• edebiyat alanında kalıcı olacağını düşündüğüm, iyi yetişmiş genç bir yazar-şair. 1988 doğumlu. istanbul kültür üniversitesi türk dili ve edebiyatı bölümünü bitirmiş. yakında ilk kitabının yayınlanmasıyla adını daha çok duyacaksınız ama kendisi zaten halihazırda kayda değer bir kitleye sesleniyor. kendine özgü tarzıyla internette ve dergilerde yazdıklarıyla, ayrıca konuşmaları, konferanslarıyla binlerce okura erişmiş durumda.

    2010'da, yani demek ki 22 yaşında, pera sanat dergisi tarafından en iyi şiir ödülü verilmiş kendisine. aynı yıl "kalbe yürü'' adlı hikâyesi 2010 yılı istanbul sanat dergisinin düzenlediği yarışmada en iyi öykü seçilmiş. hikâyeleri ve diğer yazılarında alışılmış kalıpların dışında; eskiyle yeniyi, doğuyla batıyı harmanlıyor.

    hakkında derlediğim diğer bilgileri de aktaracağım. ama böyle insanlar görünce (ki insan kendisiyle kıyaslıyor ister istemez) aklıma gelen ilk soruyu ona da buradan yöneltmek istiyorum: "abi senin bir günün de biz sıradan dünyalılar gibi 24 saat mi? emin misin?"

    öğrenciyken okulla ve öğrencilikle ilgili yaptıkları:
    -türk dili ve edebiyatı bölümü öğrenci temsilciliği
    -fen edebiyat fakülte başkanlığı, başkan yardımcılığı ve öğrenci konseyi başkanlığı
    -üniversitenin kurumsal iletişim biriminde kordinatörlük
    -(dikkat) psikoloji alanı üzerine yandal öğrenimi
    -üniversiteler arası sosyal etkinlik platformu dahilinde yöneticilik ve edebiyat-psikoloji üzerine araştırmalar
    -iskender pala'nın şah ve sultan eseri ile ilgili lisans tezi

    öğrenciyken okul dışında yaptıkları:
    -çeşitli dergi ve bültenlerde ilk şiir ve hikâyeler
    -müjdat gezen sanat merkezi'nde tiyatro ve sahne sanatları bölümünde tiyatro ve oyunculuk eğitimi
    -trt'de yapımcı asistanlığı

    mezuniyet sonrası:
    -fatih sultan mehmet üniversitesi'nde eski edebiyat üzerine yüksek lisans eğitimi
    -paralel olarak, yıldız teknik üniversitesi'nde pedagolojik formasyon eğitimi
    -alfa yayınları'nda editörlük
    -lotus dergisi ve küçükçekmece gazetesi'nde köşe yazarlığı
    -ve üniversite kulüplerinde, çeşitli derneklerde davet üzerine gerçekleştirdiği, gerçekleştirmeye devam ettiği konferanslar, söyleşiler

    yolu açık olsun...
  • kâfidir

    sen, bana kâfisin
    gözlerinin kahvesi, gözlerimde pişene dek,
    hayalin, gözlerime kâfidir
    meğer, karla karışık yağan şey
    özlemekmiş sadece...
    başka söze ne hâcet
    özlemek bana kâfidir
    yarınlar güzel olana dek,
    anılar sevincime kâfidir
    ellerimi ikindi buzlarına sürdüm,
    dilimde melez şarkılar büyüttüm
    dışımı titreten bu kışı,
    içimde bir güzel dövdüm
    fındık çiçeklerini düşüne düşüne
    sirkeciye kadar yürüdüm
    bu eski trende,
    bu kadar üşümek,
    bugün için,
    tenime kâfidir...
    kaan murat yanık``
  • "gördüğüm tüm rüyalar, senin göremediğim yüzünün hâlleriydi. ben düş görsem sen mutluydun, kâbus görsem bilirdim ki hüzünlüsün yine, bu gece..." kaan murat yanık
  • türk edebiyatın son dönemlerde dikkat çeken önemli simalarındandır.. bence kaan murat yanık'ın hazırlayıp sunduğu 'edebiyat kokusu' türk televizyonlarındaki en kaliteli en dolu programlardan biri her şey bir kenara bu adam 24 yaşında ve yaşından beklenmeyecek derecede dolu, entelektüel bir adam. bir edebiyat öğretmeni olarak kaan murat yanık'ın yazıları, düşünceleri ve yaptığı program önünde saygıyla eğiliyorum. yeni nesile örnek olduğunu ve edebiyatı insanlara yeniden sevdirdiği biliniyor. kaan murat yanık'ın 'edebiyat ülkesi've'edebiyat devrimi' yazılarını okumanızı şiddetle tavsiye ederim. üstte orhan veli ile ilgili sembolist meselesine gelince,

