• aşağıda anlatacaklarım tamamen gerçek bir olaydır. içeriğine yaşanmayan hiçbir şey katılmamıştır.

    bundan yaklaşık 5 sene önce. üniversiteden daha yeni mezun olmuşum. kpss’ye çalışma bahanesiyle iş filan bakmıyorum. sınava girerim, ardından da askere giderim psikolojisine bürünmüşüm iyice. mesela gece içmeye diye alsancak’a çıkıyorum. sabah gözümü bornova’da arkadaşın evinde açıyorum. bir şeyler yemek için evden çıkıyorum. iki saat sonra, topladığım arkadaşlarımla çeşme’de mangal yakarken buluyorum kendimi. anlayacağınız hayatımı özgürce yaşadığım en güzel zamanlardayım. ne ders stresi var ne de iş.

    işte yine öyle güzel bir sonbahar akşamı. izmir’de iki arkadaşımla beraber kordon’da oturuyoruz. dershane zamanından tanıdıkları bir kız arkadaşları gelecek yanımıza. adı hande. ben daha önce kızı hiç görmedim. birbirimizi tanımıyoruz. o gün de içimdeki piçlik kontrol edilemez seviyelerde geziyor. resmen sağa sola saracak yer arıyorum. iki masa yanımızdaki kızla tam muhabbet kurmaya yeltenecektim ki aklıma başka bir fikir geldi.

    ben: abi bu hande sizin yakın arkadaşınız mı?

    ark1: yok abi dershaneden arkadaşımızdı. face’de denk geldik. o da buradaymış. çıkarken onu da çağırdık. öyle çok can ciğer değiliz yani.

    ben: peki erkek arkadaşı filan var mı? biliyor musunuz?

    ark1: oğlum daha demin şu yan masadaki kızdan bahsediyordun. nasıl bir hormon seninki? anlamadım ben.

    ben: yok be öyle değil. diyorum ki biz bu kızla biraz kafa mı bulsak bu akşam? ufak bir deney bir nevi.

    ark2: neyin deneyi abi? karışık çerez söyleyip en çok neyden aldığına mı bakacağız?

    ben: oğlum ne sığ adamsın ya? hem o deney bu masada olmaz ki zaten. çerezi söyledikten 10 saniye sonra bütün bademler bitmiş oluyor . neyse konuyu dağıtmadan dinleyin beni. şimdi diyelim ki yıldırım demirören benim amcam olsun. biz de burada izmirgaz’ın sahibi olalım. milangaz - izmirgaz hesabı. ben de ingiltere’den yeni mezun genç iş adamı olayim. ama bunu kıza hemen söylemeyelim. ilk bir saat bana davranışına bakalım. daha sonra bu senaryoyu ortaya koyup, davranışındaki değişiklikleri gözlemleyelim. bu sırada bol bol da eğleniriz işte.

    ark1: yani tüm bu yalanlar kızın davranışını izlemek için öyle mi? kızı yalanlarla kandırıp, yatağa atmaya çalışmakla ilgisi yok.

    ben: evet daha tipini bile görmediğim kızı yatağa atmaya çalışıyorum. hayvanlık diz boyu. oğlum ne alakası var. sıkıldım vallah böyle otur otur. ya gidip şu yan masadaki kızlara sarıcam. büyük ihtimalle kovulacaz buradan. ya da biraz bu senaryoyu oynayıp eğleneceğiz işte ya.

    ark2: hesabı da ödersen olur o zaman. sonuçta masada yıldırım demirören’in yeğeni varken bize hesap ödemek düşmez.

    ben: oğlum bak kendimi size borçlandırırım ruhunuz duymaz. kimin yeğeniyim len ben. böyle oyunlara getiremezsiniz beni. kartla öderim sonra sizden nakit alırım. şirkete de fatura ettiririz. gerçekçi olsun.

    ark1: oha mod’a girdi adam şimdiden. pekiii… kızı eve bırakmak lazım gece bitince ama arabamız yok altımızda. arabası olmayan iş adamı mı olur?

    ben: ehliyeti kaptırdım ya ben oğlum. mustafa denizli çalıştırmıyor mu takımı? adam çeşme’li zaten. bir akşam onunla içtik çeşme’de. izmir’e dönerken kaptırdım ehliyeti. o yüzden taksiye talimiz şu sıralar. araba kullanamıyorum. iş için lazım olunca biniyorum sadece. o da pederden gizli gizli.

