• al gore’un belgesel dalında oscar kazanan “uygunsuz gerçek” adlı filminde “bu siyasi değil ahlaki bir meseledir.” olarak nitelendiren olayın kahramanı.

    iki hafta önce kadıköy’de küresel bak grubu “türkiye kyoto’yu imzala mitingini düzenlerken bunun yanında dünya’nın 78 ayrı ülkesinde aynı anda aynı gösteriler ortaya çıkıyordu. dünya’nın en ünlü şirketlerinden shell bu hafta içinde guardian’da çıkan bir habere göre artık kendini düşük emisyon hacimlerinde çalışacak ar-ge faliyetlerine adayacağını söylüyordu. co2 oranlarıyla ilgili söylentiler antrik’ten antartika’ya, su mercanlarından, “bu yüzyılın göç yüzyılı olacağı” söylemlerine kadar bizi itiyor. birkaç yıl önce kan film festivaline hybrid arabasıyla gelenler gündem konusuydu. pop etkisi gösteren bu anlık tepkileri aslında altında yatan haklı sebepler var. dünyamız belki de verebileceği en zor sınavlardan birini geçiriyor.

    ve neden co2? sera gazı etkisi oluşturan gazları biliyoruz. ozon, azot oksit, klorofolorakarbonlar, metan vs. atmosferde %0.032 oranında bulunan ve sera gazlarının %50’sini oluşturan co2 yani karbon atomunun iki oksijenle yaptığı bu alışveriş, sera etkisini daha fazla hisstememize neden oluyor. biraz daha deşelim durumu:

    güneş ışınları yerküreye ulaştığında, %30’u doğrudan geri yansır. kalan kısımlar ise %20’si atmosfer tarafından absorbe edilir ve kalanın %50’si yeryüzüne ulaşır. yeryüzüne ulaşan bu ışınlar görünen ışınları infra rede dönüştürürler. normalde atmosferin üst yüzeyinde bulunan sera gazları görünen ışın için transparandır ancak infra red işinlar için bir ayna etkisi gösterir. dolayısıyla ne kadar sera gazı olursa, geri yansıtılan ışın o kadar olacaktır ve böylelikle yeryüzünün sıcaklığı bir o kadar da artacaktır. bilinen atmosferdeki karbon oranının %0.032 olduğu yani 332 ppm. bu durumda ki endüstriyel devrimden önce bu oradan 280 parçacık kadardı ve dünya’nın düzeni buna göre şekillenmişti; parçacık sayısının 320’ye çıkması ortalama sıcaklıkta 1 c’lik bir artışa sebep oluyor. bunu mercanlarla anlatacak olursak; bu bir derecelik artış onları çok rahatsız etmeyecek. atmosferdeki karbon sayısını 450-500’e çıkardığımızda 2 c’lik bir artışla karşı karşıya kalacağız. bu durumda yalnızca güçlü kuvvetli mercanlar ayakta kalabilecekler. biraz daha kötü bir senaryo kuracak olursak ki bu 550 karbon parçacığına eşit, bu durumda mercan denen bir şey kalmayacak ve denizlerin ya da okyanusların yıkıcı etkisi doğrudan şiddeti azaltılmadan kıyılara yansıyacak ve kıyılar bozuluma uğrayacak.

    bu olay yalnızca mercanlarda vuku bulmayacak. psikolojik dengemizi belirleyen 14 c çoktan yerini daha üst rakamlara bıraktığından, daha da kötü senaryolara hazırlıklı olmamız gerekecek. zor bir sınavla karşı karşıyayız.
  • duyarsızlığın sürekliliği halinde artarak devam edecek insan kaynaklı seragazı emisyonlarının en büyük paya sahip olanıdır. küresel iklim değişikliği adıyla adlandırdığımız ekolojik dengesizlikler bizim vakitsiz osuruklarımızdan, plazma tv keyfimizden, 1 km'lik yolları arabayla kat etme sevdamızdan kaynaklanıyor. kaba tabirle karbonu salıp sonra kaçmak, yaşadığımız dünyayı kendi kaderine bırakmaktan öteye gitmiyor.

