• ilk maçımda 8 yaşındaydım. resmi bir müsabaka değildi. beyaz kemer sahibiydim. sürekli ağır astım krizleri atlatan çok sağlıksız bir çocuk olduğum için sıradışı şekilde kırmızı kemer ile başlamıştım bu işe. 4 aylık çalışma sonunda herkes sınav ile beyazdan sarıya yükselirken, ben sınavsız şekilde kırmızıdan beyaza yükselmiştim.
    hakem tırnaklarımızı kontrol etti, dizlerim titriyordu korkudan ve her an ağlamaya başlayabilirdim. seyircilerin arasındaki annemi arıyordu gözlerim. terliyordum ve muhtemelen yüzüm kırmızı idi.
    hatırladığım kadarıyla rakibim sarı kemerli idi ve en az 10 yaşındaydı.
    korkumu farkedip bana gireceği tekniği fısıldamıştı, ben de kendimi nizami bir düşüşe ayarlamıştım. beni omuzunun üzerinden savurdu, düştüm ve ayağa kalktım, ardından benim yapmam gereken tekniği söyledi. 15-20 saniye gibi uzun bir süre heyecandan giremedim tekniğe, sıkılmış halde ve yüksek sesle "ogoshi" demişti.
    yaptım, düştü, ayağa kalktı, tekrar yaptım aynısını, o zaman 4 tekniği ideale yakın şekilde uygulayabiliyordum ama sadece ogoshi yaptım maç boyunca 3 defa üst üste.
    normalde kazanmış olmam gerekir diye geçiriyordum aklımdan ama hakem bir türlü sonlandırmıyordu karşılaşmayı.
    muhtemelen biraz da rakibin beni hırpalamasına izin verecekti ve aynen de öyle gerçekleşti olaylar...
    belediye otobüsünde yanımda annem vardı eve dönerken, dokunsalar ağlayacak haldeydim...
    o akşam pek bir şey konuşmadık, annem "daha çok antreman yap bir daha sefere kazanırsın" gibi bir şeyler söyledi, babam da basic adam olarak istersen güreşelim demişti eve gidince.
    büyük resme bakıyorum da; ayrıcalık yapılmadan yetersizliğimi tescilleyen kırmızı kemerden başlatılmam ile, "gurur"un ne kadar içi boş iken "onur"lu olmanın bununla karıştırılmaması gereken yüksek kıymetli bir şey olduğunu kavramam aynı tarihlere denk gelir. herkesin renkli bir kuşak için sınava girdiği o gün benim formaliteden bile olsa bir sınav ile sorumlu tutulmadan beyaz'a geçebilmem, bana bu hayatımda verilmiş en büyük şanstır. ilk bakışta o yaşta bir çocuk için acımasız gibi gelse de, kendisinin sağlam temeli olmasa çoktan yıkılmıştı kulelerim...
    bu arada 20 yılı aşan sürede belki de bin karşılaşma yaptım ama hatırlamaya çalıştığımda hiçbiri bu kadar net değil hafızamda...

    edit: ha bir de o kalemle çizilmiş gibi vücutlu 98 kiloluk rus herifin benimle, 5 yaşında kız kardeşini eğlendirmek için havalara atar tutar gibi oynayışını unutmam.
    ama onu maç diye anmamalıyım başka bir şeydi o...
  • kökeni jui jitsu olan geleneksel japon savaş sanatı. bu disiplini açıklarken verebileceğim en iyi tanım, kapalı gibi görünen açık kapı örneğidir. 1 birim dayanımındaki bir kapı ne kadar sağlam kilitler kullanılmış olursa olsun, kendisinden daha mukavemetli bir malzeme ile yapılacak 1 birimden daha güçlü bir darbe ya da darbelerle kırılacaktır.
    oysa kapalı gibi görünen açık bir kapıya yapılan darbe kendisinden ne kadar üstün olursa olsun kırıcı olamaz. bilakis darbenin sahibi kendi gücü ile denge kaybeder ya da yere düşer. üstelik de düştüğü yer kapının korumaya çalıştığı odanın içidir, deplasmandır...
  • hep anlamını, tarihini falan anlatırlar ama nedir ne değildir? anlatan yok. çok zorlarsanız mücadele sporudur derler geçerler. dışardan bakan da ne la bu manyak gibi birbirlerini kaktırıyorlar der o da geçer.

    buyrun anlatim.
    iki kişinin belli bir alanda, belirli kurallara uygun şekilde bir biri üzerinde üstünlük kurmaya çalıştığı spordur.

    biliyorum acaip saçma bir tanım oldu ama devamı var açıklıycaz elbet.

