önce gene bir stanley kramer filmi olan inherit the wind'da benzer inançlı, başarılı, hukukun üstünlüğünü önemseyen bir karakterde karşımıza çıkan spancer tracy (yönetmenin ekürisi olduğunu söyleyebiliriz) filmin başrolünü üstleniyor ve inherit the wind'taki kadar olmasa da iyi oynuyor. canlandırdığı dan harwood'tan hukukun üstünlüğünü hiçbir şeye değişmediği, amerikan politikalarını hukuktan daha fazla önemsemediği için etkilenmemek zor doğrusu. tracy gene iyiydi. filmde yüzü sıkça gösterilse de pek repliği olmayan burt lancaster'ı ise daha çok beğendim. konuşmadığı ve hep aynı bakışı takındığı için hiç konuşmayacağını sanmıştım, ama finale doğru tanık sandalyesine oturup 10 dakika konuştuğu o sekansta kendisine hayran bıraktırdı. yönetmen bütün oyuncularına alan açmayı, ama oyuncularına alan açarken hikayeyi aksatmamayı başarmış. mesela pek de iyi bir yönetmen olduğunu düşünmediğim rob marshall nine'da bunu yapamamış, oyuncularına alan açacağım derken öyküyü zedelemişti. usta aktör montgomery cliftt'i sadece 15 dakika görüyoruz. ama o 15 dakikada kendisi de filme damgasını vurmayı başarmış. gerçek hayatta zorlu zamanlar geçiren, hastalıkla cebelleşen (bu filmden beş sene sonra vefat eden) cliftt buradaki performansıyla adaylık almış akademi'den. sonuna dek hak ediyordu ödülü. marlane dietrich her zamanki marlane dietrich idi. öte yandan bence filmin yıldızı geçen ay kaybettiğimiz maximilian shell'den başkası değil. savunma avukatını canlandırıyor, ama ateşlendiği, sinirlendiği sekanslarda adolf hitler'i canlandırdığı izlenimini edinmemek zordu. shell de mükemmeldi. aslında bütün oyuncular kendilerine ayrılan alanlarda döktürüyorlar ve hiçbir oyuncu diğerinden rol çalmaya niyetlenmemiş, ki filmi oyunculuk açısından daha leziz kılıyor bu durum.

    yönetmenlik ve senaristlik de şahane. abby man kendi özgün öyküsünden uyarlamış filmi. imdb'ye göre senaryoya clifft de yardım etmiş. ne derece doğru bilmiyorum. man, nazizm'i bir bütün olarak yansıtmayı başarmış. her ne kadar sadece yargılanmalara odaklanan bir film olarak gözükse de aslında nazizm'in almanya'da nasıl kök saldığından başlayıp bitişini de anlatan bir film oluvermiş judgment at nuremberg. keza hukuk ve adalet üzerine de çok sağlam cümleler kuruluyor; amerika'nın politikaları inceden eleştiriliyor; hitler'imsi avukat üzerinden hitler'i destekleyen herkes suçlanıyor. ortaya konan alman halkı portresinde ise tanıdık şeyler bulmak mümkün: "hitler hiç iyilik yapmadı diyemeyiz. otoyollar yaptı. işsizliği azalttı" veya "biz katliam yapıldığını bilmiyorduk. biz her şeyden habersizdik". şunlara "hepiniz oradaydınız be!" demek isterdim açıkçası. komşun evinden alınıp götürülüyor ve sen ne olduğunu bilmiyorsun! tabi tüm bu "bilmiyorduk" açıklamalarının nedeni ezik hissetmelerinden başka bir şey değil. belki de utanma da vardır. film sağlam bir alman halkı portresi de çiziyor. senaryo dört dörtlük. keza yönetmenlik de. kramer üç saatlik bir film yapmış. ama film soluksuz izleniyor. bazen aynı kamera hareketleri (tanık sandalyesinde oturan adamların etrafında dolaşan kamera gibi) sıksa da neticede başarılı bir mekan kullanımı söz konusu. kramer ustalığını bir kez daha konuşturuyor.