    "hiçbir şeyden çekmedi ayağındaki nasırdan çektiği kadar" diyen orhan veli'de bir sembolizm görebiliyoruz aslında. ama bu sembolizm belki de görünmez bir hüviyete bürünmüş şekilde. yani görünmez bir şekilde ortaya çıkıyor.

    orhan veli'de sembolizmin görülmesi son derece doğal bir olgudur. her şeyi dipnotlara akademik verilere bağlayan bir bilim değildir edebiyat. kaldı ki "hiçbir şeyden çekmedi ayağındaki nasırdan çektiği kadar" ibaresinde sembolizmin etkisi açıkça görülür. kaan murat yanık'ın bu tespitine tamamen katılıyorum. umarım yaptığı programın bininci bölümlerini görebiliriz, buna ihtiyacımız var. kaan murat yanık bence türkiye için, türk edebiyatı için büyük bir değerdir. ve inanıyorum ki önümüzdeki 50 yıla damgasını vuracak bir kaç isimden biridir.

    ebediyete kadar, edebiyat olsun
    edebiyat, edepsizleri hep sustursun
  • edebiyat kokusu isimli başarılı bir tv programı ile anılan genç edebiyatçı. sanırım edebiyatı tv'de bu kadar farklı yönleriyle ele alan başka bir program yok. yazdıkları ve söyleşilerine bakılırsa iskender pala'nın da onu yardımcısı olarak seçmesine şaşmamalı.
  • kendisini daha iyi ifade edebilmeye başlar ve aklındaki yeterli bir biçimde yansıtmayı başarabilirse kendisinden çok ümitli olduğum çıtır yazar-şair-edebiyatçı kişilik. yolu açık olsun.
  • edebiyatımızın son dönemlerde umut vaad eden
    şair- yazarlarındandır. istanbul-sanat dergisi tarafından en iyi öykü ödülünü almıştır. bir çok edebiyat dergisinde şiirleri, öyküleri, denemeleri yayınlanmıştır. (itibar, eskader, varlık, kültür mafyası, dil ve edebiyat ) edebiyat kokusu, pandomim isminde iki tv programı, karamela sepeti ve divan isminde iki radyo programını hazırlayıp sunmaktadır. edebiyat kokusu programı gaziantep hasan kalyoncu üniversitesi ve yeditepe üniversitesi tarafından 2012 yılının en iyi kültür-sanat programı ödülünü almıştır.
    yurtiçi ve yurtdışında bir çok üniversite ve dernekte konferans vermiştir. eylül ayında kitabının çıkacağı ile ilgili söylentiler var.

    kar öyküsü edebiyat dünyasında büyük ses getirmiştir. asagida yayinliyorum. genc yazarimiza basarilar diliyorum. yolun acik olsun guzel kalpli insan...