    şimdi belirli bir alan dediğim yer tatami. sert minder. iki kısımdan oluşur, iç saha ve güvenlik alanı. esas maharet rakibe üstünlüğü iç sahada kurmak, yani güvenlik alanına çıkmakta çoğu zaman sakınca yok ama çok oyalanırsanız hakemler sizi içeri sokuyor ya da bilerek zırt pırt oraya çıkıyorsanız (bkz: bokunu çıkarmak) üstüne ceza bile yiyorsunuz (cezalar sonra anlatılacak)

    tatami adı verilen mindere öyle kafanıza göre çıkamıyorsunuz. üzerinize bir elbise giymeniz lazım ki, bunun kol uzunluğundan bolluğuna kadar her bir yeri kurallarca ölçülendirilmiş, judo gi adı verilen bir elbiseyle çıkmanız lazım ki buna bornoz diyenlere biz hiç kızmıyoruz.

    ceket (bkz: uwagi) ve pantolon (bkz: shitagi) diye isimlendirilen bu elbiseyi mutlak surette giyeceksiniz, yoksa bırak maça çıkmayın antreman yüzü bile göremezsiniz. çünkü, iki sporcu birbirlerini sadece elbiseden tutmak durumundalar. öyle bileğini kavriyip kıvırıp münasip bi yerine eeööüü... yani elbiseden tutacaksınız işte. tabi bu elbise uyduruk elbise değil. yırtılmasın diye farklı bir dokuma tekniği kullanıldığından, elbise de bir sebepten hasar olursa bunu tamir etmeyi çadırcılar bile beceremiyor, düşünün işte nasıl bir şey. hadi bu bilgi de benden olsun, bunun %100 pamuk olanı makbuldür, fakat bir çok popüler marka içlerine polyester falan da katmaya başladı, güzel judogi bulamaz olduk.

    minder tamam, kılık kıyafet tamam (bu arada çorap falan yasak, erkekseniz atlet de yasak, bayanlar giyiyor tabi, malum önü falan açılıyo bu elbisenin), şimdi ne iş bu judo.

    hacım burda olay 2 kısımda ceyran ediyor. ayakta ve yerde diye geçer. ayakta tek amacınız rakibi yere düşürmek ve bunu yaparken yumruk tekme falan yasak. rakibin elbiseyi tutacaksınız (o da mal değilse sizi tutacak) sonra da rakibi yere düşürmek için uğraş dur (hatta artık pantolondan da tutamıyosunuz artık işiniz daha zor). hatta bu işi biraz daha zorlaştırmak için bazı sınırlar da koydular. mesela adamın tek yakasını iki elinizle birlikte uzun süre tutamıyorsunuz. ya da adam sizi tuttu mengene gibi eliyle, iki elinizle o kola saldırıp sizi bırakmasını sağlayamıyorsunuz, cezayı kaparsınız anında.

    neyse var sayın bir şekilde rakip sizi yere yapıştırdı (yok bi de siz düşürcektiniz, sanki judo yaptınız da töbe töbe).
    yere nasıl düştüğünüz önemli, önce kıçınız mı yere değdi, omzunuz mu, sırtınız mı? bunlar önemli, çünkü bu yere yapışma şekliniz rakibinize puan kazandıracaktır.
    var sayın yere sırtınızın tamamı minderle temas edecek gibi düştünüz. maç orda biter sayın abim. artık gözyaşlarınızı döküp, antrenörünüze türlü bahaneler anlatabilirsiniz. ama sizin beceriksiz rakibiniz sizi yere yamuk yumuk düşürdü o zaman puanlık durum varsa puanı alır ve ikinci kısma geçebilirsiniz.

