• bir karantina sabahında, syd barrett, ve amy winehouse sonrası aklıma düşen merhume.

    sen kalk allahın malatyasindan, cerrahpaşa tıbbi kazan 17 yaşında. zehir gibi zeka ister.
    benden 11 yaş büyüktü. ben 16 yaşında almıştım kitabını, sigara bile içmiyordum o esnada (17 yaşında başladım bok varmış gibi)

    kaç kere okudum o eroin güncesini bilmiyorum, ama çok okudum. dili, dolu dizgin yaşadıklarını sansürsüz anlatışı çok hoşuma gitmişti.

    benim o en deli fişek ergenlik gunlerimde, kıçımı güvende tutmama müthiş faydası olmuştur yazdığı kitabın (ki yazma amacını böyle ifade eder zaten)

    hayatım boyunca sentetik uyuşturuculara hiç bulaşmadım. halbuki müthiş gözü kara bir ergendim ben. bela arar gibi yaşayan bir ergen... ama kanat kitabında bana esas noktaları çok iyi belletmişti.
    bu işlerin bok gibi yollar olduğunu, insanı bir uçurumun kenarına daha ne olduğunu anlayamadan sürükleyeceğini, bi kere içine "düştükten" ve kaptırdıktan sonra kurtulmanın kolay kolay kimsenin harcı olmadığını filan.

    tamam, benim de bir aileyi cezalandirma, bir kendimi bitirme temayülüm ve bir değersizlik şemam vardı ergenlikte. ve uyuşturucuya "düşen" herkesin hikayesinde benzer bir motif cok net seciliyordu kanat'in kitabına göre.
    işte o benzerlikten müthiş korktum. "bi gün kendimi bitirmeye karar verirsem de, efendi gibi intihar ederim; böyle sürünmem" gibi düşündüğümü hatırlıyorum.
    asla dramatize etmemişti, ama müthiş bir dramdı hayatı anladigim kadarıyla.

    çok farklı bi ruhu vardi bence. çöküşünde bile son bi parlayarak gitti. sessiz sedasız kaybolmuş o kadar tutunamayan içinde, benim gibi kim bilir kaç gencin ufkunu açtı dünya ve hayatla ilgili.
    bize ne yapmamız gerektiğini söylemedi; bunu o da bilmiyordu. ama neyi neden yapmamamiz gerektiğiyle ilgili paha biçilemez bilgiler verdi kendi hayatıyla ve yazdığı kitapla."bakin ben burdan gittim, yolun sonu bok gibi bi yere çıktı. na bak ahmet mehmet de böyleyken böyle. bizi böyle gör, hala istiyorsan gel amk" dedi.
    ve çizdiği tablonun istenecek hicbir yani yoktu.

    ailesine, sevgisiz büyümesine yorardı hatalarını. haklıydı da.
    ama bu şekilde kendini bitirmenin, onları cezalandirmanin bir yolu olmadığını da nepnet vermişti kitapta.
    ve insanın kendini/bireyligini arama yolculuğu olan gençlikte, uyuşturucunun ve o ortamların kesinlikle bu arayışa hizmet etmedigini; bilhakis o yolu alakasız yerlere sürerek kendini bulmayı imkansizlastirdigini anlatmıştı.

    esas mesajını hep böyle algıladım ben onun. umarım doğru yorumlayabilmişimdir.
  • kanat antepli güner 1970 muş doğumlu. çeşitli anadolu kentlerini dolaştıktan sonra 11 yaşında malatya’ya geldi ve 17 yaşına kadar burada yaşadı. bu yıllarda ”erdemli bir türk genciydi”. takdirnameler aldı, oruç tuttu, namaz kıldı, büyüklerine saygı küçüklerine sevgi gösterdi, pasta yiyip limonata içti. saçları kısaydı, tırnakları temizdi.
    herkesin hayran bakışları arasında cerrahpaşa’ya tıp okumaya gitti. şevkle kendisini geliştirmeye çalıştı. özgür bir birey olarak inandığı tüm değerleri sordu, sorguladı, uyarladı, tiyatroculuk yaptı, kadın hakları için çabaladı. iyi bir sevgili iyi bir dost ve iyi bir evlat oldu.
    kimse onu takdir etmedi, teşekkür etmedi ve yeterince sevemedi. bir evlilik yaptı ama yürütemedi. her şeyi herkesle paylaştı ama itildi, kalkıldı, aldatıldı ve terk edildi.
    biriyle tanıştı. bu dost kendine yapıştı, onu herkesten kıskandı kopardı. kanat arkadaşıyla yakınlaşınca onun oldu. ve bencil arkadaştan kurtulmak içinse çok geç kaldı.
    son çare olarak sesini yükseltip bir umut bağırdı… “eroin güncesi” onun günlükleri ile başladı hayal gücü ile sona erdi. ölümüne kadar istiklal cadde’sinde kitaplarını ve umutlarını satmak zorunda kaldı.
    4 nisan 1998 sıradan bir gündü; imza gününe gitti ve oradakilere duymak istemedikleri şeyler anlattı, çıktı ve… alıntıdır

