• bazı istisnalar var ki, adamı hayran bırakır. bir kadının en önemli kriteri erkeğin nazik ve ince ruhlu bir yapıya sahip olmasıysa ben ona hayranlık duyarım. hele hele nezaketin zayıflık adledildiği bir ülkede, erkeğin hödük olması gerektiğine inanılan bir ülkede, bu saçma düşünceleri aşmış birine saygı duyarım sadece.
  • doğru olan tespit. kadınlar nazik ve kibar erkek istiyoruz derler ama öküzlerin yanında soluğu alırlar.
  • genlerinde var. daha küçücük kızken bile böyleler bu kadınlar.

    13-14 yaşlarında mahallemize yeni komşular taşındı. benim yaşlarda hayri adında bir çocuk ve ondan 1 yaş küçük kız kardeşi hayriye. babası polis, annesi ev hanımı. biraz zengin bir aile, ikisinin de lüks bisikleti var, babasının tempra marka arabası, güzel bir evi, kısaca kaliteli yaşamları var. biz hemen 2 alt sokakta oturuyoruz. biz dediğim, benim çevrem deli dolu fırlama çocuklar işte. bahçelerden erik dalan, karıncaları kavga ettiren, domates savaşı yapıp patlak topun içine taş doldururak '' amca şu topu atsana '' diyen şakacı piçleriz. hayri'lerin sokağı biraz daha sessiz ve modern yani.

    neyse; '' madem bunlar bizim mahalleye taşındı, neden bunlara da şaka yapmıyoruz?'' diye düşündük ve hemen aklımıza bi cinlik geldi. şaka şu!

    ikiz taklidi yapacağım. yani ikizim varmış gibi davranacağım.

    mahalle çocukları olarak da kimse bu sırrı hayri ve hayriye'ye söylemeyecek.
    farklı iki karakterde rolümü oynayıp hayri ile hayriye'nin o salak salak bakışlarıyla eğleneceğiz. artık kaç gün sürerse yeter bize. çocuğuz işte...

    ikizin birinin adı nejmi ( yani ben, doğal halim. piçim yani. olduğum gibi davranacağım, ehehe bu karakterde rol yapmaya gerek yok )

    diğer ikizin adı fehmi ( bunda da son derece kibar, nazik, tam bir beyefendi karakterini canlandıracağım, artık elimden geldiğince fransız erkeği modunda takılacağım)

    tüm şakayı planladıktan sonra hayri ve hayri'ye ile sokakta bisiklet sürerken tanıştık. '' siz ikiz misiniz?'' diye sorduk, hayır cevabını alınca benim bir ikizim olduğunu falan anlattık. şaşırdılar. aradan yarım saat sonra diğer ikizim olan ( kibar ve nazik fehmi ) ile de tanıştılar. tabii o da ben oluyorum. eve koşuyorum hızlıca üstümü değiştirip saçımı ortadan tarayarak yanlarına geliyorum. o kadar kibar ve o kadar nazik davranıyorum ki '' sizli bizli'' konuşuyorum resmen. arkiler gülmemek için zor tutuyor ama belli etmiyor veselam...

    sonra yine eve koşuyorum üstümü değiştirip ve saçları jöleleyip piç nejmi olarak tekrar karşılarına çıkıyorum.

    - maç yapak mı la hayri?
    - sağ ol nejmi, oynamayacağım.
    - kayış kızdı oynayak.
    - o nasıl ki?
    - şimdi kayışı saklıyorsun birader, sonra kim kayışı bulursa diğerlerini o kemerle dövüyor.
    - yuhhh
    - çok zevkli la, geçen mustafayı öldürüyorduk annesi geldi ayırdı.
    * ya manyak mısın sen ya.
    - hayriye sen karışma. erkek oyunu bu. sen ip atla şu köşede.
    - deli...

    işte bu muhabbetleri yaparken yüzümdeki o piç gülümseme ve arkadaşların beni mahallenin rambo'su gibi görmesi ister istemez hayri'yenin de ilgisini çekmeye başlıyor. arkadaşlar yanıma gelip yalandan yere karşı mahallenin çocuklarını dövmek için çağırdıklarında; ''kim ulan onlar?'' diye bağıra çağıra koşuyorum. kolpa hep. oyun hepsi. bi şekilde onlara gizemli ve güçlü biri olarak geliyorum. hayriye gülüyor gözlerime bakıp. devamlı yanımda olmak istiyor. kibar ve nazik fehmi geldiği zaman ise onunla pek sohbet etmek istemiyor; ''nejmi nerede? siz nasıl olur da ikiz olursunuz? çok farklısınız yea '' demeye başlıyor hayriye.

