• attila ilhan'ın kaptanlık beratı olan şiirdir.

    kaptan 1

    eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum

    geceyarısını yaşamaktan yorgunum

    ayazın avucunda unutmuştun ellerini
    önünden geçtiğim halde beni tanımadın
    ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
    şiirlerim külrengi kumrular gibi uçuyorlar
    bakır çalığı göklere katiyyen tahammülüm yok
    hele paris’in gökleri aklımı başımdan alıyor
    bana seni senden evvelki poitiers’li kızı hatırlatıyor

    ayazın avucunda unutmuştun ellerini

    karanlığın arkasında kıvılcım gözlü orospular
    gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar

    ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın

    ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
    soğuk gözlerinde buğulanmıştı ölsen tanıyamazdın
    hâttâ ricardo bile hani vatansız ricardo
    burnumun dibinden geçti geçen gün beni tanıyamadı
    oysa au vieux châtelet’de akşam sabah beraberdik
    üçümüz viyana kahvesi ve sıcak rom içerdik
    üstelik o krapfen severdi güzel olurmuş rivayet
    neden ve nasıl sevdiğini anlayamadım gitti

    yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim

    montmartre metrosu civarında seni gözden kaybettim
    o zenci yine arkanda mıydı hiç dikkat etmedim
    ağzında yoksul bir ıslık ıslak bir cıgara gibi
    sidney bichet’nin caz havalarını çiğneyip tüküren
    o saklasın varsın seni sevdiğini biliyorum ben
    yüzünün renginden geliyor bütün üzüntüsü

    bir gazete aldım ama evde okuyacağım

    kahvelerden birine girip bir grog ısmarlasam
    seni öldürmek için çareler tasarlasam
    sükût bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda
    mağrur bir totem gibi sussam konuşmasam
    ve türküm kaybolsa sessizliğin hırçın türküsü
    ve ben unutulsam yazdığım şiirler
    senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım
    eski padişahlar gibi unutulsa birer birer
    ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam hiç mi hiç
    ihanetini hatırlamasam şehvetini hatırlamasam
    ellerim oldum olasıya seni unutsalar

    yarı gecenin içinden bir zenci süt beyaz bakıyor
    rue lafayette’de dünden bugüne geçiyorum

    eflâtun gözlerini bir grog kadehinde unuttum

    kaptan 2

    bu geminin yelkenlerine herifin biri paris yazmış

    luxembourg garı’nın dirseğindeki çiçekçiyi bileceksin
    yeşil muşamba ceketli sarışın küskün kızcağız
    en dokunulmaz kızı en temizi fikrimce paris’in
    pablo’ya sorsanız bir taksi şoförüyle yatıyor
    pablo!.. ah pablo!.. onunla bir tanışsanız
    önüne gelene salamança’dan bir şeyler anlatıyor
    babasını orda bir duvar dibinde bırakmış
    halbuki konuştuğu zaman fransız sanırsınız
    saint-michel’de bir talebe kahvesindeyim
    gündüz olduğu halde bütün ışıkları yakmışlar
    bir cumartesi günü saat dört buçuğa beş var

    ellerim kırılsa ben senin için bu şiirleri yazmasam
    dinamit taşırmış gibi gözlerini taşımasam
    avanue vagram’da bir akşam yeter bana ağustos’ta
    yapraklara serilmiş yirmi beş franklık yıldızlar
    bir mısra yeter geceleyin bir tren gibi pırıl pırıl
    sen kendine yetmiyorsun hiç kimse sana yetmiyor
    birini bitirmeden aklın öteki yolculukta

    dün gece chatelet’de metro’nun yanı başında durdum
    yağmur bilmediğim başka bir gökten yağıyordu
    yağmur saint-jacques kulesine doğru yağıyordu

    yanımda olduğun zaman her zamankinden yalnızım

    şimdi bir nefeste café de l’écluse’ü hatırladım
    seine kıyısındaki küçük nehir kahvesini
    kapısında bir gemici feneri asılmış duruyor
    seine gemicileri her akşam burada toplanırlar
    onlar için birtakım maceralar düşünürüm
    sine sanki petrolmüş gibi iştahlı ve obur akıyor
    dupont’daki kızlar yalnız cıgara içerek yaşıyorlar

    utrillo’nun bir sokağından seni çektim çıkardım
    elin yüzün kirlenmiş üstün başın toz içinde
    sana mardi gras için bir japon maskesi aldım
    sen bana kaptan diyorsun herkes bana kaptan diyor
    sahici bir kaptanmışım gibi tükürüyorum