    bir de,

    ''hey millet, ben ölmeye karar verdim, niye biliyor musunuz, çünkü yaşım 27'ye geldi dayandı, benim gibiler daha fazla yaşamamalı. allah korusun, ya ölmeye değil de üremeye karar verseydim!..''
  • bir arkadaşıyla birlikte kadıköy'de otostop yaparken almış taksim'e götürüyordum kendisini. tanımam etmem. bıcır bıcır, ama diğer taraftan da hüzünlü bir hali vardı. bir ara, öndeki arabanın arka camında duran aktüel dergisini arkadaşına gösterip "kitabımı bu haftaki aktüel'de tanıtmışlar" dedi. kitabının adını konusunu sordum, geçiştirdi. daha sonra o haftaki aktüel'i okudum önce, daha sonra da kitabını. anladım ki, o yıllarda hepimizin kıyı köşelerinde dolaştığı şeylerin tam ortasına atlamış büyük bir merakla ve cesaretle...
  • gitmeseymiş daha yazacak başka neleri vardı kim bilir...

    “amacım seni üzmek değildi albayım, albayım sana söylüyorum kimse anlamasa da olur hesabıydı benimki, kızmışsın bana bu kadar da hassas olunmaz demiş, bozulmuşsun. toplumca cinnet geçirirken, ben mazeretim de varken biraz depresyona girmişim çok mu albayım? milletvekillerinin birbirini dövdüğü ülkemde ben, kendimden başka kimseye zarar vermeden, ağzıma kırmızıbiber sürülme korkusu olmadan, şeytanın tırnaklarımı yiyemeyeceğini bilerek iki satır şımarmışım, yine mi hatalıyım albayım…

    millet ben sigara bile içmiyorum diye zırıl zırıl ağlayıp sonra kokainman çıkıyor, ben her deliğe burnumu soktuğumu itiraf edip dürüstlüğüme saygı beklerken şamar oğlanı oluyorum. kendi kitabını sokakta zabıtalarla kovalamaca oynayarak satan tek yazar benim, eroinmanlığımla övünmüyorum ama kitabımla gurur duyuyorum. tanrılar senin kadar dürüst olsaydı peygamberlere gerek kalmazdı dedi biri, onore oldum. akbaba medyaya takmamaya karar verdim, evime döndüm albayım, ben yokken polis beni aramış, geçen yaz bodrum’a giderken otobüste fenalaşıp akhisar’da apar topar hastaneye kaldırılmıştım, o kargaşada çantamı kaybettim, bulmuşlar içinde de bir parça esrar varmış, ifademi aldılar senin mi diye sordular, ne diyeyim albayım? uyuşturuculara keyif verici maddelere bir süre yüz sürmemeye karar verdim, onun yerine boncuklardan üzüm yapacağım veya sabundan heykeller, annem öyle istiyor albayım, ama içimdeki ses çişini yapacaksın popon kuru kalmayacak diyor.

    direniyorum uykusuzluğa, sosyal cibilliyetsizliğe, cahilliğe, kemik ağrılarına, erken bunamaya, küçük adamlara meydan okuyorum. bütün bu gürültü patırtıdan sonra sonum orhan veli gibi çukurda son bulursa millet bana şeyiyle gülecek diye korkuyorum albayım. yine başkalarının incinmesine, acıtmasına izin vermemeye karar verdim ama benim kararlarım lafta bile kalmıyor ki albayım!... klasik bir teraziyim ben karar veririm, karar veririm, karar veririm… her şey bir yana, bir çift kağıdın varsa bir kıyak yapsana albayım, ben de sabundan kuru fasulye yaparım. veya dolaptan aşırdığım tereyağını veririm, askerlerine yedirirsin.

    kapıyı aç ne olur albayım para istemeyeceğim!

