• gelişi 16. yüzyıldır efendim.

    "sene-i isneyn ve sittin ve tisâ-mi'ete [hicri 962 oluyor, ki bu da 1554/1555 demektir] târihine gelince pâyitaht-ı aliyye mahmiyye-i kostantiniyye'de mutlak, umûmen rumeli'de kahve , kahvehâne yoğidi.

    sene-i mezbûre hududûnda haleb'ten hekim nâmında bir herif ve şam'dan şems nâm mendebur bir zarîf gelüp, tahtakale'de kebîr dükkân açup kahve-fürûşluğa başladılar.

    keyfe mübtelâ ba'zı yârân-ı sâfâ gelüp, husûsan okur yazar makulesinden niçe zürefâ cem olur oldu. yirmişer otuzar yerde mecâlis durur oldu. kimi kitab-ı hüsniyyât okur, kimi tavla ve satranca meşgul olur. kimi nev-güfte gazeller getürüp, ma'ârifden bahs olunur."

    geçmiş zaman işte...
  • bundan yıllar önce, daha neyin ne olduğunu sadece izlemekle çözmeye çalıştığım, milletin beni ufaklık diye sevdiği dönemlerde müdavimi olduğum yer.

    bir ev sahibimiz vardı, adı ismail amca. neden dede dememişim ona bilmiyorum, daha özel olurdu sanki.zabıta emeklisi ismail amca, gündöndü tarlasından döndükten sonra ,tutar elimden kahvehaneye götürürdü beni.otururdum bir köşeye ,sandalyeden ayaklarımı sallayarak, okey taşlarının arasından izlerdim kahvehane eşrafını.

    bir arkadaşın vardı ismail amca neydi onun adı ya, diş yoktu adamda? hani oraletim bittikçe evladııııııııım diye seslenirdi kahveciye.neli istersin kızım? amcam onun rengi farklıydı sadece ya ,tadları aynı ama neyse turuncu olsun işte.evet az önce yanlış duymadınız , kahvehaneye giden ilk kızdım heralde. o zamana göre marjinal adammış ismail amca, ufak bir kız çocuğu kahvehanede , hiç görülmüş şey mi? bu çığır açan bir grişim olabilirmiş ismail amca, haydi kızlar kahvehaneye sloganıyla bütün gün tüttürdüğünüz o cami yanı kümesi baştan aşağı değiştirebilirdik aslında. neyse , en çok kahvehane dönüşlerini severdim. bakkala uğrardık, bir maltepe bir de cino alırdık,para üstü de çoğu zaman benimdi hani eheh. yanarım yanarım da o maltepelerden bir dal yürütmediğime yanarım.hiç merak etmemişim demek.

    sonra büyüyüp okul çağına gelince beni kahvehaneye götürmeyi bıraktı ismail amca, malum okula başladım abaküstü,fasülyeydi, yaz kış bacaları tüten evlerdi derken uzak kaldım, hayat damarlarımdan biri kopmuş gibiydi sanki. beklerdim gelse de gitsek diye. özlemiştim leş gibi sigara kokan, dişsiz amcaların yanlarında küfür dinlemeyi,kahve milletinin insanlarından biri olmayı.

    sonra taşındık ordan. duydum ki bizim taşınmamızdan sonra bırakmışsın kahvehaneye gitmeyi ismail amca.boşver iyi olmuş. şimdilerde dumansız hava sahası oldu heryer ,katlanamazdın sen bu acıya.
  • köylerde yaşlıların ölümü beklediği yer.
    ayakları tutana kadar gelirler.
    sonra bir gün gelmezler.
    genelde sonra bir daha da gelemezler...

    http://www.flickr.com/…otos/atakansevgi/3105334171/
  • yurt dışındaki şubelerinin, ecnebiler tarafından turkish gay bar olarak tanımlandığı yer.
  • tabelalarını iddia ve at yarışı oyunları araştırma ve geliştirme merkezi olarak değiştirmeleri gereken yer. akşam eve giderken, içeride tavla oynayan kuzene selam çakmak için kahvehaneye girdiğimde bu ilginç gerçeği fark ettim. kahve milleti insanlarının çoğunda hummalı bir çalışma vardı.

