• aile evine donmek gibi bir durumu olanlari tekrar dusunmeye sevkedesi film. temelde bir adamin karisiyla aile evini ziyaret etmesi gibi basit bir konuyu islese de degisik seviyelerde degisik anlamlar tasiyan ve inceden inceye durten, dusunduren bir film olmus. herseyden once filmin oyunculuk kalitesine hak vermek lazim. ashley'i canlandiran amy adams basta olmak uzere (ki son zamanlarda izledigim en iyi performanslardan birini cikarmis bu filmde) anne peg'i canlandiran celia weston, otistik ic savas ressami david wark'i canlandiran frank hoyt taylor ve diger butun oyuncular ayakta alkislanasi. senaryo cok acik ve net degil, ve bu ozellikle boyle yapilmis. mesela esas oglan george ve baba eugene karakterleri fazla gelistirilmemis. ozellikle bu iki karakter bir iki sahne disinda fazla ortada gozukmuyorlar. filmin bir sonucunun ve baskin bir mesajinin olmadigi da soylenebilir. ama film bir durum kesit oykusu (liseedebiyat dersinden araklayarak) olarak dusunuldugunde cok zekice ve ince kurulmus baglantilar takdiri hakediyor. anne peg'in ogluna kimseleri yakistiramamasi ve madelaine'a karsi tutumu, ashley'in inanilmaz bir ictenlikle daha yeni tanistigi madelaine'a baglanmasi, ashley'in kocasinin johnny'nin karisina karsi soguklugu ve abisine karsi duydugu ofke gibi bircok baglanti cok cok guzel islenmis.

    filmin "kotu" karakteri george'in karisi madelaine. madelaine kotu cunku kocasinin ailesine ve icinde yasadiklari cemaate son derece ters bir karakter. madelaine dunya gormus, okumus, "fuck" kelimesini noktalama isareti rahatliginda kullanacak kadar kozmopolit ve aile evinde neredeyse her gece sevisecek kadar rahat birisi. kocasinin ailesi ise guneyli degerlerine siki sikiya bagli ve son derece dindar. durum boyle olunca bu iki tarafin her temasinda bir egretilik yasaniyor. madelaine aile bireylerini acik olarak rahatsiz ediyor. buna ragmen madelaine'den nefret edemiyoruz cunku davranislari dogal ve durtusel. bu da senaryonun ve yonetmenin basarisi.

    junebug'in takdiri en cok hak eden yani fazlaca oznel olabilecek bir durumu taraf tutmadan ve seyirciyi kaybetmeden degisik iliski boyutlarina burnunu sokup betimlemesi. filmin aktardiklari uzerinde kafa patlatip bir sonuca varmaya calismanin ne anlami ne de geregi var cunku film sadece gosterdigi kadariyla bir anlam ifade ediyor. fazlasini aramak filmin amacini ve niteligini asmak olur.

    sonucta dusunduren bir film oldugu icin ve oyunculugu icin sevdigim, herkese tavsiye ettigim bir film olmustur junebug. eugene'in muhtesem "i have done some screwing in here i guess" cumlesiyle de bitirmek isterim.
  • 2005 yapimi phil morrison filmi. hollywood un bize gostermedigi siradan guneyli orta sinif amerikan ailesinin yasami; sehir insanlari ve sehirli mantalitesi ile celisen kasaba hayati ile ilgili gercek bir amerikan filmi.
  • amerikan taşrasında yaşayan orta sınıf bir aile ile, bu ailenin şehirde okumuş oğulları ve bir metropol kadını olan gelinleriyle olan ilişkisini anlatan 2005 yapımı phil morrison filmi.

