• korkusundan okulunun önünde eli silahlı polislerin durmasına izin veren müdüre sahip okuldur. lise lan orası allahsız! lise öğrencileri onlar! bu kadar mı korkuyorsun öğrencilerinden. utan kendinden!

    kadıköy anadolu lisesinde okuyan öğrencilerin üst akla ihtiyacı yoktur, olmamıştır hiç bir zaman. protesto haklarını kullanıyorlar, oturuyorlar ve yazılı demeç veriyorlar. siz ise karakterleriniz yerine giydiğiniz polis üniforması ve insanlık yerine taktığınız silahlarınızla, özgürlüğü, bireyselliği, aklı engellemeye çalışıyorsunuz.

    diren okulum. diren okuldaşlarım. bunların hepsinin hesabı elbet sorulur.

    edit: şu güzelim okulun başlığına girip şükela yapınca en üstte bu entry çıkıyormuş, yeni fark ettim. ne kadar acınası bir durumdur bu.
  • tomalı, çevik kuvvetli fotoğraflara bakıp içimin acıdığı canım okulum.

    bu çocuklar büyüklerinin cesaret edemeyeceği bir şey yapıp önce oturma eylemi başlattılar ve büyük ses getirdi. disiplin tehditine rağmen geri dönmediler. ertesi gün okul yönetimi tarafından sorguya alındılar, üstelik bu sorguda kendi akılları, düşünceleri ve kimlikleri hiçe sayılarak "sizin üst aklınız kim" diye soruldu. yahu anlayın, bu çocukları birilerinin yönlendirmesine gerek yok! onları yönlendiren zaten bu okulun oturmuş ruhu ve bilincidir! onlara bu ruhu ve bilinci verenler de gitmeleri emredilen öğretmenleridir, tabii ki karşı çıkacaklar ve izin vermeyecekler! öğretmenlerin yeterli olduğunu savunmuyorum; benim zamanımda da kadronun tamamı harika öğretmenlerden oluşmuyordu. ancak unutulmaması gereken şudur ki, bu okulda en yetersiz sayılabilecek öğretmen bile sizi hayata hazırlamak için çırpınmaktadır; çünkü, kal ruhu sadece öğrencilerde ve mezunlarda bulunan bir şey değildir!

    geçen hafta mezunlar da öğrencileri yalnız bırakmadı ve çıkış saatinde buluştular, "asla yalnız k.al.mayacaksınız" pankartlarıyla. evet, tanıyalım veya tanımayalım kadıköy anadolulu/maarifli herkes bizim kardeşimizdir. okula toma girdi, okula çevik kuvvet girdi! bir liseye! üniversitelere bile girebilmesi apayrı bir sorunken, daha reşit olmamış yüzlerce çocuğun arasına girdi!

    bu kadar mı korkuyorsunuz? tamam anladık, bu ülkede ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü hep hiçe sayıldı. ama bu çocuklar, mezunlar, veliler kamu düzeni bozacak bir şey mi yaptı? kamu güvenliğini oturarak, alkış tutarak tehdit mi ettiler? barışçıl bir şekilde eylemlerini yapmadılar mı? şimdi sizin uyguladığınız bu yöntem ölçülü mü?

    benim içim acıyor, ellerinizi lisemin üstünden çekin!
  • yapılan aşağılık uygulamaları savunmak için, solcu zorbalığı kılıfı bulunmuş bu sefer de. sanki bilmesek her köşe başını imam hatipe çevirdiğinizi inanacağız.

    anlamadığım şu ki; insan ne ister, kendi çocukları, gelecek nesillerimiz okusun adam olsun güzel hayatlar yaşasın ister. güzel şartlarda yetişsinler, onlar da kendi çocuklarına güzel bir ülke emanet etsin ister.

    siz istiyorsunuz ki, kendi üç kuruşluk çıkarlarınız uğruna; çocuklarınız dil bilmeyen, işsiz ve vasıfsız imam ordusu olsunlar. hatta başkalarının çocukları da imam olsun. kimse okumasın; doktor mühendis olmasın. bilim adamı çıkmasın, sanatçı yetişmesin. orman kanunlarıyla yaşayalım, bunun güvencesi hakim avukata da ihtiyaç duyulmasın. iyi alıştınız bu maduriyet palavralarınızı çeşitli kılıflarla savunmaya.

    dokunmayın artık şu ülkedeki güzel şeylere. siz nasıl insansınız da insanlığa dair güzel olan herşeye karşısınız, tepkilisiniz.