    gelelim trivialara. tracy'nin finaldeki monologu 11 dakika sürüyor ve tek çekimde halledilmiş. 11 dakikalık sahneyi tek çekimde halledebilmiş tracy yani. öte yandan shell'in karakterine marlon brando'nun talip olduğunu da öğreniyoruz imdb'den. ama kramer, shell'i istemiş. shell, judgment at nuremberg oyununda başrolü üstlenmiş. oyunda, filmde lancaster'ın hayat verdiği karakteri canlandırmış (56 kez). shell'in oyundan uyarlanan dizide de rol aldığını, kramer'in onu dizide görüp beğenip tercih ettiğini de belirteyim. laurence olivier de kadrodaymış, ama ayrılınca rol lancaster'a gitmiş. ve yukarıda belirttiğim gibi lancaster'ın konuştuğu sadece beş sahne var. birisi 10 dakikalık, diğerleri bir iki dakikalık sekanslar. imdb'de yazılanlara göre cliftt'in hatırlama sorunları varmış. o yüzden film çekilirken çok sıkıntı yaşamış. repliklerini hatırlayamadığı için sahneleri defalarca kez çekilmiş. en sonunda kramer pes etmiş ve doğaçlama oynamasına izin vermiş.

    özetle dört dörtlük bir film. en iyi mahkeme filmlerinden de.
  • ıı. dünya harbi sonrasını her iki taraftan sorgulayan çok iyi bir mahkeme filmi. özellikle de diyaloglarda ıı. dünya savaşında amerikalılara yapılan propagandalarla, tüm alman halkının hitler prorotipinde gösterildiğini anlıyorsunuz. bunlardan bağımsız olarak hakim dan haywood'un, madame bertholt'un davetlisi olarak piyano resitaline gitmesi ve sonrasında beraber madame bertholt'un evine kadar yürüdükleri sahnede arka fonda lili marlene söyleniyor, madam almanların da insan olduğunu anlatıyor.

    --- spoiler ---

    dan ve bayan bertholt bir alman barının yanından geçerken içerde lili marleen söylenir, bayan bertholt'u canlandıran marlene dietrich'in söylediği gibi solo değilde marş gibi, bir barda hep beraber söylediğimiz karlı kayın ormanı gibi. dışarıya kadar ulaşır ses.

    - almanlar durum ne olursa olsun şarkı söylemeyi severler
    + bunu farkettim
    - amerikalılar da barlarda şarkı söylerler mi? unutmuşum.
    +hayır, barlarda somurtarak oturmayı severiz.

    --- spoiler ---

    film başka bir bakış açısıyla tanımadığımız almanları tanıtıyor, barlarda hep beraber şarkı söyleyip eğleniyorlar, çok güzel pastalar yapıyorlar, meyve şarapları, biraları muhteşem. biralarının muhteşem olduğunu 1960'larda, 70'lerde kim biliyordu? klasik müziğin en iyileri*** almanlardan çıkmıştır biliyoruz, ya barlarda hep bir ağızdan söylediği ezgiler, alman mutfağı denildiğinde bir çoğumuzun aklına tepside bütün domuz ve sağına soluna yerleştirilmiş sebzeler gelir. artık amerikalılarla özdeşleşmiş sosisli, hamburger, meyveli pastalar filan? amerikalılar adamların sadece fabrikalarını, teknolojilerini değil, kültürlerini bile çalmışlar, iyi de pazarlamışlar.

    1962'de en iyi aktör oscarını maximilian schell'e vermeseydi akademi, o tarihlerden başlanırdı sorgulanmaya güvenirliği. bir insanın mantıklı birinden hitler'e dönüşümünü o kadar güzel yorumlamış ki, alman mantığının faşizme kayışının küçük bir resmi geçidini izliyorsunuz bu performansta. tek kelimeyle harika. oyunculukların hepsi enfes. hatta asil, kibirli bir burjuva hatunu olan madam bertholt'u çok iyi canlandıran marlene dietrich'in oyunculuğu bu oyunculukların yanında yavan kalıyor, sorgulanabiliyor.

    konu her iki tarafa da eşit mesafede. 1961 yılında böyle bir film yapılmışken, yapılabiliyorken, 2014 yılında george clooney gibilerinin "hazine avcıları" gibi tek taraflı, leş bir film yaparak neye hizmet ettiği düşündürücü. 2014 yılında hala müttefiklere yardım eden hain almanın iyi olduğu, diğer tüm almanların eskimo olduğu filmler yapan sektör oyuncuları ya bu tip filmleri izlememiş ya da lobi, para, güvence eşiğini geçememiş.

    2 satır yazı yazıp geçecektim güya, ama filmde o kadar çok şey var ki yazdıkça aklıma geldi, uzadı yazı. izleyin, pişman olmazsınız. 12 angry men'i sevdiyseniz bunu da seversiniz.
hesabın var mı? giriş yap