• "ben 20 yaşına kadar rize’de büyüdüm. bugün ortalıkta karadenizli diye izlediğimiz birçok şeyin ben hiç birini hatırlamıyorum." ismail hakki demircioglu
  • bizim aileye bir kız borcu olan memlekettir.
    karadeniz; gücendim sana...

    3 nisan 2001, ankara, yenimahalle…

    laz kızı: ne yapıyorsun, aramadın bugün.
    ben: oğuzlardayım, hüseyin’ in arkadaşı var ya sizin alt dönem, maç izleyeceğiz beraber, kontörüm yoktu babam yarın yatıracak parayı.
    laz kızı: ben de acaba yemek mi yeriz diye düşünmüştüm, aba’da, hem de konuşurduk.
    ben: iyi olurdu ama söz verdim şimdi.
    laz kızı: neyse ben de ablalarla kitap okurum o halde
    ben: tamam görüşürüz yarın, uğrarım ben kampüse.

    3 nisan 2001 galatasaray real madrid maçı ’nı yenimahallede bir kahvehanede izledim. memleketten arkadaşım hüseyin ve onun sınıf arkadaşı oğuzla beraber. maçı hatırlayan hatırlar, 2-0 dan 3-2 ye gelmişti. her şey ikinci yarıda değişmişti, fatih akyel ve mario jardel o gecenin yıldızlarıydı. o gece eve geldik, hüseyin “açıl ulan artık şu kıza” dedi. “zaten her şey ortada”. tamam dedim. ertesi gün söz kardeş.

    4 nisan 2001, bahçelievler metrosu...

    yeni mahalleden yurda geldim, yurtta üstümü başımı toparladım, en bayramlıklarımı giydim, hatta ali diye yozgatlı bir oğlan vardı, ondan deodorant bile aldım. normalde sevmezdim, şerefsizin tekiydi zannımca, ama değerdi, işin ucunda laz kızı vardı.

    babam eskinin hızlı ülkücülerinden, dedim ki para istemek için yalakalık yaparım hem, beşevler’ de inmeyeyim de bahçelievler’de ineyim metrodan.alparslan türkeş ’in mezarının önü kesin kalabalıktır. o gürültüde pederi arayayım hoşuna gider.

    ben: baba merhaba
    babam: merhaba evlat, ne o ulan arkadan kuran sesi geliyor, camiye mi gittin.
    ben: yok ya kuzeni görmemiştim uzun zamandır, onun yanına gidiyorum, hadi gene iyisin türkeşin mezarının yanından geçiyordum senin yerine bir fatiha okudum. çok kalabalık.
    babam: afferim aferim, parayı yatıracağım öğlen sana.
    ben: ya baba bir spor ayakkabısı alayım diyorum, durumlar nasıl?
    babam: tamam kaç para lazım.
    ben: sen harçlıkla beraber 120 yolla işte (o zamanlar haftada 50 milyon harçlığım var, güzel para ha metro 400 bin lira o zamanlar bir öğrenci tarifesi)
    babam: oha ulan 70 liraya ne ayakkabısı alıyon pezevenk, ben bu yaşımdayım daha giymiyorum o ayakkabıyı.
    ben: yav baba, tamam sen 100 yolla o zaman ama pahalı ayakkabılar.
    babam: tamam tamam, ocağıma incir ağacı diktin eşşoğlu eşek. öğlene yatırırım parayı
    ben: sağ olasın baba.

    konya yolunda bayrak kafenin o kavşaktan geçerek, gazi hastanesinin oraya gittim. hava serin ama güneşliydi. üzerimde o zamanların değişmez modası kaşe bir mont var, gazi hastanesinin önünde bir adama çarptım içimden laz kızıyla konuşacaklarımı hızlı hızlı son kez tekrardan geçerken. dayıdan özür diledim, ters ters baktı. takılamadım, ben okula gitmeyecektim o gün zaten. meğer dersi o gün alacakmışız, hem de tarihi dersi.