    (bkz: karbon ayak iziniz)
  • bunlari biliyor muydunuz?

    bir yil vejeteryan olmak suretiyle dogaya salmayacaginiz* karbondioksit miktari, ~5 saatlik bir ucak yolculugunda salacaginizla ayni. baska bir deyisle "ya $u ucaga binmeyeyim de dogaya bi kiyagim olsun" demek yerine, ucaga binip tavuk degil makarna yemeniz mümkün*. yalniz first class ucarsaniz 2 yil vejeteryan olmaniz gerekiyor, cünkü first class ucuslarda yolcu sayisi cok daha düsük olabildigi icin kelle basina düsen karbondioksit salinimi da cok daha yüksek oluyor.

    kisisel görüsüm: ne ucak, ne et vazgecilecek seyler. ama evdeki tv'yi stand by'da birakmayabilirim mesela o ayri..*
  • bir buyuk yuk gemisinin saldigi karbon miktari 50 milyon arabanin saldigi miktara esitmis. yani 15 tane iri boyutlardaki yuk gemisi, dunyanin butun arabalari kadar karbon saliyor bu aleme. [*]

    bir de buna sadece nijerya'daki petrol kuyularindan cikan karbonun dunyanin karbon saliniminin yarisini olusturdugunu eklerseniz [**], kuresel isinmanin potansiyel etkilerinden kapitalist uretim bicimi icerisinde kurtulamayacagimizi soyleyebiliriz. kullanmadigimiz isiklari sondurerek olmayacak bu is.

    eh kapitalizmin sonu da yakinlarda gorunmedigine gore, fredric jameson'un sikayet ettigi gibi dunyanin sonunu tahayyul etmeyi kapitalizmin sonunu hayal etmekten kolay bulanlar kervanina katilip, altimiza yapip ustumuze oturabiliriz.

    dunyanin sonundan korkmaktansa, bize bunlari dusunduren sistemin sonunu dusunebilsek...

    * http://www.greencarreports.com/…ch-as-50-million-ca
    ** (bkz: nijerya/@ajax), http://www.umich.edu/…04/ogoni/ogoni_case_study.htm

    itiraz sonrasi ekleme: nijerya'daki petrol kuyularinin dunyadaki karbon saliniminin yarisini olusturmasi --anlasilir olarak-- pek inandirici bulunmamis. ben bilgiyi aldigim paragrafi ve makaleyi paylasayim da, bu kafa kasitan bilgiyle ne yapacagimizi dusunelim. bilimsel bir makalede geciyor olmasi, bu bilgiyi daha inanilir kilmadigi gibi, benim inanmami da mesrulastirmaz. lakin kutsal bilgi kaynaginda yaziyorsak, kutsal olmayan bu bilgiyi de paylasmakta yarar var.

    makaleyi yazan amerika'da uc berkeley gibi hatiri sayilir bir cografya bolumunde hocalik yapmakta olan michael watts'dir. nijerya iktisadi siyaseti, siyasi ekolojisi ve ekonomik cografyasi uzerine sozu sayilan bir adem evladidir. bulasmak isteyen icin kontak bilgileri:

    http://geography.berkeley.edu/…detail.php?person=21

    yazdigi makale "contested communities, malignant markets, and gilded governance: justice, resource extraction, and conservation in the tropics" namli olup, su kitabin icindedir:

    http://www.amazon.com/…kcode=qs&keywords=0231108117

    bilginin gectigi paragrafi kitabin 25. sayfasindan kismen kopyaliyorum:

    "if ogoniland failed to see the material benefits from oil, what it did experience was an ecological disaster--what the european parliment has called 'an environmental nightmare'...burning twenty-four hours per day at tempratures of 13-14,000 degrees celsius, nigerian natural gas produces 35 million tons of co2 and 12 millions tons of methane, more than the rest of the world (and rendering nigeria probably the biggest single cause of global warming)." (sf. 25)
  • 400 ppm'e dayanmıştır..

    http://co2now.org/ adresinden ayrıntılı bilgiye ulaşılabilir..
  • küresel bazda olanı hızla artarak geçen bir on yıldan sonra bu artış bugün artık durmuş. şimdi de sıra mevcut değerleri düşürmeye gelmiş.