    ark1: vay arkadaş adam saniyesinde yalan uyduruyor. sanki yıllardır buna hazırlanmış. oğlum ne pislik bir adammışsın sen böyle. bu arada peder deme. baba de lan. zengin adam peder mi der hiç babasına?

    ben: abi dur bi' ya! kafamda yakalamışım karakteri. bozma beni. bırak bu karakteri alıp zirveye yerleştireyim bu gece. peder konusunda hak verdim ama. aferin.

    ark2: oğlum peki adın ne olacak şimdi senin?

    ben: vallah bilmem ki? amcamın adı yıldırım. dedemin adı erdoğan. benim adım da mustafa filan olsun.

    ark2: mustafa çok sıradan abi. necati filan mı olsa?

    ben: evet necati çok yaratıcı oldu gerçekten. aslında çapkın bir iş adamını yansıtacak bir isim olmalı. mert gibi mesela.

    ark2: berkecan yapalım en iyisi.

    o sırada diğer arkadaş dayanamadı ve bu isim bulma muhabbetine girdi.

    ark1: oğlum siz harbi geri zekalısınız. len salak, kız seni hiç tanımıyor ki. kendi ismini kullansana. hem böylece gerçek ismini ağzımızdan kaçırma ihtimali de kalkar ortadan.

    ben: harbi doğru söylüyorsun ya. ne salak adamlarız lan biz. garsooon! bir bira getirsene arkadaşa. al iç abi. benden bu bira.

    biz ufak detayları konuşurken kız geldi sonunda. 4 kişilik masadayız. benim yanım boş. o yüzden yanıma oturdu. bir saate yakın normal muhabbetimizi yaptık. bu süreçte benimle ilgili hiçbir soru sormadı. sohbet esnasında yavaş yavaş göndermeler yapmaya başladık sahte kimliğimle ilgili. uygun ortam oluşunca da arkadaş hande’ye döndü ve “bu arada psk* yıldırım demirören’in yeğeni olur.” dedi. işte o sahne gözlerimin önünden yıllarca gitmeyecek. bir saat boyunca bana tek bir kelime bile etmeyen kız, bu cümleyi duyar duymaz “yaaa öyle mi?” diyerek sandalyesini bana doğru çevirdi. artık masada baş başa kalmıştık. görünürde 4 kişiydik ama onun gözünde masada sadece ben vardım şu saatten sonra.

    “izmir’de ne işin var? nerede oturuyorsun? neler yapıyorsun? ingiltere’de okumak nasıldı? hedeflerin neler? hep böyle yakışıklı mısın?(tamam kabul bu sonuncusunu salladım)” gibi sorularla bütün gece gözlerimin içine baka baka muhabbet etti benimle. en sonunda arkadaşın biri dayanamadı da “isterseniz başka masaya geçelim biz” diye böldü sohbetimizi. hande’nin tepkisi ise “cidden siz nasıl tanıştınız peki?” oldu sadece. ben de arkadaşın dayısının bizim aile avukatımız olduğunu ve bu sayede tanıştığımızı anlattım. gecenin sonuna kadar kıvrak zekam sayesinde tüm sorularını cevaplayıp, kahkahalar eşliğinde sohbetimizi sürdürdük. ikinci birasından sonra bir şeyden bahsederken eliyle koluma temaslara da başladı. kalkmaya yakın da telefon numarasını telefonuma kaydetti. yoğun iş hayatından fırsat bulduğum an haber vermemi tembihledi. beni foça’da balık yemeğe götürecekmiş. ben de nihat kahveci ile ispanya’da açmayı planladığımız restoranla ilgilenmem gerektiğini, o yüzden sık sık yurt dışına gideceğimi ve buradaki işleri de hesaba katarsak vakit ayırmamın zor olacağından bahsettim ve teşekkür ettim. sıkıca sarılıp, yanağıma da öpücüğü kondurduktan sonra taksiye binip ayrıldı yanımızdan.

