• yas üzerine nefis bir pasajında şöyle diyor:

    “when we lose certain people, or when we are dispossessed from a place, or a community, we may simply feel that we are undergoing something temporary, that mourning will be over and some restoration of prior order will be achieved. but, instead, when we undergo what we do undergo, is something about who we are revealed, something that delineates the ties we have to others, that shows us that these ties constitute what we are, ties or bonds that compose us? it is not as if an “i” exists independently over here and then simply loses a “you” over there, especially if the attachment to “you” is part of what composes who “i” am. if i lose you, under these conditions, then i not only mourn the loss, but i become inscrutable to myself. who “am” i, without you? when we lose some of these ties by which we are constituted, we do not know who we are or what to do. on one level, i think i have lost “you” only to discover that “i” have gone missing as well. at another level, perhaps what i have lost “in” you, that for which i have no ready vocabulary, is a relationality that is neither merely myself nor you, but the tie by which those terms are differentiated and related.”
    judith butler, “violence, mourning, politics”, precarious life: the powers of mourning and violence, london: verso, 2004, s. 22.

    türkçesi:

    “kimi insanları kaybettiğimizde veya bir mekândan ya da bir cemaatten yoksun kaldığımızda basitçe katlandığımız şeyin geçici olduğunu, yasın biteceğini ve önceki düzenin bir şekilde yeniden kurulacağını düşünebiliriz. ama belki de, katlandığımız şeye katlandığımızda kim olduğumuza dair bir şey ortaya çıkar, başkalarıyla bağlarımızın hatlarını çizen, bizi oluşturanın o bağlar olduğunu bize gösteren, bizi meydana getiren bağları ya da ilişkileri bize gösteren bir şey. burada bağımsızca varolan bir “ben” varmış da sonra basitçe oradaki “sen”i kaybetmiş değildir, özellikle de “sana” olan bağlılığım beni “ben” yapanın bir parçasıysa. bu koşullarda seni kaybedersem, kaybımın yasını tutmanın yanı sıra kendime karşı anlaşılmaz oluveririrm. sensiz ben kimim? bizi oluşturan bağların bazılarını kaybettiğimizde kim olduğumuzu ya da ne yapacağımızı bilemeyiz. bir düzeyde “sen”i kaybettiğimi düşünürken beklenmedik bir şekilde “ben”im de kaybolduğumu keşfederim. bir başka düzeyde, belki de “sende” kaybettiğim, hakkında hali hazırda kelime dağarcığımda olmayan şey, münhasıran ne benden ne de senden oluşan, ama bu terimleri farklılaştıran ve ilişkilendiren bağ olarak kavranması gereken ilişkiselliktir.”
    judith butler, “şiddet, yas, siyaset”, kırılgan hayat: yasın ve şiddetin gücü, çev. başak ertür, istanbul: metis 2005, s. 37-38.
  • olm bi elinize yüzünüze su çarpın ya, kadının bağış yaptığı beyaz ırkçısı, sağcı ve faşist dediğin politikacı, demokrat parti başkan adayı, anası hint babası jamaikalı siyahi göçmen soyundan gelen kamala harris. hadi eski savcı olduğu için profilden faşisti andırıyor diyelim, ulan bundan nasıl beyaz ırkçısı olsun? gerisi hakkında bir şey demiyorum, zira bu şuursuzluk zaten kendi adına konuşuyor.
  • bir putun alacakaranlığı’nda michel onfray psikanalizin kurucularından sigmund freud’un oedipus kompleksi’ni, annesine duyduğu - patolojik - arzuyu meşrulaştırmak adına icat ettiğini ve bütün insanlığı kendi suçuna ortak ettiğini öne sürer. ne zaman judith butler muhabbeti açılsa aklıma onfray’in bu önermesi geliyor; bir kadın bedeninde erkek olarak yaşayan judith butler’ın da önceki kuşaklardan devraldığı kavram hazinesinden faydalanarak kendini meşrulaştırmak, daha açık ifadeyle, kendini “normal” hissetmek için biyolojik cinsiyetin üstünü çizdiğini düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.

