• kemal tahir’in ölümünden sonra yayınlanmış kitabı.

    malatya cezaevi’nde geçiyor olaylar.

    murat siyasi bir hükümlü. cezaevinin hatırı sayılır istanbullu beyi. on beş yıla mahkum. diğer mahkumlar akıl danışmak, dilekçe yazdırmak, dertleşmek için ona danışıyorlar hep.

    çeşit çeşit insan var tabii cezaevinde.

    hanım var mesela. kocasını zehirlemekten mahkum. idam kararı var hakkında.

    orospular var. tözey mesela.

    şefika var, kadınlar koğuşunun gardiyanı.

    hepsi de murat’a aşık.

    murat ise hiçbirine.

    kitabın arka kapağında yazdığı gibi:

    “murat, mahkumların seslendikleri biçimiyle istanbullu, hapis hayatının zorlukları içinde, giderek bayağılaşan, bayağılaştıkça her şeyi yapabilen insanların yaşamına tanık olur. “

    *

    kitaptaki adamlar da kadınlar da aç. cinsel bir açlık.

    kız çocuklarıyla birlikte olmaya meraklı adamlar var. murat bunu peygamberin hayatına benzetiyor.

    - ne halt edelim hacı, zamparalık bize peygamberimizden miras. mübarek de karı dedin mi şuraya yatar ölürmüş.

    - töbe de beyim, günah…

    - ölürmüş. on üç karısı varmış. hazreti ayşe ana’mızı, kendisine yemek getirdiği sırada kucağına çekmiş de öpüvermiş. o sıra ayşe kaç yaşında bakalım, yedi yaşında…

    - töbe de… vallaha dinden çıkıyorsun.

    - merak etme, çıkmam… yapan çıkmamış da, ben mi çıkacağım? demek ayşe ana’mızın o sıralar ya aklı ermiyordu, arabistan’da yedi yaşındaki kızlar rüya görür diye bir laf var ama… belki ihtiyar herifi beğenmemiştir. karı milleti peygamber, embiya tanımaz… gönlüne göre iş görür. ayşe ana’mız ağlayarak babasına şikayete gitmiş. ebubekir hazretleri de, ‘vardır bir hikmeti… sus hele… senin aklın ermez’ demiş.

    böyle çıkışları var istanbullu’nun:

    “allah insanı topraktan yarattığını söyler. yalandır. insanlar asıl, allah’ı topraktan yarattılar. köylü ‘bana rızkımı öküzle eşek veriyor’ demeye utanmış olmalı. ‘allah veriyor’ diye bir büyük yalan uydurmuş.”
  • romanı okumadan seyredilince gayet başarılı bulunacak filmdir. uzun filmler genelde izleyeni sıkar ama bu 2 saati aşkın süresine karşın hiç sıkmıyor. başrolü kadir inanır'a oynattığı için halit refiğ'e içinizden ettiğiniz sitem filmin sonunda kayboluyor. oyunculuklar baştan aşağı güzel.

    bu da karılar koğuşunda kadın mahkumlar arasında geçen bir diyalog:
    - ne düşünüyorsun hubuş bacı?
    - maphustakileri düşünüyorum. bunca erkek, dişisiz ne yapar biçareler? bunlar hep ölür!
    - bunu düşünmek sana mı kaldı? onların ki hiç olmazsa ele gelir; bizimki için için yanar tutuşur ya!
    - kardeş desene bize bir yangın hortumu lazım.
  • kemal tahir'in malatya cezaevi yıllarına ait anılarını anlattığı eseri.

    şüphesiz romanın en dikkat çeken karakteri istanbullu murat bey'dir.
    kemal tahir, bu romanında istanbullu murat bey olarak çıkar karşımıza.

    erkekler koğuşunda yatmakta olan 32 yaşında, seyrek ve kır saçlı bir adamdır.
    siyasi hüküm giymiş ve 15 yıla mahkûm edilmiştir 5. yılını doldurmaktadır. cezaevinde özellikle karılar koğuşunda hereksin akıl danıştığı, bir adamdır.
    eskiden çapkın bir adam olan murat, hapishane şartları nedeniyle durulmuştur.
    karılar koğuşuyla sökük diktirmek, çamaşır yıkatmak, yemek pişirtmek için sıklıkla iletişim kurar.

    kadın mahkûmların birçoğu istanbulluya ilgi duymaktadır.
    özellikle tözey’in ilgisi erkeklik gururunu okşar. karşılık verir ancak bu karşılık büyük ölçüde cinsel bir takım dürtüler ve sevilme ihtiyacından doğar. yalnızca başgardiyanın büyük kızı nebahat’a karşı saf ve temiz bir sevgi ve hayranlık duyar.

    eğitimli ve entelektüel bir adamdır. çağın gelişimlerinin farkındadır. sıklıkla kitap ve gazete okur. mahkûmların haklarını savunur ve ne sebeple verilmiş olursa olsun idam cezasına karşıdır. dini her figürü reddeder ve inançlarından ötürü diğer mahkûmları sürekli eleştirir. ancak ondaki inançsızlık sofu bir aileden geldiği için zaman zaman korkuya kapılmasına neden olur.

    kendi iç dünyasında büyük bir yalnızlık ve çaresizlik hisseder. başka bir cezaevinde yatmakta olan yakın arkadaşı nazım hikmet’e mektuplar yazar. bu mektuplarda onun cezaevi gözlemlerini, yalnızlığını ve çaresizliğini anlattığını görürüz. kendisini bir tek, dostu nazım’a açar ve yalnızlığını mahpus adını verdiği kedisiyle bir nebze olsun gidermeye çalışır.
  • perihan savaş'ın canlandırdığı köylü kadının idam edildiği sahnesiyle tüyleri diken diken eden ve gecelerce uyutmayan film.