    yer.

    burda rakibiniz size zulümlerden zulüm beyenecektir.
    burda maçı kazanmak için 3 durumdan biri uygulanır (tabi birbirlerine kombine edilir, geçişler yapılır vs.)

    ilki tutuş (bkz: oseakomi):
    güreşte tuşdenen hadisenin uzun soluklusu. sizi bir şekilde tuş posizyonuna getirdiği an tutuş dediğimiz olay başlar. burda kronometre devreye girer ve sizin bu durumdan kurtulmanız için 19 saniyeninz olur. 20. saniyede geçmiş olsun kaybettiniz. ayrıca yok omzum kaldık, kıçımı havaya kaldırdım gibi bahaneler sökmez, rakibinizden nerdeyse tamamen kurtulmanız lazım.

    ikincisi boğuş (bkz: shime) (bkz: shime waza):
    doğrudan rakibi tutmak yasak olduğu için, rakip üzerinizdeki elbisenin kalın yakalarını, ya da kendi kolunu, bacağını (evet doğru kelimeler) kullanıp, sizin şah damarlarınızı sıkıştırıp beyne kan ve dolayısıyla oksijen gitmemesini sağlayarak boğabilir. tabi siz bu satırları dehşet içinde okurken, boğulan elemançonun da pes etme hadisesi vardır. elini iki kere hızlı bir şekilde (okuma hızıyla pat,pat) yere ya da rakibe hafifçe vurmasıyla pes edilmiş olur. maç orda biter. aynı şekilde bu onur kırıcı bir hareket değildir. kimse kolay kolay aşağılamaz. içiniz rahat olsun, olası boğulmalarda tüm hakemler oyuncuyu ayıltmak için eğitimlidirler ama bu işi yine de saha kenarında bekleyen doktorlar yapar.

    üçüncüsü kırış (bkz: kansetsu) (bkz: kansetsu waza):
    aynen doğru okudunuz, kırmak serbet. ama korkmayın bu çok çok kısıtlı, sadece dirseğinizi kırabiliyorlar, eklem kırıklarının iyileşme sürecinin uzunluğunu da düşünürseniz, dirseğinizi kırdırdığınızda spor hayatınızı mis gibi kapatırsınız. tabi pes durumu burda da geçerli olduğundan korkacak bir şey yok. şimdiye kadar hiç kimsenin kırış tekniğiyle kolu kırılmadı, bazen antrenörler bile devreye girip sporcu adına pes edebiliyorlar. sani siz gurur yapıp manyak gibi direnmedikçe bir şey olmaz, içiniz rahat olsun.

    bu yer ve ayak kısmını anladıysak judo'nun nasıl bir şey olduğunu anlamışsınızdır. biri sizi evirip çevirip paketlemeye çalışıyorken sizde ağzınızdan eksik olmayan dualarla maç süresinin bitmesini bekleyip, rakibe türlü zorluklar çıkarıyorsunuz (bu yüzden mücadele sporu diyoruz). ara sıra da hakemler ceza veriyon (4 kez ceza alan yenilir), yere düşüşteki artistiğinize göre puan falan veriyo, onlar öyle takılıyor.

    birde antrenörler size her daim kenardan taktik verirdi. şimdi bunu kısıtladılar. hakem maçı durdurmadıkça, yani siz dayaktan kaçtığınız sürece, antrenörler konuşamıyor. ne zaman ki hakem maçı durduruyor, siz başlama noktasına geri dönüyorsunuz (burda çaktırmadan bir durum hakkında daha bilgi verdim sevinebilirsiniz) o süreç içinde size her türlü taktiği verebildikleri gibi, bela da okuyabiliyorlar. gerçi bizim antrenörler daha çok hakemle uğraşmayı seviyor ama olsun o da bir tercih tabi.