    -kar-
    sabah ezanı okunmaya başladı mı, 1985 model mavi vosvosumun altından çıkar, uyuşuk uyuşuk en yakınımda olan çöp kutusuna doğru yürürüm. güneşin portakal lokmaları daha dökülmemiştir pencerelere, biraz kulak kabarttığımda patlayan uyku baloncuklarını, zır zır öten son moda alarm seslerini, bazen de sosyete olduğunu tüm kadıköy'e ilan eden teyzenin son ses çaldığı beethoven'ı, chopin'i duyarım. bir de bana musallat olan şişko bir kedisi var ki sormayın, kadın hergün paket paket mama taşır da doyuramaz bu tüy torbasını. adını da çarliston koymuş sosyetik teyze. ne çarlistonu, bildiğin patates. ne zaman ordan geçsem cama çıkıp, kur yapar bana. tabi pek yüz vermem..
    neyse, aşağı sokakta sabahın ilk demlerini efkârlarıyla kuşatanlar vardır, tek tük. sigaralarını içip, uzakları izlerler, her zaman uzakları... esasen pek yakınlarındadır dertleri ama gözler uzaklarda daha bir mesut olurlar, bilirsiniz. he akşamdan kalma kanlı gözlerle, telefonla konuşan âşıklar da var tabi, fısır fısır... sevgililerine beni anlatıp dururlar, eminim maymun gibi anlatıyorlardır. ''ay burda bir kedi var, çok şirin.'' duymamazlıktan gelirim, bilirim ki konuşacakları konu bitmiştir, bana sarıyorlardır. canları sağolsun, ara sıra camdan yiyecek bir şeyler de atsalar hiç fena olmaz yani.
    çöp kutusunun olduğu sokak, camiye çıkar. üç beş yaşlı amca, sabah namazlarını eda edip, tekrar uykularına yollanırken, öylesine bir bakarlar yüzüme. ben de pek aldırış etmem. ''allah kabul etsin amcalar'' diyemeyeceğime göre..''
    biz kedileri pisboğaz olarak tanırlar insanlar, adımız çıkmış bir kere. insanlar, nerde çöp kutusu görseler, orada mutlaka kediler var diye veryansın ederler de hiç düşünmezler, elde yok avuçta yok, sokak kedisiyiz bir kere, çarliston şişkosu gibi kapağı atamadık ki bir eve. biz de isterdik sıcak kalorifer peteğinin üstünde tüneyip, camdan dışarısını izlemeyi amma gel gör ki, kader. olsun her işte bir hayır var.
    hem şöyle bir şey de var ki, dünya garip bir dünya, bazı arkadaşlarım ziyaretime gelirler uzaklardan. anlattıklarına göre öyle yerler varmış ki, kediler çöp kutularını insanlarla paylaşırlarmış. aslında biz kedilerin çöpleri karıştırdığımızdan rahatsız olacakları yerde, insanların çöp karıştırmalarından rahatsız olsalar ne güzel olur.
    çöp kutusunun arkasındaki apartmanda bir de köpek oturur. adı haydut, başımın belası. her sabah ben kahvaltımı bitirene kadar havlayıp, burnumdan getirir, kahvaltımı. yediğimden de bir şey anlamam onun yüzünden. geçenlerde parkta karşılaştık bunla, karşısına çıkıp derdin ne yavrum, sorunlu musun her sabah, her sabah bağırıp duruyorsun diyecektim de malum sıkletimiz farklı, mazallah kafası bozulur, mozulur veteriner eline düşmeyelim.
    her sabah yakındaki çöp kutusunun menüsüne bakarım, ne var ne yok diye. menüyü beğenmezsen bir alt sokaktaki çöplere giderim. ekseriya, önlerinde pahalı arabaların olduğu apartmanların çöplerini tercih ederim. ya da yeni evlenmiş çiftlerin pencere diplerini. cicim ayları olduğu için gereğinden fazla abur cubur, çikolata, envai çeşit yiyecek alıp, yarısını bitirmeden çöpe atarlar, bana da ziyafetin kapısı açılır.
    o gün yine menüyü beğenmeyip, sahile inen yokuşun başındaki çöp kutusuna gittim. ton balığı, tavuklu sandviç, tarihi geçmiş kedi mamaları... zenginlerin çöpleri de başka oluyor canım. hemen davranmadım yemeğe, her ne kadar sokak kedisi de olsak, yemek adabını bilirim. büyük dedem osmanlı zamanında bir paşa'nın köşkünün kedisiymiş. paşa ölünce, dedem de sokakta bulmuş kendisini. ezelden sokak kedisi değiliz anlayacağınız, görmüş geçirmişliğimiz var. babam övünüp dururdu büyük dedemle. ama onun da ömrü bu sokaklarda geçti. hem anne tarafından ankara kedileriyle de akrabalığım var. annem ankara'da yaşıyormuş, memur bir ailenin yanında. bu aile kadıköy'de tanıdıklarını ziyarete gelmişler bir gün. annem orda görmüş babamı, hemen âşık olmuş, aylardan mart! babam da alıp kaçırmış. sonraları çok pişman olmuş tabi lâkin iş işten geçmiş.
