• tarihte en uzun ömre sahip, hem yelken hem de kürek gücü ile hareket edebilen özellikle akdeniz ve çevresindeki medeniyetler tarafından benimsenmiş savaş gemisi çeşidi. antik yunan, roma, bizans, osmanlılar ve diğer akdeniz medeniyetleri 8 yy'dan 17. yy sonlarına kadar bu gemiyi kullanmışlardır.

    kadırgalar uzun ve dar, bordaları kımen su seviyesinde denebilecek kadar alçak ve hızlı gemilerdir. liman giriş-çıkışlarında, rüzgarsız havalarda ve harp manevraları sırasında kürekle, rüzgarlı havalardaki seyirlerde ise yelkenler yardımıyla hareket ederler.

    bir osmanlı kadırgasının iki bodoslaması arası 17. yy ortalarına kadar 41,5 metre iken, bu dönemden itibaren 42,5 metre olarak belirlenmiştir. 17. yy ortalarındaki bir kadırganın ambar ağzının eni 5,5m, kıç yüksekliği 4,5m, baş yüksekliği 2,8m, borda yüksekliği 1,5 metre idi.
    osmanlı kadırgalarının hızı hakkında ise şu bilgiler mevcuttur: katip çelebi'nin verdiği bilgiye göre, rüzgarın uygun olması halinde 500 mil olan rodos-iskenderiye arasını iki gece, hava uygun olmaz ise de kürekle üç dört gece denizde giderek katetmek mümkündü. bu da ortalama olarak yelken altında 11 deniz mili; kürek yardımı ile de 5-7 deniz mili sürate tekabul etmektedir.

    bir kadırgada 25 oturak, her oturağın iki tarafında birer kürek ve en arkadaki bir kürek boşluğunun mutfak için ayrıldığı dikkate alındığında her kadırgada 49 kürek bulunuyordu. sefere çıkarken her bir kadırga'ya 75 kürek verilir, 26 kürek ambarda yedek olarak tutulurdu. her bir kürek dört ya da beş kişi tarafından çekilmekte idi. bir küreği dört kişinin çekmesi halinde 196, beş kişinin çekmesi halinde ise 245 kürekçiye ihtiyaç oluyordu. kürekçiler esas itibariyle ocaklık olarak veya ücret karşılığında halktan temid edildiği gibi, esirler ve kürek cezasına çarptırılmış mahkumlardan da sağlanmakta idi. kadırga'daki kürekçilerin türk ve forsa olarak sıralanması geminin güvenliği açısından önemliydi zira sadece forsa mahkumlarından oluşan kürekçilere sahip gemilerde isyan vb. yaşanması olasıdır.
    kürekçiler nöbetleşe kürek çekme düzenine sahiptirler. normal şartlarda iki saat baş bodoslama ile ilk direk arası kürekler çalışırken, diğer iki saatte ilk direkten itibaren geminin kıçına kadar olan kürekler çalışmaktadır. olağanüstü şartlarda kadırga'nın hızlanması gerektiğinde ise tüm kürekler çalışırdı.

    gemide savaşçı olarak tımarlı sipahiler, yeniçeriler, cebeci ve topçular bulunmaktaydı. savaşçılar, kadırganın iki küreği arasında bulunan manka denilen boşlukta dururdu. geminin kumanda işleri ise kıç güvertesinde bulunan nispeten korunmuş bölgeden yürütülmekteydi. 17.yy'da ortalama olarak bir kadırga'da 100 savaşçı, 196 kürekçi, 20 halatçı, 2 dümenci, 1 yelkenci, 2 gumi, 2 kürek yapıcı, 2 kalafatçı, 2 neccar ve 1 reis(kaptan) olmakla beraber 328 kişilik bir mevcuda sahipti.
    gemide asker barındıracak kamara ve benzeri özel yerler bulunmadığından tüm personel gece gündüz güvertede durmak zorunda idi. bu personeli hava şartlarından korumak için güverte üstüne yelken bezinden iki parçalı bir tente gerilirdi. yağmurlu havada iki parçalı tente birbiri üzerine çekilerek kullanılırdı. kıç güvertede bulunan çadır bölümü için ise kalın, yünlü bir kumaş kullanılmaktaydı. seyrüsefer ekipmanı olarak deri üzerine el yazması (portolan) haritalan ve pusula kullanılmaktaydı.