    --- spoiler ---

    chicago'da okumuş ve modern şehir yaşamına adapte olmuş gibi görünen george, kasabaya döner dönmez ilahiler okuyup zırt pırt ailenin önemini vurgulamasıyla falan her şeyin aslına rücu ettiğini bir kez daha ispatlayarak kendisine taktığım lakabı sonuna kadar hak etti: the imam! bir an eski arkadaşını karşısına oturtup "aziz mirim" diyecek sandım. "buradan ayrıldığıma çok memnunum" dedi ya son sahnede, işte o an daha da uyuz oldum bizim imama. önce karısına modern erkek pozları kesip, ailesinin yanına gidince elinden tespih düşmeyen anadolu delikanlısı, dönüş yoluna geçince yeniden rolüne bürünüp "taşra beni boğuyo" triplerine girmez mi...

    abisi kabuğunu kırıp kendisi içeride kaldığı için ondan nefret eden embesil bir kardeş var bir de elimizde. johnny, kafası pek çalışmayıp geçici işlere girip çıkan, boş zamanlarında da ilçenin ülkü ocağında aylaklık eden türk-islam sentezcisi bi tip. ne istediğini bilmiyo, ama kendi hayatını yaşamak istemediğini çok iyi biliyo. bu yüzden de hayatından da, sahip olduğu hayatın unsurlarından da tiksiniyo. ergen seni...

    gözleri fel fecir okuyan, fitne fesat peşinde, kem gözlü ve ssk'dan isteğe bağlı prim ödeyerek emekli olmuş bi kaynana; ununu eleyip eleğini asmış, pek bir şeyi umursamayan, ara sıra ahşap işleriyle uğraşıp zaman öldüren, ama demli bir bardak çay ve sözcü gazetesi olmadan güne başlayamayan astsubay emeklisi bi kayınpeder; bir de özellikle dominant kaynanası tarafından bastırılmış ve redneck kocasından da ilgi görmediği için eltisini görür görmez sevgi patlaması yaşayan küçük gelin var elimizde. ashley liseyi bitirir bitirmez evlenmiş ve kısa süre içerisinde de hamile kalmış. aslında tam bir kezban ama, çok iyi niyetli bi kızcağız, başına gelenlerden sonra da çok üzerine gitmememiz lazım. amy adams da ruh katmış resmen karaktere. keşke hep bağımsız filmlerde oynasaymış. neyse, hasılı iç karartıcı bir tablo var elimizde. bu evin kültürel olarak adapte olmuş benzerleri anadolu'nun dört bir köşesinde var hali hazırda. benzetmeleri türkiye üzerinden yapmam da bu yakınsamadan kaynaklanıyor zaten. çankırı çorum yozgat şeytan üçgeninde de olsa, güney carolina'da da olsa, iskandinav kırsalında da olsa muhafazakar insandan uzak durmak lazım; zira insanı aşağı çeker muhafaza ettiği değerler.

    bence bu filmdeki en elle tutulur karakter, galerici ve sanat simsarı olan şehirli madeleine. kendini kabul ettirme çabasının yanı sıra, dini ritüellere ve çarpık denilebilecek aile yaşantısına karşı olan şaşkınlığı o kadar samimi ki, tüm şehirliliğiyle kasabaya ve bu yeni insanlara adapte olmaya çalışırken, bir yandan da her şeyin kendisine ne kadar da uzak olduğunu gözlemlemesi uzun sürmüyor. bir insanın yaşı, mesleği ve öğrenim durumu ne olursa olsun, bu ve benzeri durumlarda, yeni ailenin tutumları karşısında sudan çıkmış balığa dönmemek çok zor. evlendikten sonra, yeni ailemin bayram namazına gitmediğim gerçeğine alışması birkaç yıl almıştı, beni de bir süre germişti de oradan biliyorum. o yüzden seni çok iyi anlıyorum madeleine panpa; seni dönüştüremezler, siktir et. en fazla yargılarlar... çok sıkı fıkı olmaya da gerek yok zaten, bayramdan bayrama gidiver işte kocanın memleketine. ehehe, kızı da teşvikiye'de sanal galerisi sahibi olan türk kızı yaptık iyi mi :) mimar olan babası istediği için itü işletme mühendisliği okumuş ama, kendisi istediği için de londra'da sanat tarihi yüksek lisansı yapıp, memlekete dönünce kendi galerisini açan melis diyerek tektipleştirelim madeleine'i de. ohhh, herkesi sınıflandırıp rafa dizdim ya, şu an içim çok rahat.