    gaziye ana kapıdan girdim, rektörlüğün arkasından dolandım, tenis kortlarının oradan geçerken ingilizce öğretmenliğinin önünde foto aliyle karşılaştık, selam sabah derken “abi kusura bakma acelem var “ dedim. eyvallah ettik ayrıldık. fen edebiyatın yanından hızlıca yürüyerek mavi binanın önüne geldim. servet dedikleri reis tip o gün mezarda olduğundan binanın önünde normalde olduğundan fazla kız vardı. zaten erkeklerin çoğu kimi seve seve, kimisi ise mecburen mezarlığa gitmişti. kuzenimi binanın sol tarafında kalan çöp kutularının orada, bankta otururken gördüm, yanında sınıfından iki kız vardı, bir tanede ayakta, ayaktaki kızın sırtı bana dönüktü, başörtülüydü, o zamanlar karşılıklı anlayışla gazide başörtüsü sorun olmazdı. yaklaştığımda yüzüne dikkat etmedim kızın.

    ben: selam kızlar ne haber? okul size kalmış ?
    kuzen: sorma be kuzen hayırdır?
    ben: özledim kızım bir haftadır görüşemiyoruz. hem dersin yoksa ayakkabı almaya gideceğim gel sende. sizin de işiniz yoksa gelin kızlar.
    kapalı kız: biz gelmeyelim mi (gülerek)
    ben: ggeeeeeelliinnn tabii canım (bu ne ulan)

    hikayenin aslı bu işte. meğer dün gece ani bir kararla bizim laz kıznın rüyasına ak sakallı dede girmiş, zaten çok uzak değildi ama görüştüğümüz de beraber bara da gidiyorduk, konsere de hatta hakan peker konserine gitmiştik 19 mayıs salonunda. neyse o kız görüşmediğimiz o süreçte kapanmaya karar vermiş. tamam beni çok ilgilendirmiyordu ama bir anda da şok olmuştum. tabiki o şokla laz kızıyla konuşamadım. hep beraber merkez kampüsten çıktık. vakıfbank’ tan para çektim, köprünün altından metroya kadar yürüyecektik. ben mavi binadan mesleki eğitime kadar en arkada yürüdüm. hiç konuşmadım, sade düşünüyordum “nasıl lan”…

    ülküalan pasajına gittik, soldan ikinci dükkana girdik,spor ayakkabısı denedim. adidas goodyear spor ayakkabısını aldım. o zamanın parasıyla 90 milyona, sağlam paraydı şerefsizim. arkasından aba piknikte lahmacun yedik, ben çok az konuşuyordum. kuzenim olanları anladı, gerçi herkes anladı, eşek değildi sonuçta kimse.

    ben yurda çıktım. hemen kimseyle konuşmadan yatağa girdim, kıyafetlerle hem de, ayakkabı kutusunu yatağın altına attım. kulağıma walkmani taktım. içinde üç hürel ’ in efsane yeniden kaseti vardı. gitme gel şarkısında kalmış en son kaset, hemen başa aldım. sigara yaktım ve uyuya kalmışım.

    sabah uyandığımda ilk ayakkabıya baktım. orada olmamasını çok istedim. bir gün önce yaşanan her şeyin yalan olmasını, kafamı ranzanın altına uzattım, ayakkabı oradaydı, maalesef bir gün önce yaşananlar gerçekti. ondan sonra zaten kayış koptu bende, bir süre daha takıldım laz kızıyla, sonuçta onu inançları için sevmemiştim ben. ama içindeki cemaat ona öyle görevler vermişti ki zamanla uzaklaşmıştı benden. sonra denedik bir süre, en sonunda beni yeteri kadar dindar olmamakla itham edip ayrıldı. sonrası perişanlık zaten.

    o ayakkabıyı içime sinerek giymedim hiç. bir sokak köpeğinin salyalı ağzında ben uyurken çalındı gitti babaannemlerin evinin önündeki sekiden. görmediğim bir yere gömdü herhalde, aramadım da zaten nerde diye, giyerken iyiydi de, şimdi düşünüyorum iyi ki çalmış köpek onu. sevindim yemin ederim canım sıkılmadı, 90 milyona aldık, unutulması gerekenleri de bir sokak köpeğinin ağzında unuttuk, canı sağ olsun. hem sokak köpeğinin hem de laz kızının.