    kaptan 3

    yalın kılıç bir kasım sabahını paris’te yaşadım
    sokaklarda sonbahar şiirleri salkım salkım
    faubourg saint-denis’de işte yine pazar kurulmuş
    beş franga çorba içtiğimiz julien’in kapısı önünde
    kırmızı ve siyah ve sarı saçlı bir kadın durmuş
    muzaffer patatesler satıyor üç renkli neşesi içinde
    camların arkasında ekmekçi kızlar mavi beyaz
    raflarda uzun uzun herifler gibi taze ekmekler
    üstüne bir yağmur yağdırmak hevesi uyanır içinde
    ben bu mısraları yazarım tout-va-bien kahvesinde

    concorde’da bütün fıskiyeler birden ayaklanacak
    gri bir demir gibi ensende hissedeceksin ebemkuşağını

    paris’in göklerinden uzanıp bir yıldız kopardım
    kırmızı bir karanfilmiş gibi yıldızı saçlarına taktım
    on beş dakika sonra bordeux’ya bir tren kalkacak
    garın merdivenlerinde benim için ağlayacaksın
    ellerim yağmura açılmış sakallarım ıslak

    ben ki cehennemde bir allah gibi yalnızım
    st-vincent de paul kilisesi benim otelin arkasına düşer
    saat kulesi her gece uyur uykumdan uyandırıyor
    her seferinde seni tekrar bordeaux’ya yolcu ediyorum

    saadetin ıstırap çekmek olduğunu ben keşfettim
    çarmıhta bir isa gibi ben ıstırap çektim
    bir sulfat acılığı sinerse parmaklarına şiirlerimden
    gözyaşları sinerse eğer küstahça kafiyeli
    anla ki ölümle hayat arasında zaman gibi mesudum
    kendimi öldürecek haldeyim seni öldürecek saadetimden
    dona-maria! bir kahvede isyan halinde bulduğum
    çekik gözleriyle ermenice küfürler yazıp çizen çocuk
    sen! bordeaux’ya yorgun bir flamingo gibi yolladığım
    geceleri benim için dua etmelisiniz

    renault’daki grevciler toptan sokağa atıldılar
    paris’in duvarlarını boydan boya afişler kapladı

    seni hatırladıkça bir kadeh armagnac içerim
    armagnac demek yirmi beş damla gözyaşı demekmiş
    demek her akşam yirmi beş damla gözyaşı içerim
    senin dağlardan ve sarhoşlardan korktuğunu bilirim
    bebn sarhoş olduğum zaman korkmuyorsun hiç korkmuyorsun
    gözlüklerim kırılmasın diye sakladığını bilirim

    kalbim bakır bir mangır gibi boynuma asılmış
    ondan kurtulmak için sürgünlere gitmeye razıyım
    nehir gemilerinde muçoluk etmeye ölmeye
    seni terk etmeye razıyım parasız pulsuz çekip gitmeye
    kur’andaki bütün belalara tevrattaki bütün belalara
    ibranice öğrenmeye razıyım hapis yatmaya
    kalbim yüzünden madem ki ellerimi parçaladım
    kalemimi kırdım hayatımı çiğnedim ağladım
    madem ki en büyük düşmanım kalbim benim kendimim
    onu inkar ediyorum kalbimi inkar ediyorum
    geceleri benim için dua etmelisiniz

    üçüncü paralelde eski bir dünya gibi batacağım
    malgaş halkı birkaç yüzyıl hikâyemi anlatacak

    kaptan 4

    cenova’ya indiğim zaman seni katiyen göremezdim
    aklım başımda değildi küfür gibi huzursuzdum
    herkes beni unutmuştu ben kimseyi unutmamıştım
    zehra’yı unutmamıştım allahsız gözlerini unutmamıştım
    sol böğrüme sanki çıplak bir hançer saplamışlardı