    http://www.sciencealert.com/…etual=yes&limitstart=1

    birkaç gün içinde dünya liderleri fransa'da, küresel ısınmayı 2 santigrat derecenin altında tutmak adına bir iklim anlaşması için toplanacaklarmış.
  • avrupa birliği'nin 2021 yılı için binek araçlarda 95g/km rakamını hedeflediği salınımdır. 2015 hedefini bütün üreticiler tuttursa da özellikle fiat baya zorlanmıştır. bu konuda en başarılı şirket hibrit araçlara yaptığı yatırım sebebiyle toyota'dır.
  • öncelikle (bkz: #75505701)

    küresel ısınma mevzusu son zamanlarda öyle büyük alarmlar vermeye başladı ki, karbon emisyonu konusunda ülkeler çoktan harekete geçti. fakat küresel bir hareket hala sağlanamıyor, sebebi ise 'tarihsel sorumluluk', sanırım önce bundan bahsetmemiz gerekecek.

    sanayi devrimi ile zenginleşen ingiltere'nin başı çektiği büyük ülkeler için 'küresel ısınma var, fosil yakıt kullanmayalım' demek elbette çok kolay. zira ekonomisi çoktan gelişmiş ve yatırımları farklılaşmış, sürdürülebilir enerji kaynakları yatırımı almış başını gitmiş, sürdürülebilir ekonomileri çoktan kurulmuş ülkelerden bahsediyoruz. bu ülkeler kalkıp 'gelişmekte olan'ülkelere 'tatlım siz de fosil yakıt tüketmeyin, karbon salmayalım, kardeş kardeş yaşayalım' dedikleri zaman çin gibi, türkiye gibi ülkeler de diyor ki, 'tatlım yalnız şuanki berbat durumun sorumlusu sensin, sen dünyaya karbonu bastın ve bugün bu haldeyiz. fakat geliştin. benim de gelişmem lazım' diyor.

    bence hiç bir yere varmayan, uzlaşmadan uzak, saçma sapan bir görüş olsa da haksızlar diyemeyeceğim.

    hal böyleyken 'hadi bakalım artık karbon salmıyoruz' diyemiyoruz ne yazık ki. fakat ne yapıyoruz? karbon ekonomisi geliştiriyoruz. aslında çok basit iki sistem var, bir tanesi ülkemizde uygulanmamasına karşın prensibine aşina olduğumuz 'vergi' sistemi, diğer ve daha ilginç olanı ise 'karbon borsası'. şimdi her iki sistemi de artılarıyla, eksileriyle, etik tartışmalarıyla biraz gözden geçirelim.

    karbona vergi koyan ilk ülke, 1990 yılında finlandiya oluyor. onu norveç ve isveç 1991 yılında takip ediyor ve akabinde pek çok ülke vergi politikalarıyla karbon salınımının azaltılması için kendi çaplarında önlemler alıyorlar. türkiye çevre politikalarına bakacak olursanız, devlet baba size 'akaryakıttan yüksek vergi alıyoruz ki ülkenin karbon salınımını azaltalım' diyecektir. gülüp geçiniz. neden? zira 'karbon vergisi' ile elde edilen bütçe tamamen fosil yakıt ithalatına gidiyor =) normal şartlar altında, diğer ülkelerin yaptığı gibi, bu vergi kumbarasının yenilenebilir enerji kaynaklarına ya da karbon emisyonunu azaltacak teknoloji yatırımlarına gitmesi gerekirdi. boş bir lakırdı anlayacağınız bizdeki 'akaryakıt vergisi', altı tamamen ekonomik çıkarlara dayanıyor. peki teoride yüksek vergi, az tüketimi getirir tamam, bu sistemde problem ne? problem şu, aslında tüketim, öngörüldüğü kazar azalmıyor. finlandiya'da yüksek vergi ile üretilen bir mamul yerine türkiye'de yüksek karbon salınımı ile üretilmiş bir ürün ithal edilerek yine finlandiya'da tüketiliyor. ne oldu? bu sefer bir de lojistik dolayısıyla daha fazla karbon salmış bir ürün tüketmiş oldun. çok tatlı. ülkenin bana göre en vizyonlu iş adamlarından biri olan cem boyner'in bu konuya şahane bir önerisi vardı, her ürünün karbon ayak izini hesaplamak ve satışı sırasında etiketlemek. nasıl ki çikolata aldığınızda arkasında şeker gramajı varsa, bunu da öyle düşünebilirsiniz. bu elbette küresel ısınma bilinci olan kişilerde işe yarayacaktır. özetle: vergi tek başına yeterli bir sistem olmamakla birlikte tüketim bilinci arttıkça verimliliği artacaktır.