    bir adet kumanya ambarına sahip gemide bir baş ve iki yan top bulunmaktaydı. toplara uygun 200 gülle ve yaklaşık 1700 kg barut yüklü gemiler; içerilerinde bulunan savaşçıların kullandığı yay ve ok ile tüfek gibi silahlardan da faydalanmışlardır. pruva bordası ilave takviyeli olan gemiler, baş taraflarında bulunan iki mahmuz ile düşman gemilerini bordalarını parçalardı. temel savaş prensibi olarak düşman gemisini batırmaktan ziyade yaklaşıp bordalamak ve asker savaşı ile mürettebat ve yüküyle beraber ele geçirmeye uygundur.

    kadırga'nın osmanlı donanmasında bunca uzun zaman hizmet vermesinde aslen bir korsan olan barbaros hayreddin'in rolü büyüktür. akdeniz'in iklim şartlarına göre ve korsanlığın asıl gayesi olan karşı gemiye zarar vermeden ele geçirme savaşı üzerine en iyi gemi olan kadırga'nın hayreddin tarafından tutulmuş olması normaldir.
    kadırgalar ile kalyonlar arasındaki ilk önemli çatışma preveze deniz savaşında yaşanmış, barbaros'un taktik başarısı sayesinde kadırga'nın zaferiyle sonuçlanmıştır. teknolojik gelişmeler sayesinde zaman içerisinde kalyonlar kadırgayı yakalamış ve geçmiştir.

    bir kadırganın maliyeti, kereste, çivi, üstübü, zift, katran gibi malzemelerin yanında marangoz, bıçkıcı ve demirci gibi zanaatkarların ücretlerinden oluşurdu. donanım fiyatı dahil edilmeden bir kadırga 236.500 akçeye mal olmaktaydı.
    bu da benim bir hesabımla 1970 duka'ya tekabul etmektedir. bir duka 3,5 gram altından oluşur ise ve 1 gram altın 40 usd der isek; yaklaşık hesapla 300.000 dolar gibi bir meblağ buluruz.
  • ingilizcesi galley olan gemi türü. civilizationdan bilirsiniz, insanoğlunun ilk tasarladığı gemi türlerinden biridir.

    kürekle gider - yelken destek aracıdır. kürekle gitmesi kürekçiye ihtiyaç duyması anlamına gelir. kürekçi demek de kalabalık bir gemi olması anlamına gelir. kalabalık gemi olması da taşıdığı erzak ve su miktarının yüksek olduğu anlamına gelir. bolca erzak ve suya ihtiyacı olması da 2 günde bir bir limana veya bir yere girip takviye yapmasını gerektirir - bu durum akdeniz ve karadeniz etrafında kadırgayla 2 gün mesafede bir sürü liman pırtlaması anlamına gelmiştir. modern yerleşimlerin bazılarının (bkz: sinop) varlık nedeni bu kadırgaların 2 günde bir karaya uğrama zorunluluğudur.

    kürek, gemileri iteklemek için pek verimli bir nane değildir. gemi ağırlığı arttıkça kürekçi sayısı daha bir artmak zorundadır. kadırgalar, var olan kürekli gemi tasarımları arasında hız vs boyut konusunda ortalarda bir yerde durur. daha büyük kürekli gemiler mümkündür ama daha yavaş olacaklardır veya kürekçi sayısı çok daha yüksek olacaktır.

    kürektir gidiyoruz... gene kürek, geminin şeklini ve suda duruş yüksekliğini belirler. ince, uzun, yanları düz bir gemidir. suda çok yüksek durmaz - yoksa küreği uzatmak gerekir (ve kürekçinin enerjisi küreği daha büyük bir kürekle uğraşmaya gider). bu iki durum, kadırgaları dalgalı denizlerde zayıf kılar. atlantik okyanusu havası bu gemilere fırtınalı gelir, bu nedenle yelken teknolojisinin gelişmesiyle atlantik ulusları yelkenli gemilere geçmiştir.
    akdeniz'in fırtınası az ve her bir yeri korunaklı liman ve kıyı doludur. akdenizde kadırgalar demir gemilerin gelişine dek kullanılmışlardır.

    osmanlı'nın bildiğiniz, okuduğunuz her deniz savaşında savaşan ana gemi türü kadırgalar olmuştur. venedik, cenova gibi akdeniz ulusları da akdeniz savaşları için kadırga kullanmışlardır. ispanya, ingiltere gibi atlantikte takılan kuvvetler giderek artan oranda yelkenli gemilere geçmişlerdir.