    şimdi benim gözlerim paris’te marivaux sinemasında
    bir çift kara maça gibi yorgun ve uykusuz
    ellerim derseniz marsilya’da garsonla hesaplaşıyor
    martini-cin seksen frank on frank da servis
    kalbim derseniz onun nerede olduğunu bilmiyorum
    ağlıyorum onun nerede olduğunu bilmiyorum
    hiç kimse kalbimin nerede olduğunu bilmiyor
    nihayet seni terk edip gitti diyebilirsiniz

    benim acılarım ilahlar gibi şiirlerimi doğuruyorlar
    onları karanlıkta bembeyaz izleriyle görüyorum
    karanlıkta seni görüyorum dudaklarına ellerimi sürüyorum
    seni kollarımın arasında tutuyorum ağzından öpüyorum
    ikimiz birden bire austerlitz garı’na gidiyoruz
    austerlitz garı önüne bakıyor bizden utanıyor
    bir trene binmek ve rastgele defolup gitmek istiyorum
    trenin barında alnımı yağmurlu camlara dayamak
    küstah bir duble birayla karşılıklı oturup ağlamak
    kalemimde mürekkep kalmıyor insanlar beni görmüyorlar
    insanlar kendilerini kaybetmişler onlara acıyorum
    ümitsiz bir akrep gibi ben aynı zamanda mağrurum

    samaritain’in ışıkları ocağıma düşmüş yalvarıyor
    bir roman için fevkalade oldukları düşünülebilir

    sen bir paket gauloise aldın bir paket mavi gauloise
    bense on frangımı amerikan bilardosuna kaptırdım
    seine kıyısında mırç büyük bir hayal kuruyordu
    seine kıyısında üçümüz sarhoş bir hayal kuruyorduk
    mavi bir ışık vardı işte ben onu kaybettim
    ben gölgemi kaybettim max jacob’un şiirlerini
    sen avucunda bir lokma rüzgar tutuyordun
    bu rüzgar için şairliğimi hınzırlığımı kaybettim
    aklımdan sen geçiyorsun bir bulut gibi geçiyorsun
    dün gece ezberimden çehreni defterime çizdim
    sen belki hakikaten bir bulut gibi yolcusun

    marsilya’da bir akşam soğuktan tir tir titredim
    p. cheyney’in bir kitabını bir kahvede soluksuz bitirdim
    vapur ertesi gün saat beşte kalkacaktı

    ölümüm herkesinkinden başka türlü olacak
    bunu allahım gibi aşikar biliyorum
    kim ne derse desin biliyorum içime gün gibi doğuyor
    on bir gün aç ve sususz gözlerinin içine bakacağım
    on ikinci gün jiletle damarlarımı keseceğim

    kaptan 5

    hep aynı manzarayı kullanmaktan bıktım usandım
    bir yumruk vurdum dünden kalma bir şarkıyı dağıttım
    van gogh bana bakıyordu deli gözleriyle bakıyordu
    ellerim titriyordu bir dakar yolculuğu kuruyordum
    güya bir şilebin kıç güvertesinde durmuştum
    nabızlarım bir deniz fenerinin gözlerinde atıyordu
    asor adalarında on sekiz mısraımı unutmuşum
    onlar beni terk etmişlerdi yalnız kalmıştım mahvolmuştum
    sen beni terk etmiştin bunu yalnız serdümen biliyordu
    geceleyin ışıkları söndürüp senden bahsediyorduk

    seine kitapçılarında villon’un şiirlerini buldum
    nehir yürek gibi kabarmıştı rüzgar esiyordu
    bir hafta her gece villon’dan bir şeyler okudum

    sen benim şiirlerimi okudukça ağlayacaksın

    seni hiç görmeseydim seni keşke hiç görmeseydim
    şu benim iki gözüm aksalardı kıpkızıl kör olsaydım
    sacré-coeur’de armonik çalsaydım dilenseydim
    seni hiç görmeseydim ismini hiç duymasaydım
    belki kendime göre rezilce saadetlerim olurdu
    kaldırımlara renkli tebeşirlerle katedral resimleri çizerdim
    kaldırımlara senin resimlerini çizerdim herkes seni çiğnerdi
    bistroya yıkılır çırılçıplak bir quandro içerdim
    lucie-anne yine gelir yine bana senden bahsederdi
    lucie-anne neden gelir neden bana senden bahsederdi

    benim şu çektiklerimi bir çocuk var ki anlıyor
    kendimi yerden yere vuruşumu içimdeki zehri
    bir çocuk var ki anlıyor benim gibi kahroluyor
    odasında şiirlerim fukara mumlar gibi yanıyorlar
    sen o çocuk değilsin sen artık çocuk değilsin
    dudakların eskisi gibi beyaz değiller biliyorsun
    ben ki yaşadıklarımı büyük dinler gibi yaşıyorum
    sen artık bir din değilsin bunu biliyorsun