    - nejmi evde şuan hayriye, uçurtma yapıyor bahçede.
    - vavv uçurtma mı? hadi fehmi biz de gidelim.
    - şeyy, olmaz.
    - neden ki?
    - nejmi iş yaparken çok küfür ediyor ve bu beni üzüyor.
    - ehehe boş ver ya, hadi gidelim.

    bir şekilde hayriye'nin bahçeye gitmesinden vazgeçirmek için caydırıcı bahaneler düşünürken abimin tam karşıdan yanımıza doğru geldiğini görüyorum. geliyor abim ve her zamanki itliği ile lafa giriyor;

    '' lan nejmi, annem sana demedi mi bahçeye gübre taşıyacaksın diye. hâlâ oyun peşindesin. siktir lan eve, çabuk el arabasını al, incirin dibine dök bokları. 3 araba taşıyacaksın, dün ben taşıdım. çabuk ol ''

    öleyim lan ben orda. abime bakıp ağlayacağım neredeyse. acılı sıfatımın halini gören hayriye; '' sen fehmi misin? nejmi mi yea'' diye soruyor. abim atlıyor yine; '' ne fehmi'si mal bu mal '' diye...

    hülasa, ikiz olmadığım 3. günün ortasında anlaşılıyor ama anlaşılan bir şey daha oluyor. hayriye kibar ve nazik fehmi'yi, o efendi fehmi'yi hep itici buluyor. onu sevmiyor.

    hayriye; o deli dolu, o piç nejmi'yi çok seviyor. yani beni. ve şuan o hayriye ile aynı evdeyiz ve dünya tatlısı bir kızımız var. adını sibel koyduk, tıpkı annesi gibi güldüğü zaman sol yanağında gamze.. şaka lan şaka. ben 31'e devam. hayriye nerede? ne yapar bilmiyorum. hiç konuşmadım onla. sessiz kaldım hep. o olaydan sonra da o sokağa bir daha hiiiç uğramadım.
  • esasında bu tarz erkekler, erkekler arasında daha az sevilir. burada bahsettiğim sözlükçülerin ‘meriç’ tabiriyle ifade ettikleri tip değil tabii. bizimki gibi taşra zihniyetinin hüküm sürdüğü toplumlarda erkekten beklenen standart bir davranış kalıbı vardır. bu davranış kalıplarının dışına çıktığınız ölçüde hemcinsleriniz tarafından en hafif tabirle antipatik bulunmaya başlarsınız. iyi niyetiniz saflıkla, nezaketiniz de yumuşaklıkla özdeşleştirilebilir. kabalık taşrada en geçer akçelerden biridir çünkü. nezaket, kabalığın alternatifi olarak ortaya çıkıp daha fazla görünmeye başladığında taşralı ‘adam’ o canıım habitatını tehdit altında hisseder ve kendi maço tavrının devamını sağlamak için bu davranış biçimini değersizleştirmenin yollarını arar. “olum kıymet verme, seversen .ikilirsin, sert yap, geri vites yapma, alttan alma…” ve son tahlilde karı mısın olum sen?’ e kadar varır olay. bu noktada feminen tavır takınan bir tip oluşmasın gözünüzün önünde, ya da karşı cinse yaranmak için her türlü kalıba giren tipler falan. bakın bu cümleyi neden yazma ihtiyacı hissettim? çünkü taşra zihniyetinde böyle hassas bir erkek tipolojisi yok. boş küme yani. bir erkek nezaket sahibiyse, empati yapabiliyor ve çevresindeki canlılara ve olaylara karşı ekstra bir hassasiyet ve duyarlılık gösterebiliyorsa hem kendi cinsine hem karşı cinse saygıda kusur etmiyorsa, hayvan severse… v.s. ya ‘karı kız ayarlamak’ için bunu yapıyordur ya da yumuşaktır. evet bu toplumda kadın olmak çok zor ama erkek olmak da pek kolay değil. özellikle de bu zihniyetle, bu tipoloji ile savaşmak gibi bir misyon edinmişseniz.