    daha önce de söylemiştim, liselilerden korkacak hale düştüyseniz; az kaldı bu sefer hangi hocaefendinin koynunda geleceklerimizi bok edeceksiniz.
  • annemgillerin "oğlum almanca öğrensin de ingilizceyi nasıl olsa öğrenir" diyerek beni yollamadıkları uktesi büyük okul.

    peki deydi mi yani günün sonunda spreche ich deutsch?

    nein amına koyim.
  • bindokuzyüzseksendokuz senesinde ilk ve tek tercihim olarak kazandığım, yedi sene yatılı okuduğum ve mezun olduğum yuvamdır. benim zamanımda ilköğretim beş yıllıktı, anadolu liseleri/kolejler yedi, bazen sekiz yıllıktı ve tercihleri konusunda garip bir sınırlama vardı. ya kendi il sınırlarınız içinde bulunan bir anadolu lisesini, ya da üç büyük ilde bulunan bir anadolu lisesini tercih edebiliyordunuz. o sıralar bandırma'da oturduğumuzdan ve balıkesir'deki anadolu lisesinin* yatılısı olmadığı için sike sike istanbul, sike sike kadıköy anadolu lisesi gibi bir tercih yapmak zorunda kalmıştık.

    başarılı bir öğrenciydim, 83/100 net ile kazandım. ama unuttuğumuz, daha doğrusu bilmediğimiz birşey vardı. pansiyonu ücretliydi kadıköy anadolu'nun. halbuki devlet parasız yatılı sınavına girseydim pansiyona da ücret vermeyecektik. bu yüzden bir buçuk sene pansiyon ücreti ödedikten sonra bahsettiğim sınava girdim, kazandım, parasız yatılı oldum. ( parasız yatılı olmanın avantajlarından biri de her ay okulun nemrut muhasebecisine gidip devletimizin bize layık gördüğü cüzi bir miktar cep harçlığını haketmek ve tabi ki tamamen ücretsiz sağlık hizmetiydi. ki ikincisini sonuna kadar sömürdüğümü itiraf etmeliyim. )

    kopmayalım, kayıt gününden bahsedelim kısaca. günümüzde saçmalık derecesine varan "bağış" muhabbeti o yıllarda da vardı ve sınavı kazanıp çocuğunu kaydettirme hakkını kazanmış veliler teker teker bir odaya alınıp ne koparsam kardır mantığıyla senetler imzalatılmaktaydı. ortama hakim bir ikiyüzlülük sonucunda odaya giren herkes çıktıktan sonra kendisinden sonra gireceklere tüyo vermek yerine "eh verdik birşeyler" deyip gidiyordu. ne kadar verdik bilmiyorum ama babacığımın suratının odadan çıktıktan sonra baya bi asık olduğunu net bi şekilde hatırlıyorum.

    kayıt/bağış faslı bittikten sonra iş yatakhaneye yerleşmeye gelmişti. enkaz halindeki dmo dolaplarından birine anneciğimin üzerine adımı işlediği iç çamaşırlarımı, lacivert ceket, gri pantolon, ecevit mavisi gömlek ve lacivert kal logolu kravattan oluşan ünifromamı, hazırlığı geçip orta bir okuyacak bir çocuktan aldığımız ikinci el ders kitaplarımı, diş fırçamı, sabunluğumu vs. yerleştirmeye çalışırken ömür boyu yanımda olacak dostlarımla tanışmaya başlamıştım bile.

    annem babam ve kardeşim akşam üstü dört gibi arabamıza binip giderken el salladım arkalarından. yüzüm gülüyordu. mutluydum. onlar okulun kapısından çıkar çıkmaz başlayacak ve bir sene boyunca akacak gözyaşlarımdan habersizdim çünkü.

    ağladım, bir sene boyunca her gün ağladım, bütün okulun maskarası/maskotu olmak pahasına ağladım. haftalık harçlığımın neredeyse tamamını orta jetonlara harcıyordum. her teneffüs annemi arayıp beni bu okuldan almalarını söylüyordum ağlayarak.

    almadılar. direndiler. (yıllar sonra anneme bunları hatırlattığımda anladım çektirdiğim eziyetin ve gösterdikleri sabrın boyutunu. meğersem bana telefonda dayanmamı, sabretmemi söyleyen o taş kalpli annem ve babam ben telefonu kapatır kapatmaz hüngür hüngür ağlamaya başlarlarmış her seferinde)