    işte kaba hatlarıyla judo böyle bir şey arkadaşlar.
  • beyaz kuşakla başlayıp beyaz kuşakla en son noktaya ulaşılan, belki de başa dönülen spor dalı.

    kuşaklar sırasıyla; beyaz, sarı, turuncu, yeşil, mavi, kahverengi ve siyahtır. siyah kuşakta on iki tane dan bulunmaktadır. siyah kuşak sahipleri beşinci dana kadar siyah takarken, altıncı dandan itibaren sekizinci dana kadar kırmızı beyaz takarlar; bu altıncı dandan sonra shi-han ünvanı alınır, hani öyle bir rutbe ki "budur" "sensin" gibi.. dokuz ve onuncu danda kemer kırmızı olur. onbir ve on ikinci danlar ise beyaz ve normal bir kuşak kalınlığının yaklaşık olarak iki katı kadardır, fakat bu danlar yalnızca judonun kurucusu jigaro kanoya mahsustur.. onun dışında bu danlar kimseye verilmemiştir, verilmez de. burada beyaz ile başlayan ve beyazla nihayete erişen durum pek bir manidardır. önemli bir nokta daha kırmızı veyaz kırmızıbeyaz olsun hangi kuşağa sahip olunursa olunsun bu kuşakların eğitim cdleri vs hazırlanırken, veya kata yarışma, gösteri vb haricinde takılmamasıdır. judoda mütevazilik en önemli husus ve özelliklerden biri. siyah kuşağa ulaşmış herkes, siyah kuşağın neresinde olursa olsun(danlar) antrenmanlarda sadece siyah takarlar.

    siyah kuşaktan itibaren her bir dan atlamalı olarak alınır. yani siyah kuşak birinci dandan sonra ikinci danı almak için iki sene beklenir ondan sonra üçüncü için üç sene, dördüncü için dört sene... diye devam ediyor... türkiye deki en yüksek dan sahibi sekizinci dan ile prof. dr. ibrahim öztek, kendisi eski federasyon başkanı aynı zamanda.
  • tarihi ve türkçe meali için bir çok yerde tuhaf tuhaf açıklamalar yapılıyor ama aslında hak vermek de lazım. popüler olmayan bir sporu cazip ve güzel kılmak için her yol deneniyor tabi.
    önce anlamından başlayalım.
    ju kelimesinin iki anlamı var: sayı olarak on(10) ve yumuşak demektir.
    do ise yine bir sürü anlam söyleseler bile, en çok tercih edilen, tarz ve yol kelimeleridir.
    yok doğruluk, iyilik, dürüstlük gibi iyi erdemleri anlatan anlamlara sahip değildir. dediğim gibi bunca uzun uzadıya anlamlar yüklenmesinin sebebi, bu spora yabancı olan kişilerin dikkatini çekmek amaçlıdır.

    judo'nun kurucusu jigaro kano tarafından bu spora judo adı verilmesi 1886 yılında gerçekleşmiştir ama 1887 yılında bir jui jitsu okuluyla yapılan karşılaşmadan sonra ismi tanınmıştır (bu da ayrı hikaye sonra anlatırım ki yeni bir judo tekniği bu karşılaşma sayesinde doğmuştu).
    1892 yılında ilk defa japonya dışında ingiltere de icra edilmeye başladı. amerikanın tanışması 1907'de oldu anca (türkiye 1960).

    1909 da federasyonu kuruldu ayrıca ilk federasyonu kurulan spor dalı oldu kendisi. 1910 dan itibaren japonya okullarında ders olarak verilmeye başlandı. 1935'de jigaro kano "japon sporlarının babası" ünvanını aldı. 1940 yılında olimpiyatlara aday oldu ve nerdeyse judo'nun buna dahil olacağı kesinleşti, tabi 2. dünya savaşı çıkınca olimpiyatlara girmesi 1964'te gerçekleşti.

    o zamandan bu zamana tonla kural değişti. bir sürü teknik çıkartıldı (kimisi sakatlayıcı idi, kimisi judoyu yavaşlatıyordu). bir sürü ekol girdi çıktı ama hiç olduğu yerde saymadı. tek değişmeyen yanı, dünyanın en zor sporlarından birisi olması oldu.