    eifel’in dibinde durduk ben bir cıgara yaktım
    saint-dominique sokağında şehir ışıklarını yaktı
    içim büyük karanlıktı ellerimi göğe uzattım

    soluk bir sisin arkasından yüzün gözüküyordu
    gece inmişti takım takım yıldızlar gözüküyordu
    şimdi sen başka bir şehirdeydin saçlarını kesmiştin
    dudaklarını boyamıştın bu seni tamamen değiştirmişti
    rüyana erkekler giriyordu hem çıplak giriyordu
    aklına ben geldiğim zaman utanıyordun
    onların arasında değildim çünkü ben yoktum
    ben paris’te kalmıştım adresim ezberindeydi
    her cumartesi istesen bir kart gönderebilirdin
    ne var ki bunu hiçbir zaman yapmayacaksın

    kendimden kurtulmak için gölgemi koridora astım

    pazar günü sözleşmiştik beni mutlaka bekleyecekti
    simdi kalkıp gitsem mırç’ı bulacağım malum
    sonra vini-prix’ten üç litre şarap alacağımız
    sarhoş olacağımız malum şarkı söyleyeceğimiz
    sonra mırç zehra’dan bahsedecek ben susacağım
    camlardan bakınca paris’in damlarını göreceğiz

    bana ancak sabahları telefon edebilirsiniz

    (sisler bulvarı)
  • bir hukukçuyla cebelleşip, hakkını koruyabilecek kadar avukat kalacaksın.

    gittiğin her yerde bir milletin temsilcisi olup, bir konsolos kadar diplomat, işverenin özel literatürde söylediğini anlayacak kadar iktisatçı olacaksın.

    bir mühendis kadar mekanikten anlayacaksın.

    iyi bir makine mühendisinin her söylediğini özümseyecek, hiç düşünmeksizin hidrodinamik ve hidrostatik kurallarını uygulayabileceksin.

    bir oşinograf kadar denizleri anlayacak, astronom gibi yıldızları tanıyacak ve meteoroloji uzmanı gibi rüzgârları koklayacaksın.

    elli kişinin iaşe ve ibadesini, restoranı da içinde olan bir otelin işletmesini yapar gibi sağlayıp, maaşları dahil tüm hesaplarını kuruş kuruş tutacaksın.

    elli kişilik bir fabrikanın personel müdürlüğünü yapacak;

    itilmiş, toplumdan soyutlanmış problemli insancıkların ruh sağlığını da koruyacak kadar psikoterapist olacaksın.

    tüm bunları gereği gibi yapabilmeyi başardığına kendin inanabildiğin gün saçların ağarmış, kamburun da çıkmış olacak.

    ve yine aynı soruyu soracaklar:

    -''ne iş yaparsın sen?''

    ve yine aynı cevabı vereceksin, öğünmeden

    -''kaptanım''.

    umursamazca verilen cevaba ve yaşının gençliğine bakanlar yine soracak, yine, yine soracaklar hayretle

    -''yani şimdi sen şu kocaman vapurun dümenine geçsen sürebilirmisin ? sürebilirmisin yani ? ''

    beni affet abidin, ben artık hiç bir şeyin resmini yapmayacağım üstad.

    02.07.1995
    salvador / brazil
  • sisler bulvarı'ndan bir paris şiiri.

    "eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum
    gece yarısını yaşamaktan yorgunum
    ayazın avucunda unutmuştun ellerini
    önünden geçtiğim halde beni tanımadın
    ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım"

    diye başlar ve uzar gider .
    iyi bir paris hikayesidir diyorum
  • eskiden kaptanlar hem tüccar, hem broker, hem armatör hem de günümüzdeki karşılığıyla gemi kullanan personeldi. denizcilerde bir ego vardır; bu egonun varlığının kaynağının da bundan geldiğini düşünüyorum.