    kuzenim daha sonra karadeniz' e gelin gitti, karadeniz hiç doymadı bir de kız kardeşimi aldı gelin oalrak, bizim sülalenin kızlarından memnunlar belli ki, allah var biz de onlardan memnunuz. bir tanede amcamın oğluna kız aldık karadeniz' den, bir kız alacaklıyız anlayacağınız.

    hakkımı sakla koynunda karadeniz, unutma anteke' li adam hakkını ne zaman olsa alır...

    kal sağlıcakla...
  • burada "orman basması" diye bi kavram var..
    ekip biçtiğin fındık bahçesini, 1 yıl ellemezsen mesela, orman gelip basıyor..
    ne güzel doğa olayı arkadaş ya!
  • hiçbir şeyden çekmedi kanserden çektiği kadar.. emeği geçenlerin allah belasını versin.
  • deniz seviyesinden 150 m derine kadar herşeyin normal şartlarda olduğu ancak 150 m sonrası hiçbir canlının yaşa(ya)madıgı -hidrojen sülfat içeriyor-, bir belgeselde* izledigime göre nuh tufanının gerçekleştigi yer olarak daha çok üzerinde durulan, hiç bir canlı yaşayamadıgı için ahşap böceklerinin herhangi bir şeye zarar verememesi sonucu batık bir gemi kalıntısı ararlarken sonar yardımıyla dip kısımlarda daha önceden -nuh tufanı olmadan önce- insanların yaşadıgı yapıların farkedildigi, ingilizce black sea olara geçen, eskiden daha küçük yüzölçümüne sahip ancak tufan sonrası ege ve akdenizden istanbul bogazı yardımıyla gelen sularla genişledigi varsayılan, şu an itibariyle 400 bin küsür km2 ile türkiyenin yarısından daha büyük bir yer kaplayan, ülkemizin kuzeyindeki tuzlu deniz.
  • öğrenciyken geceleri kayalıklara vurmasıyla oluşan o gürültüyle uyumak çok hoşuma giderdi. kışın ortasında terasa geçip kahve-sigara ile dalgasını izlemek..
    seyir zevki vardır karadenizin.. saatlerce dalıp gidersiniz ruh halinize göre..

