• erkeğin hasıyla bir olur, kadın olur;

    (bkz: #41701637)

    meral okay ' ın rahmetli eşi yaman okay ' la ilgili sözcükleri;

    "bir gün evi düzenlerken fark ettim. bir de baktım ki, benden çok yaman'ın eşyaları var...

    küçük küçük poşetlerle sızmıştı. aşk bir sızma halidir...

    yaman o kadar temiz bir adamdı ki ona kızamazdınız. bir o kadar da yiğitti. ben derdim ki; bu adam ne zaman yorulacak! meğer acelesi varmış...

    herşeyi o kadar yoğun, hızlı ve coşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu. ben köşeleri çok olan bir insandım. yaman beni eğitti...

    aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden 'biz' olabilme halidir...

    insan egosu denetlenmesi en güç şeydir. bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz...

    biz birbirimize karşı çok saygılıydık...

    eee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik...

    döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi...

    aşk bazen de bir kıyamama halidir...

    şunu çok açık yüreklilikle söyleyebilirim, o benden daha iyi bir insandı...

    o kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar temiz yaşamayı öğrenmeye çalıştım. buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın...

    o, o kadar ahlaklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız. onun yanında kirli kalamazdınız. böyle bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana...

    bu ateşle yanma hali o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın...

    yaman'la her günümüz sevgililer günüydü...

    eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır...

    biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken boğaz'ı turlardık.bugün eksik olan ne? bu topraklarda eksik aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır...

    birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıklardaki tutku kutsanır hep...yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre sahibiz biz...
  • evrenle yaşıt ve evrenle aynı cinsiyete sahiptir.. kendisi olmasa, şu evrende bok gibi olur her şey.. ne kendisinin ego savaşları ne de bir şeyleri hırs yaptığında gözlerinin ve zihninin yok olması, hiçbiri umrumda değil, hiç olmadı, hiç de olmayacak..
    geberdiğim gün bir kadının göğsünde ölmeyeceksem eğer neye yarar ölümüm.. neye yarar yaşamım.. ki bir erkeğin ölümü kadınının göğsünde olmayacaksa ölüm değil, telef olmaktır o..

    teni mezarım olsun.. çok güzel bir sevişten ve sevişmeden sonra ben son nefesimi vereyim.. sokulayım tenine.. nefesini yutup, tuzunu hissedeyim ruhumda.. bir kadın lan işte.. çok mu zor.. kılıflarını atmış olsun ama.. hep bahsettiğim ve hep bahsedeceğim gibi.. saçma telaşlarından arınmış olsun.. onu taptığımda yok sayayım herkesi.. ve her şeyi..

    ayak bileklerini öpeyim bir çok gece.. ellerimi rahmi üzerinde gezdirip, ensesine dokundurayım dudaklarımı.. acıya dair, öfkeye dair, kötülüğe dair yaşamış olduğu her şeyi unutturayım ona..
    açayım avuçlarını.. ellerimin içine alıp, gözlerine bakıp öpeyim.. gülümsesin o.. kadın olarak yaratıldığı için binlerce kez teşekkür etsin tanrı'ya.. son bir teşekkür öpücüğünü de benim şakaklarıma kondursun..

    kadın işte.. olsun.. sonsuza kadar.. yağmurlu bir gece beraber çıktığımız akşam yemeği sonrası evimize geldiğimizde ben önce inip arabadan, kapısını açayım.. o güzel ayakları ıslanmasın diye ceketimi sereyim yoluna..
    çıplak kalayım yanında.. çırılçıplak hem de.. örtünmeme gerek kalmasın.. kapanmama.. saklanmama.. hiç olmadığım kadar ben, ben olayım yanında..
    kavgalarım bitsin.. öfkelerim.. kırıklıklarım.. hepsi iyileşsin.. iyi olsun.. iyi olalım.. ve ben onu hep seveyim.. her zaman ve her şartta kulağına fısıldayayım;