    şöyle düşünün; ege bergama'da egeli tüccarlar toplanıyor. kimisi buğdayını, kimisi zeytinyağını, kimisi çiçeğini- böceğini, kimisi hayvanını gemi sahibi kaptana veriyor.

    denizcilikte söz senettir; bu mesleğin onurundan ileri gelir. bir şeye "evet" veya "hayır" demişsen, bir sözleşme imzalamışçasına ona harfiyen uyacaksın- ki uymayanlar damgalanıp sektör dışına itilir.

    kaptan açısından; kimin ne verdiğini bilmek için bir envanter listesi (yük manifestosu) oluşturulur. kaptan malları alır, karşı limana götürür ve mallar limana yığılır. ortalık pazar yerine döner. assasin's creed'de vardır böyle yerler, bilen bilir. kaptan, aldığı notlara göre satışını yapar; tabi kendi komisyonunu da ekler. bir ürünü ege'den x dinar karşılığı almışsa 3x dinara satar, yani 2x dinar kar yapmış olur. tabi karşı kıyıdaki ihtiyaçları da hesaplar. bu tarafta zeytin fazladır, onu x dinara alır karşıda zeytin az yetişiyorsa orada 5x dinara satar.

    kaptan geri döndüğünde kime ne vereceğini nasıl bilecek? burada özel bir makbuz devreye girer. kaptanla tüccar arasında bir makbuz yırtılmıştır; tüccar kaptanı bulur ve makbuzları birleştirirler. uyuyorsa kaptan parasını tüccara verir. burada sahte belge gördüğünüz üzere neredeyse imkansızdır.

    işte bu belge günümüzde konşimento belgesi olarak adlandırılır ve özel kargo şirketiyle gönderilir.

    tabi geçmiş zamanda kaptan, hileli konşimento numarasını yutarsa bu onun sorumluluğudur. gerçek tüccara parasını onurlu bir şekilde öder.
  • her hecesi ezberimde olan ama boğaza oturan binbir düğümü aşıp,
    yüksek sesle sonuna dek okuyamadığım baş yapıt.

    aşktan dem vurur gibi yapıp aslında dünyadaki her yaraya dokunan şiir.
    yegane derdimiz aşk değildir a dostlar, der gibi bir hali var çoğu dizesinde.
    bir okumayla, bir dinlemekle de kendisini size teslim etmiyor.

    ustalıkla yazılmış bu kelimelerin etrafında yeterince tavaf ettiğinizde,
    armagnac neymiş, grog neymiş,
    cehennemde bir allah gibi yalnız olmak neymiş, bir bir aklınızda beliriyor.

    lakin şu sıralar hayat zorsa sizin için,
    olanlar, olmayanlar sürgünler, işkenceler, soykırımlar,
    bitmeyen ırkçılık gülleleri kalbinizin üstünde kaktüs gibi birşeyse,
    ne kadar karanlık düğüm varsa gelip önünüze yığılıyorsa,
    yokluk varsa, zorluk çoksa yanınızda uzanan,
    vaktiyle çekip gidenin o kadının silueti gece yarıları hala aklınıza düşüp aklınızı başınızdan alıyorsa;
    bi sigara yaktırıp, nefessiz bırakıyorsa
    veya
    hala, şimdi şu gün şuracıkta göz göze gelseniz,
    baştan aşağıya sizi yasa boğacak bir adamın göz izi mevcutsa aklınızın derininde

    yok efendim, siz şimdilik bu şiiri okumayınız.
    belki sonra, çok sonra
    ama şimdi değil.
  • 2006 yiliydi, bir bogaz yarisi oncesi ekipce sabahtan kafayi cekip denize ciktik. hedef bebek aciklarindaki samandira. samandira donusunu yapip, atakoy marina'ya dogru simetrik yelkenimiz acik pupa seyri yapacagiz.

    zeytinburnu aciklarina gelmistik ki bir kuru yuk gemisinin tam yol bogaz girisini yapmaya hazirlandigini farkettik. ruzgar da kafadan esiyor orsa seyrinde sancak vincinin basina oturmus cenoa'yi trim ediyorum. kaptana dedim ki, "cenoa'yi biraz salayim mi kaptan?". cevap gecikmedi, "siktir et oglum o gecer sonra doner bir daha gecer". ben de eyvallah dedim aynen devam ediyorum. ama kuru yuk gemisi gittikce yaklasiyor, govdesine girecegiz. kafam da guzel, al iste bok yoluna gitti niyazi, sabaha gazetelerin ikinci sayfasina cikariz, "mal ekip telef oldu" diye icimden geciriyorum.

    neyse, gemiye yaklastik, yaklastik en fazla 9-10 tekne boyu mesafe var ama bizim kaptandan hala ses cikmiyor. bu arada da essek kadar kuru yuk gemisi yol ver ikazi veriyor, yer gok inliyor anasini satayim. mesafe 1-2 tekne boyu oldu kaptandan hala ses yok. sonra geminin ikazi kesildi, karadenizli kaptani disari cikti kufretmeye basladi:

    "amina kodumun ipneleru yol ver ula yol ver!"

    baktim olmayacak, "tramola kaptan, tramola!" diye bagirmaya basladim. hayir, 6-7 knotta yol yapiyoruz. tramola atsak dahi gemiye girip girmeyecegimiz belli degil. neyse, kaptan sonunda bogurtumu duydu ve "tramola beyler!" dedi. tramolaya girdik, karadenizli kaptan hala kufretmeye devam ediyor.