    ben insanlara bir şey anlatabileceğine inananlardan değilim. evet kimseye bir şey öğretemezsiniz. öğrenmek isteyen ve anlamak isteyen anlar. bu sebepten nasihat veren insanı samimi bulmam, nasihat vermeyi de dinlemeyi de sevmem. yapılacak şey bellidir: insan olmak. sen insan olursan, bu böyle bir toplumda mutlaka birilerinin dikkatini çekecektir. heh işte onlara da bir şey anlatmana gerek yok zaten. o kişi, o hazır bulunmuşluk seviyesine gelene kadar zaten belli bir aşamadan geçmiştir. geçmesi de gerekiyor. artık anlamaya ve öğrenmeye başlamıştır. bu bizde çok nadir gelişen ve gelişse de çok geç gelişmeye başlayan bir durum. neden? çünkü taşralıyız ve bununla gurur duyuyoruz.

    -shh alooo, delikanlı ol lan! adam ol..
    -olmazsam ne olacak lan. asıl sen adam ol..
    - adam mısın lan sen?

    uzar gider bu diyalog böyle. bu diyalogda kutsanan adam profili taşralının ta kendisidir işte. iyi de nedir bu taşralı? taşralı taşralı sen nesin aq saraydan mı çıktın diyebilirsiniz? hayır ben de taşralıyım. ben, sen, o… hepimiz.. zaten problem de burada. bunu kanıksayışımızda. bugün en kentliyim diyen adamın bile paçalarından taşralılık akıyor. yok abi, bu sözünü ettiğim anlamda taşranın zıttını oluşturan bir kent ve kentli yok! dolayısıyla da bir kentli ahlakı yok. ne var peki? taşra ahlakı var. nedir taşra ahlakı?

    iki unsur ön plana çıkıyor diyebiliriz bu noktada. birincisi ‘çakal’, ikincisi ‘yırtmak’. çakal hep yırtmaya çalışan tip. hayatı ve bütün eylemleri yırtma amacı üzerine kurulu. nedir yırtmak? nereden ve neden yırtmak? paradoksal bir şekilde taşradan yırtmak. taşralı taşrayı beğenmez ve en kısa zamanda oradan yırtmak gerektiğini düşünür. neden yırtmak diyorum? çünkü yırtmak içerisinde emeği ve rasyonaliteyi barındırmıyor. plan, program yok, çalışma ve emek yok, üç kâğıt var, arkadan iş çevirme var ve bir de birilerinin ayağını kaydırmak var. tüm bunları yapabilmek bir çakallık gerektiriyor. çakal o dur ki hiçbir zaman önündeki basamakları tek tek çıkmayı düşünmez. yapılacak her işin her zaman bir kısa yolu vardır ve o kısa yol ne pahasına olursa olsun bulunmalıdır. trajik olan şudur ki çakal bazen basamakları kestirmeden çıkmak için kurduğu dalavere ve dümenlere harcadığı enerjiyi en başından basamakları tek tek çıkmak için harcasa belki de bu kadar yorulmayacaktır. ama buna gerek yoktur. çünkü en üst basamakta çalışanı tanıyan yakın bir arkadaşa ulaşmak her zaman daha önemlidir bir çakal için. çakal için akrabanın da, arkadaşın da temel fonksiyon ve mahiyeti budur esasında. tüm ilişkiler çakallığa hizmet ettiği oranda değerler skalasındaki yerini alırlar. bu anlamda abisi yeni kaymakam olan eski bir dost birdenbire hatırlanabilir ve birden bire piyasa değeri artabilir.

