• hayat düzeyleri isimli kitabı üç bölümden oluşmaktadır:

    yükseklik günahı

    “daha önce bir araya getirilmemiş iki şeyi bir araya getirirsiniz. ve dünya değişir. insanlar bunu o zamanlar fark etmeyebilirler ama bu önemli değildir. dünya yine de değişmiştir.”

    dürüstlük zemini

    “daha önce bir araya getirilmemiş iki şeyi bir araya getirirsiniz; bu bazen yürür, bazen de yürümez.”

    derinlik kaybı

    “daha önce bir araya getirilmemiş iki kişiyi bir araya getirirsiniz. bu bazen, ateşle çalışan bir balona, hidrojenle çalışan bir balonu bağlamanın şu ilk denemesinde olduğu gibi bir şeydir: yere çakılıp yanmayı mı yeğlersiniz yoksa yanıp yere çakılmayı mı? ama bazen de deneme başarılı olur ve yeni bir şey yaratılır, dünya değişir. derken bir noktada, er ya da geç, şu ya da bu sebeple, bu kişilerden biri alıp götürülür. ve alıp götürülen şey, orada kalan şeyin toplamından daha büyüktür. matematiksel olarak mümkün olmayabilir bu ama duygusal olarak mümkündür.”

    işte böyle bir yazardır.

    (bkz: levels of life)
  • bu yazısıyla k dergi sayesinde tanıştığım yazar,okuyun sizi de etkileyecek derinden eminim!

    "kıskançlık bir duygu mu?
    iyi bir duygu mu, kötü bir duygu mu?
    adına duygu dediğimiz şey, insanı insan yapan şey değil mi?
    duyguları iyi ya da kötü diye ayırabilir miyiz?
    erdemli, erdemsiz duygular... ilkel bir duygudur değil mi kıskançlık?
    ilkel diyince biraz rahatsız oluyoruz, öyle değil mi?
    peki neden?
    ilkel, el değmemiş, su katılmamış, bakir anlamına da gelmez mi?

    kıskançlık da böyle bir duygudur. engelleyemezsiniz, öylesine gelir.
    sadece ifadesini kısıtlayabilirsiniz. peki, bu ifadeyi neden ve nasıl kısıtlıyoruz?
    cahil denen insanlar -ki herkes cahildir farklı konularda- kıskançlıklarını açıkça belli etmekten kaçınmazlar. ama kültürlü denen insanlar bunu açıkça belli etmekten çekinirler. kıskançlığın ilkel bir duygu olduğuna inananlar, bunca birikimden sonra bunu göstermenin zayıflık olduğundan korkarlar.
    - şimdi korkmak mı zayıflık, korkmamak mı? -
    bu sebepten farklı tepkiler verirler, daha soğuk, dolaylı, hesaplanmış. ama insan gerçekten kıskandıysa, canı yandıysa ve öfke duyduysa, bunu er ya da geç bir şekilde ifade eder. bu ifade dolaylı ve temel konudan çok farklı bir noktada kendini gösterebilir. karşı taraf ya hiçbir şey anlamaz ve olay sarpa sarar ya da birden bire geri sıçramalar yaparak olayın özüne geri döner ve "kıskanacak ne var ki?" sorusunu dünyanın kendini en kolay ele veren farkındalık sorularından biri haline getiriverir.

    eğer bir yerde kıskanma lafı geçiyorsa, emin olunmalı ki iki taraf da bunun farkındadır. sadece önce kimin pes edeceği ve açıkça kendini ifade edeceği sorundur ve asıl insanın ilkelliği budur işte. kıskançlığını belirtmekten korkar, kıskanılan ise kıskanılacak bir şey yaptığını kabul etmez çünkü bu modern, kültürlü insan portresini bozar. böylelikle iki insan tutkulu, şehvetli sevişmelerden, ilişkinin sosyal boyutuna atlar- bunun genelde pek farkına varamazsınız- ve kıskançlık tartışması altında, karakter ve gelişmişlik yarışı başlar.
    geçmiş olsun..."
  • "en büyük vatanseverlik; ülken onursuzca, aptalca, zalimce davrandığında bunu ona söylemekten çekinmemektir." demiş adam.
  • "books say: she did this because. life says: she did this. books are where things are explained to you; life is where things aren't. i'm not surprised some people prefer books."
    - julian barnes
  • "daha önce bir araya getirilmemiş iki şeyi bir araya getirirsiniz. ve dünya değişir. insanlar bunu o zamanlar fark etmeyebilirler ama bu önemli değildir. dünya yine de değişmiştir."
  • man booker diye bi ödül var, onu aldı bu sene.

