• kapağına sosyal medyada çok övgü düzüldü, ben de bu övgülere katılıyorum. roman iki gün önce elime geçti, boşluktan istifade hemen okuyup bitirdim. yazar yu hua yıllar öncesini, yani mao zedong ve bu pek kıymetli diktatörümüzün adına lanetler okunası kültür devriminde yaşananları, bir adam (xu sanguan) ve kurduğu ailesinin çevresinde ele alarak bence çok iyi bir iş çıkarmış. roman realist bir izlekte ilerlemesine, kurgu içinde "fantastik" herhangi bir öge olmamasına karşın, romandaki figürler, diyaloglar, mahalleli arasında yaşanan hadiseler büyülü gerçekçilik lezzeti veriyor. çin kültürü ile aramızda çok fark olmadığını anlamak da cabası... enfes bir roman mıydı? orhan pamuk'u sert eleştiren bir yazardan daha iyisini beklerdim. tekrar okunur mu? ben okumam, sizin adınıza da konuşmam. ama tüm bunlara karşın iyi bir romandı.
  • bitmesin diye yavaş yavaş okuduğum, yaşamak'tan sonra yine başımın üzerinde taşıyacağım bir kitap. yazar'ın toplumsal kurgusuna hayran kalıyorum. çin gibi bize uzak bir yaşam biçmini sanki oradaymışçasına hayal edebilmenize sebep oluyor. hele daha ilk çıktığı anda o kapağına ben bayıldım. bu kadar nokta vuruşu yapılamazdı herhalde. jaguar bu kapak işini kesinlikle biliyor.
  • bir ipek fabrikasında çalışan xu sanguan, hastanede çalışan kan şefine düzenli ziyaretleriyle yaşamını idame ettirmek için kanını satarak para kazanır. karısı ve üç oğlunu geçindirmek için mücadele ederken kan verme ziyaretleri ölümcül bir şekilde sıklaşır. en sevdiği oğlunun aslında karısıyla komşusu arasındaki bir ilişkiden doğduğunu öğrenince paramparça olurken, karısının bir fahişe olarak adlandırılmasıyla en büyük aşağılanmasını yaşar. bu kadar ihanetin onu tüketmesine rağmen bütün çıkış yolunu içindeki güçlü kan bağında bulur.

    basit ve dolaysız dili ile okunması kolay bir roman. babaya ve evlada bağlılığın hikayesi aslında. xu sanguan, ailesine o kadar bağlı ki, onların refahını sağlamak için neredeyse kendi hayatını feda ediyor. son elli sayfa xu sanguan’ın ölümün eşiğine gelen korkunç fiziksel inişini anlatıyor. okurken dur artık yeter diye bağırmak istedim ona.

    bu kitabı çin’in en büyük romanlarından biri olarak sınıflandırmasam da sonuç olarak unutulmaz bir karakter ile bizi tanıştırmış olan bir hikâye.

    bir tabak kızarmış domuz ciğeri, iki kase sarı pirinç likörü, likör ılık olsun!!!
  • çinli yazar yu hua'nın 1995 tarihli romanıdır. 2003 tarihinden chronicle of a blood merchant ismiyle ingilizceye çevrilmiştir.

    2018 yılında jaguar kitap tarafından erdem kurtuldu çevirisiyle türkçede yayınlanmıştır.

    çin halk cumhuriyetinin ilk yıllarından, kültür devrimi ve sonrasını 1950'li yıllardan 1980'lere kadar geçen süreyi anlatıyor.

    kitabın kahramanı xu sanguan. roman xu sanguan ve ailesinin hayatını anlatıyor. xu sanguan şehirde yaşayan dürüst, iyi bir karaktere sahip olan, çalışkan, basit, cahil ve yoksul bir fabrika işçisi. ekonomik olarak dara düştüğü zamanlarda hastaneye kanını satıyor.

    romanın ana teması "sevgi emektir". bunu o kadar güzel anlatıyor ki. o cehaletin, yoksullukların, yoksunlukların içinde kahramanımız iyilik ve sevgiyle ailesini geçindiriyor, çocuklarını yetiştiriyor.

    yazarın dili, anlatımı sade. ayrıntılara girmeden sade ve basit diyaloglarla cahil halkın mantalitesini çok güzel veriyor. diyaloglarda mizah ve özellikle kara mizah ögeleri de ağır basıyor. ailenin hayatını anlatırken arka planda çin'in tarihini de gösteriyor. tarihsel olaylar ailenin hayatına etki ettikçe, cahil ve yoksul halkın algıladığı şekliyle veriliyor. fakir halk gerçekten can derdinde. karınlarını doyurup günü kurtarmaya çalışıyorlar. bu yüzden tarihsel ve politik olaylar onları pek de ilgilendirmiyor. onlar için en önemli şey karınlarının doyması ve aile üyelerinin sağlığı ve güvenliği. aile babasının kişiliğinde vicdanlı ve iyi bir insan olmaya çalıştıklarını görüyoruz.

    yu hua bu romanda geleneksel çin operalarından olan yue operasında kullanılan tekniklerden yararlanmış.

    hikayeyi çok güzel ve sürükleyici bir biçimde kurgulamış. fabrika işçilerinin basit hayatları, küçük dünyaları, kısıtlı çevreleri ile ilişkileri, cahillikleri ile sosyal ve politik olayları nasıl kavradıklarını çok güzel vermiş. bu yönüyle yine cahil ve yoksul halkı bu yönden anlatan ve diyaloglara dayalı bir anlatıma sahip olan orhan kemal'i çok hatırlattı bana. (özellikle bereketli topraklar üzerinde romanını) coğrafyalar ve tarih farklı olsa da insan temelinde aynı sonuçta.