    önümde geçmem gereken bir hazırlık sınıfı ve sınıfa girer girmez ingilizce konuşmaya başlayan iki tane nemrut kadın vardı.*` : tangül gücenmez kural`

    hazırlığı salya sümük geçtim. beni bütün okul "ağlayan çocuk" olarak tanıyordu artık. hatta bir kere füsun esin beni kucağına oturtmuştu teselli etmek için. yıllar sonra ilk masturbasyonumun fantazi nesnesi olacağından habersiz...

    orta bir'de küheylan'dan ilk zayıf notumu getirdim karnemde. bir çağın bitişi yeni bir çağın başlangıcıydı o zayıf. yine orta bir'de bıçak gibi kestim ağlamayı şu diyalog sayesinde:

    etüt abisi: niye ağlıyosun lan sen?
    prospero: ailemi özlüyorum abi.
    etüt abisi: ulan salak! sen nerede olduğunun farkında değil misin? burası kadıköy anadolu lisesi...şurası moda, şurası bahariye...çık gez dolaş istediğin gibi.
    prospero: ....
    etüt abisi: ailenin yanında olsan istediğin anda istediğin şeyi yapabilecek miydin?
    prospero: ...........
    etüt abisi: siktir git gözüm görmesin!

    ilk biramı orta bir'in son günü içtim. hiç bişey olmamıştı ama sarhoş taklidi yaptım. sarhoş olmak cool birşeydi.

    orta iki'de ilk kez disipline gittim yatakhanede kağıt oynamaktan
    orta üç'te ilk kez aşık oldum deliler gibi.

    liseye geçtiğimizde bizi kredili sistem bekliyordu ve ne olduğuna dair hiçbir fikrimiz yoktu. türkçe/matematik (şimdiki sistemde eşit ağırlık) seçtim. okulun ilk haftası vazgeçip fen/matematiğe geçtim. lise son'da türkçe/sosyal'e geçip üniversite sınavına yabancı dil'den girdim.

    lise hayatımın tümünü burda anlatmaya kalkmam üç yılımı beraber geçirdiğim kardeşlerime büyük haksızlık olur. çünkü her gün ayrı bir hikayeydi. ama şu kadarını söyleyeyim: otuz üç tane nurtopu gibi kardeşim oldu benim. darısı başınıza.

    lise iki'de etüt abisi olduk.
    lise son'da aşık olduk hepimiz, çok aşık olduk, aynı kıza aşık olduk, devrime aşık olduk.

    aradan 12 sene geçti. şu yaşımda beni yatakhaneye soksanız sırıtmam.
    kadıköy anadolu lisesi bize biçilen ömür içinde bambaşka bir ömürdür. yaşa yaşa bitmez.
  • zamanında bu okuldan mezun oldum. pansiyonda yani bizim deyişimizle yatılı öğrenciydim. çok iyi niyetli bir çocuk olmamdan ötürü sağlam zorbalığa maruz kaldım. o zamanlar telefon, kamera, ınternet bu kadar yaygın değildi. üst dönemlerden az mı tokat yedik, az mı zorbalığa uğradık.

    bir gün hiç unutmam, eve geldim. dustan çıkmışım, evde atletle geziyorum, annem kollarımda morluklar gördü. ne olduğunu sordu, ben de üst dönemler yumruk attı demiştim. annemin başından aşağı kaynar sular döküldü, şu anda bunu yazarken bile içim gidiyor. neyse ailem, yurt müdürüne gidecek şikayetçi olacaktı ama ben istemedim. başka bir öğrencinin ailesi şikayetçi olmuştu ve çocuğa üst dönemler 'ispiyoncu' diye daha ağır zorbalık uygulamışlardı. bana da aynısını yaparlar diye korktum.

    gel zaman git zaman, hala yediğim tokatları, yapılan zorbalıkları unutamıyorum. yurt yönetimi, okul aile birliği, belletmenler, öğretmenler, müdür ve yardımcıları hepsi ne bok döndüğünü biliyorlardı ama umurlarında değildi.

    haberlerde gördüm, okulu yıkmışlar. proje okul vs bir şeyler diyorlar. çok mutlu oldum, bakın kaç yaşına geldim ama o insanlara hakkımı helal etmiyorum. bre annesi belli olmayanlar 14 yaşında çocuğun kolunu morartmak nedir? şimdiki aklım olsa tüm yasal yolları kullanırım, bana zorbalık yapan 16-19 yaş arası tiplerin hepsinin ebesinin amina tersten girerim. anne babam bilemedi, benim lafımı dinledi. iyiliğimi istediler, asla şüphem yok.