    --- spoiler ---
  • bu filmden sonra ancak bu sene film (almost christmas) kotaran (8 senelik bir ara. dile kolay!) phil morrison'ın yönettiği, amy adams'ın yardımcı rolde takıldığı ama başrollerden daha iyi oynadığı sevimli olmayan bir bağımsız amerikan filmi. henüz ünlenememiş, dikkatleri çekememiş genç adams bağımsız filmlerde rol aldığı bir zamanda kotarır junebug'ı. film çekilir ve bağımsız filmlerin mekanı sundance film festivali'ne gönderilir. festivalin en sevilen ve beğenilen filmlerinden olur. özellikle adams'ın performansı övüldükçe övülür ve jüri kendisine dramatik dalda en iyi performans ödülünü takdim eder. buradan aldığı ödülden sonra adams diğer bağımsız festivallerden, eleştirmen birliklerinden, ödül törenlerinden de ödül ve adaylıklar alarak birden epey ünlenir. basit bir hikayesi var filmin. okumuş, işinde yükselmiş george eşi ile birlikte üç yıldır görmediği ailesini ziyaret eder ve olaylar gelişmez. aslında amaçları aileyi ziyaret etmek değil. eşi madeleine bir ressamın eserlerini kendi sanat galerisinde sergilemek için ressamı ziyaret eder. eh gelmişken oraya çok da uzak olmayan ailemi göreyim diyerekten aileye de gidilir.

    ama baştan yanlış bir karardır bu. zira baba aileyle bağını koparmış, kendi evreninde yaşamaya başlamış, ailesiyle zorunlu olmadıkça diyaloga dahi girmeyen birisi olup çıkmıştır. george'un küçük kardeşi ise her şeye öfkeli, herkesten nefret etmektedir. ama özellikle abisinden. abisinin onu bu küçük kasabada bırakıp şehre gitmesi ve "hayallerini gerçekleştirmesi" bu nefretin kaynağı gibi görünüyor. tabi liseyi bitirmek isterken birden kendisini ashley ile evli bulması ve şimdi de baba olmaya hazırlanma(ma)sı da içindeki kızgınlığı, nefreti arttırmakta. ashley çok konuşan, sevimli, kilo almamaya çalışan, hamile bir kadın. filmin özdeşleşmesi en kolay ve en sevilen karakteri o. george'un annesi peg ise kocasından ilgi görememesi, küçük oğluyla sorunlu bir ilişkisinin olması yüzünden zor günler geçirmekte. kısacası george ve eşinin bu ziyareti yanlış bir karardır. zira george ailesinin yanında geçirdiği günlerde ne kardeşiyle, babasıyla, annesiyle iletişim kurabilecek, ne de ailesiyle arasındaki bu sorunları halledebilecektir. gelir, kalır, kötü olaylara şahit olur ve gider.

    morrison amerikan bağımsız sinemasının işleye işleye bitirdiği bir hikayeyi, "orta sınıf bir amerikan ailesinin iletişim problemleri"ni anlatır filminde belirttiğim gibi. başarılıdır morrison ve tabi ki senaristi angus maclachlan. yavaş tempolu, pek de olayların cereyan etmediği ama aslında amerikan ailesi üzerine çokça şeylerin söylendiği etkileyici bir film junebug. bana biraz araf'ı hatırlattı. ailenin tümünde bir sıkışmışlık, gitmek isteyip gidememe ama kalamama da hali hakim. araftalar adeta. george'un gelişi de bunu değiştirmez. tabi morrison sadece iletişimsizliğe değinmiyor. bu şehirli-kasabalı çatışmasına da odaklanıyor. hatta filmin önemli çatışmalarından birisi de bu. çatışma madeleine üzerinden gerçekleştirilir. bu madeleine'e sinirlenmemek zor. kötü birisi değil aslında. gene de hal ve hareketleri o amerikan ailesine olduğu gibi bana da battı. mesela azgınlığını bastıramayıp her gece her gece sevişecek kadar rahat olması (aile uyuyor, ses çıkarmayayım diye de düşünmüyor)... ashley'nin ona ihtiyacı olduğu zamanda saçma sapan resimlerle vakit harcaması (hakikaten rezil resimlerdi onlar)... o insanları pek önemsememesi...

