• 2005 yılının yaz aylarıydı, odtü teknokent'te bir yazılım firmasında çalışıyordum. ofisimiz illet ve penceresiz bir sözde akıllı binada*olduğu için, işten sıkılınca ya da arada hava almak isteyince iş arkadaşım tolga ile kahve sigaracıların kullandığı bahçeye inen yangın merdiveni kervanına katılıyorduk. böyle bildiğin, tele tünemiş akbabalar gibi, bul karayı al parayı yancıları gibi, kalabalık yazlık sitelerin dubasına toplaşmış ortaokul lise bebeleri gibi görünüyorduk.

    kısa bir ön bilgi vereyim; garip bir özelliğim vardır. sebebini tam anlamadığım bir şekilde insanlar bana çok çabuk güvenir. daha ilk görüşmede, ikinci cümlede, en yakın arkadaşı ile konuşamadığı şeyleri anlatır. bazıları anlattıklarımı böyle bildiğin vahiy inmiş gibi falan dinler*, şaka gibi.

    neyse işte, ofisin balkonundaki topluluk içinde de çok kısa sürede güven ve sempati toplayınca, tamamen can sıkıntısından, türk kahvesini kapıp gelerek tolga ile yaptığımız goygoyu bölen hanım mesai arkadaşlarımın kahve falı seanslarını baltalamak, trollemek istedim.

    fincanını alıp içine manasızca baktığım ilk hanım arkadaşa aklıma gelen ilk yalanları sıralayarak "bu ara izmir'e gideceksin, ingiltere'den bir tanıdığın geliyor, maddi olarak sıkışabilirsin" falan diye salladım. elindeki fincanı düşürüp oha diye irkildi: "kuzenim ingiltere'den dönüyor, izmir'e yerleşecek. benden maddi manevi destek istedi."

    ertesi gün, ilk şoku atlatan kalabalıktan başka bir hanım kızımız "hadi görelim şu marifetini" diye kaptı fincanı geldi. pek sevemediğim şımarık bir tipti. belki aklına bir kurt düşer diye "sen işten ayrılacaksın galiba" dedim. bir şey demedi içeri girdi. otuz saniye sonra "müdürle mi konuştun, ayrılacağımı o mu söyledi?" hadi diye geri geldi. müdürün tekzibiyle "world class" moda geçtim.

    fallar falları kovalıyor, teknokent'teki ünüm falcı tayfa arasında islamiyetten hızlı yayılıyordu. şirket dışından, hatta gümüş bloktan dahi, elinde ters fincanı ile koşa koşa gelen kızlar yüzünden öğlen yemeğine gidemiyor, öğle yemeklerini eti wanted ile geçiştiriyordum (bundan çok şikayetçi değildim, bu sayede biriken multinetleri cuma akşamları tolga ile kıtır'da gömüyorduk).

    sadece bir hafta içinde, fallarımdan etkilenen iki kişi arabasını değiştirdi, bir kişi evini taşıdı. iki kız arasında kalan bir eleman benim falda ismini gördüğüm kızda karar kıldı (şimdi facebook'tan baktım, evlenmişler çocukları olmuş), birisi işi bırakıp tiyatroya başladı, hafta sonu oyunu var. insanların hayatını trolleyerek şekillendiren bir şerefsiz olup çıkmıştım, lan ama çok eğleniyorduk.

    son olarak ofiste tolga ile en çok zaman geçirdiğimiz özge* geldi elinde fincanıyla. "sen bari yapma özge" diye yalanın en afillisini söyledim:

    - sarı yeşil tişört giymiş bir çocuk bugün sana yalan söyleyecek.

    birkaç saat sonra teknokent'in otoparkında bir araç göründü. özge "aa sevgilim geldi" dedi. eleman araçtan indi. ve üzerinde ne yazık ki brezilya forması vardı.

    özge yangın merdivenine çıkıp orman tarafındaki otoparka doğru bağırdı:

    - gelme yalancı herif gelmee, allah belanı versin.