    kaynak olarak götümü gösterirken, daha detaylı bilgi arayanlar burdan bilgiye doyabilirler.
  • burada iki sene yaptım, beş sene yaptım falanca renk kuşağım vardı yazıp, arkasından jiu jitsu** temelli diyenlerin, samuray tekniği diyenlerin ciddiye alınmaması gerekiyor.

    jiu jitsu, judodan sonra, kudokan judonun yer teknikleri* temel alınarak oluşturulmuş, japon judocu mitsuyo maeda tarafından, kendisi brezilya’ya yerleştikten sonra herkesi yerden yere vururken adına, kudokan judo okullarının sıkı kuralları gereği judo diyemediği için jiu jitsu olarak tanıttığı, 1915-1920’lerde brezilya vatandaşlığına geçmesi ve gracie’lere öğretmesini takiben gracie kardeşlerin önüne gelen turnuvayı kazanmasıyla dünyada batıdan doğuya doğru tersten yayılan bir sanattır.

    judo ise 1876 yılında japonya’da iç savaş sonrası samuraylık mertebesi, kesici silahlar ve silahlı savaş sanatları* yasaklandıktan sonra onların yerine, jujutsu temelinden geliştirilen savaş sanatıdır. judo insan öldürmenin vahşetten, kandan arındırılmış yoludur ki bu yüzden adına nazik, yumuşak yol denmiştir.

    illa ki aralarındaki bağın listelenmesi gerekiyorsa; geleneksel japon savaş sanatları > jujutsu > judo > jiu jitsu şeklindedir.

    daha sonra japon sporcuların batıya yaptıkları seyahatlerde girdikleri müsabakalarda elde ettiği başarılar sayesinde judo dünyaya yayılmaya başlamış, olimpiyat komitesi tarafından müsabaka dallarını arttırmak için araştırma yapılırken dikkat çekmiş, kemer renkleri, süre sınırı, waza ari vb gibi eklentilerden sonra steril versiyonun hafif hali olimpik spor olarak bugünki durumuna gelmiştir. bugün yapılan judo, geçmişteki judonun yanında light edition gibi kalsa da halen çok etkili bir savunma sporudur.

    judo ile ilgilenen herkese asagidaki kitaplari şiddetle tavsiye ediyorum;

    kodokan judo: the essential guide to judo by its founder jigoro kano
    mind over muscle: writings from the founder of judo.

    gelen sorulara genel bir cevap niteliğinde edit;

    dostlar judoya başladığınız zaman ilk ustalaşmanız gereken üç konu vardır ki bunlar, ukemi, ukemi ve ukemidir. ukemi düşüş bozma ya da düşüş kırma olarak türkçeleştirilebilir. anlamı sizin patates çuvalı gibi yere çarpmak yerine düşüşünüzü kontrol ederek yumuşatmanız, düşerken hasar almamanızdır. yaşını başını almış ihtiyarların pijamalar giyip beton üzerinde kendilerini yerden yere vurması gibi bir çok güzel örnek bulunabilir.
    bunun yanında judoyu bırakan, judodan soğuyan ilk başlarda sakatlanıp bırakmak zorunda kalanların neredeyse tamamı ukemi waza konusunda zayıf oldukları için acı çekerler, omuzları çıkar, köprücük kemikleri kırılır vesaire havlu atarlar.

    ukemi olayını çözdükten sonra kondisyon ve el, kavrama kuvveti çok önemlidir. ilerde o kısımlara da açıklamalar getirmeye çalışırım.