    neyse uzatmayayım. başarılı bir film sonuçta.

    --- spoiler ---

    amy adams'ın en sağlam rol kestiği sekans... bebeğini düşürdükten sonraki ruh hali:

    http://www.youtube.com/watch?v=leykh3rv2bq

    --- spoiler ---
  • juno'da ellen page'in karekteri'nin * lakabı. görülesi, sevilesi.
  • amerikan guneyini, insanlarini, hayat bicimlerini cok guzel, cok sade anlatan bir film. amy adams bastan sona muhtesem bir oyunculuk ortaya koyuyor. ben mckenzie de cok fena degil hani. gerci the oc'de de benzer "sorunlu" bir karakteri canlandiriyordu. ama filmde dizidekinden cok cok daha iyi oldugu kesin.

    abd'nin guneyini bilmeyen, oralara gitmeyecek, gidemeyecek olanlar bu filmden guzel bir "american south" betimlemesi cikarabilirler. kanimca amerika'yi klasik hollywood filmleri degil junebug gibi, "little miss sunshine" gibi filmler daha bir guzel, daha bir sade anlatiyor. kasabadaki insanlarin siradan ve duragan yasamlari, "ufak hesplarin adamlari" olmalari, genclerdeki o cikip gitme arzusu, o sessiz sakin yasli amcalar tam da o civardaki insanlari anlatiyor bence.

    bir de acikcasi madeleine karakterini pek de sevemedim. biraz sehirli insan prototipiymis gibi bir hava yaratti bende. iliskileri daha cok "cikar" uzerine kurulu, karsisindakine sadece nezaketen gulumseyen ve severmis gibi gorunen, ancak hareketleriyle orada olmak istemedigini adeta bagiran bir karakter... tabi insanlarin algilari cok daha farkli olabiliyor karakter duzeyinde. benim belki de "ben sehirliyim, buralar bana cok uzak" triplerinde olan insanlara tepkimden de kaynaklaniyor olabilir dusuncelerim.

    film guzeldi yine de. izlerken gecirilen 2 saat filmin bitisinde guzel bir tat birakiyor damakta.
  • ölümüne sıkılacakmışsınız gibi başlıyor film, sonra bir şekilde içine alıyor sizi. tipik orta amerika ailesi, allah muhafaza, günlük sıkıcı hayatları ve o ağır mobilyaları, o hıristiyan komşuları, o kilise koroları derken tipik anadolu ailesinden birşeyler bulacağımız kesin :)
    filmde en akılda kalan karakter ashley, çocuksu, dengesiz, iyimser, sempatik, küçük dünyasının dışındaki şeylere büyük bir merak ve heves duyuyor. asıl güzel ve genç olan kendi olmasına rağmen büyük salaklığı ve boğucu sevgisiyle nasıl itici bir eş haline geldiğini net bir şekilde görüyoruz.
    zarif madeline, kocasıyla her gece seviştiği için utanmaz olmakla(!) suçlansa da filmin kötü karakteri o değildir dostlar, aldanmayın.. o, olabildiğince açık yürekli ve iyi ama kendi tarzıyla uyuşmayan o küçük kasaba insanlarıyla bağ kuramamış biri yalnızca.
    bu filmin asıl hıyarı ve ben olsam dakkasına boşayacağım karakteri george'dur. biraz iyi görünüyor diye, iki kitap okumuş eline diplomasını almış diye, doğduğu kasabaya sırtını dönmüş, 6 ay önce evlenmesine rağmen ailesini düğününe bile çağırmamış, karısının iş gezisi olmasa ailesini görmeye bile gitmeyecek o hayvanın evladı, karısını ilk defa gittiği kasvetli aile evinde sürekli yalnız bırakmış bir öküz. sonra ne olduysa bir anda aile kuşu, kilise bülbülü kesilip madeline kendince trip atmaya kalkışması büyük mallık. filmi izleyip de bunu göremeyen varsa, o da o izleyicinin mallığı, geroge'un ailesi ile madeline kaynaşamayacak ama kendilerince doğru olanın peşinden giden iki grubu temsil ediyor. geroge ise dediğim gibi.. filmin tek kötü karakteri
  • --- spoiler ---