    "sen hep güzelsin.."
  • hep bir kadın tablosu hayal ederim zihnimde. her hangi bir kadını, her hangi bir kalıba sokmaksızın. içimden geldiği gibi.
    onların mutsuz olmasını istemeden. ama bilirim ki istemekle olmuyor hiçbir şey. hatta istemek başarmanın yarısı derler ya, yalan!
    istemek; hayal kırıklığına uğramanın ilk etabıdır. o yüzden mutsuz ve yalnız bir hemcins hayal ederim. benimle hemcins değil. doğayla hemcins. tabiatla hemcins. evrenle hemcins.

    baksanıza çevrenize. baksanıza topluma. bu kadar acıyı rahmi olmayan bir varlık doğurabilir mi? o yüzden de tabiat dişidir. sırf bu kadar acıyı doğurup, bi bu kadarına da gebe olduğu için.

    bir gün, bir kitap bulmuştum lunaparkta. balerinin eteğinde. bir gece yarısı. lunapark kapanmak üzereyken. ve ben kendi içsel acılarımı somut acılarla yer değiştirmeye çalışırken. sadece bir kitap. harflerin ve kelimelerin anlamlı-anlamsız kombinasyonlarından oluşan bir kitap.
    içerisinde bir gül vardı. kurutulmuş ve özenle yerleştirilmiş bir gül. kitabın ortasındaydı. o gece balerin döndükçe ağladığımı bilirim. o kitabı göğsüme bastırıp da dakikalarca ağlamak. insanlar zevk çığlığı atarken, gürültüye getirip de ağlamak.

    işte o gece başlamıştı bir kadının yalnızken ve mutsuzken asaletini korumasının ne kadar zor olduğunun ıspatı. aslında bir kadından ziyade bir insanın yalnızken ve mutsuzken asaletinin tecavüze uğraması gerekiyordu o gece.
    gittiğim en yakın meyhanede oturdum en dibe. sırtımı döndüm insanlara. bi duble rakı söyledim. biraz badem. az bir şey de yoğurt ve kavun. bir sigara yakıp da rakımdan ilk yudumu çektiğimde bir el hissettim sağ omuzumda. okumak için ilk sayfasını açtığım kitabı kapayıp bıraktım masaya.
    yüzümü arkaya çevirdiğimde masumiyetini onlarca boyayla kamufle etmeye çalışan bir melek gördüm.
    yalnızken ve mutsuzken asaletini kaybetmeyen bir melek. gülümsedi bana. gülümsedim. karşıma geçip oturdu. "merhaba" dedi. sesi geceyi incitmeyecek kadar naifti. kelimeler, dudaklarını yalayıp da dışarı çıkıyordu. sol yanağında bir çukur vardı. gülümsediğinde ortaya çıkan bir çukur.

    "işte!!!" diye bağırdım içimden. "öldüğümde gömüleceğim yer burası işte." heyecanlandığımı hissettmiş olacak ki sol elimi tutup, sağ bacağına götürdü masanın altından. çektim elimi. istediğim et değildi. en lezzzetli ve en yağsız etin kilosu kasaplarda 12 milyondu o zamanlar. ve ben vejeteryandım. insan eti bağımlılığım, izlemekle sınırlıydı.
    kafamı eğdim. garson çocuk gelip karşımdaki periye vişne-votka verdiğinde ben de biliyordum ki o kadehte votka yoktu. vişne suyuydu içtiği. vişne suyuyla sarhoş olacaktı o gece. ama bilmiyordu. benim rakı kadehimdeki de rakı değil suydu.
    ben de su ile sarhoş olacaktım. oysa gerek yoktu içkilere. hayatla sarhoş olabilirdik. ama nerde o hoşgörü? nerede o müsamaha?

    bir kadın hayal edin. sabahın ilerleyen saatlerinde günlük gazetelerini almış, bir çay bahçesinde, ya da bir sahil kasabasında kahvesinden yudumlar çekiyor. arada bir sigarasının dumanını gökyüzüne gönderirken ozon tabakasındaki deliğin büyümesine katkı sağlıyor.
    saçları uçuşuyor hafifçe. rüzgar, pileli eteğini aralamaya çalıştıkça, o peri, o kutsal varlık eliyle düzeltiyor eteğini. karşı geliyor doğaya.

    göreniniz oldu mu böyle bir kadın? ben görmedim. göreceğimi de sanmıyorum.

