• ancak aptal ya da cahillerin "milliyetçi veya küçükist " olarak suçlayacağı yazar. böyle bir yorum yapmak, tek bir kitabını okumamak, okuduğunu anlamamaktır. tabi hiçbir kitabını okumadan, hiçbir düşüncesini bilmeden hakkında dedikodularla yorum yapmaksa amaç, evet milliyetçi, faşist, nasyonalist ya da istediğiniz herşeydir.

    not: yahu ne kolay şey böyle adam yargılamak, cin olmadan adam çarpmak... "hiçbirşeyöğrenmeden herbibokubilen"lerin 10 saniyede çözdüğü yazar.
  • şu ya da bu düşüncesini paylaşmayabilirim fakat kendisini hem akıllı hem de samimi buluyorum. birde garip bir durum var bu memlekette: ağır teorik bir konuyu işlersin kimse okumak zahmetine katlanmaz, genel kitleye hitap edersin sığ derler.
  • kendisini yazdığı ortamlardan dolayı ultra ortodoks bilirdim ben (dolayısıyla karşısındaydım). ama şu yazısını görünce fikrim değişti. stalinizmden bir anda gözünü açıp marksizmin devrimci olmadığına kanaat getiren kendisinin de çokça sövdüğü liberalleşenlerden pek farkı yok gözümde.

    yazıda söylenen birtakım doğrular var. ancak marksizme onu marx'ta (veya ortodokside) sabitleyerek kutsal kitap muamelesini en başta arslanoğlu çekiyor belki farkında olmadan. yazının ilk bölümünde marksistler üçe ayrılıyor ama ikinci grubun üzerinde durmayı nedense reddediyor yazarımız. onları pratikçiler olarak tanımlayıp hemen anti-marksist cepheye gönderiyor. sorun da tam burada başlıyor.

    marksizmin devrimci olmadığına kanıt olarak önümüze lenin, mao, castro ve hatta stalin'in teorik devrimcilikleri sürülüyor. stalin nasıl buraya giriyor merak ediyorum ama ötekilere çok büyük itirazım yok. lenin ortodoksinin 1914'teki tutumundan koparak kısa bir hegel'e dönüş (felsefe defterleri) ve sonrasında da nisan tezlerine giden süreçle pratik devrimciliğine teorik arkaplanı oluşturabilmiş ve "marksist dogmalar"ı da parçalayan 1917'yi mümkün kılmıştır. mao ise yazıda devrimci olduğu kabulüyle yola çıkılan stalin komintern'inin kurbanı olmaktan gizli iş çevirerek kurtulabilmiştir. aksi takdirde kendisinin de öncekiler gibi görevinden alınması söz konusu olabilirdi. yani mao'nunki de pratiğin zorlamasını "teorikleştirme" suretiyle ortodoksiden belli ölçüde uzaklaşarak devrimi mümkün kılan bir hamle diye okunabilir. castro'nun konjonktürel marksizmi de abd vs. sscb hegemonyasıyla belli ölçüde problemli olan 3. dünyaya hitap etme çabasındaki bir politikadır. ama stalin'in teoride devrimci değil de hem teoride hem pratikte karşıdevrimci olarak sınıflandırılması daha doğru olacaktır. ki en basitinden öteki isimler gibi -kısa- devrimci süreçler de yaşamamıştır stalin, aksine arslanoğlu'nun da belli ölçüde muzdarip olduğu diamat'ın buharin'le beraber sorumlusudur. yani kaan bey'in hatayı yanlış yerlerde aradığı gerçeği, stalin'i "kuramda devrimciler" kategorisine sokmasıyla kendini belli ediyor.

    yazının bir kısmında insan bilimlerini reddeden bir marx-engels ikilisi çıkarılıyor karşımıza. burada da yazarın haklı olduğu kısımlar var. misal engels'in evrimi eksik anlayarak başka şeylerin aracı yapması konusu yadsınamaz bir gerçek (ki kautsky vasıtasıyla bernsteincılıktan diamata kadar pek çok sonucu olmuştur bu yorumun). ancak 150 yıllık marksizm okulunu bir çırpıda silip atmaya yetmeyecek bilgiler bunlar. bilim ve marksizm ilişkisini karikatürize etmek için kullanılabilecek en iyi örnek arslanoğlu'nun da okuduğundan emin olduğum materyalizm ve ampiryokritisizm'dir. bunun da en sağlam eleştirilerinden birini karl popper'ın falan değil yine bir marksist olan anton pannekoek'in yapmış olması da bir tesadüf değil kuramın statik olmadığının önemli bir kanıtıdır.