    neyse yemek adabı diyordum, evvela süt kutularının diplerini güzelce ağzımdan geçirdim, ardından kedi maması çikolatalı olanından, en sonunda da ton balığı. tam karnım doydu şöyle gölgelikte bir yerde mayışayım diyordum ki...
    onu gördüm. boynunda eflatun renk kurdele, upuzun beyaz tüyleri ve kehribar sarısı gözleri... masallardan fırlamış gibiydi, ah o ne çalım, o nasıl bir kuyruk sallayıştır. çarliston da kedi bu da öyle mi ?
    bu başka bir şey. mitolojik bir hayvan gibi.
    şuurumu çöp kutusuna atıp, şuuru noksan olarak peşine takıldım. kim demiş kediler parfüm sürmez diye. ah bu ne koku...
    tüm balıklar kokularının boynu büküktü artık, bu kokudan sonra..
    ve tüm kediler mânâsızlaşıyordu, gitgide.
    yanında, gözlerinde kocaman gözlükleri, kulaklarında aynı oranda büyük kulaklığıyla sahibi... besbelli sabah gezintisine çıkmışlardı. yürümeye devam ettim. beni görmüyordu, patileri ışıl ışıl parlıyordu, gözümü aldı. peşlerinden sahile indim. kim demiş kedilerin kalbi olmaz diye, tüylerimin titreyişini görseniz, aynı anda çalınan yüzlerce davul var sanki içimde. o an neler düşündüm, neler. desem ki ver patini bana, şöyle uzaklara gidelim. belki sokaklarda beraber yatarız, çöplerden besleniriz ama seni çok severim, acaba ne der? tam kafam bu düşüncelerle köpürürken, sahibi bir anda ''hızlı yürü snow''dedi. adı snow'du, kar. yazın ortasında başımda kutup rüzgarları estiren kedinin adı başka ne olabilirdi ki.. ama ben, snow değil, kar diyeceğim ona. onlar yokuşu bitire dursun, ben ''kar''la ilgili şiirler yazmaya başlamıştım bile. arkamda ritmi benim yürüyüşümle aynı olan ayak sesleri duydum, en başta ehemmiyet vermemiştim lâkin uzun süredir kulaklarımdaydı bu ses. hafifçe döndüm arkama, bir delikanlı kar'ın sahibi olan kızla aynı yaşlarda. belli ki o da aynı derde düşmüş. pek bir sevdim keratayı. süslü püslü zengin çocukları gibi giyinmemişti, bana benziyordu, biraz... hep beraber sahildeki yürüyüş yoluna vardık. kar ve sahibi, başka bir delikanlı ve yanında kedisi... kız çocuğa sarıldı, kar da çocuğun kedisinin yanına gitti. arkamdan gelen delikanlı sırtını duvara yasladı, göğsünü iki kez havayla doldurup, geri püskürttü. ben de aynen katıldım, dostuma. yanına sokuldum, gözlerinde hüznün en ihtişamlı tonları dönüyordu. belli ki içindeki kum saati, ters yüz olmuştu. hafifçe başımı okşadı. eyvallah dedim içimden, o önde ben arkada yokuş yukarı geldiğim yere doğru yürüdük. pek konuşmadık, o başka yola saptı, dönüp hafifçe gülümsedi. gülüşünün gözeneklerinde çatırdayan binlerce hüzünle. vosvosumun altına geri dönüyordum ki, baktım çarliston yine pencerede. hafifçe gerdan kırıp, gözlerimi kıstım. baktım camı tırmalıyor, zavallı. sâkin ol dedim. sahildeki çöp kutusuna bir daha gitmeyeceğim.
  • "edebiyat kokusu" adlı programının nesimi bölümünü biraz seyrettim. "nesimi hakkında konuşmak bizim haddimize değildir." demesi gerçekten hoş. çünkü konuğu ile söyledikleri ansiklopedik bilgilerden ve şairin meşhur mısraları üzerine tekrarlardan ibaret. merak ediyorum nesimi divanı'nı bir kerecik olsun baştan sona, anlayarak okumuş mudur? yaptığı program, sokaktaki vatandaşa belki edebiyatımızdaki isimleri tanıtmakta yararlı olur ama tde öğrencilerinin ve robert escarpit'in okumuş kitle dediği nitelikli okurun bu beyden öğreneceği fazla bir şey yok.