    "siktiminun ipneleruu..."

    tramola esnasinda iskota salarken vincin 1 metre yakinina birseyin carpip infilak ettigini farkettim. sonra anlasildi ki infilak eden sey karadenizli kaptanin bize attigi ince belli cay bardagiymis.

    uzun lafin kisasi iki tur kaptan vardir. bizimkisi ve karadenizlisi...
  • attila ilhan'ın olağanüstü güzellikte bir şiiridir. hele kendi sesinden dinlemek bambaşkadır.
    http://www.dailymotion.com/…lhan-kaptan-12345_music
  • kesmeşeker'in kaptan'ı şöyledir:

    kaptan büyük adam, konuşmaz sevgi olmadan;
    doğuda bıraktığım aklım iade edildi hazret tarafından,
    bu kadar hız yeter mi
    patlak frenlerim..
    ışığı gördüm geri döndüm, üzgün ellerim
    kaptan bize reva mı bıraktığın yerler,
    inanca doğru süzülüyordu terler

    burası cenk yeri, tanıdığım en iyi öğrenci öğrenmiş gizi
    tanrım koru bizi.
    orası karanlık
    takvimler hep anlık
    malum teknoloji, tanrım koru bizi
    gerginliklerden, kuru şöhretten,
    yokluğundan harflerin, konvoyundan e 5'in,
    analar iş bıraktı, sonunda kim, kim ağladı...

    kaptan, seninleyiz!
    kaptan, kaç feet'teyiz
    kaptan, yol çok sürer mi?
    kaptan, nedir bu duman?

    kaptanınız konuşuyor: korsan bizi kaçırıyor
    kemerler bağlansın, anılar hatırlansın.
    bir yer biliyorum evet seni seviyordum.
    ışığa baktım içine daldım...
    şimdi neyleyim?

    bir de kaptansız gemi vardır; o başka bir albümün konusudur.
  • 3. de olsa yaptigim meslek. cok afedersiniz ama koyiyim boyle meslege ben. tamam guzel parasi var, tamam geziyoz yalandan da olsa, boyle yabanci kulturler diller falan gayet hos amaaaaaaa.... amasi okadar cokki soylesem tasak gecer gulersiniz belki ama zor be abi, hani gercekten zor.
    duygularini bi kenara koydurup ozgurlugunu sattiriyo be adama. cin'e, brezilyaya karsi kaldirimiymis, kapi onu pas pasayimis gidip gelen, duygulari rotasini belirleyen bu ozgur adami 200 metreye sigdirabilirmisiniz. cik 50000 bin ton arpa yuklersin bu gemiyede benim duygularimi sigdiramazsin. zaten sikiyim ben haritadan secipde buraya gidicem lan demekten sonra goasini, pattayasini. neyse gidiyom ben olimposa o bozmamis olsa bari.
  • zeki alasya imzali 1984 yapimi turk sinema filmi. basrollerde hulya avsar, orhan gencebay ve suat sungur gibi isimler var.

    filmin konusu;

    ucari ve biraz da hovarda olan orhan kaptanin gemisine, gec odenen bir senet yuzunden haciz gelir. borclandigi adam kasabanin zengin esrafindan biridir. orhan kaptan gemisini hacizden kurtarmak icin kamyonetiyle yola cikar. yolda melek adinda bir kiza rastlar ve kizi kamyonetine alir. yolda kiz yuzunden bir suru aksilikler olur. fakat orhan senet icin acele etmektedir. sonunda zengin alacaklinin villasina ulasir. fakat alacakli adam orhani tersler ve villasindan kovar. bu sirada melek'in bu adamin kizi oldugunu ogrenir. donuste intikam icin melegi kacirir. yolculuk esnasinda orhan'la melek arasinda duygusal bir yakinlasma baslar.
hesabın var mı? giriş yap