    özge'yi zar zor sakinleştirdikten sonra kahve falına tövbe ettim. yazılım şirketiyiz işimizi yapalım diye "rüya falı" sitesi kurduk. bir hafta sonunda google aramalarda en üst sıradaydık. bir süre sonra yetişemediğim için siteyi kapattım. hacı bayram'a gidip tövbe istedim, "imam hatipler kapatılsın" diye dua ettim.
  • bu işten tabiri caizse köşe olan biri anlatıyor;

    "yok canım, gördüğüm birşey yok. bu meslekte önemli olan tüm dikkatinle gözlem yapabilmek. ben sürekli gözlemliyorum, kahve fincanını eline alıp bana doğru yürürken eli titriyor mu, dimdik bana mı bakıyor yoksa tedirgin mi? gelişinden anlıyorsun bir kere, "bunun ne duymaya ihtiyacı var?" kimse hiç sebep yokken fal baktırmaya gerek duymaz, tektüktür o öylesine baktıranlar. o fincanı kapattıysa yolunda gitmeyen birşeyler mutlaka vardır, çoğunluğu aşk-meşk olayları, pek azı iş, kariyer, aile. insanları bize gelmeye teşvik eden en önemli sebep aşk, aşkın ekmeğini yiyoruz.. neyse, geliyor oturuyor karşıma, bakıyorum oturduğu yerde rahatsız mı, heyecandan bacağını sallıyor mu, rahat mı. harf tahmini yapmaya başlıyorum önce, banko tutan harflerim var yıllardır çalışıyorum üzerinde, s, t, n, m hemen hepsinde var, bir de "noktalı harf" jokeri var o da mutlaka oluyor her isimde. yüzlerini çok dikkatli inceliyorum, kendi farketmedikleri hafif bir dudak hareketi bile ele veriyor doğru yolda olup olmadığımı, heyecanla öne atılıyorsa tamamdır, ne dersem inanmaya hazır artık. renkli gözlülerin göz bebekleri çok çabuk ele verir onaylayıp onaylamadıklarını, göz bebekleri büyümüşse bingo. gerisi vücut dili zaten, doğru tahminleri sıraladıkça gevşerler. eller de çok önemli, parmakları çıtlatmaya başlamışsa falının durumundan memnundur karşındaki, yeni iyi haberler için sabırsızlanıyordur. birine fal bakarken sırada bekleyeni de inceliyorum hissettirmeden, ne duymak istediğini anlamaya başlıyorum daha karşıma oturmadan. yaptığımdan utanmıyorum, niye utanayım? ne düşünürsen o gelir başına, biliyorsun değil mi? işte ben de onların olumlu düşünmesini sağlıyorum. "böyle böyle biri var tipi şöyle, yakında karşına çıkacak, onunla güzel şeyler yaşayacaksın" dediğim kaç kişinin birkaç hafta sonra teşekkür etmeye geldiğini tahmin edemezsin. yarattığım potansiyel sevgili hep etrafta olan tiplerden, ben sadece algısını açıp görmesini sağlıyorum... kendini tamamen kapayanlar da oluyor arasıra, ne bir mimik, ne gözlerde bir ifade, öylece oturuyorlar hiç kendilerini bozmadan. ne diyim ki? bu falı açmayalım istersen, açarsak sihri bozulacak gibi hissediyorum diyorum ve atlatıyorum. ben kimseye kötülük yaptığımı düşünmüyorum, aksine iyi düşünmeye yönlendiriyorum ve iyi oluyorlar..."

    böyle anlattı esmer kıvırcık saçlı güzel abla.

    oldum olası severim kahve falı baktırmayı, ama 3 ay önce ömrü hayatımda tutan tek falımı bakan 60'lı yaşlarında yarı kör ve fincana hiç bakmadan (hatta bana bile bakmadan) tüm geçmişimi isimler, tarihler, olaylarla sıralayıp geleceğime "çocukların.." diye başladığında susturup, dinlemek değil yaşamak istediğimi söylediğimde buna saygı duyan kadıncağız aklıma geldikçe ürperir ve fincanları sadece "gırgırına" kapatır oldum. keramet kesinlikle fincanlarla telvelerde değil..
  • şöyle bir diyaloğun yaşanmasına neden olmuştur:

    - etrafında bir araba dolaşıyor.
    + ne renk?
    - kahverengi.
  • geyiğine eğlencesine bazen baktığım olur. benim için bulutları çeşitli şeylere benzetmekten zerre farkı olmayan, içinde gelecekten öngörü möngörü barındırmayan zevzek bir eylem. yeri geliyor anneanneme baktığım falda su aygırı görüyorum, eh olsa olsa safaridir bu deyip 90 yaşında kadına afrikaya gideceğini söylüyorum. o da inanma hevesiyle o maviş gözlerini kocaman kocaman belertip "afrikada neydecem acep" diye mırıldanıyor kendi kendine.

    hal böyleyken ya çok iyi attığımdan, ya insanlar psikopatça buna inanmak istediklerinden, ya da harbiden bilmediğim doğaüstü yeteneklerim olduğundan, bir fal baktığım insan sonrasında günlerce elinde soğumuş kahve fincanıyla dere tepe kovalıyor beni "ya geçen baktığın fal acaip tuttu". nesi tuttu kardeşim nesi tuttu. ufolarca kaçırılabilirsin dedim, manhattan'dan iş teklifi alıcaksın dedim, leonardo dicaprionun annene kur yapacağını gördüm, bi de yazın tatile giderken sevgilinin son anda satacağını gördüm. tuta tuta bi bu tutmuş, delirmiş adam. tüm gün elinde fincan, yavru ördek gibi peşimde dolaşıyor. pes edip taam ver diyorum alıyorum fincanı... "latince kursuna gönderecek şirket seni" ağzı kulaklarına varıyor, "hadi yaaa:)) müdür çıtlatmıştı zaten beni bi bi şeye göndereceklerini.. valla süpersin"
    bu kadar mankafa mıısın, yoksa ben senle dalga geçtiğimi sanırken sen de benimle mi geçiyorsun anlamadım ki...
    - a-ha! bak ne çıkmış?
    - bakim hani aaa ne o?
    - pacman
  • kotu hic bisey anlatilmaz, sanirsin hersey future perfect tense.
  • bundan üç-dört sene önce çalıştığım yerde bir kız vardı. tutulmuş bir çocuğa. adam da bunu sömürdükçe sömürüyor. kız görmemekte ısrarlı. ama görülmeyecek gibi değil. yine de aşk işte, anlamıyor. sürekli acabalarla yaşıyoruz. onu dinliyoruz. gittiği yol yol değil. işe başlayalı da iki ay falan olmuş, çok samimi değiliz. alıp karşına konuşamıyorsun da "bu adam seni sevmiyor ki, oynuyor resmen" diye. yavru köpek gibi bakıyor çünkü adamla ilgili konuşurken.

    bir gün öğle arası kahve içiyorduk yemekhanede birkaç kişi. aklıma geldi bir an. "kapat da bakayım" dedim. malum aşk derdine düşen heveslidir bu işe. hemen kapattı. aldım fincanı elime. sallıyorum ama ne sallamak. "ay sen birinden kötülük görüyorsun. iyi niyetli değil bu kişi. bak hep gözyaşı çıkmış, için kapkara olmuş. ayy ama bak biri var, seni savunuyor buna. aaa, bak bak saçını bağlamış, ince uzun bir adam var burada. seni sırtına almış taşıyor." gibi uydurdum. demek istediklerimi dedim dolaylı yoldan. güya bir de yeni aşk umudu verdim.

    aradan iki-üç hafta geçti telefonum çalıyor. açtım o kız. meğerse gitmiş ciddi ciddi uzun saçlı, at kuyruklu bir adamla tanışmış. çok da beğenmiş. acaba faldaki olmasınmış bu derken bunlar bir süre sonra sevgili, bir buçuk sene sonra da benden bir çeyrek altın alıp götüren nikahlı karı-koca oldular.