    gelelim karbon piyasasına. bu bir hayli ilginç bir konu bana sorarsanız. karbon piyasası nedir? kısaca şöyle anlatalım. örneğin benim bir fabrikam var ve bana 100 tonluk karbon salınım izni verilmiş. ayşe'nin de bir fabrikası var ve ona 300 ton karbon salınım hakkı verilmiş. ben yıl sonunda bakıyorum ki aslında 80 ton karbon salmışım, 20 tonluk karbon hakkım kalmış. ayşe'ye ise 300 ton karbon yetmemiş bile. ayşe bana diyor ki, malmocuğum, sen bana o 20 tonluk hakkını satsana? ben de diyorum ki, tabi yahu, zaten o 20 ton benim 'üretim fazlam' (bu şekilde kabul ediliyor), bari sana satıp para kazanayım.

    ve satıyorum.

    ne oluyor? doğaya 400 tonluk karbon salınmış oluyor. yani ben kotamı doldurmayıp karbon salınımımı azaltıyorum aslında üretimimde. ancak bunu azaltamayan biri gelip benden karbon salınım hakkı alarak kendi sınırlarını aşıyor ve günün sonunda atmosfere salınan karbonda bir değişiklik olmuyor. üstelik, daha da saçması, günümüzde o kadar çok 'üretim fazlası' karbon salınım hakkı çıkıyor ki ton fiyatları anormal derecede düşük oluyor. örneğin, atmosfere bir metrik ton karbon salmanın maliyeti 20 dolarken (doğaya verdiği zarar baz alındığında ücret bu çıkıyor), piyasadaki karbon salınım fazlası nedeniyle bu ücret karbon borsasında 5 dolarlara kadar düşüyor. saçmalığın farkında mısınız?

    çözüm nedir?

    kotaların kısılması elbette. bunu kime sorsanız söyler, fakat koskoca borsalar nasıl oluyor da bunu düşünemiyor diyebilirsiniz. düşünüyorlar. fakat ne yazık ki radikal kararlar alamıyorlar. karbon metrik tonunun ücretine alt limit koymaktan öteye gidemiyorlar.

    türkiye'de karbon borsası da yok. ismini tahmin edebileceğiniz birkaç büyük holding gönüllü olarak bunu şuan kendi aralarında deniyorlarmış, öte yandan dünya bankasının da türkiye'de karbon borası başlatılabilir mi hedefinde yaptığı bir inceleme varmış. fakat benim ülkeye dair inancım sıfır. nedenini türkiye'nin karbon politikaları nezdinde daha sonraki bir entryimde açıklayacağım.

    kahvenizi, kırmızı etinizi, avokadonuzu filan azaltın, şu kaloriferlerinizi de az kısın arkadaşlar be. valla bak.
  • geçtiğimiz günlerde popular science'ta yayımlanan bir yazıda 1999'dan günümüze artan karbondioksit salınımının, karbondioksit her ne kadar fotosentez için gerekli bir unsur olsa da bitkilerin topraktan edindikleri proteinde azalıma sebep olduğu, bu sebeple bu emilim sırasında alınan vitamin ve mineral miktarının da azaldığı kaleme alınmış.

    bitkisel besinlerdeki yüzde 8'e kadar gözlemlenen nişasta-karbonhidrat değerleri artışı ve protein-vitamin-mineral değerlerinin azalımı sebebiyle, 50 yıl içerisinde özellikle düşük gelirli ailelerdeki bireylerin -özellikle hamile kadınların- vücutları için gerekli mineral ve proteini elde etmekte ciddi sıkıntılar yaşayabileceği ve bu sebeple diyare, sıtma gibi hastalıkların yaşanma sıklığının ciddi oranda yükseleceği öngörülmekte.

    kaynak

    edit: imla
  • birinci sıranın yüzde 25 ile ısınma ve elektrik üretimine ait olmasının kimseyi şaşırtmayacağı salınım.
    ama ikinci sıranın yüzde 24 ile tarım olması hepimizi umutsuzluğa itmeli
    kaynak: abd çevre koruma ajansı
hesabın var mı? giriş yap