    çin edebiyatı dünyada yeni yeni tanınıyor. bizde de çok yeni çeviriler yayınlanıyor. mo yan'ın aldığı nobel ödülü bu konuda çok faydalı oldu elbette ki.

    değişik bir coğrafyadan, değişik bir öykü okumak isteyen edebiyatseverlerin mutlaka okuması gerektiğini düşünüyorum. çin tarihine daha da hakim olmak, olayları daha iyi anlamak için mo yan'ın kitaplarıyla birlikte okunursa daha iyi olur. ne yazık ki bizde tarih eğitimi, özellikle de dünya tarihi eğitimi çok kötü olduğu için tarih bilgimiz ve genel kültürümüz çok düşük. o yüzden çin edebiyatından eserler okurken biraz da çin tarihi okumak çok faydalı oluyor.
  • bir yu hua kitabı.

    sanguan'ın çocuklarının adını sırasıyla yile, erle ve sanle koyması gülümsetti.
    çocukların isimleri sırasıyla birinci bahtiyar, ikinci bahtiyar ve üçüncü bahtiyar olarak türkçeye çevrilebilir.
    çincede yi bir, er iki, san üç; le ise mutluluk,neşe anlamına gelir.
  • yazarın okuduğum ikinci kitabı. yine basit, sade bir dil, yine yoksulluk içinde bir ailenin hikayesi... temelde yazarın iki kitabı da çok benzer. geçinmek için kanını satmak zorunda kalan cahil bir adam, kültür devrimi, kıtlık zamanı manzaraları, trajikomik diyaloglar… 258 sayfa ama sanki o kadar okumamışım gibi hissettiriyor. kitap güzel, kapak güzel! jaguar bu işi biliyor.

    https://www.instagram.com/p/bp2x_hzftsx/
  • (bkz: yu hua) yazsın biz okuyalım. çin edebiyatını sevdiren insan. mahalle de gecen ama son derece duygusal içerikleri olan, basit diyaloglarla insanı can evinden vurup düşündüren kitap. bir damla kanın değerini ve önemini bir kez daha düşündüm.
    kitabın son cümlesi ise efsane.
  • önce on sözcükte çin'i okudum. on sözcükte çin, seçilmiş on sözcük üzerinden mao'dan bugüne çin'in toplumsal ve ekonomik dönüşümünü anlatıyordu. yazarın kalemini de sevdim. daha büyük hevesle kanını satan adamı okudum. zira on sözcükte çin'de sözü edilen toplumu ve bireyleri bir romanda okumanın daha da iyi bir okuma deneyimi olacağını düşündüm. ama olmadı. fena bir kitap değil, rahatça okunuyor. 24 saat içerisinde başladım ve bitirdim. ama kitabın kapağını açarkenki beklentim kapağı kapattığımda tam da karşılığını bulmadı. yine de bu iki kitap bile kendi başına çin'e duyduğum ilgiyi kaşıyor. kendi içinde tutarlılığı kuvvetli ve dünyanın kalanından farklı, güçlü bir kültür. tanınmaya değer.
  • süslü cümlelerden uzak, beğenilme kaygısyla yazılmamış, basit ama etkili bir anlatım. sanat gerçeği göstermekten çok onu bozmaya yöneldi günümüzde. karşısında ise her zaman gorki, yaşar kemal, yu hua, gogol, zola gibi devleri bulacak.
  • "zor bir hayata doğmuştur xu sanguan: babası çocukken ölür, annesiyse başka bir adamla evlenip onu terk eder. dedesi ve amcasının sahip çıkıp büyüttüğü xu sanguan artık şehirdeki ipek fabrikasında çalışan genç bir işçidir. amcasını ziyaret ettiği bir gün, kan satmaya giden iki arkadaşının yardımıyla o da kanını satar. eline geçen parayı sadece ailesi için harcaması gerektiğine inandığı için evlenmeye karar verir xu yulan'la evlenir ve üç oğlu olur. büyük oğlu yile hakkındaki bir gerçeğin ortaya çıkmasıyla sarsılır. kültür devrimi, kıtlık yılları gibi zor ve toplumu altüst eden dönemlerde ne zaman başı sıkışsa bir kuyudan su çeker gibi damarlarından kan çektiren ve mücadeleden asla vazgeçmeyen xu sanguan'un öyküsü, tüm bunların yanında yaşama dair birçok tuhaflığı da barındırır.

    kalbin tek bir atışıyla kanın tüm vücuda yayılması gibi, yu hua da basit fakat usta işi cümlelerle kurduğu bu olağanüstü öyküde, âdeta insan ruhunun ve yaşamın kılcal damarlarına ulaşır."
hesabın var mı? giriş yap