    tabi faldan itibaren sürekli birileri fincan kapıp gelmeye başladı. "ohh iki dakika fırsatım var oturayım" diyorum hoop bir fincan burnumun dibinde. bir süre şevkle uydurdum. "ya ben sallıyorum" dedikçe. "olsun keyfine" diyip duruyorlardı. sonra ciddi ciddi sıkmaya başladı bu durum. kendi arkadaş çevreme yayıldı. bir rahat, huzur yok. "bakmayacağım" diyorum. surat düşmeleri, hıhlar havada uçuşuyor. "lan uyduruyorum, saçmalamayın telve o" diyorum. allaaaah sanki küfretmişim etkisi.

    birkaç ay sonra ben artık fincan bile görmek istemezken ve boş vakitlerimi duvar köşelerinde saklanarak geçirirken dünyama güneş gibi doğan bir fikir geldi aklıma. ilk önce iş yerinde, sonra arkadaş çevremde ciddi ciddi oturup uydurma bir rüya anlattım. uzaklara dalıp, çok düşünceli gözükmek suretiyle "geceleri rahat uyuyamıyorum, ne olmuş olabilir acaba" demeye başladım. sonra ilk fal önüme geldiğinde "ben bakmıyorum artık" dedim. itirazlar, nedenmişler çığ gibi üstüme gelirken hemen savunmaya geçip "biliyorsunuz rüyalarımı, bakmam istenmiyor" dedim gayet gizemli bir şekilde. inandılar tabi.

    şimdi mutlu mesut hayatımı yaşıyorum. yine eskisi gibi gittiğim yerlerde kahve içebiliyorum özgürce. ama hala düşünürüm şu kızcağızı ümitlendirip adamla evlenmesine vesile mi oldum yanlışlıkla diye. fal işi tehlikeli gerçekten. insanlar ümit ediyor, sünger gibi emiyorlar söylenenleri. ya hayatlarındaki önemli kararları bu kehanetlere göre alıyorlarsa? bilemiyorum. ben artık bakmıyorum, gece korkutuyorlar.*
  • annemin %85 oranında tutturduğu fal çeşidi. gerçi bizim aney gençliğinden beri meşhurmuş fal bakmada. tarabya'da arapların falına bakarmış ya ben bunu yeni öğreniyorum. teyzem sağolsun. tutturdu abla falıma bak diye ben de geçenler de zoraki orta şekerli yaptırdım kapalı bir şekilde 2 gün odamda durdu fincan. bu sabah görünce baktırdık tabi.

    hemen başladı oğlum seni gelecek korkusu sarmış kendi kendini yiyip bitiriyorsun demeye - ki doğru bu-
    neyse hanemde 2 tane balık çıktı geleceğim aydınlık akrep kıskaçlarıyla aydınlığı yakalamış bırakmıyorum falan. sonra dua eden biri çıktı dedim kesin sensin o, yoksa bu salağa kim dua edecek gülüştük neyse efendim uzaktan bir kız çıktı kısmetime onunla evlenip parasal yönden refaha erecekmişim.

    dedim aney sen ne diyon ben karı parası yiyecek bir yapıda değilim olmaz o evlilik unut diye. oğlum senin kaderin yazılmışsa ne saçmalıyosun falan diye girişti. asıl bomba ise falın sonunda geldi. kanada'ya nasıl göç ederim diye en ince ayrıntısına kadar inceliyordum son günlerde bizim ki demesin mi senin hanende adaya benzeyen yarım ada mı desem büyük bir ada gibi bir şey var diye. ekmeğini orada kazanacaksın dedi. ulan bismillah daha kimseye bir şey demedim. demek ki bir kaç yıl sonra kanada'ya gidiyormuşum sevindim lan. aydınlık ve parlak bir gelecek bekliyormuş. kanadalı bir kızla evlenirim oh mis. hadi hayırlısı.
  • yılan : işlerin rast gideceğinin, akkın olacağının göstergesi,
    kazanılan ihale, çalışan proje, yükselen hisse senedi, batmayan yatırım, sorunsuz düğün gecesi...