    sonrasında bir gürültü ile aynı noktaya baktığımızda iki kişinin birbirine bağırdığını gördük. iki koca adam birbirine ana-avrat düz gidiyorlardı. olayın nedeni aşktı. olayın nedeni; vişne suyuyla sarhoş olma yetisine ulaşabilmiş bir bedenin paylaşılamamasıydı. olayın nedeni, kemiksiz 40 kilogram gelebilecek, kemiğiyle birlikte yaklaşık 60 kilogram gelebilecek bir bedendi.
    ruhu yoktu. ruhunu ilk cinsel ilişkisizliğinde kaybetmişti. aşk adı altında bekaretini bir insan müsveddesine sunduğunda bilmezdi ki insanlarla hayvanların tek ortak özelliğinin çiğ süt emmiş olması.

    kalktım oturduğum yerden. omuzumdaki el tutmaya çalışıyordu beni. kavga eden ikilinin arasında yavaşça sıyrıldım. insanlar bana bakmıyorlardı. peri peşimden geliyordu. gördüğüm ilk garsonun mendil cebine yüklü bir miktar para sıkıştırıp kendimi dışarı attığımda hayat denen varoluş sisteminde mantık aramanın ve bu mantık arama esnasında mantıksızlığı bulmanın sorunuyla karşılaştığım o geceyi hatırladım.
    yatmadan önce annemin başucuma koyduğu ballı sütü içip de evi terkettiğim o günü. hayatı renkli ekrandan izlemek yerine yaşamak istediğim o geceyi. ve sonrasında ruhumu kaybedişimi. insanların yalnızken ve mutsuzken asaletlerini kaybedişlerine bin kez tanıklık edişimi.

    ben hep hatırladım. unutmadığım tüm siluetler hayalet olup da rüyalarımı işgal etti. ve ben toprakları işgal edilmiş, kendi ülkesinde bir parya olarak yaşadım hayatı. yalnızken ve mutsuzken asaletimi kaybetmemek adına.
  • ya tanınan, ya aranan, ya hayalde yaşatılan kadın da ki haslıktır.

    kime göre neye göreye gelince de herkesin -kendine göre-dir.

    "her gün kim bilir kaç kadın görüyorum...sokakta, vapurda,okulda, kuaförde, orda, burda...ama olmuyor hanımlar, olmuyor!

    kadınlar kadınlığı unutalı daha kaç on yıl oldu ki? solaryuma girmeye, çıplak gezmeye, kariyer hırsıyla yüzlerini buruşturmaya başlayalı kaç on yıl oldu?

    çevremde gördüğüm kadınlardan bazılarının birtakım özelliklerini seçtim. bunlara, dizilerdeki, filmlerdeki, romanlardaki kadınların hoşuma giden özelliklerini ekledim. gözlerimi kapadım, osmanlı zamanından kalma, hani şu afet-i devran denen kadınları düşündüm. kadının güle benzemesi gerektiğine karar verdim sonunda. kadının hası güle benzer. rengiyle, kokusuyla, dikeniyle. açın televizyonu,bir tane gül görüyor musunuz?

    kadının hası... kadının hası yumuşak başlı olmaz, ama ağırbaşlı ve sıcak olur. ağırbaşlılıktan kastım, sıkıcılık değil elbet.şımarıklığın da hakkını verir. ağırbaşlı tebessümleri olur bir de. kadın yüzü dediğin mahkeme duvarına benzemeyecek. bu tebessümler sevgidir. yumuşacık bir sevgi olur kadın yüreğinde. kim olursa olsun, ne yaşamış olursa olsun. erkeğini dizine yatırıp saçlarını okşamayı bilir gerçek bir kadın.

    kadının hası nerede, nasıl davranacağını bilir. . insanların içinde kapris yapmaz, hır çıkarmaz; ama gerçek bir osmanlı kadını gibi, adabıyla,raconuyla istediğini alır.

    bu kadın üzülmeyi de bilir, ağlamayı da, kızmayı da. ama üzmemek lazım, ayrıca kızdırmaya da gelmez. gerçek bir kadın ezik durmaz. kambur yürümez, dimdik durur. kendine saygısı, güveni vardır. erkeğine can yoldaşı olur, destek olur, onu dinlemeyi bilir. bazen utangaç olur, bazen ürkek. soğuktan ya da yalnızlıktan korkabilir kadın.