    son sahnelerden birinde; eugene (baba), madeleine'a yaptığı tahta kuşu vermeye gidiyor. madeleine ise o arada eugene'in tornavidasını bulup ona veriyor. eugene'se bu hareketin sonucunda kuşu vermekten vazgeçiyor, madeleine'ın "bana tahtadan yaptıklarını göstermeyecek misin" sorusuna bile "diğer sefere" diyip, kuşu göstermiyor.

    filmden sonra "neden kuşu vermedi?" sorusu kafamda dolandı durdu. tek bulabildiğim cevap, madeleine'ın sürekli yardım etmeye çalışması oldu. diğerlerine eksiklerini hatırlatan, diğerlerine yardım eden bir karakter madeleine. johnny'e sarılıyor ama ona ilgi duyma şansı yok; ashley'le ilişkisinde ashley'den de kaynaklanan bir asimetri var. gerçi eugene'le ilişkisinde bu asimetrinin nereden kurulduğunu anlamadım, sadece eugene'in son hareketi asimetrinin varolduğunu fark ettirdi. bir yerlerin, bir şeylerin parçası olabilmek için yardım edilmesine izin vermek mi gerek acaba? ve de her şeyi bilen olmamak.

    bunun dışında filmin en düşündüren/rahatsız eden yanı, madeleine - george ilişkisi oldu. george, yine son sahnelerden birinde peg'e "benim tüm eksikliklerimi görecek" dedi. eve dönüş yolunda da madeleine'a "iyi ki eve dönüyoruz, çok sıkıcıydı" dedi. peki george gerçekten orada olmaktan rahatsız mıydı? zaman zaman sıkıldıysa da, benim genel izlenimim george'un oraya ait olmaktan zaman zaman zevk aldığı oldu; madeleine'a aile konusunda sinirlenmesi, söylediği ilahi, ashley'le vakit geçirmesi bir parçasının kasabada kaldığını hissettirdi. ama bu yanları, chicago'da gösteremeyeceği, saklaması gereken yanlar. örneğin george'un dualara katılması, madeleine'ın hiçbir duaya anlam verememesi bunun sadece kasabaya özgü olduğunu gösteriyordu.

    chicago'daki hayatlarında, madeleine kendi hayatında çocukluğundan itibaren parçası olduğu kültüre uyum sağlarken, sergilerken; george yeni bir kültürü öğrenmek, geçmişinin izlerini saklamak zorunda. madeleine george'a ait çoğu şeyi bu gezide öğrendi mesela; ilahi söylemesi, dualara katılması, garip ailesi, hatta arabada "başkanları saymak" gibi oyunlar oynaması; ki yine dönüş yolunda bu oyunları saklamayı seçti.

    bu özellikleriyle amerikan filmi mutlu biter klişesini yıkan, oldukça rahatsız edici bir film oldu. sonunda johnny - ashley çifti biraz düzeldi ama çözülmeyecek sorunların olduğu george'un "eksiklerimi görecek" cümlesiyle tekrar ortaya çıktı.