    belki benim düşündüğüm gibi, belki çok indirgemeciyim, bilmiyorum, düşüncem bu ve paylaştım. sonuç şu ki butler bir şekilde dünyayı değiştirdi. bunu kabul etmemiz gerekiyor. etraf biyolojik cinsiyeti reddeden, kromozomların cinsiyeti belirlediği inkâr eden, kadınlık - annelik - regl - süt izni – ped fiyatları vb kadına özgü meselelerden tiksinen ve bu ifadeleri ayrımcı bulan, 8 mart dünya emekçi kadınlar günü çağrılarında kadın kelimesini kullanmamak için bin takla atan ya da kimi örgüt, dernek, parti ve benzeri oluşumlara gerek içeriden gerek dışarıdan gözdağı vererek bu taklayı attırtan, her yıl yüzlerce kadın erkek şiddetine maruz kalarak canından oluyor, binlerce kadın – trans kadının hayatı seks işçiliğiyle ziyan olurken 8 mart dünya emekçi kadınlar günü’nü sex work is work gibi pankartlarla teşrif edip pezevenk haklarının savunuculuğuna soyunan, izbandut gibi adamın kadınlar kategorisinde yüzüp onca yıl o turnuvaya hazırlanmış kadın yüzücülere tur bindirmesine ve altın madalyayı utanmadan arlanmadan boynuna geçirmesine sevinç çığlıkları atarak karşılık veren, işlerine gelmeyen şeyler yazıp çizenleri terf ilan eden, sosyal medya ve internet medyasında örgütlenerek terf yaftalı kimi düşünür, akademisyen, yazar ve çevirmeni kültür sanat mecrasından dışlamak için canhıraş bir çabaya giren, hatta kimilerini doğrudan, adını vererek tehdit eden, kadınları vulvalı, rahimli, regli, tarhana kokulu am gibi ifadelerle aşağılamaya çalışan, trans kadınları - trans erkekleri çekici bulmayan insanları transfobik olmakla itham eden ve envai çeşit aptallığa imza atan embesille dolup taşıyorsa bunun vebali önce butler’ın boynunadır.

    not: heteroseksüel erkeğim.
    not 2 : yukarıda zikrettiğim davranışları sergilemeyen lgbt bireyleri tenzih ederim.
  • fransiz felsefesini ingilizceden okuyarak kotarmak isteyenlere bir kolayliktir kendisi...(örnegin bülent somay bandosu) fenomenologlardan ve yapisalcilardan etkilenmis yazilarinda heteronormativiteye bakis acisi hafif paranoya tasimiyor degil! escinsellere heteroseksist iliskileri taklit etmemelerini ögüt verir ama zizek bu konuda tam tersi bir mantigi öne sürüyor: tam bir heteroseksüel iliski taklidi escinseller icin daha özgürlestiricidir. butler'in lacan olan ve olmayan taraflarini düsünmeye basladigimizda butler'in hakikate ulasmak icin pek caba fsargfetmedigini sadece "bir diamanda galas performansi" ile sorusturdugunu görürüz. lacanci manada sembolik düzendedir. gender kültürel bir norm, linguistik bir kod, tarihin kategorisidir.ama butler bence ikili bir iliskinin yapisindaki dogal heteronormatif degerleri hatta bir diyalogun tasidigi heteronormativiteyi iskalamisa benziyor
  • 1998 yılında philosophy and literature dergisinin verdiği kötü yazı yazma ödülünü almış. yazdığı herhangi bir şeyi okuyanlar için hiç şaşırtıcı değil. zira judith butler, fransız post-yapısalcı felsefesini iyice içinden çıkılmaz hale getirip atlantik'in öte yanına tekrar servis eden akademisyenler birliğinin mümtaz bir üyesi. tabii artık modası geçmiş bu akımın bizim buralarda hala teveccüh görmesi dikkat çekici.
  • erkeksi görünmekten çok cinsiyetsiz görünüyormuş gibi aslında. toplumsal cinsiyetle ilgili yazdıklarını okuduğunuzda kafada tutarlı bir imaj oluşuyor.