    edit 2: yukaridaki satirdan devam edelim, judo icin gecerli kavramlari alt alta yaz derseniz ilk siraya 'kuvvet kaybettirir, kondisyon kazandirir' yazarim. bu demek degil ki kuvvete ihtiyac yoktur, fakat kondisyon her zaman oncelikli gelir. bu yuzden kondisyona agirlik vermeniz gerekiyor. boylece sadece kuvvete guvenen bir rakiple karsilasinca daireler cize cize once onu yorup sonrasinda da yenecek bir taktik kullanabilirsiniz. judo icin konusursak yuksek tempo kisa sure bir kondisyon/dayaniklilik gerekiyor, bu yuzden hiit benzeri calismalar, crossfit vs isinize yarar. bunun yaninda yuksek tempo/hizda golge judo yapabilirsiniz. eksi kullanmadiginiz bir gi varsa gymlerdeki kablo makinalarina baglayip uchikomi calisabilirsiniz. agirlikla merdiven cikmak da cok fayda saglar.

    gel gelelim kavrama/sikma kuvvetine. elinizin ve on kolunuzun guclu olmasi cok onemlidir, cunku rakibiniz bir yandan sizin elinizi kendi giysisinden tabiri caizse sokmeye calisiyor olacaktir, ne kadar guclu kavrarsaniz, o denli avantajli olursunuz. ayrica atislarda momentum yakalanana kadar ki kisim en zorudur ve burada da sikma/kavrama gucunuz buyuk onem tasir. sikma/tutma konusundaki bir baska tuyo ise, rakibinizin giysisini yaka kismindan olabildigince yukaridan (enseye yakin), kol kisminda ise olabildigince arkadan (dirsek ve arkasi) yakalamaya calismalisiniz, boylece hem rakibinizi daha iyi kontrol edersiniz, hem de sizden kurtulmak icin yapacagi hamlelerde ivmelenmesi icin alan birakmamis olursunuz ki gereken torku yaratmakta zorlanacaktir.

    devami gelir ilerde.

    edit 3: kaldığımız yerden devam edelim;

    diyelim ukemi olayını çözdünüz, o soto gari, o uchi gari, o goshi, ippon seoi nage, morote seoi nage gibi temel atışları da öğrendiniz, rahat ve güvenli bir şekilde atıyor ve atılıyorsunuz. şimdi judonuzu nasıl daha iyi bir hale getireceğiniz konusunda üç tüyo veriyorum;

    birincisi dizleri kırmak, bükmek olayına çok iyi alışmanız lazım, siz dizleri kırıp yere yaklaştıkça judonuz daha da iyileşir, sırttan ve belden yaptığınız atışlar kolaylaşır. yapacağınız hareketlerin çoğunda olabildiğince ağırlık merkezinizi yere yaklaştırmaya çalışın.

    ikinci tüyomuz, randori yaparken ilk önceliği rakibe göre daha iyi bir tutuş sağlamaya verin, ilk mücadeleniz rakibin yakasını olabildiğince enseye yakın, kolunu da olabildiğince dirsek altı hatta arkasından kavramaya çalışın. böylelikle rakibi kontrol etmeniz dolayısıyla da taktik uygulamanız kolaylaşır.

    üçüncü ve son tüyomuz ise ters adım atmak, randori yapıyorsunuz ve rakibe uygulamayı düşündüğünüz bir teknik var, o tekniğe girmek için atmanız gereken adımın zıt yönüne bir iki adım atıp arkasından tekniğe girmeniz işinizi çok kolaylaştıracaktır. diyelim ko uchi gari yapacaksınız, rakibi itmeniz ve rakibin bacakları arasına adım atmanız gerekiyor, bunu yapmak için öncelikle geriye doğru herhangi bir yöne adım alıyorsunuz, böylece rakibiniz kendini geri çekmeye, ağırlığı arkaya vermeye çalışıyor ve siz ayak değiştirip rakip halen kendini geri çekmeye çalışırken ko uchi gari veya ko soto gari ile durumu avantaja çeviriyorsunuz.

    ilerde eklemeler yaparım.