    marx-insan doğası ilişkisi de çetrefilli bir konu ancak buradan yola çıkarak marx'ı, -bilimsel temeli olmayan(?)- "insanların devrim yapabileceği inancı"yla herkesi kandırmakla suçlamak, saflığın veya okuyucuyu aptal yerine koymanın göstergesi olabilir ancak. marx'ın devrim sonrasına dair oturup da ciltler karalamak yerine neden varolan koşulları analize ömrünü vakfettiğini düşünmek gerek. "bilimsel sosyalizm"e, geleceği gördüğü için değil de bu analiz tutkusu nedeniyle "bilimsel" sıfatının uygun düştüğünü anlamak bu kadar zor olmamalı. ama oradaki bilimsel sıfatının kahince yaklaşımlara sahip bir sahte bilimle değiştirilmesi için önce ii. enternasyonal'de sonra da sscb'de çok çaba harcandı. kimseyi suçlayamam bu konuda.

    sonuçta dönüyoruz dolaşıyoruz liberalleşen marksistlerle "katı" marksistlerin birbirlerine ne kadar çok benzediğini bu durumu analiz etme iddiasıyla yola çıkan arslanoğlu örneğiyle bir kere daha görüyoruz. marksizmin pratikten izole edilmiş bir dünya görüşüne hapsedilmişliği (diamat) veya alelade bir sosyal bilim aracı olarak kullanılması (akademik marksizm) onun devrimci özünü sürdürme çabasına daha da büyük önem kazandırmışken marksizm bitti demek kolaycılıktan öte bir davranış değil herhalde. yazıda devrime en yakın olduğu vurgulanan ama hemen sonra temelsiz bir yaklaşımla anti marksist olacağı kehanetinde bulunulan ikinci grubu döne döne incelemek gerek ki bu kısır döngünün içinde kaybolmanın marksistler için bir zorunluluk olmadığı anlaşılsın.
  • vaktiyle kaan arslanoğlu'nun "devrimciler" adlı kitabını okumuş ve çok etkilenmiştim. bu sabah cinnet vatanımızda ve dünyada neler olup bitiyor diye şöyle bir haberlere göz atayım derken, bu kişinin "türkçe'nin yanında batı dilleri neden tarzanca?" başlıklı bir yazısıyla karşılaştım. önce hint-avrupa dil ailesi diye bir şey yoktur diye başlamış, oradan türkçe hareketli ve dinamik bir dildir diye devam etmiş, oradan da bütün diller zaten türkçe'dir noktasına varmış. yazının son cümlesi şöyle: "[batı dillerinde] latin harflerine türkçedeki gibi bir uyum sağlanamamıştır. çünkü latin harfleri türkik harflerdir." yazı elbette oda tv'de yayınlanmış.

    yahu varsayalım ki bunların hepsi doğru. türkçe, dünyanın en mükemmel dili ve diğer bütün diller türkçeden türemiş. eee? so what? ne yapalım yani? dünyanın kalan kısmı "ulan türkçe çok mükemmel bir dil, demek türkler de mükemmel insanlar, türklere kul köle mi olalım?" mı desin yani? bu mudur beklenti? cevap veriyorum: evet, elbette budur. bu ırkçı düşüncelerin sonu, mahmut esat bozkurt'un “benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi türk’tür. öz türk olmayanların türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır.” hedefidir.

    hazret gelecek bölümde de "bozuk dillerle yapılan felsefeler de bozuk çıktı" konusunu ele alacakmış. ne diyelim, allah akıl fikir versin. ırkçılık bir hastalıktır diyeceğim ama öyle olsa ilaç verir iyileştirirdik. ırkçılık hastalık değil, kapitalizmin çıkarları doğrultusunda ortaya çıkmış olan bir ideoloji. buna karşı hayatın her alanında teorik ve pratik mücadele vermek gerekir.

    atilla dirim
  • 10 aralık saat 13:00 de aşiyan sahaf'da okurları ile buluşacakmış.
  • siyaset noktasında eksikleri olan psikiyatristtir. bu sebeple sürekli hatalar yapmıştır ve bence türkiye solunu günümüzde en iyi temsil eden halkın kurtuluş partisi'ne yönelik yazısında da bu hatalarını devam ettirmektedir.

    http://www.insanbu.com/…ercek-solculugun-temsilcisi

    öncelikle, proletarya sosyalizmini kavrayamadığı için, kendisine yönelik eleştirilerde olduğu gibi, siyasi gidiş bakımından eksikleri var. yöntem eksiği zaten yazılarındaki eksiklere yansımakta. dolayısıyla savrulmalar yaşamakta.