    aptal olmaz gerçek bir kadın. bön bön bakmaz adamların suratına. hülyalı bakışları da olsa, zihni uyanık olur.

    hüznü, gökten deli deli yağan yağmur gibi olur, saçlarından akar. neşesi ise öyle renkli, öyle dağınık; saçları savrulur. kahkahaları vardır bu kadının, çın çın eder odaların duvarlarında. sesi güzel olur kadının, biraz buğulu...arada bir pencereye yaslar başını, sokağa dalıp gider, bir şarkı söyler. olgunluğuyla şaşırtır erkeği. bazen de öyle çocuk olur, öyle sağlam saçmalar ki, yine, yine şaşırtır onu. konuşurken insanın yüzüne bakar kadın. kibirli olmaz. kültürsüz olmaz. bomboş olmaz kafası. kişiliklidir.
    beceriklidir. tırnağı kırılınca üzülür, üzülür işte, profesör de olsa, sultan da olsa, boksör de olsa üzülür.

    gerçek bir kadın hiçbir zaman reklam panolarındaki kızlara benzemez. etini teşhir etmez. ne kadar örtüneceğini, ne kadar açılacağını, yerine ve zamanına göre bilir.gerçek bir kadın paris podyumlarında yürüyen, 17. yüzyılın vebalı kadınları gibi mankenlere benzemez.

    uzun saçları vardır kadının. yumuşak olur, güzel kokar. kadının hası saçlarını ne zaman toplayacağını, ne zaman salacağını bilir.
    kadına yaraşmaz soğukluk. gerçek bir kadın göbek atmayı, gerdan kırmayı, iyi becerir;
    ama öyle her yerde masaların üstüne çıkıp oynamaz. havasında oldu mu, bir oynadı mı, herkes onu izler. kadın korunmayı sever, ama korunmaya muhtaç olmaz. erkekler korumayı severler, ama yine de güçsüz, zavallı kadınlardan hoşlanmazlar. güçlü kadından ise çekinirler, ona yanaşamazlar. kadının hası bu dengeyi kurmayı bilir;
    gücünü erkeğin gözüne gözüne sokmaz.

    has kadına naz da yakışır, kapris de.

    gerçek bir kadın şiir gibi olur, mey gibi olur, ömür gibi olur.

    anonim"
  • ateş karşısında bozulmayan altın,
    altın karşısında bozulmayan kadın,
    kadın karşısında bozulmayan erkek..
  • kafasına elin ayasıyla 3-5 defa şaplak atarak anlaşılır kadının hası. eğer "tum tum" diye yankılı bir ses çıkıyorsa o has bir kadındır. (karpuz seçmek'ten arak)

    kaçınılmaz not: bu anonim yazının yazarına kadının hası arayışlarında başarılar diliyorum. belki reçetesini çok yere dağıtırsa bir tane hasından kadın bulabilir.

    imza: (göbek atmayı bilmediği ve saçları zaman zaman kısa olabildiği için) tırışkadan bir kadın.
  • "gerçek bir kadın göbek atmayı, gerdan kırmayı, iyi becerir; ama öyle her yerde masaların üstüne çıkıp oynamaz. havasında oldu mu, bir oynadı mı, herkes onu izler."

    kadın mı tarif ediyor, geyşa mı belli değil. bir de sesi güzel olacakmış, vay efendim manken gibi olacakmış ama zayıf olmayacakmış. iki tane çocuk doğursun zaten hayattan bezer o has kadın. raf ömrü kısa.
  • --- spoiler ---

    ve sen daha demincek,
    yıllar da geçse demincek,
    bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
    ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
    yaran derine gitmiş,
    fitil tutmaz, bilirim.
    oy sevmişem ben seni
    --- spoiler ---

    orada biyerlerdedir. fitil tutmaz ama tütün basar yarana.
  • aşk' tır. kadının hasına aşık olursanız, onu birilerine anlatırken bir daha aşık olursunuz.
  • hissettiklerinden kaçmaz. zaaflarından, korkularından, arzularından, geçmişinden, başarısızlıklarından, günahlarından kaçmaz. o kadar gerçektir ki samimiyetsizliği normalleştirmiş hemcinsleri tarafından ve zayıf karakterli erkekler tarafından afaroz edilir.
hesabın var mı? giriş yap