    şimdiye kadar sayılıdır yazdığım mektuplar ama hep yazmam gereken insanlar olmuştur. ama şimdi mektup yazmak istiyorum, insan yok. bir dostum tanıştırmıştı beni albayımla, çok oldu restleşmeyeli. ama bu kara kutu yine ona açılmalı, o anlar. sürgüne gönderilmiş rus çariçesi gibiyim albayım. giyotine gitmeyi bekleyen fransız devrimcisi. yankinin düzdüğü vietnamlı. osmanlı hareminde harem ağası. çölde gezerken kutup ayısının düzdüğü bedevi. çöpçatanım sağır dilsiz, kötürüm, evde kalmış kız. başımız belaya girer diye kapı önüne bırakılan overdose da canki. gel gör ki ölücem ölücem deyip ölmeyen ölemeyen ölseydi, çoktan unutulacak olan kaşar bir canki... sen de duymuşsundur ölüm haberimi, yok bir şey albayım. birkaç kutu çekip keyiften nefes alamaz hale gelince, alverollerle gri hücrelerin kapışması sonucu keyif veren bally yüzünden medya maymunu oldum. hastaneye kaldırıldım, istediğim biraz oksijendi, bağımlı dediler, hastaneden hastaneye sürgün ettiler. hiçbiri almadı. polisler aldığı yere geri bıraktı. polis bıraktı gazeteciler bırakmadı. kapının önündeki bir takım medya, kardeşimin okula gitmesine engel oldu. aileme verdiğim zarara, vicdan azabına dayanamadım. otele taşındım. ezgin, itilmiş, kakılmış, illegal, yalnız, yanlış insanlar ailem şimdi... yaşlı fahişeler yazık diyorlar bana. sürgün psikolojisi, otel odası melankolisi seni hatırlattı albayım. uzun lafın kısası türkiye'deyim, dişiyim, medya maymunuyum. cankiyim ama küçük adamlara acıyorum. bunlar suç albayım, haydan geldim huya gidiyorum albayım, rahatsızım albayım. kapım vurulana kadar kendimi tuvalete kilitleyeceğim albayım. benim için kendine iyi bak, tüpü açık bırakarak intihara kalkışma; tüp bitiyor, üşüyorsun albayım.”
  • bu gün ölüm yıl dönümü olan, yaygın kanının aksine oldukça başarılı, parmakla gösterilen bir genç olmasına rağmen uyuşturucunun eline düşüp tıp fakültesini bırakmış, modern hayata tutunamamış bir garip insan modeli.

    eroinmanların "altın vuruş" dedikleri ölüm vuruşunu dönemin meşhur sineması olan (bkz: beyoğlu sineması)nda yapmış gerçek olamayacak kadar ilginç, bir o kadar da tuhaf yazar.

    ancak yazar demek eksik kalır. çünkü onun yazını tamamen kendi gerçeğinden beslenir. edebiyatın gerçeğe teğet geçtiğini söyleriz, ancak kanat güner yazınında debiyat gerçeğe teğet geçmez, direkt olarak gerçeğin ta kendisidir.

    güner, hayata dair, aileye dair bütün tatminsizliklerinin acısını eroin ile gidermeye çalışır ve uyuşturucu ile olan ilişkisini (bkz: eroin güncesi) adını verdiği kitapta anlatır. kitap çok kısa bir süre içinde 11. baskıya ulaşır. ( intiharı bu kitabın basımından 2 hafta sonraya denk gelir.)

    söz konusu kitapta kendini algılayış şeklini ve babası ile olan ilişkisini şöyle anlatacaktır:
    "
    küçükken aslında bir prenses olduğumu, kral babamın iyi yetişmem için bana kocaman bir oyun oynadığını, çevremdeki herkesin oyuncu, her şeyin dekor olduğunu, sıradan bir insan gibi yetişirsem daha akıllı bir prenses olacağımı düşündükleri için bu saçma sapan şeyleri bana yaşattıklarını hayal ederdim. değilmiş. hala kimse gelip beni sarayıma götürmedi."

    annesine dair düşüncelerini ise, şu cümlelerle ifade eder:

    "beni çok geç fark etti o, 17 yaşıma kadar karnımı doyurduğu, öğrenimimle ilgilendiği için kendini yeterli buldu. kendine göre en büyük fedakârlığını yapıyordu çünkü, babama katlanıyordu. babam -anneme göre dünyanın en sorumsuz, en disiplinsiz adamıydı. yapması gereken en önemli şeyi yapmıyordu: eve para getirmiyordu."

    eroini ise "küçük bey" olarak isimlendirir ve bir erkek olarak tasavvur eder. çünkü ona göre,
    "hiçbir kadın o kadar kaba ve iğrenç olamaz"dı.

    intiharının ardından dönemin meşhur (bkz: bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesi)'nin başhekimi ve bu gün (bkz: müge anlı)'dan aşina olduğumuz profesör doktor (bkz: arif verimli) onun hakkında "çok iyi niyetli biri olmasına karşın, ağır kişilik sorunları olan, her daim kendinin haklı olduğuna inanan biri" olduğunu söyleyecektir.

    görsel

    "ahıra girmeyen bir koçtum
    ot buldukça uçtum
    anayasada en büyük suçtum
    geceleri yaşamla ölüm oyunları oynamaya devam ediyorum
    kanım damarlarımda hayalimdeki çağlayanlar gibi akmakta
    güzel kızların ağlayarak ilahiler okuduğu gecede
    yanmakta olan bir hintli cesedi gibiyim"

    "içimdeki kadını ve çocuğu bilerek, isteyerek öldürdü. onun başına gelen her kötü şey beni mutlu ediyor artık. içimde korkunç bir nefret var, bastırılamayan bir nefret."