    edit 4: evet arkadaslar, gelelim baslangic seviyesinin bir tik uzerine, ilerisine tavsiyelere. bellir bir zaman sonunda biraz ilerleme kaydettiniz, sari, turuncu belki hatta yesil kusagi kazandiniz. geldiginiz konumda karsi atak kombinasyonlari ve teknik degistirmeleri gelistirmeniz gerekiyor. bu ne demek, rakibe uygulamaya calistiginiz bir teknik var, girdiniz ama rakip defansini yapti, o teknigi uygulayamadiniz ama ayaklariniz, vucudunuz yer degistirdi, iste bu durumda kaldiginiz yerden devam edeceginiz bir "plan b" ye calismaniz gerekiyor. ne kadar 'akiskan' olur, 'devamlilikla' hareket ederseniz, judonuz o kadar etkili olur.

    ko uchi ornegimizden devam edelim, ko uchi yapmak istediniz rakibin bacaklarini ayirmasini sagladiniz, yaklastiniz, belki hatta ayaklar arasina da girdiniz ama ayak bilegini yakalayamadiniz, uzak kaldiniz, ters ayakta kaldiniz versaire, ataginizi burdan* yagura nage'ye, *seoi nage'ye, * tomoe nage varyasyonlarina cevirip rakibi atabilirsiniz. ne kadar cok ikili, uclu hatta dortlu kombinasyon calisirsaniz, o kadar etkili olursunuz.

    devam ederiz ilerde.
  • ju:doğruluk,dürüstlük,yumaşıklık,nezaket. do:yolu
    savunma sporudur,18 yıldır yapıyor olmama rağmen hiç bir kavgada işime yaramamıştır.türk insanı olarak içgüdüsel hareketlerle öncelikli olarak şaç çekme,tokat atma,tekme atma gibi eylemlerde bulunmuşumdur.alternatif olarak değerlendiremediğim spor,tekme attıktan sonra karşımdaki insan hep ağlayıp kaçmıştır. 2.level'a geçemedim yıllardır.
  • esasen dan sınırı olmayan bir spordur. kurucusu jigaro kano nun demesine göre bir kişi gerekli zamanı doldurmuşsa 11. dan ve ya daha fazlasını olmasını engelliycek hiç bir şey yoktur. bununla beraber kodokan'nın kayıtlarına geçmiş 10. dan seviyesine sahip sadece 15 kişi vardır. 11 ve daha üstü danlara sahip kimse olmamıştır.
  • müsabaka sırasında rakibi düşürmek için atak yapmaktansa, defansif olmanın daha faydalı olduğu spordur. fakat bu da maçların yavaş ve gayet can sıkıcı geçmesine sebep olur. bu yüzden kurallarında zaman zaman değişiklikler yapılır. maçlar defansiften ziyade daha atak ve hareketli geçmesi sağlanmaya çalışır. bununla beraber, sporcuların kendi vucutlarını sakatlama ihtimali barındıran hareketler de yasaklanır hatta zaman zaman temel teknik listesinden de çıkartılır. son iki üç sene içerisinde yapılan kural değişiklikleriyle (koka puanının kaldırılması, direk bacaktan tutuş kurallarının değişmesi, minder içi dışı kurallarının esnetilmesi vs.) judo geçmişe nazaran, maçların en hızlı şekilde icra edildiği yıllarını yaşamaktadır. bu durumda sporcular açısından daha fazla kondisyon gerektirdiği için, icrası daha zor bir spora dönüşmüştür ama verdiği keyiften (hem seyretmek hem de irca etmek açısından) hiç bir şey kaybetmemiştir.
  • jigaro kano tarafından geliştirilen, jujitsu kökenli, savunmaya dayalı, estetik ve felsefi, bir uzakdoğu sporu ya da başka bir tanımla japon döğüş sanatıdır. judoda diğer doğu sporlarından farklı olmak üzere siyah kuşaktan sonra ilerleyebilmek için juda'ya birşeyler katmak, yeni birşeyler geliştirmek gereklidir. eski'den türklerin yaptığı aba güreşi'ne çok benzer.
    kelime anlamı "nazik yol" ya da "nazikçe"dir
    (japonya'da judo profesörleri varmış.)
    (bkz: judokan)
    (bkz: judogi)
    (bkz: ippon)
    (bkz: aba güreşi)
hesabın var mı? giriş yap