    savaşta nasıldır... yanlarında kürek var (gene kürek evet), yanlarına top konulamaz o yüzden. top ön tarafına konulur. fakat burada şöyle bir avantajı vardır: top kadırganın omurgası boyunca konulmuştur. omurga, topun geri tepmesini rahatça destekleyebilir. bu nedenle omurga boyunca, yan tarafa konulabilecek toplardan çok daha büyük toplar konulabilir. (bkz: yamato gun). yani az sayıda kocaman toplar taşır ve önüne doğru ateş eder. bir nevi glass cannon.

    avantajları: rüzgardan bağımsızdır ve çok dar dönüşler yapabilir. dezavantajları: rüzgar olduğu durumda yelkenli gemilere göre yavaştır.

    preveze'ye bir bakın. haçlılar bir sürü gemi kaybediyor. türklerde tek gemi kaybı yok. nasıl oldu derseniz... rüzgarsız ortamda veya size avantajlı rüzgarda yelkenli gemi yakalarsanız, toplarınız yelkenli gemidekilerden daha büyük (ve uzun menzilli) olduğu için, karşı atış almadan fiti fiti koca donanmayı kite edebilirsiniz.

    bordalamada (iki geminin yan yana gelip birindne diğerine adam atlaması durumu. kılıç ve tabanca ile klasik korsan filminde gemi üzerinde yakın dövüş durumu) şöyle bir boktan yanı vardır. kadırgalar neredeyse taşıdıkları savaşçı sayısı kadar da kürekçi taşır (gene kürek evet). eğer rakip taraf bu kürekçileri bir şekilde serbest bırakabilirse, kadırga tayfası elinde birden "freedooom" naraları atan ve aylarca kürek çekmekten karın kasları baklava baklava olmuş yarım gemi dolusu düşmanla daha karşılaşır. bu durum genelde kadırganın tayfasının aleyhine sonuçlanır. bu durumu engellemek için yakın dövüşe girildiğinde kürekçilere türlü eziyetler yapılır. boyunlarından yere kısacık zincirlerle zincirlenirler. yukarı bakanın (kafasını kaldıran bile değil) kafasına bir tane sıkılır filan.

    böyle bir gemidir kendisi.
  • murathan mungan'ın en güzel şiirlerinden bir tanesidir... uzun bir şiirdir ve kimse tamamını yazamamış, iş başa düştü. severek yazıyorum:

    senelerce,senelerce evveldi;
    bir deniz ülkesinde...ve belki de
    birbirine aktardığım defterlerin hepsinde
    bu şiir vardı:
    senelerce,senelerce sene evveldi;
    biz seninle orada,o deniz ülkesinde tanıştık
    uzak denizler,uzak yakınlıklar içinde
    bir kadırgada iki korsan
    tarih,yarın,ütopya dolu sandıklar arasında
    birbirimizi yaralarımızdan tanıdık
    dışı korsan,içi iç denizlerde yaşayan çocuklardık
    konuşamadıklarımız bir bulut kalınlığında
    duruyordu aramızda
    oysa konuşsak,ya da dokunsak birbirimize
    çekip gidecekti içimizdeki o korkunç noksanlık
    batık gemilerin deniz diplerini saran
    umutsuzluğu vurmuştu yüzümü
    birbirimizden ve aşkın keşfedilmemiş gizlerinden ürküyorduk
    bir definenin ikiye paylaştırılmış haritasında bilmeden
    birbirimize doğru ilerliyorduk
    kara görünmüyordu yokluğumuzda
    kara çok uzakta
    sahiller millerce
    uzaktaydı birbirimizin yokluğunda
    neyimiz vardı öfkeli bir gençlikten
    mağrur inceliklerimizden
    ve geceler boyu kısık yıldızlar altında anlatılan
    ihanetlerin kara bilgisinden başka
    biliyorduk geldiğimiz yer atlantis
    o yitik ütopya
    gittiğimiz yer de ora
    senelerce,senelerce sene evveldi;
    sen yoktun
    ben de yoktum
    hayır bitmemişti
    bu aşk başladığında
    bizi yola çıkaran ne varsa
    yol üzerindedir,
    öyledir sanıyorduk
    geleceği seçmeye çalışıyordu kısık gözlerimiz
    adasız denizlerin ufkunda
    bilge ve hırsız
    çocuk ve katil
    ölüm ve oğul
    oluyorduk.denizler,meydanlar,kavgalar ortasında
    fırtına bilgisi yoklarken
    çözülmemiş zamanların altın bilmecelerini
    bir daha hiç çıkamadık daldığımız karanlıktan
    kara ruhların büyük bayramlarından sonra
    aşk giz tutmuş tuğra
    aşk 1998
    bir yıldır yoldayız
    aşkımız sağlam sularda
    aşk 1998
    gideceğimiz yer atlantis
    o ütopya sıla
    ayrılsak bile biliyoruz
    başka bir anlamda
    senelerce,senelerce sonra
    sağlam,ödeşmiş,mutlu aşıklar için
    bir randevudur
    aynı yolculukta kadırga
    aşk 1992
    ayrılık 1992
    şimdi biliyormuyuz
    gömülüp gideni batıklarda
    kaç kıyıdan toplanmış taşlarla
    batıyordu dibe
    şarap fıçılarıyla,zeytin dallarıyla
    yarım kalmış bir gravürde
    yelkenleri sönen kadırga
    batıyordu
    sarışın hurmalar,gümüş paralar
    uzak otlar,ipek topları,amber kokularıyla
    çıkmamak üzere bir daha
    bir başka mürekkebin kıyılarına
    daldığımız solgun gravürden
    birbirimize baktığımızda
    diriliyordu deniz diplerinde
    boğulmuş beyaz kentlerden
    geçilen yolculuk
    aynı takım yıldızların altında
    dünyaya gelen aşkların benzerliği gibi
    başka çağları haber verir kimi denizler
    yoksa nerden çıkardı bu rüzgar
    bu zeytin dalları,baş döndüren şarabın kokusu
    ağzımızdaki bu hurma tadı
    ipeğine uzandığım bu amber nerden
    yüreğimdeki dövme çok eski bir gravürden
    buluşuyordu sessizliğimiz
    okuduğumuz sayfaların derinliğinde
    ne zaman sussak
    aramızdan geçerdi hayalet gemileri
    karşılıklı kıyılarda
    aynı denize bakan
    iki koltuk,iki lamba,iki ay
    aynı pencerenin derinleştirdiği gecede
    gemilerin ıslığını dinlerdik
    tek bir söz bile etmeden konuşurduk saatlerce
    kapkara hayalet gemileri geçerdi
    geçmişten gelen
    sessizliğin yarattığı sis içinde
    kapkara hayalet gemileri
    geçerdi gözlerimizin önünden
    gecenin içinden
    yeniden döndüğümüz sayfaların derinliklerinde
    dilsiz kırılganlığıyla dip iklimi
    yüzeydeki çalkantılarını unuttururdu
    gömüldüğümüz denizin
    som bir bütünlük içindeydik
    koltuk,lamba,kitap
    sayfasını kapatırken
    kahramanı olduğumuz şiirin
    ay sönerdi penceremizde
    hayalet gemileri geçerdi
    uykularımızın içinden
    uzun denizlerde yorulmazdı gözlerimiz
    birbirimizin güneşine baktıkça
    en yeni yerlerimizi birbirimize borçlandık
    çünkü aşıktık,kararlıydık,haklıydık
    bir denize kaç dalga sığarsa
    işte o kadar
    güz denizini ayıran halatlar
    yaz denizinden geniş melankolisi
    issız bir adaya düşecek olsan
    hangi şiirleri alırdın yanına
    hangi mevsimleri,ikindileri
    çarşafını değiştir sevgilim denizin
    tropikal yaprakların,ayın
    yüzüne düşen perçemleri kaldır
    hafızandan bütün lekeleri sil
    alışmak çürütür gövdenin derinliğini
    hangi denizi seçtiysen o türlü
    varlığın kıstırıldığı seyir defteri
    yaz denizini güz denizinden
    ayıran halatlar gibi
    çözülür adaların dağınık belleğinden
    savat gece
    çakıllarda şarkısı
    ay ışığıyla ayrılır denizin ipeği ikiye yalınlığın vurgununda çözülen
    derinlik
    gövdenin uykulu tarihi
    aydınlanır karasına vurduğu sahilde
    avucunda tenimin taçyaprakları
    kalbimde kalabalık yeminler
    vahşiyim
    vahşiyiz
    bu defne günlerinde
    çıplaklığımızda
    dağlıyoruz
    birbirimizi
    gökle karışıyor tenimiz