    adı geçen program: https://www.youtube.com/…r_embedded&v=mwes9a56c-i#!
  • genç yazarımız 'narayan' isimli hikâyesi ile 2013- mumbai edebiyat festivali'nde
    en iyi hikâye ödülünü almıştır. başarılarının devamını diliyorum kendisine, kişiliği ve yazdıklarıyla benim için haylice umut vaad etmekte... işte ödül alan o hikaye;

    -narayan-

    güneşin tüm kızıllığını ve kızgınlığını bir sünger gibi emip, siyah gövdesinde toplayan, üstünde, sağında, solunda, içinde kaynaşan insanların esmer tenlerine dağıtan büyük ingiliz yapımı tren mumbai’ye hareket edecekti. trenin her hücresine dolan ekşi ter kokusu, trenin yarı aralık duran camlarında kırılarak dışarı süzüyordu.

    annelerinin omuzlarından bellerine kadar çaprazlama bağlanmış, kuşaklarının içinde etrafı şaşkın gözlerle temâşa eden esmer çocuklar, ağır ağır yürüyen kalabalağın içinde daha da küçülen yaşlılar, yolculara sıcaktan eriyip, kokuşmuş, baharatı bol yiyecekeri satmaya çalışan ısrarcı satıcılar, trenin tepesine kedi gibi tırmanan yüzlerce insan, bu hengamede burnundan düşen hızmasını eğilip arayan bir genç kız ve işlemeli kırbacını rastgele kalabalığa sallayan yüzlerinin kanı çekilmiş, üç- beş ingiliz subayı…

    rameş ve çetan trenin üçüncü vagonunun üstüne oturmuş, yanlarındaki yaşlı adamın yükünü halatlarla bağlamasına yardım ettikten sonra, müşterek bakışlarla, aşağıdaki curcunayı izlemeye koyuldular. rameş ingilizlerin yıllardır sömürdükleri hindistan’ın, yine ingilizlerin hintlileri sömürmek için onlarcasını kurdukları fabrikalarından birinde çalışıyordu, bir hafta evvel öğle yemeğinin tepsisini taşırken, yanlışlıkla omzuna çarptığı bir ingiliz askeri tarafından önce feci bir şekilde dövülmüş, ardından da karın tokluğuna çalıştığı fabrikadan kovulmuştu. yanında oturan arkadaşı çetan’ın babası, ingiliz karargâhında onlara rehberlik, çoğu zamanda ingilizlere karşı gizli gizli kurulan hintlilerin direniş örgütleri hakkında bilgiler getiren bir casustu. çetan, babasının yaptığı işi içine sindirememesine rağmen, etrafında çınlayan açlığı, sefaleti gördüğünden babasının bu işi yapmasına fazla ses çıkaramıyordu. rameş ile çetan çocukluklarından beri beraberdiler, hindistandaki diğer çocuklardan farklı olarak, çetan’ın babasının kütüphanesinden aldıkları kitapları karıştırılar, sokakta akşama kadar koşturmak yerine dünyanın diğer ülkeleri hakkında malumat edinmeyi severlerdi. çetan’ın babası, hindistandaki özgürlükçü hareketlerin merkezlerinde ele geçirilen kitapları kütüphanesinde toplar, o kitaplar üzerinde ingiltere lehine araştırmalar yapardı. rameş ile çetan bu kitapları okudukça, işgal altında olan ülkelerinin içinde bulunduğu durumun vehametini daha iyi anlıyorlar, hayatlarında ilk kez gördükleri kelimeler üzerinde kafa yoruyorlardı; indépendance, liberte, internationaliste…

    çetan sabahın ilk anlarında, mutfak tezgâhının altında, yan yana sıralanan pirinç dolu dört kavanozdan sağdan ikincisinin dibinde babasının gizlediği paralarını aldıktan sonra, rameş’le buluşup mumbai’ye tren bileti almışlardı. çocukluklarından beri hayalini kurdukları şeyi yapmışlardı, ayaklarıyla değil, tüm kalpleriyle üvey bir özgürlüğe gidiyorlardı. tren paslanmış rayların üzerinde yavaş yavaş kaymaya başlıyor, bacasından çıkan koyu dumanları yolcuları uğurlamaya gelen insanların rengarenk eski kıyafetlerine bulaşyordu. trenin sağında kalan kaldırımda, bir ingiliz subayı tek bacaklı ve yaşlı bir adamın üstüne kırbacı indirirken, yaşlı adam dünyanın tüm dillerinde aynı anlamı ihtiva eden, müşterek bir ses çıkarıyordu… aaah…! bu acının da, zulmün de sesiydi.

    tren üç dört durak geçmişti ki, rameş ve çetan’ın yanında oturan adam titreyen iki parmağının arasına sıkıştırdığı sigarasından derin iki nefes çektikten sonra, dişsiz ağzında döndürdüğü yamuk yumuk bir telafuzla eski bir hint şiiri okudu.

    bir gizli bakış
    bu dünyaya
    35 yıl geriye
    dönmeliyim
    şimdi yıkık
    o evlere
    şimdi yılanlarla çıyanların
    oturduğu
    o ırmak evine
    o yoksulluğa
    bizi birbirimize bağlayan
    o bolluk günlerine
    bizi paramparça etmiş olan.
    çocuğun dünyası bu
    tasasız
    -yalnızca çiçekler, güneş, ay ve peri masalları.