    nobel olsa ilk ben yazcam diye atlarsınız buna yok tabi bi şey. çok ayıp.
  • roman yazmaya bir kahraman yaratarak başlamadığını, bir ahlaki hata belirleyerek bu hatayı tecrübe eden insanları sonradan betimlediğini ifade eder. yazma sürecini hayvanların dış iskeletine benzeten yazar; kafayı, gövde ve kuyruğu genel olarak belirliyorsunuz. geri kalan kısımları zaten dolduruyorsunuz. mesela the sense of an ending' de uzun bir gövde ve küçük bir kafa hayal etmiştim. ama yazarken kocaman başlı, kısa gövdeli bir şey ortaya çıktı der. barnes, karakter isimlerini genellikle sporcuların adlarından devşirdiğini de ifade eder. kitabının zor anlaşıldığı yorumları üzerine ise yazar; söz veriyorum, sonraki romanımda herkesin hafızası güvenilir olacak. kimse yaşlanmayacak ya da ölmeyecek. ölenler de muhakkak cennete gidecek dedi.
  • yapici aylaklik üzerine ihtisas yapmis insandir kendisi..
  • son zamanlarda kendisini seri okudum, o kadar ki ileride belki başka bir romanını okuduğumda bana bugünleri hatırlatacak (hatırlatmasın). çok sevdiğim, çok ingiliz bir özelliği var. olayları en ufak duygusal detayına varacak kadar anlatıyor, ana temayı anlatırken hiçbir göz devirmesini, küçük kıskançlığı, petty duyguyu es geçmiyor. ama hiç duygusal süsleme de yapmıyor. bu kadar çok duygudan, hatta sadece duygudan, bahsedip bu kadar yalın kalabilmesini, kırılıp dökülmemesini çok seviyorum. ingilizler için sentimentalizm yedi büyük günahın da ötesinde bir günah olduğu için bu özelliğini ingilizliğine atfettim.

    kendisinin kişisel teması da bireysel cesaret ve konformizm arasında seçim yapacak durumda kalan karakterlerin hikayelerini anlatmak sanırım. genelde konformizmi seçiyorlar (bazen de tam tersi, bunu yazarken the only story'yi henüz bitirmemiştim, ama temel dilemma yine aynı), atmak istedikleri adımları bir türlü atamıyorlar, ya da atıp sonuçlarına katlanamıyorlar, sonra kafalarında hikayeyi yeniden kurgulayıp geçmişe dönük hatalarını haklı çıkarmaya çalışıyorlar. (tim parks her yazarın kendine dert ettiği böyle bir temel ikilem etrafında yazdığını söylemişti. julian barnes'ın kendisi de kahramanına herkesin anlatacak tek bir hikayesi vardır dedirterek başlıyor the only story'ye. hence kitabın adı.)

    kahramanlar hikayelerini çelişkiye düşmeden, bütüncül şekilde anlatmakta başarısız oluyorlar genelde, biz de onların kafasından geçen her şeyi bütün birbiriyle çelişen, tutarsız taraflarıyla birlikte kendisinin dilinden dinliyoruz. bu hatırlama/anlatma/geçmişi çarpıtma teması insanın hayatına yetişkinlikten sonra girdiği için yirmilerimin başında okusam bu kadar sevmezdim herhalde kendisini. bu kahramanları artık anlayabilsem de hala pek yakın hissedemiyorum kendimi, benim hayatımın baskın ikilemi bu tema değil. ama kişisel olarak yakın hissetmediğim karakterlerin hikayelerini bana sevdirdiği için kendisini ayrıca seviyorum.
  • iyi eğitimli, the oxford english dictionary'de sözlükbilimci olarak çalışmış günümüz ingiliz edebiyatının önde gelen isimlerinden olan sevdiğim yazarlardan biri.

    kendisiyle man booker ödüllü yazarlara takıntılı olduğum bir dönemde the sense of an ending kitabıyla tanıştım. kurguyu asla sekteye uğratmadan kaliteden ödün vermediği diline hayran kaldım. şu sıralar dilimize yeni kazandırılan the only story adlı kitabını okuyorum.
hesabın var mı? giriş yap