    kumun zamanlarıyla
    suyun yeniden elde edilmesi
    bulutun dumanı
    yağmurun kırbacı
    sevişmek için değil
    yaprağın buharıyla sevişmek için değil
    yaşamak içindir çıplaklığın önemi
    tanımlara zorlanmış itiraflardan
    firar edeyor
    gövdelerimiz
    bir ejderha uyuyor ay ışığında
    ay ışığında uyuyoruz ilk defa
    kendiliğinden yolunu bulan
    hayvanlar gibi
    ateş,hava,su,toprak ve aşk
    birbirimize çıkıyor her defasında
    kendiliğinden yolunu bulan
    birbirimizin kollarındaki
    ejderha
    gecenin bütün burçları
    inmişti sahile
    ürperen kumların üzerine
    hiç görmedikleri bir sabah gibi
    bakıyorlardı yüzümüze
    gecenin göğsümüzde unuttupu
    bir avuç ay ışığı
    senin göğsünde bıraktığım
    en derin uykumdu
    orada kaldım
    orada kaldı
    ne kadar tutkunduk birbirimize
    ufuk daralırdı tenimizin yankısında
    o kaçak sahil köyü,kadırga
    şimdi iki ayrı yaz kaldı bize
    birlikte geçirdiğimiz o büyük yazdan
    solak defterlerde uğru
    erkek denizlerde mitoloji
    korsan haritalarında define kalbim
    bir senden birçok aşk edindi
    zamanı bizden ayrı parlayan bir şeydi
    kanımda kımıldayan tutku
    gecenin sözleşmesindeki mürekkep
    her şeyi aşka ve ateşe dönüştüren
    derin bir ayindi
    sen gittin
    buluştuğumuz körfezler şimdi başka denizlerin çekiminde
    sen gittin
    ama doksan dokuz adın kaldı kalbimde
    ne kadar gitsen de uzağa
    vücudumda dolaşıyor zincirin
    kurduğun bütün tuzakları
    tapınak bildim
    tenim çöl tenim çöl tenim çöl
    bedenimi lincide bırakıp
    çekip giderim
    çekip giderim
    giderim
    tenim çöl
    aysberg tül
    ne zaman dondu pusula
    ne zaman geldik bu iklime
    aramızdaki siste kaybolmuş
    buzkıran gemiler
    kaybolmuş kelimeler
    sen yoksun
    ben de yokum
    kutuplar kadar yalnızız ikimizde
    rüyamızı emenet etmedik
    hiç uyumadık sığda
    ölümün uykusuna güvenir gibi
    bırakırdık kendimizi
    birbirimizin düşlerinin yastığına
    aşktı bu,beraberlikti
    yol arkadaşlığıydı
    ve daha binlerce kelime
    aşk bitmiyor bitmeden
    denizi tükenmemiş kadırga
    bir çifte vav yokuşundan aşağı
    doksan dokuz adımın
    en güzeli sevgilim
    yeniden bulmanın suları
    denizi geçenlerin adımlarından sonra
    taş kadar kör
    taşbaskısı gravür
    diri mürekkep
    kör aşk,kör levha
    büyük bir fırtınada
    yıkanmış aydınlığıyla
    iniyor hat
    güvercin dönüyor
    bir dal zeytinle
    aşk bitmiyor bitmeden
    tükenmemiş deniziyle
    masalına dönüyor kadırga
    bir türkü
    meyve bile dalına güvenir
    meyve kadar hükmüm yok imiş
    bir dize
    denizim ben batık aşklarla dolu
    bir fotoğraf
    şiirde görünmüyor
    ve görünmeyen nice ayrıntı
    kimbilir ne zaman kendini yazmaya başlamış
    başka şiirlere taşmış
    taşırmış içindekileri
    seyir defterinin kazalara uğradığı kadırga
    yeni dalgalarla yamıyor
    yarıldığı denizi
    gönderinden ithafını kazandığı gibi
    tarihi
    gönderme yaptığı başka denizler yarattı kendi kimi zaman başka şiirlerin gövdelerinde
    denize açılarak sürdürdü,sürdürüyor kendini
    duruyor yürekteki define,korsanlar yaşlandı
    deniz zamansız
    ne sen,ne ben,ne şu mavi deniz
    ne de meali anlamayan diğerleri
    senelerce,senelerce evveldi
    senelerce senelerce evvel bir sonraki.
  • assos'a yakın, kumsalı oldukça uzun, denizi muhteşem, sessiz sakın, gece gökyüzünde yıldızları izleyebileceginiz, butik otelleri ve motelleri ile oldukça guzel bır ege mevkii. akdenizin ve güney ege'nin bozulmuş yapısında uzak, çocukluğumuzun tatillerini bulmak için ideal.
  • osmanlı donanmasının büyük gemileri kadırgalardan adını alan semt. daracık sokaklarında köklü bir tarihi ve naif bir güzelliği barındırıyor.
    bir zamanlar deniz karanın içlerine doğru bir koy halinde usulca ilerlerdi burada ve bizans döneminde yapılan bir liman süslerdi kadırgayı. semtin öyküsü de ne yazık ki günümüze ulaşamayan bu limanda başladı.
    şuan kadırga limanının yerini tespit etmek kesin olarak mümkün olmasa da (bkz: çatladıkapı) ve (bkz: kumkapı) arasında olduğu tahmin ediliyor.
    kadırga limanı 561 yılında geçirdiği yangın sonrası büyük oranda tadilat gördü ve bazı dönemlerde imparator iustinianos'ın karısı sophia'nın adıyla anıldı. osmanlı döneminde de kadırga olarak anılmaya başlandı.
    kadırganın anlamıysa yunancada kürekli ve yelkenli açık deniz gemisi anlamına gelen katergondan geliyor. olmayan limanın adıyla akıllarda yer eden semt tarihin izlerini taşımasının yanısıra bugün önemli tarihi yapılarıyla da dikkat çekiyor ; fakat bu tarihi yapılar (bkz: eklektisizm)den uzak modern mimari yapıların arasında atın cinsel organı ve kelebek ilişkisiyle gözlere hitap ediyor. dijital karasal yayın alacağım diye tarihi dokunun üzerine uydu anteni takan ev sahibi ve bilumum kiracılara da selam ederim.