    balık : kuyruğun pozisyonuna göre, para girdisi veya çıktısı, maddi durum göstergesi,
    zam, terfi, promosyon, hediye, milli piyango, yüksek harfler, zengin koca, haciz, kumar...

    deve : hele ki hörgüçlüyse büyük kısmet taşıyıcısı, hayat kolaylaştırıcı, bulunmaz fırsat
    araba, ev, master doktora kabulü, iş kabulü, öss başarısı, efendi damat, aileye uygun gelin...

    kuş / kartal : beklenmedik, heyecean verici önemli haber,
    yeni iş teklifi, uefa şampiyonluğu, seçim sonuçları, anne olma, baba olma, anneanne olma, dede olma...

    köpek / kurt : tehlike alameti, muhtemelen sotada bekleyen düşman,
    kıskanç eş, fettan sekreter, çekemeyen iş arkadaşları, vefasız patron, ekonomik kriz, kalp yetmezliği...

    anlamsız karaltılar : kalabalıklar, insanlar, konuşanlar, bağıranlar,
    yemek, toplantı, buluşma, düğün, dernek, kutlama, tören, eylem, cenaze, kıyamet...

    fincanın dibi : yüreğin aynası,
    kararmışsa sıkıntı, kenardan açılmışsa rahatlama, aydınlıksa gamsız hayat

    fincanın sapı : hane muhteviyatı, ev ahalisinin durumu,
    temizse asayiş berkemal, kararmışsa sıkıntı var

    içindekiler :
    türk kahvesi, fincan, yaratıcılık..

    püf noktası:
    (bkz: nabza göre şerbet vermek)

    unutulmaması gerekenler :
    (bkz: fala inanma falsız kalma)
  • bugün itibariyle kahve falının aslında orta dünya'dan geldiğini keşfetmiş bulunmaktayım. normal olarak bakılan fallarda kurulan cümleleri göz önüne alırsak ve akabinde frodo hobbit'e uygularsak bu bağlantının ne kadar kuvvetli olduğunu daha iyi gözlemleyebiliriz...

    - valla frodo sana yol gözüktü 3 vakte kadar mı desem 4 vakte kadar mı desem...
    - bir de böyle bir yüzük var ama nişan desem değil düğün desem değil...
    - sana bu yolda yardım edecek bir büyüğün olacak böyle beyaz mı beyaz sevimli mi sevimli tonton bi amca
    - ayrıca üzerinde nazar var senin bak kocaman bir göz çıkmış falda bak bak aha burda eşşek gözü mübarek...
    - dikkat et sana dost görünüp senin kuyunu kazmak isteyenler olacak kıymetlimissss
    - bak kuş çıkmış falında böyle uçuyor tepende kısmettir bu ama tabi nazgül de olabilir bir şey diyemem
    - için kabaracak çocuğum senin bir karar vermen gerekecek versen bir türlü vermesen bir türlü çok zorluk çekeceksin ama sonu feraha çıkar sen merak etme.. ama demin yüzük demiştim ya sana sen atarsın o yüzüğü ben sana söyliyim...
  • gunun birinde computer science master'i yaparsam tezimin konusu olacak fal cesidi. soyleki once dijital ortama aktarilacak kahve fincaninin ic goruntusu cesitli pattern recognition algoritmalari kullanilarak cesitli sekillere benzetilecek, sonra benzetilen sekillerin anlamlari natural language processing algoritmalari kullanilarak yorumlanacak ve daha sonra da fali baktiran insanin sosyo-ekonomik durumu, yasi, isi, esi gibi degiskenler eklenerek yorumlar kisiye gore ozellestirilecek ve kullaniciya sunulacak. sistem bir kere duzgun sonuclar vermeye basladiktan sonra postmodern medyum veya dijital falci gibi uygun bir isimle falci dukkani acilir. turk insanindaki bu fal sevgisiyle gelecegin bill gates'i bile olunabilir.

    (bkz: turk muhendisin basarisi) (bkz: teknolojinin denyoca kullanimi)
hesabın var mı? giriş yap