    aferin judith. helal sana bu yollar.
  • özet geçmek veya daha ayrıntılı söylemek gerekirse berlin gay pride tarafından kendisine verilen sivil teşvik ödülü'nü, gay pride düzenleyicileri ile ana akım eşcinsel hareketin göçmen ve müslümanlara yönelik ırkçı tutumları nedeniyle reddetmiş.
  • cinsel kimliğin (toplumsal cinsiyetin-gender) kuruluşunda belirli normların -mesela kadınların çocuk doğurmaları gerekliliğiyle ilgili norm- söylem ve kurumların etkinliğini savunan (ve bu açıdan gayet foucaultcu olan), beden algısında da bazı özsel unsurların değil, bu normların belirleyici olduğunu söyleyen feminist kuramcı. ayrıca yaygın kanının aksine -eleştirel bakış adlı kitaptaki röportajında da belirttiği gibi- kendini asla queer teori (eşcinsel kuramı) içinde görmüyor.
  • kendisi michel foucoult ile birlikte postmodern cagin iki buyuk peygamberinden biridir.

    bu peygamberler dediklerini asla sorgulamayan bircok takipciye sahiptirler ve de takipcileri kendi konforlu semtlerindeki akademik ofislerinden onlara referans vererek yasamlarinda hic girmedikleri genelevler, gocmen semtleri, suclular hakkinda atip tutmaya bayilirlar. teorilerinin bilimsel arastirmalarla celismesine aldirmazlar cunku defalarca yeniden urettikleri bilgiler kaynagini ampirik verilerden degil peygamberlerinin ayetlerinden, yani inanctan alir. inanc ugruna gercegi bukmekten cekinmezler. boylece gelir adaletsizliginin had safhada oldugu, iklim krizinin hepimizin gelecegini riske attigi, radikal hareketlerin patlak verdigi su donemde en buyuk derdi pronoun'lar ve regl olan insanlara ne diyelim diyen insanlar ortaya cikar.

    not: lgbtispor.

    edit: favlayanlar sizi buraya da beklerim
    (bkz: #131956671)
  • butler dil kullanımı konusunda en titiz filozoflardan biri olduğu için ana dilinde okunması daha isabetli olacaktır diye düşünüyorum. orjinal röportaj burada: https://www.nytimes.com/…artner=rss&register=google

    cahil cühela feminizminden kasıt nedir bilmediğim için yerden yere vurup vurmadığı konusunda yorum yapamıyorum ama, maskülenite ve şiddetin ilişkili olmadığını söylediği düşüncesi yanlış yönlendirici olma potansiyeli taşıyor. ben okuyunca bu ne demek deyip orjinal metne gittim, ilgili pasaj şöyle:

    --- spoiler ---

    yancy: ın what ways does your discussion of nonviolence address our pervasive cultural practice of specifically male violence?

    butler: that is a good question. for me, violence is not male or masculine. ı don’t think that it comes from the recesses of men or is built into a necessary definition of masculinity. we can talk about structures of masculine domination, or patriarchy, and in those cases it is the social structures and their histories that call to be dismantled. ıt is difficult to know how to understand individual acts of violence within social structures that encourage, permit and exonerate such acts. ıt may be that we are social creatures whose lives are lived out in social structures that we have some power to change. so ı don’t think individual men can point to “social structures” as an excuse, i.e. “the social structure of masculine domination made me commit this act of violence.”
    --- spoiler ---

    aslında şunu söylemiş, şiddet eril(e özgü ve içkin) değildir. her erkeklik tanımı şiddet içermek zorunda değildir. dolayısıyla erkeğin bireysel olarak sosyal yapılar beni şiddete yöneltti deme hakkı yoktur. bunu söylemekten daha doğal bir şey de olamaz zaten herhalde, aksi halde bütün erkekleri ortadan kaldırmamız gerekirdi.
hesabın var mı? giriş yap