    gelelim işin rant kısmına: ayasofya ve sultanahmete yakın olduğu için turizm patronlarının gözünü diktiği bu semt; otel,pansiyon ve apart istilasına uğramış bir halde.

    güzel günler geçirdiğin bu semtin silüeti değişmiştir artık. anıların bağırır durur yanıbaşında. sen kirlenmesin diye ufacık bir kağıt parçasını bile atmaya kıyamazken artan keko popülasyonu sayesinde gelir sıçar biri tamda orta yerine. halbuki marmara denizinin kıyısında bir nazar boncuğu gibi durur kadırga. bu semtin dar sokaklarını sevdin sen, cumbalı evlerini, arnavut kaldırımlarını, çeşmelerini... bir yanın git desede anıların çekiştirir durur yakandan kal diye.
  • kadırga;

    cam gibi denizdir, deniz gözlüğü takmadan denizi dibine kadar gördüğün yerdir…

    kadırga;

    onca virajlı yolda çektiğin tüm sarsıntılara ve mide bulantılarına değecek tek yerdir, o yolu gittiğine asla pişman olmayacağın bir yerdir…

    kadırga;

    denizden kurt gibi aç çıktığında hemen arkadaki derme çatma mekanlardan birinde kabak çiçeği dolmasından ızgara balığa, köfteden midye dolmaya müthiş yemekler yiyebileceğin yerdir…

    kadırga;

    kendi elleriyle ördüğü heybeleri satma telaşında sırtındaki yükle 40 derece sıcakta sahilde dolaşan yaşlı teyzeyi şemsiyenin altına oturtup, evden getirdiğin atıştırmalıklardan, buz gibi soğuk sudan ikram ettiğin, duasını aldığın yerdir…

    kadırga;

    bir kere gittin mi, her yaz bir kere de olsa gitmek için can atacağın, bir kere gitmeyle avunamayacağın, tüm yazı orada denize girerek geçirmek arzusuyla yanıp tutuşacağın ama bunun imkansızlığının farkında olmanın bilinciyle, yaz boyunca bir kere bile gidebilmiş olsan şükredeceğin ve yeniden gitmek için gelecek yazı iple çekeceğin yerdir…

    böyle bir yerdir işte kadırga…
  • trabzon gümüşhane arasında 2200- 2300 metre rakımda kurulu bir yayla. her yıl temmuzun üçüncü cuması kurulan şenlikleri ile meşhur. bir de oğuz- ören yayla davası ile.
  • buram buram eski istanbul kokan bir semt. eski tulumbacılar kahvesi olsun yeni tv hastaneleri olsun yeterince otantiktir.
  • kumkapı ile çatladıkapı arasında yer alır. bir rivayete göre ismi yunanca küçük gemi anlamına gelen kaderga dan türemiştir.
  • saymadım ama herhalde 100 tane filan televizyon hastanesi var burada. bu kadar talep var demek ki.
hesabın var mı? giriş yap