    çakalın en sevmediği tip emeğin gücüne inanan ve plan, program yapan tiptir. (ayrıca iyi niyetli emeğin gücü için bkz. (bkz: #102252639)) yani basamakların tek tek kendi emeğin ile çıkılması gerektiğine inanan tip. bu tip emeğin gücüne inandığından ve ona değer verdiğinden her şeyden önce başkalarının emeğine saygı göstermeyi de bilir ve ötekinin hakkını zayi etmez. bu anlamda çakala da saygı duyar, ona karşı nazik davranır. çakal bu nezaketten anlamaz, bunu karşı tarafın bir zayıflığı olarak görüp durumu her fırsatta suiistimal eder. onu kendi seviyesine çekmeye çalışır. çünkü dünyada işini kolay yoldan karşıya geçirmek istemeyen insan yoktur onun için. bu da kimin nesidir? o yüzden hemen zehrini akıtmaya başlar. onu kendi seviyesine çekemeyince de zorda kalınca devamlı yaptığı şeyi yapar: çirkinleşir, çirkefleşir ve kabalaşır.
    'adam 'olur yani, 'adam gibi' davranır. yırtmanın önündeki bütün engelleri bu şekilde kaldırabileceğini düşünür. sesini yükseltmeyi ve posta koymayı çok sever çakal. ama nedense bunu hep aslanların olmadığı yerde yapar.

    amaaan ne hikâye anlattın be gardaşş sadede gel diyebilirsiniz. ilker canikligil’in o meşhur sorusunu sormak gerekirse “peki neyapaalımm hocam?”.

    çakallardan ve çakallıktan kurtulmalıyız. bu tipolojinin altında büyük oranda irrasyonalite var. çalışmadan da kazanılabileceğine dair gönüllerde yer etmiş, aklı dışlayan bir yaklaşım var. akıl bu denklemde sadece hinlik için kullanılan bir araç. oysa aklı olmayanın ahlakı olmaz. öyleyse aklını hep hinliğe işletmeye alışmış bu çakalın, akıl-ahlak ilişkisi kurması nasıl sağlanabilir? başta söylediğim gibi bu anlatmayla, nasihatle olacak iş değil. bu bir kurumsallaşma meselesi.

    kurumsallaşmış ahlak ise ancak kurumsallaşmış bir rasyonalite ile mümkün. yani taşralının antitezi olan kentli ile. önce bir kentli sınıf oluşmalı ki ardından bu sınıf kendi ahlakını üretebilsin. bunun için ne lazım? zenginleşen bir orta sınıf. iyi de bizim orta sınıf zenginleşince kentliye dönüşmüyor ki, taşradaki davranış kalıbını kente taşıyor. çakal yine aynı çakal. sadece çakallık yapmanın mahiyeti değişiyor, zihniyet yine aynı. bu zihniyet problemi nasıl aşılacak? çakalın değersizleşmesi ile aşılacak. çakalın karşısındaki tipin ondan daha değerli olduğu algısının bütün toplumda yerleşmesi ile aşılacak. toplumu bu anlamda bilinçlendirecek nedir? çakalın işe yaramaz bir adam olduğunu toplum nasıl anlasın ki zaten toplumda kendi varlığını devamlı suretle bu zihniyet üzerinden yeniden üretmiyor mu? evet. o zaman bir aydınlanma lazım desene? aynen öyle. iyi de nasıl?

    anti-çakallar sayesinde. siz de eğer yukarıda yazdıklarıma katılıyor ve anti-çakal olduğunuzu düşünüyorsanız hemen harekete geçin ve pk110 - 81303 mecidiyeköy/istanbul adresine yazın. şaka şaka. sakın harekete geçmeyin. sakın haa.. çünkü bu ülkede hangi kesim ve ideolojiden olursa olsun herhangi bir amaç için harekete geçmek için yola çıkanlar sonrasında çok pis boka sardılar affedersiniz. o yüzden gözünüzü seveyim siz harekete geçmeyin. dediğim gibi kimseye bir şey anlatamazsınız mesele insanlara bir şey anlatmak değil. değişim böyle olmuyor. bu şekilde yola çıktığınızda yalnızca taraftar toplamak istiyorsunuz ve taraftar sayısı arttığında da işler çok kötü boka sarabiliyor. çünkü daha çok taraftar, daha çok güç demek. güç ise zehirler, daha çok güç daha çok zehirler. gücün olduğu yerde artık anlatma olmaz dayatma olur. o en baştaki derdini anlatmaya çalışan saf adam birden dayatmanın dayanılmaz hafifliğine kapılır giderek ve nihayetinde gaddar adamın teki olur çıkar. dediğim gibi harekete geçmeyin!