    nedir bu yöntem? eğer ki bir siyasi akımı değerlendirdiğimizde kesin yargılarla onu betimlersek, onu çeşitli kesinliklerle tanımlarsak, bilgi eksiğimiz ile yargılarsak, yarın biri tabii ki çıkıp "dün öyle, bugün böyle diyorsun" diyebilir. kaldı ki bu hatayı o kadar çok yapmış ki, aslında yazıda çok kez bilmediği noktalara soru işareti koyuyor. koyuyor da yine de kesin yargılarda bulunmaktan çekinmiyor. 80 öncesi gerçek solculuğun temsilcisi başlığı bile, bizce eksik bir başlık. çünkü kaan arslanoğlu için 12 eylül faşizmi sonrasında marksizm-leninizm yenilmiştir. eğer ki bu kesinlikte bir başlık yerine, kendi bilgi dağarcığı içinde böyle olduğuna dair bir yanılma payı bıraksa, kimse ona "dün böyle diyordun" diyemez. o da "kandırıldım" açıklaması yapmak zorunda kalmaz.

    evet, belki iki çelişkili düşüncenin yer aldığı fikirler silinmedi, hala orada duruyor. yine de doğru olanın bu olduğunu düşünüyoruz.

    dolayısıyla yazıda disk, ttb, tmmob, kesk ile ilgili süreçleri bilmediğinden büyük boşluklar var. kendisi de söylüyor zaten ancak keşke yazısında sormak yerine, ilgili kaynakları araştırmak için yol önerisi alsaydı, yazısı daha bilgilendirici olacaktı.

    çünkü hkp, bugün belirtilen yığın örgütlerindeki (kesk hariç, çünkü oradan ayrıldı) muhalif bir konumdadır. disk'te kürt burjuva hareketi peşine takılanlara karşı mücadele etmektedir. ttb'de daha 2 hafta önce, yoldaşımız konuşmasını yaparken ali çerkezoğlu soytarısı konuşmasını kesmiştir. rahatsız olduğu sözler ne? "kahrolsun ab-d emperyalizmi" sözünün ttb'de sarf edilmemesini eleştiriyor yoldaşımız. yine kesk'te ayrılarak kurulan bki'de y-chp'lileşmeyi eleştiren tek gruptur. diğer gruplar birbiri ile koltuk alışverişi yaparken, bki'deki yoldaşlarımız 3 ila 20 oy arasında değişen oy ile "ödüllendirilmiştir".

    bu sayfada olayın boyutları detayı ile yer almakta.

    sayın arslanoğlu, sosyalizme inanmıyorum diyor ama hala onu nasıl tanımladığını saymak zorunda kalıyor. biz bu inançsızlığı, işçi sınıfından kopukluğa bağlıyoruz. zaten o kopukluk, kendisini tıpkı post-modernler gibi yeni tanımlara götürüyor. eleştirdiği tuzağa defalarca düşmesinin sebebi, tekrar edelim, eleştirdiği noktadan kendisinin bakamaması, ona yönelik inancının zayıflaması, hatta kalmamasıdır.

    öncelikle, lütfen bir tane nakliyat-iş direnişini ziyaret edin(genel olarak söylüyorum). bundan 10 ay önce fanatik akp yandaşı olan işçilerin bugün nasıl dönüştüklerini gözünüzle görün. sorun marksizm-leninizmin kendisinde değil, onun uygulayıcılarının yetersizliğindedir (ki bu yetersizlik nicelik açısından hkp'de de mevcuttur). dünya sendikalar federasyonu'na yönetici veren bir sendikamız var, kaç kişinin haberi var? sen-ben-bizim oğlan... disk'te ücret sendikacılığına dönülmüşken hala hak arama sendikacılığı yapan bir sendika var. yapılması gereken budur. işçiler, ancak bu iradeyi görerek değişebilir. diğer türlü lümpenleşir, çürür, silinir. sonra da neden işçiler meclisteki dörtlü çeteye oy veriyor diye dizimizi döveriz.

    sonrasında şu meşhur "liberal" sözü ile çeşitli sol gruplar ve aydınlar eleştiriliyor. bu sıfatın kullanımı yerli yersiz çok yaygın. finans-kapital çağında, liberalizm sona erdi diyerek tespit eden ve burjuvazi tekelci karakterdedir diyen lenin'in mezarında ters döndüğünü söyleyeceğim de, mumyaladılar kendisini... doğru terim burada burjuvadır bizce. ki bu örgütlere hikmet kıvılcımlı'nın koyduğu isim, taaa tip döneminden beri "burjuva sosyalizmi"dir. yani burjuva sınıfına ait kişilerin savunduğu sosyalizmdir. çelişkileri, bulunduğu sınıfa ve zümreye yöneliktir.