    rameş bu şiiri iyi bilirdi, yaşlı adamın gri gözlerine nefes almadan baktı, bu buruşuk dudaklara, bu dişsiz ağıza bu şiir pek yakışmıştı, sırrı belliydi, bu yaşlı adamın içindeki göğü tutuşturan bir hikâye vardı. rameş adama sorular sorarken, çetan’ın bir gözü onlarda, diğeri karşıdaki vagonun üstünde, gözlerini çetan’a süzen yeşil esvaplı kızdaydı. yaşlı adamın adı herşa’ydı. ingilizler bir gece evlerini basmışlar, iki kızını da alıp karârgaha götürmüşlerdi, adamcağız direnmiş, fakat ingilizler’in elinden alamamıştı kızlarını, bir oğlu günde on altı saat çalıştırıldığı fabrikadaki şartlara dayanamamış, ölmüştü, diğer oğlu da hindistan özgürlükçü hareketi’nin direnişçilere katılmıştı. adamcağız ertesi gün ingiliz karakoluna gidip, kızlarını isteyince akşama bir daha almaya geleceklerini söyleyip kızlarını adama vermişlerdi, ingiliz askerleri akşam bir daha gelmiş, yine kızları götürmek isterlerken kızlardan birisi askerlerin elinden kurtulmuş, bahçede eline geçirdiği tırmıkla bir askeri yaralamış, askerler de kızı orada öldürmüşlerdi. dört beş gün sonra ingilizler yaşlı adamı ve karısını evden atıp, eve yerleşmişlerdi. adamcağız da karısını, kardeşinin evine koyup, hindistan özgürlük hareketi’ne katılmak üzere, oğlunun yanına gitmeye karar vermişti, bu trenle. adamın şiirinin ardından anlattığı hikâyesi, rameş ve çetan’ı pek şaşırtmamıştı, bu tür olayları görüyor, duyuyorlardı. burası hindistan’dı, batılı efendilerinin sömüre sömüre bitiremediği baharat kokan topraklar… bu masal ülkesi, şimdi bir kâbus ülkesi olmuştu, hintliler için. rameş, yüzünü kaşıdıktan sonra, herşa’yı ince ince süzdü.

    -bu yaşlı halinle nasıl savaşacaksın ?

    herşa dişsiz ağzı, avurtları çökmüş yüzüne yakışmayacak bir şekilde güldü,

    -ruhumla direneceğim.

    cevap iki arkadaşı çok şaşırtmıştı, daha fazla soru sormadılar. o an ikisinin de zihnine, özgürlüğün kancası atılmıştı. yaşlı adamın indiği durakta indiler, üçü beraber koyu yeşil ormanda kayboldular. ormanda bir süre ilerledikten sonra uzun boylu, beyaz hint şalına sarılmış bir adam geldi yanlarına. herşa, adama oğlunun adını söyledi ve onlara katılmaya geldiklerini bildirdirdikten sonra, bir saat kadar yürüdüler. bir ırmağın kıyısında bağdaş kurup yemek yerlerken, rameş onları karşılayan adama sordu,

    -görüyorum ki silahsızsınız ve herşa bize yolda silahsız direndiğinizi anlattı, bu nasıl olur?

    uzun boylu adam; -adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız. alkışlar önüne kansız elle çıkınız.

    bu cümle herşa, rameş ve çetan’a yabancı gelse de tüylerini ürpertmişti, bir anda. rameş, çetan’ın yüzüne bakıp, ince bir tebessüm ettikten sonra sordu,

    -çok güzel bir cümle, sahibini merak ettim

    uzun boylu adam elindeki ekmeğini yere bırakıp, parmaklarını iç içe geçirdi, rameş’in yüzüne yüz hatları yumuşamış bir şekilde baktı.

    -sizi bu sözün sahibinin yanına götürüyorum, gandhi’ye… özgürlüğümüze…

    -peki silahsız, şiddetsiz nasıl kazanılır özgürlük? dedi, rameş.

    uzun boylu adam gandhi’nin bir sözünü daha fısıldadı.

    -sevgi insanlığın, şiddet hayvanlığın kanunudur, biz insanız…
  • 'kalküta' isimli şiir kitabı çıkmıştır. kitabın ilk baskısının 2-3 gün içinde tükenmesi, ''bu ülkede şiir okunmuyor'' tezini sarsmıştır.
hesabın var mı? giriş yap