    "bir gün işe yırtık kotumla gitmiştim, saygıdeğer akristlerimizden biri beni görünce önce şuh bir kahkaha attı, sonra “ah canım, ne bu halin, gelirken tecavüz mü ettiler?" dedi. ben de “evet, ilk tecavüzümdü, çok korktum”, dedim ve ekledim, “siz ilkinde ne hissetmiştiniz?” "

    "savundukları şeylere karşı değildim, ben de düzenden şikâyetçiydim. ama daha kendi kişilikleriyle sorunları olan, kompleksleriyle başa çıkamayan bu insanların emek, halk, devrim derken süphanekeyi okuyan 7 yaşındaki bir veletten pek farkları kalmıyor, birbirlerinden özeleştiri falan istedikleri o ciddi tartışmalarda “benim babam senin baban” kavgası yapan çocukları andırıyorlardı. en çirkin durum ise onların da paraya tapması, onların da bir birlerini sömürmesiydi."

    " yaşam şeklim sayesinde veda etmem gereken pek kimse yok. öldüğümü bilmeleri de gerekmiyor ama ben yine de birkaç satır karalayacağım. en azından aileme (benden nefret etsinler diye) bir şeyler açıklamalıyım. benim yüzümden mahvoldular, çöktüler. benden beklenmeyen her şeyi yaptım, onları çok utandırdım. çünkü onlar beni çevredekiler 'aman ne iyi çocuk yetiştirmişsiniz' desinler diye büyüttüler. hele annem..."

    edebiyat kitapları onu yazmaz. ama siz yine de kanat guner'i okuyunuz, okutturunuz.

    görsel

    ( kitap kapaklarında palyaço yüzü ile çizilmesinin bir nedeni, öğrencilik yıllarında geçimini sağlamak için palyaçoluk yapmasıdır.)

    ölümünün ardından hemen her kesimden sanatçı tarafından çeşitli şarkılar ile adı anılmaya ve yaşatılmaya devam etmiştir

    (bkz: mabel matiz)- krallar(bkz: ahıra girmeyen bir koçtum, ot buldukça uçtum)
    (bkz: mor ve ötesi)- canlı yayın
    (bkz: hozan beşir)- kırık kanadım
    (bkz: ağaçkakan)- nazdrovya
  • "küçükken, aslında bir prenses olduğumu, kral babamın iyi yetişmem için bana kocaman bir oyun oynadığını, çevremdeki herkesin oyuncu, her şeyin dekor olduğunu, sıradan bir insan gibi yetişirsem daha akıllı bir prenses olacağımı düşündükleri için bu saçma sapan şeyleri bana yaşattıklarını hayâl ederdim. değilmiş, hâlâ kimse gelip beni sarayıma götürmedi."
  • tam on yıl önce bugün göçmüş gitmiş kişilik.

    “sefam olsun yok olana kadar yazarak kusacak, anlayana tripler anlatacak, param olursa burnuma çiçek dövmesi bile yaptırıp çiçeği burnunda yazar dedirtecek, düşmana inat intiharımı erteleyecek, uzay boşluğunda hacim kaplayacak, deliliğimi eroine değil genlerime borçlu olduğumu ispatlayacak toplumsal bir çıkıntıyım.”
  • eroin guncesi kitabında "... böyle bir çocukluğun ardından ergenliğimle birlikte denge bozuldu. çünkü büyük bir ihmal, unutulan bir şey vardı : sevgi " diyerek aile içindeki şiddet ve geçimsizliğin çocuk üzerinde yarattığı hasarin klasik bir ornegini sergilemektedir.
  • kendisi ile ilgili tesadüfen bulduğum bir röportaj:

    http://www.derkenar.com/…tapkurdu/kanatguner-ek.asp

    .......

    -"uğraşmak mı yordu seni?"

    +"evet. ablam evde değilken "tanrım, nerede?" ablam eve gelince, "tanrım yine geldi!" paniği. hiç bir yerde olmasını istemiyordum. başka biri olsun istiyordum. kanat'ı öyle kabullenemediğim için belki de, yardımcı olamadım."

    ......

    sevgisiz kalmış gerçekten, ki dünyadaki en içinden çıkılmaz şeydir sanırım.
  • eroinden ölen eroin güncesi isimli (günce) kitabı bulunan..
    ölmeden önce bi süre tv kanallarında eroine nasıl başladığını ve ailelerin çocuklarını nasıl koruyacağını anlatan beni kurtarın diye yakaran ama kurtulamayan, bir mor ve ötesi* şarkısına konu olan kişi..
hesabın var mı? giriş yap