    çeşitli yazılarda eleştirilen yalçın küçük ve diğer edebiyatçıların da problemi burjuva (metafizik) mantık çerçevesinde bakmalarıdır.

    dolayısıyla saydığı ayaklar açısından tekrardan değerlendirelim:

    1- sınıfsal ayak; bizce işçi sınıfının içinde olmaktır. büro çalışanları da üretim ile ilişkisine göre işçi sınıfı ya da küçük burjuva tabakalara dahildir ki burada tabaka kavramını hala keşfedememiş avrupa solu türevlerinin yeni bir sınıf (orta sınıf) yaratma çalışmaları bizim acı acı gülmemize sebep olmakta ancak... hikmet kıvılcımlı'nın "genel olarak sosyal sınıflar ve partiler" ile "türkiye'de sınıflar ve politika" kitaplarında gerekli reçete mevcuttur. dolayısı ile hkp, işçi sınıfının içinde bir partidir. içindeki tabakalar olan aydınları da bu sınıfın hamurunda yoğrulmaya yöneltmektedir. yani işçiler "vitrin mankeni" değil, öğrencileri, avukatları, memurları kendi tecrübeleri ile doyuran öznelerdir.

    2- sistemsel ayak; bizce emperyalizm karşıtlığıdır. emperyalizm derken ne dediğimizi de açalım, tekelcileşen kapitalist organizmaların siyasal yaşamını sonlandırmak demektir anti-emperyalizm. yani sadece post-sömürgeciliği kınamak değildir. hayatının her alanında bunu yaşamaktır ki bu sosyal bir ihtiyaç olan tüketimi kısıtlayarak, boykot ederek olmamaktadır. asıl yapılacak olan, organizmaları teşhir etmek ve onlara karşı sınıf savaşımı vermektir ki, en iyi zafer savaşmadan kazanılandır (tıpkı ergenekon'da tsk'nın çökertilmesi gibi). işte hkp, bu sanatın öğrenildiği okuldur. hkp'nin partilerin yanı sıra, tüsiad, müsiad, tisk, tobb gibi hasımları vardır, ancak diğer örgütler maalesef bir parti değişimine bakarlar...

    3- pkk gerçeği; bize göre amerikancı kürt hareketine karşıtlıktır ki bu konuda fiili, sözlü her türlü saldırıya uğramış bir hareket hkp.

    https://derlenisyayinlari.org/…saldirilari-uzerine/

    1991'e kadar tutuma gelince, hkp anti-şovenist bir örgüt olarak kürt solunun da derlenişini savundu. bu konuda kürt hareketinin derlenişi gerçekleşse dahi, komünist ilkeleri o süreçte savunan grup ile, apocu grubu hep ayrı tuttu. apo'nun cia sosyalizmini (d.perinçek'i) türkiye sol ortamına tekrardan salıvermesini de eleştirdi. yani bu "destek", pkk'nın kötü yanlarını görmeden verilmiş bir destek değil, anti-şovenizm ilkesinin gereği verilmiştir. sonrası zaten ortada.

    12 eylül faşizmini abd'nin harekatı olarak değerlendiren mazlum doğan'ın yazıları okunursa, aradaki fark anlaşılır diye düşünüyoruz. tabii ki önyargısız olmak kaydı ile ...

    yazar yazının sonucunda "mevcut şartlarda" hkp'nin büyüyecek ortamının olmadığını söylüyor. bunun bizce toplum çapında sebepleri de var, bununla beraber biz de kısa vadede hkp'nin kitlelerce anlaşılabilmesini bekleyemiyoruz. öncelikle, bizi bir şekilde doğru gören, hoş gören aydınımız bile yarım anlarken, halk nasıl doğru kavrayabilir? sonrasında, akdeniz medeniyeti kalıntısı roma aydını ortamındayız, her türlü arkadan konuşma, yüze söylememe mevcut. her tabakamıza ve sınıfımıza bu işlemişken, dedikodu yapmayı partiden uzaklaştırma sebebi sayan bir partinin büyümesi için, gerçekten de büyük emekler gerekir.

    son olarak, aslında bu eleştirinin eleştirisini yazmak için yoldaşlarımızın çalışmalarını bekledim. eminim kendileri de bir çalışma ile cevap vereceklerdir (lakin susuşa getirmek en uyuz olduğumuz mesele). dolayısıyla kaan arslanoğlu da rahatsız olup yazmış, eksiği ile de olsa. tek dileğimiz var hep dediğimiz gibi, anlaşılmak. umarız düşüncelerimiz değerlendirilir.
  • abc gazetesinde söyleşisi yayınlanmıştır. söyleşi edebiyat ve güncel siyaset ağırlıklıdır.

    söyleşinin linki
  • her şeyi bildiğini sanan, dünyadaki herkesin geri zekalı, kendisinin akıllı olduğuna inanmış bir yazar. bence bir deli, ama deli olup olmadığı kendi uzmanlık alanına giriyor, meslektaşları doğrusunu bilir...

    bir de, zaman zaman hükümetin fonladığı aydınlık'ta yazı yazıyor galiba. allah tamamına erdirsin, kadrosunu da alır inşallah.
hesabın var mı? giriş yap