    işte kötü yönü; -kendine alıştırdığında- insanın eğe ve akdeniz den tat alamıyor olması. dalgasız çarşaf gibi deniz mi olur kardeşim.. yıkacak ortalığı..
  • saklıdır. deniz dediğin kendini belli eden, ihtişamını rahatça gözler önüne seren, büyüklüğünü, derinliğini, uzayıp gidişini, hareketlerini kavrayamayacak olsak da, varlığını algılatan bir şey. ama karadeniz öyle değil. gerek akdeniz olsun gerek ege ya da bir takım okyanuslar, hiç şehirlere ve insanlara bu kadar yakın olup da aynı zaman da bu kadar uzak kalmayı beceren bir suya şahit olmamıştım. hele hava biraz da bozuksa deniz anında gökyüzüne saklanıyor, ayırt edebilmen imkansız, denize gökyüzü diye bakıyorsun, algılayamıyorsun. insan sürekli hırçındır, yabanidir, kaçaktır diye şanını duyuyor da hiç gökyüzünü aralayıp deniz arayacak kadar kaçak bir şey olacağını tahmin etmiyor. nasıl yapıyorsa yapıyor, artık dibinde yaşam olmadığından mıdır, gökyüzüyle yeryüzünden daha sıkı bir ilişkisi olduğundan mıdır, yoksa kıyıya paralel uzandığından mıdır nedir, karadeniz bir şeklide insanlara, yaşama değmiyor, ilişki kurmuyor, varlığı orada ama deniz olarak hep kayıp. galiba bulabilmek ve bilebilmek için çok yaklaşman gerekiyor. koklaman, değmen, tatman gerekiyor; ağzına dolması, gözlerini yakması, saçlarını ıslatması, seni üzerinden itmeye çalışması gerekiyor. mücadele etmen gerekiyor. ve de galiba tam da bu hisle çekiyor insanları kendine. ne olduğunu bildiğin ama nasıl odluğunu bilmediğin suyun deniz halini deneyimlemek için birden çok yaklaşıveriyorsun. yani diyeceğim karadeniz hem kendini saklıyor hem de kendine değeni saklıyor. ve bazen o kadar iyi saklıyor ki geri dönen olmuyor.
  • ne kadar iyi yüzme bilirseniz bilin, ben ada çocuğuyum deyin, gözünüzü seveyim bu denizi diğer denizlerle karıştırmayın.
    karadeniz bence dünyadaki en eğlenceli denizdir. ancak her plajının farklı özellikleri vardır.
    bakın plaj diyorum, il, ilçe demiyorum. denize girmeden önce mutlaka ama mutlaka oranın yerlisinden bilgi alın. "çok" iyi yüzme bilmiyorsanız kesinlikle yüzme bilmeyen birine destek olmayın. hatta çok iyi yüzme bilseniz dahi can kurtaranlık bambaşka bir olaydır. yanınızda yüzme bilmeyen biri varsa göğüs hizasını geçmeyin.
    buranın dalgaları eğer teknik bilmiyorsanız kıyıya atmaz, çapraz olarak açığa çeker. çapraz çekeceğinden kamp kurduğunuz yerden sizi göremeyeceklerdir. o yüzden mutlaka giren kişiyi gözden kaçırmayın.
    o kişi sürüklendiğini çoğu zaman anlamayacaktır. eğlenir vaziyette olduğundan size sırıtacaktır.
    özellikle çocuklarınıza dikkat edin. 1 dakika bile yeterli zaman.
    yerlileri bu durumu bildiğinden turist çocuklarını hep keserler. genelde ailelerini uyarırlar. ama neme lazım lütfen dikkat!
    karadenizde açılmak ters akıntı sebebi ile çok kolaydır. kendisini küçümsemenize izin verir. açılırken dönüşte 2-3 kat efor göstereceğinizi hesaplayarak açılın.
    diğer denizlerin aksine karadenizin 1 metre altı genelde buz gibi olur. ani ısı değişikliğinden kramp girebilir. kramp olmasa bile kas çekmesi olur ( ayak parmakları özellikle) panik yapmazsanız ve sırt üstü yatıp ayaklarınızı gererseniz anında açılır. zaten suya adapte olursunuz.
    eğer teknik biliyorsanız 2 metre dipte kuma yatmanızı ve yukarıyı seyretmenizi şiddetle tavsiye ederim. başka hiç bir denizde gözlüksüz bu olayı yapamazsınız.
    gene teknik biliyorsanız ki kolayca öğrenilir. viya denen vücüt sörfü yapmaya çalışın. bunu öğrendiğiniz zaman sadece dalgalı karadeniz size cazip gelecektir. maalesef yüzmekten soğutur. muhteşem bir olaydır ve (bkz: orgazmdan daha zevkli anlar) yakalarsınız.
    son olarak; ben yüzmeyi 5 yaşında karadenizde öğrendim. çocukluğumdan beri orada yüzerim. ülkemizde hemen hemen her plajda yüzdüm. okyanusta yüzdüm. sürekli spor yaptığımdan kondisyonum iyidir.
    buna rağmen kendime güvenmem her sene plaja gittiğim ilk gün keşif yaparım. kışın mutlaka sahilde değişiklik olur. yanımda benim kadar iyi yüzme bilen yoksa kesinlikle açılmam. başkasına da tek başına açılmasına izin vermem.
    paralel yüzün arkadaşlar sahildeki kızları kesin, açıkta en fazla deniz anasına çarparsınız.

    ekleme : maalesef http://gundem.milliyet.com.tr/…/1730162/default.htm
  • hakkında kimsenin kötü konuşmadığı bölgedir. yemekleri, müzikleri, coğrafyası, insanı, doğası, etnik yerleşimi, politik görüşü gibi bir çok konuda; ege gibi, trakya gibi, akdeniz gibi anadolu gibi, doğu anadolu gibi farklılığını her daim belli eden yerdir. belki de bölgelerin bu denli birbirlerinden farklı oluşunun bir ürünüdür ülkemiz. cezbeden budur.