    neyse, elbet bir gün hesaplaşacağız. 14-15 yaşında çocuğa zorbalık yapan ve buna göz yuman herkesten hakkımızı soracağız. okulu yıkmışlar aşırı mutlu oldum. eğitimmış, kültürmüş, aydın gençler vsvs hepsi yerin dibine batsın. okulu yıkmışlar, çok mutluyum.
  • yasalarla kılıf bulunan bu ve benzeri zorbaliklar akp nin imza hareketi oldu artık. geçti o günler diyen eziklere şunu soyleyeyim; o günler daha yaşanmadı bile. zorbalığınız ve nobranlığınız ile sadece ateşin altını harlıyorsunuz.
  • az önce nedense kendisiyle ilk karşılaşmamızı yad ettiğim lisem.

    kayıt günü müşkülpesent ve burnu havada bir ergen olarak annemle beraber ilk adımı attığımda bomboştu okul. o zamana kadar sadece dershaneye gelmek ya da nadiren moda'da ailemle vakit geçirmek için ziyaret ettiğim kadıköy benim için farklı bir sıfata bürünüyordu artık. bürünmeliydi. bürünecekti. tam anlamıyla hiç görmediğim fakat ilk gençlik yıllarımı onunla geçirmeyi düşlediğim mekteb-i sultani'yi düşündükçe daha da yavanlaşıyordu gözümde bu boş ve geniş, bu soluk ve loş okul. ilk kabullenişi okulu gezerek yaşamaya karar verdim. içinde ufak bir tur attım. koridorlar geniş ve mavi, tuvaletler soğuk ve ilkeldi. 5 yıl boyunca yalnızca bir kere yürüyeceğim bir yol buldum yapraklarla dolu. meraklı, sakin ve yalnızdım. gereksiz büyüklükteki bahçeye inen gereksiz genişlikteki merdivenlere ulaştım. önümde uzanan alan etkileyiciydi. belki de ilk defa okulumla o an övündüm. geniş bir yüzölçümüne sahip olduğu için bir okulla övünmek şimdi düşününce fazlasıyla saçmaydı. ne kadar da farklıydım, ne kadar da aynıydım. geniş bahçenin sonuna kadar yürümeyi gereksiz buldum. ilerisinde ne bulabilirdim ki? belki de üşenmeyip yürüseydim kendimi bir sütunun ardında gizlice fakat sakin ve biraz da acemice sigara içerken görebilecektim. biraz ilerde kendimi bir grup insanın içinde gülüşürken ve biraz daha ileride yine aynı grup insanın içinde fakat tek başına müzik dinlerken bulabilecektim. kürsünün üstüne baksam bir duvara sırtını vermiş, bir ağacın gölgesinde kitap okuyan biri olabilecektim. o geniş bahçenin aşklarıma, acılarıma, sevinçlerime, hüzünlerime, gülüşlerime ev sahipliği yapacağı gelir miydi aklıma? yürüseydim görecektim belki de. bense geri dönmeyi, ayaklarımın altında en çok çıtırdayacak yapraklara basarak mavi duvarlara doğru ilerlemeyi seçtim. okul genişti. ben yalnızdım. bu genişlik ve bu yalnızlık içinde huzur ve merakla doluydum. geçmişi sadece geçip gittiği ve ulaşılmaz olduğu için mi özler insan? peki ya ben neden hiç özlemiyorum? ah, ne kadar da çok özlüyorum.
  • 93'de mezun olduğum, şu günlerde akp'li itlerin yemeye çalıştığı güzel okulum.

    daha dün itin biri tv'de konuşuyordu. yok 10 seneye süper güç olacakmışız da... ama kenetlenmemiz lazımmış da... birlik ve beraberliğe ihtiyacımız varmış da...

    birincisi, nah olursun süper güç falan, ıslak rüyalar görme boşuna.

    ikincisi, senin gibilerle kenetleneceğime kobra yılanıyla kenetlenirim daha iyi. siktir git.
  • türkiye'nin iyi eğitim veren birkaç devlet okulundan biridir.

    seküler düşünce sisteminin düşmanı olan iktidar partisi tarafından ele geçirilmeye çalışılmaktadır.

    puanı yüksektir. o polisler o okula ancak toma ile girebilirler zaten.
hesabın var mı? giriş yap