    --- spoiler ---
  • ifistanbul 2006 gösterime girecektir. if'in sitesindeki tanıtım yazısı;

    1. gösterim
    tarih : 17 şubat cuma
    saat : 21:30
    salon : afm1

    2. gösterim
    tarih : 20 şubat pts.
    saat : 19:00
    salon : afm1

    3. gösterim
    tarih : 25 şubat cmt.
    saat : 15:30
    salon : afm budak caddebostan

    geri

    junebug

    abd

    2004, renkli – colour, 35 mm, 106’

    ingilizce

    yönetmen
    phil morrison

    senaryo
    angus maclachlan

    görüntü yönetmeni ;
    peter donahue

    kurgu
    joe klotz

    oyuncular
    amy adams, embeth davidtz, ben mckenzie, alessandro nivola, celia weston, scott wilson, frank hoyt taylor

    yapımcı
    mindy goldberg, mike s. ryan

    müzik
    yo la tengo

    prodüksiyon şirketi
    epoch films

    dağıtımcı
    lightning entertainment

    bu film hakkında görüşünü söyle

    bu film hakkında izleyici görüşü bulunmamaktadır.

    2005
    sundance, juri özel oyunculuk ödülü (amy adams)
    cannes, eleştirmenler haftası
    toronto

    “yemin ederim ki, bu aileyi işlevini yerine getirmeyen bir aile olarak görmüyorum. bence bu film, nasıl da onları birbirlerine düşüren dengelere rağmen ayakta durabildiklerini anlatıyor.”
    phil morrison (yönetmen)

    film hakkında
    şikagolu galeri sahibi madeleine (davidtz) ve yeni evlendiği kocası george (nivola) amerika’nın güneyine, kuzey carolina’ya bir iş görüşmesi yapmak üzere seyahat ederler. yeni evli çift, doğma büyüme kuzey carolinalı olan george’un ailesinin yanında kalmak üzere seyahatlerini uzatırlar: böylelikle huysuz anne peg, sessiz baba eugene, öfkeli kardeş johnny ve johnny’nin hamile, çocuksu karısı ashley ile tanışırız. bir iki gün zarfında, madeleine’in gelişi ailenin hassas dengelerini alt üst eder ve saman altındaki kızgınlıklar ve endişeler su yüzüne çıkar. son zamanlarda sıkça karşılaştığımız benzer aile toplanmalarını konu alan amerikan filmlerinin aksine, junebug küçük kasaba yaşantısı ve zordaki aile ilişkilerine olan detaycı yaklaşımıyla, amerikan bağımsız sinemasının şanlı günlerini çağrıştıracak kadar zengin, incelikli ve her adımında insanı şaşırtan bir film. karakter oyunculuğu ifadesinin karşılığını en iyi şekilde bulduğu filmde, her karakter adım adım derinlik kazanıyor, evdeki her oda kişileşiyor, her sessizlik bin kelimeye bedel oluyor. eve dönmek, çifti her ne kadar amerika’da “kırmızı” ile “mavi” eyaletler, kasabalılar ile şehirliler, hıristiyanlar ile laik elit kesim arasında yaşanmakta olan kültürel çatışmanın tam ortasında konumlandırsa da, film kolay çözümlerden kaçınıyor. sundance film festivali’nin en çok konuşulan filmlerinden biri olan junebug için eleştirmenler ‘yeni amerikan sineması’ hareketinin öncülerinden olarak söz ettiler

    bonus: (bkz: red states) (bkz: blue states)
  • bana kalırsa kariyer ve aileyi zıt kavramlar olarak göstermesi daha dogrusu arasinda secim yapilmasi gereken iki olguymus gibi gostermesi ile one cikiyor film. bunun disinda sehir hayatina kendini kaptirmis bile olsa aile kavramina toslayinca her hangi bir bireyin de ne yapacagini sasirabilecegini gosteriyor. yine de guzel film.
hesabın var mı? giriş yap