    anti-çakal demek çakalın farkında olup ona göre davranan demek. yani onun tam tersine ve ona rağmen davranan demek. bu anlamda anti-çakalın kendi olması yeterlidir. onun başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. başkasının hakkını yemeden, kendi hakkını yedirmemeye çalışarak, çakalla mümkün mertebe en az düzeyde muhatap olup kendi işine bakarak toplumda varlığını sürdürmesi yeterlidir. yeter ki çakala bulaşmasın. çünkü çakala onun seviyesine düşmeden bulaşma ihtimali yoktur. o seviyeye düştüğünüzde ise artık çok geçtir. çünkü orada haklı olan hep odur. mesele oraya düşmemek. eğer bu başarılabilirse anti-çakal ve çakallar arasında kalmış kararsız araformlar çakala dönüşmektense anti-çakala dönüşmeyi yeğleyeceklerdir. öyleyse anti-çakal toplumda kendi olarak kalıp bu şaşırtıcı, olağanüstü tavrıyla dikkat çekmeyi beklemeye devam etmelidir. bu sürede boş durmamalı bol bol okumalı, sanata, sinemaya ve edebiyata vakit ayırmalı, insanlara ve hayvanlara yardım etmeli, onların acılarını paylaşmalı ve her ne olursa olsun merhameti ve nezaketi hayatının merkezinden çıkartmamalıdır. merhamet ne alaka şimdi diyenleri şöyle alabiliriz: ((bkz: #101950197) )

    evet anti-çakalın en büyük iki silahı ve çakalların korkulu rüyası olan bu iki özellik önemli: merhamet ve nezaket. merhamet ‘ötekinin’ acısını her daim paylaşabilecek koca bir yürek için, nezaket de ‘ötekinin’ varlığına hangi şartta olursa olsun saygı gösterebilecek bir bilinç için.. (adalet nerede? adalet yok mu adalet yau diyenler için: allah aşkına adaleti bu işe bulaştırmayın, şunları bir halledelim o kendisi otomatik olarak devreye girecektir.)

    not: yazar olsaydım bu entry için anti-çakal hareketi diye bir başlık açabilirdim belki. ama belli ki oraya daha çok var. olur da bir yazar arkadaşın ilgisini çeker ve başlık açmaya değer görürse anti-çakal hareketi şeklinde bir başlık açıp altına entrynin linkini kopyalayabilirse sevinirim. böylece harekete geçmemeyi en temel ilke olarak belirleyen hareketimiz için vakit kaybetmemiş oluruz.
  • genelleme yapmıyorum. sadece başımdan geçen bir ilişkimsiyi anlatarak yorum yapıcam.

    ben empati kuran, karşısındakini ezmeye çalışmayan, olabildiğince insan yerin koyan, delikanlı bir adamım.

    birkaç kez kendisini benim yanımda ezik hissettiğini söyleyen matmazel görünümlü bir kezban ile şöyle bir diyalog yaşadım:

    -sen çok kibar ve naziksin.
    +seni böyle düşündüren nedir?
    -garsona çok nazik davranıyorsun, aristokrat, soylu biri gibisin.
    +iyi de garsona ırgat muamelesi mi yapayım?
    -ya öyle diil kem küm...

    böyle sikko bir diyalog.

    şimdi gelelim yorumuma:

    rica ederek sipariş vermenin nesi kibarlıktır? bunun adı medeniyettir, bunun adı insanlıktır. "bir kahve rica edeceğim lütfen." demeyi kibarlık olarak görüyorsan sen zaten kezbanın, hayvanın, kabanın önde gidenisin. tonlama çok önemlidir. ses tonunda yiğitlik varsa ifadenin pek önemi yok.