    ama nedense bir ezilmişlik hissedersin müziğinde. süreyya davulcuoğlu, kamil sönmez düetlerinde hep neşe vardı ki bizim nesilde. böyle neşredildi yıllarca. yerel müzisyenler çok çabalamıştır, her türü denemiştir. deli horonu trt ye taşımışlardır. tenzih ederek; nedense ismail türüt ve eşraf-ı, davut güloglu ve mankenleri bana tattırmamıştır, murgulda bilmem kaç bin rakımdaki bulut üzerindeki tulumun sesini. yine de bünyeler kazım koyuncu, fuat saka, volkan konak ve son gözdem gökhan birben i aramıştır. ağlamakla, kaş çatmak arasındadır bu insanların ağızlarından dökülen sözlerin notalar ile düeti. karadeniz müziğinin özünde ezilmişlik var ki bu hissi kalpte değil direkt boğazda hissediyoruz. ama ne gariptir ki nasıl roman havası bizi ortaya dökse, karadeniz türküleri de bir o kadar düşündürür. sevgiye ve aşka susamışlığı anlatmak ister her ne kadar “ha uşaam ha” desede...

    insanı coğrafyasında sıkışmıştır karadenizin. samsun dan hopa ya yeşil denizinin içindeki siyah çizginin hemen yanında ev yapmalıdır. zira bahçe denilen evin arkası koca dağların eteklerinden ibarettir. evlerin birbirinden çok uzak oluşu, ilişkilerinin öyle olduğu anlamına gelmiyor. birlikte yaşamayı, komşuluğu ve hemşehriliği çok iyi bilir ve uygularlar. kulağa hoş gelen bir çok dilin etkisindeki ağızları, sohbetlere neşe katar. çok ince bir espiri yetenekleri var ki nesiller boyu değişmeyen. yine de ezikliği asla hayatlarına sokmayan bir yapıları vardır. bu yapılarını her yönüyle ortaya koymaktan çekinmezler. yemeklerine bile duygularını dökmeye çalışırlar. tartışmalarını atışarak, aynı yemeklere değişik isim takarak, aynı müziğe farklı ayak oyunları yaparak gerçekleştirir, evlerindeki mutfakların büyüklüğü ve varenda, balkon veya terasın olması zenginlik değil, gönül zenginliğine işarettir. herkes gelsin oturalım oynayalım konuşalım diye...

    öyle ki, mıhlamaya kuymak diyenler aynı şehirden de olabilir. çotanak’a yumru diyenler de kardeşlerdir. taflan’a karayemiş diyenlerde kapı komşusudur. biri dible’yi fasülyeden yaparken diğeri karalahanadan yapar. bir kadın fasülye turşusu kurarken diğeri bu fasülyeyi kızartır. yemekleri gibi hep heyecan ve neşe içerirler.

    çok göç vermiştir o yüzden sevgililer hep uzaktır, manilerde, şarkılarda ve artık telefon mesajlarında. hava çoğu kapalı ve inceden bir ahmak ıslatan, cmyk renk paletinde bulunmayan yeşilin içinde yaşarsın ve pencereyi açtığında bulutların üzerindesindir her ne kadar toprak ve çam kokusu burnunu delsede... böyle bir yerde aşık olmamak için zor tutar insan kendini, saf ve beyaz güzellere.

    yazacak çok şey olmasına rağmen karadeniz benim için, her cümlenin sonunda gizem ve duygu fiillerinin kullanıldığı konudur. 1998 yılının mayıs ayında çektiğim 1440 kare fotografın her birine bir isim vermişimdir. mardin evlerinin büyüsü, istanbulun sarayı, kelebek vadisinin muhteşemliği neyse karadeniz kareleride benim için öyledir.

    abant’tan hopa’ya bir yol, bir hayat, bir tarz demek daha doğrudur.
  • adını anadolunun kuzey'inde olmasından dolayı almıştır. zira kuzey siyah, kara ile sembolize edilir.

    diğer yönler:

    batı - beyaz: akdeniz

    güney - kırmızı: kızıl deniz

    doğu ise mavi ile sembolize ediliyor. mesela göktürkler. doğu türkler gibi.
hesabın var mı? giriş yap