    ister statü deyin, ister para. isterseniz her ikisi de. biz o gece üç erkek, işin içine para ve statü girince bir kızın davranışlarında olan değişime canlı şahit olduk. bir kişi yüzünden herkesi genellemiyorum tabi ki de. öyle bir şey olsa bizim bu yaptığımızla da tüm erkekler yalancıdır, şerefsizdir diye genellenebilir. ama sonuçta böyle bir gerçeklik de var. ben cidden yıldırım demirören’in veya başka bir zenginin yeğeni de olabilirdim. eğer öyle olsaydım bir kızı elde etmem için sadece arkadaşın söylediği “bu arada psk* yıldırım demirören’in yeğeni olur.” cümlesi yeterli olacaktı. ağzımı açmadan kız tavlayacaktım bir nevi. ama o gün olduğum kişi gibi davranıp, o kızdan gerçekten hoşlansaydım, ona kendimi fark ettirebilmek için şekilden şekle girmem gerekecekti. belki aylarca peşinden koşacaktım. para ve statü her şey değil diyorlar ya ama bazen her şeyden bile önemli olabiliyor maalesef. bu arada daha önce söylemiş miydim? ben aslında ssg’nin kuzeniyim. tanışmak isteyen kızlar mesaj kutumu yakabilir.
  • ben paraya önem veririm. para, özellikle yalnız yaşayan, ailesinden uzakta olan, boşanan ya da dul kalan kadın için çok önemli olmalı.
    parayla güvenliğinizi satın alırsınız, dokunulmazlığınız olur, korunaklı bir hayat için para gerekli.

    bunun için çalışın ve az bile olsa mutlaka kenara para koyun. kötü gün parası diyorlar ya, yalnız bir kadının hayatında "kötü gün" sık oluyor çünkü. kötü günde namerde muhtaç olmayın.
  • "kadın ikiyüzlülüğü" diye bir şey var bilirsiniz. mesela bir arkadaşıyla gezerken başka bir "uzaktan" arkadaşını görür, ayaküstü muhabbet eder yollar ayrilir, sonra bu "uzaktan" arkadaş hakkında yorumlar yapılır, ama çirkefçe, bilirsiniz işte.

    eski sevgilim yanimda iken ayaklarından kafasına kadar haset bakışlarla süzen kadınlar gördüm ben çok, var yani kadın ikiyüzlüluğü.

    aynı şey bu konuda da geçerli, burada "önemsiz" der ama yeni tanıştığı erkeğin kendi sosyal statüsünden aşağıda olduğunu görünce koşarak uzaklaşır, hoşlansa bile ışık hızında soğur.

    al bunları, sor "senden az maaş alması problem olur mu?", "ailenin, senin ve toplumun belirlediği başarı ve maaş aralığında olmayan bir erkekle evlenir miydin?" sorularını, o vakit çıkıyor foyaları meydana.

    toplum onaylamalı, ailesi onaylamalı, arkadaşları onaylamalı, kadın sevdiği adamın eksikliklerini savunamaz doğru düzgün, sahip çıkamaz, arkadaşlı ortamda sidik yarışını kaybettiği zaman etiket peşine düşer, geride kim kalır biliyorsunuz.

    "belirleyici unsur" olduğu için çok önemlidir.

    kadınların erkekleri seçme konusundaki belirleyici unsurları.

    kadın az kazanıyor diye burun kiviran erkek gördünüz mü lan siz? aksine yari yolda birakmaz, destek olur.

    samimiyetsizler.
  • erkeklerin güzelliğe verdikleri önem kadardır fazlası değil.
  • birçok kadından duyduğum için çoktur bu önem. neymiş: arabası olsun, evi olsun, istediklerimi alabilsin, şusu olsun, busu olsun, ailesi de iyi olsun, olsun canım ya olsun. ve evet bunları söylerken hiç bir utanma belirtisi yok, gayet profesyonel, rahat, basit ve ucuzlar. çirkin olsalar bile başarılılar, el üstünde tutulurlar. mide bulandırıcı.
  • kesinlikle erkeklerle aynı değildir. kadın para statü vb ulasmak için her türlü şeytanlığı yapar. erkekler bu tür şeytanlıkları başka şeyler için yaparlar...

    yapmazlar diyemdim ya la...
  • ataerkillik ikiyuzlulugudur. paraya onem vermek cinsiyetten bagimsizdir. maddi kaygilarla yasamayi kimsenin tercih edebilecegine inanmiyorum.

    benim icin paraya onem vermek demek, insanca bir yasam icin, felaketler ve beklenmedik saglik sorunlarini cozebilmek, gelecege daha guvenle bakabilmek icin gerekli miktara onem vermektir. paraya onem vermek denildiginde bunu anliyorum ben en azindan. bu bakis acisinin da cinsiyetlerden bagimsiz oldugunu dusunuyorum. su yazimdan (bkz: dünya düzeni/@tamarix smyrnensis) bir alinti yaparak baslayayim:

    "dunyada 7 bucuk milyar insan var ve artiyor. servet dagilimina baktigimizda ise gordugumuz tablo soyle:

    dunyadaki servetin yarisi tepedeki % 1'e ait,
    yetiskinlerin tepedeki % 10'u dunyadaki servetin % 85'ine sahiplerken, dipteki % 90 ise servetin geriye kalan % 15'lik kismini bolusuyor,
    yetiskinlerin tepedeki % 30'u ise toplam servetin % 97'sine sahip. (kaynak)"

    dunyaki durumun ne kadar berbat oldugunu buradan anlayabilirsiniz. esit sartlarda dogmuyoruz. turkiye'de daha da feci. turkiye'de türkiye'de 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1505 lira, yoksulluk sınırı 4901 lira olmusken kalkip "kadinlar cok rerorero olduklari icin paraya onem verirler." gibi zeka yoksunu yorumlar yapiyorsunuz ya, dehsete dusuyorum yazdiklarinizi okurken. bu ulkede paraya onem vermeyecek insan mi var? biz yasamiyoruz; biz bu ulkede hayatta kalma mucadelesi veriyoruz. siz neyden soz ettiginizin farkinda misiniz? hadi onu da gectim, toplumsal cinsiyet esitliginin var olmadigi, kadinlarin bir seyler elde edebilmek icin hemen her alanda erkeklerden cok daha fazla mucadele etmelerinin gerektigi, degil okutulmak disari birakilmadigi bir ulkede kadinlarin paraya verdigi onemi tartismak da ancak ataerkinin isidir.

    ben turkiye'de orta siniftan bir aileye dogmus bir insanim. turkiye kosullarinda gorece iyi halli bir yasam surmus sayilsam da japonya'nin orta sinifindan bir aileye oranla dusuk kosullarda, toplumsal guvensizlik ve gerginlik icinde buyudum. 40 kisilik siniflarda ders gordugum, devlet hastanelerinde saatlerce sira bekledigim oldu. oradan buradan artirabilmek icin saatlerce yol yurudugum, indirim zamanlarini bekledigim oldu. buyuk olasilikla omrum bile cok daha kisa olacak ortalama bir japon'a kiyasla. ulkenin durumu ortada; ama yine de benim gercekten en buyuk sansim, ailemin egitimime cok onem verip okumami desteklemesi ve yatirim yapmasiydi. turkiye gibi bir ulkede kadin olarak bir baskasina muhtac olmadan kendi ayaklarim uzerinde durup hayatta kalabilmem icin yapilmasi gerekeni yaptilar ve beni okuttular. gelismis ulkelerin kosullarini dusundugumde bile sansli oldugumu dusunuyorum; ama herkes, ozellikle de her kadin benim kadar sansli dogmuyor.

    bakin su calisma diyor ki:

    "lise mezunu bir erkeğin yükseköğretime devam etmesinin işgücüne katılım şansını yaklaşık olarak %24, aynı durumdaki bir kadının ise %130 arttırdığı göz önünde bulundurulursa yükseköğretime mesleki kaygılar nedeniyle devam eden bireylerde kadınlar ile erkekler arasında ciddi bir risk/ödül farkı olduğu açıktır. pek çok erkek için yükseköğretim daha iyi koşullarda işgücü piyasasına dahil olmak amacıyla tercih edilen bir yolken, pek çok kadın için yükseköğretim işgücü piyasasına herhangi bir şekilde dahil olabilmek için gereken bir zorunluluktur."

    insanca yasamayi da gectim, bir kadinin kendi ayaklari uzerinde durabilmesi icin yeter ve gerek kosullarin saglanmasi gerekiyor; ama bunlar saglaniyor mu? bakalim:

    "türkiye’de 2015 yılında, 25 ve daha yukarı yaşta olan ve okuma yazma bilmeyen toplam nüfus oranı %5,4 iken bu oran erkeklerde %1,8, kadınlarda %9’dur.

    lise ve dengi okul mezunu olan 25 ve daha yukarı yaştakilerin toplam nüfus içindeki oranı %19,5 iken bu oran erkeklerde %23,5, kadınlarda %15,6’dır. yüksekokul veya fakülte mezunu olan toplam nüfus oranı %15,5 olup bu oran erkeklerde %17,9 kadınlarda ise %13,1’dir.
    --------
    hanehalkı işgücü araştırması sonuçlarına göre; 2015 yılında, türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus içerisinde istihdam oranı %46 olup, bu oran erkeklerde %65, kadınlarda ise %27,5 oldu.
    ---------
    hanehalkı işgücü araştırması sonuçlarına göre; 2015 yılında, türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus içerisinde işgücüne katılma oranı %51,3 olup, bu oran erkeklerde %71,6, kadınlarda ise %31,5 oldu." (kaynak)

    ayrica deniyor ki:

    "12 bölgenin yer aldığı bu düzeyde eğitim düzeyi en yüksek bölgenin aktif nüfus grubunda 8.7 yıl ile tr5 (batı anadolu) bölgesi, en düşük bölgenin ise 6.1 yıl ile trc (güneydoğu anadolu) bölgesi olduğu ortaya çıkmaktadır." (kaynak)

    bir de buna bakalim:

    "evlenme ve boşanmalar bölgesel anlamda farklılık göstermektedir. bu farklılıkları kaba evlenme hızı (keh) ve kaba boşanma hızı (kbh) göstergeleri üzerinden inceleyebiliriz. keh; bir yıl içinde resmi kayıtlara geçen evlenmelerin o yılın ortalama genel nüfusuna (yıl ortası genel nüfusuna) oranı ile hesaplanır. kbh da benzer şekilde bir yıl içinde gerçekleşen boşanmaların o yılın ortalama genel nüfusuna (yıl ortası nüfusuna) oranlaması ile bulunur. bu iki gösterge yüzde ya da binde oranı olarak gösterilir (üner, 1972).

    2013 yılı itibarıyla, keh’nın en yüksek olduğu bölgeler; güneydoğu anadolu, kuzeydoğu anadolu ve ortadoğu anadolu bölgeleri olarak karşımıza çıkmaktadır (sırasıyla, ‰8,6; ‰8,5 ve ‰8,5). keh, batı marmara bölgesinde en düşük düzeydedir (‰6,8). boşanmalarda ise kbh’nın en yüksek olduğu bölge olarak ege bölgesi karşımıza çıkmaktadır (‰2,3). bununla birlikte boşanmaların en seyrek gerçekleştiği bölgeler güneydoğu anadolu, kuzeydoğu anadolu ve ortadoğu anadolu bölgeleridir (sırasıyla, ‰ 0,7; ‰0,6 ve ‰0,6)" (kaynak)

    esit kosullarda dogmuyoruz. esit kosullarda muamele gormuyoruz. bu yuzden de gereksinim duydugumuz sey toplumsal esitlikten once hakkaniyettir. toplumsal esitlik, hakkaniyet saglanmadan bi anlam ifade etmez. esit kosullarda dogmadigimizi, hakkaniyeti goz onunde bulundurmadan "kadinlar cok rerorero! diye gelip bir yigin saydiriyorsunuz ya, ikiyuzlulugunuz beni cildirtiyor.

    bir kez daha soyluyorum. yoksulluk icinde yasayan, ataerkinin once kadini, ardindan da cinsiyetten bagimsiz bir esitligi savunan erkekleri ezdigi bir ulkede "kadinlar cok paragoz." demek zeka yoksunlugudur. kadinin kendi ayaklari uzerinde ilerlemesini saglayacak kaynaklara erisimine izin vermiyor, hatta eve kapatiyorsunuz ve is gucune katilmasina engel oluyorsunuz. kadinin bireylesmesine mudahale ediyorsunuz. zorunluluktan evleniyor, guvencesi yok diye bosanamiyor kadinlarin azimsanmayacak bir bolumu bu ulkede. hadi onu da gectim, "dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1.504,74 tl", ulkedeki net asgari ucret "1.603,12 tl" olmus. degil saglik ve egitim hizmetlerinden yararlanmak, hayatta kalmak bile bir sans isi bu ulkede. siz neyin kafasini yasiyorsunuz?
  • sanıldığından daha fazladır.

    tek tük çıkar öyle "önemli değil yeaa" diyenleri.

    hoşlandığım hatun bana direkt "babam seni bilse asla onaylamazdı" demişti mesela, sanki teröristiz lan, çok param olsa bunu söyler miydi? 2 kere oldu bu bir de, ama ben de inadına seviyeyi düşürmedim, kendimi sosyal bir deneyin içinde buldum.

    etiket/sosyal statü/para trio'su dengesiz olan ya da kadın kısmına göre yetersiz olan erkek ötelenir.
  • aslen kadınların nafakaya verdikleri önemle alakalıdır.
  • parayı bulunca mankenlere binen erkeklerin üstüne edebiyat döktürdüklerini konu.
hesabın var mı? giriş yap