    kafa kafaya vererek iddia analizi yapanlar mı dersin, önündeki spor gazetesinin iddia sayfasına bakarak kupon doldurmaya çalışanlar mı dersin, hazırladığı kuponu yatırtacak adam arayanlar mı dersin ne ararsan vardı. lost'taki black smoke'un kaynı olduğunu düşündüğüm ve sigara dumanından oluştuğuna emin olduğum white smoke'a rağmen bunları görebilmeyi başardım. kapı açılıp white smoke'un etkisi azaldığı zamanlarda ise televizyondaki at yarışı kanalını ve televizyonun yanında, kadraja giren atın şeceresini konuşan adamları görebildim. kahvehaneyi boydan boya kaplayarak esaret altına alan white smoke kulağıma birşeyler fısıldadığında kuzene "ben kaçarsle" deyip kendimi dışarı attığımı hatırlıyorum.

    gerçekten benim için zor bir deneyim oldu. sanırım biz türkler iddia ve at yarışına vereceğimiz zamanı bilime harcasaydık, zamanda yolculuk yapmaktan tutun da, her türlü hastalığa çare bulabilirdik. nasa çalışanları "n'olur beni de alın aranıza" diye bize cvlerini yollar, kapımızda kul köle olurlardı.
  • fazlasıyla, osurukla, iğfal edilmiş ve boğulmuş sandaliyelerin; genellikle, sigarayla, işkence edilmiş ve delik deşik edilmiş; tabir-i caizse neredeyse anası sikilmiş masaların, masa örtülerinin hüzünle bekleştikleri, bir gün onları kurtaracak olan kahramanlarını bekledikleri yer.
    çoğunda, sanki adının kahvehane olmasına inat, orta kahve pişirme özürlü ocakçılar var.
    bir de, dandik dundik tabloları var duvarlarda..şu, içinde bulunan tüm nesnelerin çift gölgeleri olan kolpa manzara resimlerinden.bu yeşilin, mavinin en güzel tonlarını barındıran tablolar, sigara dumanı tarafından tacize uğradığından, hepsi bir renkte: bok rengi.
    tüm bunlara rağmen, oturduğum sandaliyenin üzerinde, acaba üzerine kaç kişi osurmuştur, diye düşünmekten kendimi alamasam da tutkudur benim için kahvehanede yaşamak.
  • istanbul'un ilk kahvehanesi 1554'de tahtakale'de, hakem ve şems adlı kişiler
    tarafından açılmıştır. daha sonra unkapanındaki, meslek kahvesi niteliğindeki
    esnaf kahvehaneleri birer birer açılmaya başlamıştır.
  • kahvehaneler, kadinlardan kurtulmak icin
    erkeklerin sigindiklari mütevazi mekanlardir.
    bu mekanlarda ne "terligini giy, haliyi kirletme" ne de
    "yeni koltuk takimini ne zaman alacagiz" diye insanin
    basinin etini yiyen, sürekli komut veren birileri vardir.

    erkek, o mekana ilk adimini attiginda bilir ki,
    dirdirdan uzaktir, hemcinsleriyle beraberdir.
    sonsuz özgürlük degilse de, göreceli bir özgürlük
    havasini teneffüs etmenin hazzini duyar, yasar. o,
    aksam eve gittiginde halkali köle misali zulmün
    pencesine düseceginin, estirilen terör karsisinda
    bicare kalacaginin bilincindedir.

    kahvehanede, tv sürekli aciktir. ses acma, kisma
    sorunu yasanmaz, cünkü tv'nin sesi o denli yüksektir ki
    az isitme özürlüler bile kulaktaki isitme cihazina gereksinme duymazlar.
    yalnizlik, evlilikte oldugu gibi "innere migration" (ic sürgün)
    durumlari yasanmaz bu mekanda. herkes herkesi tanir. herkesin
    herkese söylebilecegi iki cift lafi vardir.
    (bir zamanlar baska bir yerde yazmistim, konuya uygun oldugu icin buraya aldim).

    kahve kültürü: (bkz: #7860459)
  • anonim yerledir buralar, kimi zaman sadece ait oldukları mahallenin adını taşırlar ya da taşımazlar. beyaz üstüne kırmızı harflerle "kahvehane" yazılır bırakılır. cafeler gibi özerk değildir ya da tren olacağım, farklı olacağım diye yabancı dillerden bozma saçma sapan isimleri yoktur.
  • hep küçük görüp işsiz ve emekliliğin başlarına vurduğu amcaların mekanı olarak görülür buralar.

    hiç öyle bakmamak lazım, oradaki amcalar ve dayılar candır, o sokağı ve mahalleyi çok iyi bilirler. ev bakıyorsanız bunlara sorun, o sokaktaki biriyle iş yapacaksanız da bunlara sorun çok iyi bilirler oturdukları civarı.
hesabın var mı? giriş yap