    garson örneğinden devam edelim. ben insanların birbirlerine bak biz eşitiz mesajı vermek amaçlı kardeşim diye hitap etmelerine ayar oluyorum. bir garsona "kardeşim bi kahve getir." denilmesine ayrı ayar oluyorum. sen insan gibi davrandığın halde üste çıkmaya çalışıyorsa ez orospu çocuğunu!
  • döşü kıllı, maço ve sert bir doğu erkeği olarak karılara hak verdiğim tespit.
  • merak etmeyin kadının sizi itici bulacağı varsa kibar da davransanız ayı gibi de davransanız itici bulur. böyle triplere girip toplum içinde komik olmayın ayı olduğunuzla kalırsınız.
  • aklı başında hiç bir kadın kaba saba, küfürbaz, hödük, saygısız bir erkeği çekici bulmaz. bu tip arıza dediğimiz erkeklerden hoşlanan kadınlar da aynı kriterlere sahip kadınlardır.
    kendinizi kandırmayın beyler.

    itle yatan bitle kalkar.
  • ''genellikle kadınlar güzelliğe, özellikle yüz güzelliğine pek fazla dikkat etmezler. çocuğa güzelliğini verme işini sadece kendi üzerlerine almış gibidirler. onları en başta baştan çıkaran bir erkeğin gücü ve onunla atbaşı giden cesaretidir. çünkü bunların her ikisi de güçlü çocukların dünyaya gelmesinin ve aynı zamanda onlar için güçlü bir koruyucunun habercisidir.

    bir erkekteki her fiziksel kusuru, tipin ayırt edici özelliklerinden herhangi bir sapmayı bir kadın, çocuk söz konusu olduğunda, eğer kendisi bu bakımlardan kusursuz ise ya da zıt yönde bunları gölgeleyebilecek kadar mükemmel ise, ortadan kaldırabilir. bunun tek istisnası özel olarak erkeklere özgü dolayısıyla bir annenin çocuğuna kesinlikle veremeyeceği niteliklerdir. bunlar erkeklere özgü kemik yapısı, omuz genişliği, dar kalçalar, düzgün bacaklar, kas gücü, cesaret, sakal ve benzeri şeyleri içerir.

    işte bu yüzden, bir kadın çoğu kez rastladığımız gibi çirkin bir erkeği sevebilir, oysa ki kusurlarını kendisi gideremeyeceği veya talafi edemeyeceği için erkeksi olmayan bir erkeği asla sevmez. cinsel sevginin temelini oluşturan değerlerin ikinci kümesi manevi niteliklere dayananlardır. burada, bir kadının evrensel olarak bir erkeğin ruhunun yahut kişiliğinin sahip olduğu karakteristik özelliklerle etkilendiğini görürüz. bunların her ikisi de babadan genlerle aktarılabilir.

    erkekteki zekâ eksikliğinin kadınlara bir zararı dokunmaz. doğrusu fevkalade bir zihni üstünlük, hatta deha, anormallik olarak kadınlar üzerinde olumsuz bir etki bile doğurabilir. bu sebepten ötürüdür ki kadınların sık sık budala, çirkin ve kaba saba bir erkeği; iyi eğitilmiş, zihni nitelikleri yüksek, nazik bir erkeğe tercih ettiklerini görürüz. aşırı derecede farklı mizaçlara sahip insanların sözgelimi kaba saba, güçlü kuvvetli ve dar kafalı bir erkekle, ziyadesiyle duyarlı, ince düşünceli, kültürlü, estetik beğeniye ve benzeri niteliklere sahip bir kadının ya da fevkalade bilgili, görgülü ve dahi bir erkek ile kuş beyinli bir kadının, çok kere aşk için evlenmelerinin sebebi işte budur;

    işte böyle sürükler adamı venüs;
    ruhu ve bedeni birbirine eşit olmayanları,
    götürür tunçtan boyunduruğa vurur
    ve sonra bir kenardan bakıp için için güler.”

    horatius

    (bkz: aşkın metafiziği)
    (bkz: arthur schopenhauer)
  • nazik ve kibar bi erkekle karşılaşınca, acaba bu çantama sığar mı diye bi içimden geçiriyorum.
    gayette ihtiyaç.
    gayette sempatik.
    büyük kolaylık.
    öyle biriyle karşılaşınca resmen hayat kalitemiz yükseliyor.
hesabın var mı? giriş yap