    80 kuşağı idamlara tanık olmadı. idamları dinledik, okuduk, belki anlamaya çalıştık belki de karşı çıktık ama bugüne dek nikolay cavusesku'nun kurşuna dizildiği o gergin günleri hatırlayan çok azımız dışında saddam hüseyin'e kadar gerçek bir idama hiç tanık olmadık. o yüzden bizim için sanki engizisyon mahkemesi gibi bişeydi idam, soğuk, korkutucu ama politik ve uzak.

    o zamana kadar politik veya insani gerekçelerle karşı çıkmış ve üzerinde kafa yormuş olsanız da gerçek bir idama tanık olmak kadar iyi anlatıyor idamın ne olduğunu bu film. gece yarısı herşeyden habersiz uyurken uykusundan uyandırılıp darağacına götürülen kadının çığlıkları, üstüne birşey giymek için yalvarışları, cellat'ın "siz bana adam asıcaz dediniz, ben karı asmam" diyerek ipi çekmeyi reddetmesi, hepsi bütün gerçekliğiyle sadece idam fikri üzerine kurgulanmış tüm filmlerden çok daha başarılı.
  • kemal tahir‘i okumak anadolu insanını okumaktır ve onun gerçek yüzünü görmektir. işte bu romanda da hayal ettiğimizden çok farklı olan anadolu’nun ve malatya’nın farklı bir yüzüyle karşılaşıyoruz.

    mükemmel ötesi bir kitap, kemal tahir ülkemizde en usta yazar, özellikle de diyalog yazmada eline kimse su dökemez. romandaki cümleler, konuşmalar o kadar bizden ki sanki birebir sohbet ediliyormuş da oradaymışız gibi.

    kitapta karakterlerin bazısı bana anton çehov‘un karakterlerini de hatırlatmadı değil. ama bunu da kemal tahir entelektüel ve çok okuyup edindiği birikime bağlıyorum. ardından da böyle bir malzeme çıkınca karakterleri oluşturmada olağanüstü yeteneğini kullanmıştır.

    kitap gerçekten okunması gereken bir kemal tahir kitabı. okuduktan sonra içinizi bir hüzün kaplıyor, kendi kabuğunuza çekiliyorsunuz. özellikle de romanın son kısmı insanı mahvediyor. bazı yerleri tekrar tekrar okudum orada, o kadar ki altı çizilmesi gereken sözler vardı.
  • 146 dakika olmasına rağmen hiçbir sahnesi izleyiciyi sıkmayan, daha da önemlisi hiçbir sahnesi boş olmayan bir filmdir.

    sinemaya uyarlanan en başarılı romanlardan biridir.

    kadir inanır'ın en iyi oyunculuk performanslarından birini sergilediği filmdir.

    filmin sonu da ayrı güzel biter. kadir inanır (murat) nazım hikmet'e çok anlamlı bir mektup yazar. ayrıca hapishane odasında nazım hikmet'in fotoğrafı asılıdır.

    http://www.imdb.com/title/tt0288588/
  • "eski zaman iyi olmaz hacı...eski zaman, yaşamaktan ümidini kesmiş ihtiyarlar için iyidir. genç adama eski zaman berbattır, bugün kötüdür, ancak yarın iyidir."
  • kemal tahir'in mükemmel kitabidir.
    --- spoiler ---

    "bütün o insafsiz ölüşlerden mutlaka baska bir hayat dogacaktir.daha şerefli,daha doğru, daha temiz başka bir hayat"
    --- spoiler ---
  • orhun yazıtları'nda karı yaşlı adam demekti, eski türkçede neredeyse pir demekti: özüm karığ boltım uluğ boltım [yaşlı oldum ulu oldum]. bunu diyen nişanyan bunu da dedi (bulmuş ki dedi): karı kişi kaçan kim bolsa iki közinde ağrıg bolsa takı aksa [ne zaman ki yaşlı adamın iki gözünde ağrı olsa].

    15. yüzyıldan sonra bakire olmayan kadın anlamı ağır basmaya başlamış.

    şimdilik son okuduğum kitabı olan karılar koğuşu aynı anda hem solcu, hem anadolulu (ağırlıklı olarak malatyalı), hem edebiyat tarihi gibiydi ve değerinin bilincinde bir kemal tahir'i yansıtıyordu. dünyayı, dünya edebiyatını da izlediğini, bildiğini belli ediyordu. belki iddialı olacak, evrensel edebiyat yapma kurallarını, yöntemini öğrenmiş ve neyi bildiğini bilen bir kemal tahir. yaptığının düşünsel değeri bir yana edebiyat olduğunu bilen adam.

    benim hissime göre karılar koğuşu'ndaki istanbullu murat bey, nazım hikmet'le mektuplaşıp kemal tahir'in otobiyografik alter egosu olmakla birlikte aynı zamanda nazım hikmet özellikleri de taşır. kemal tahir belki bu karakteri aracılığıyla hayran olduğu nazım hikmet'le birleşmiş oluyor. ayrıca kitabın karakterlerinden hacı abdullah da kemal tahir gibi 12 yıl hapis yatmıştır. kitaptan göze batan bazı parçalar:

    "demek yarın da başkasına mı kaçar?"
    "hiç şüphen olmasın. dükkan bir adam için açılmaz."

    "deminden beri hubuş'un arkasında duran ve istanbullu'ya güzel kara gözleriyle çapkın çapkın gülümseyen hanım, yüzüne sardığı pembe başörtüsünün ardından, 'dilim arkama giydirir kilim...' diye fıkırdadı."

    "kız, yapmadın biliyoruz. lakin şahitler, 'yaptı,' diyor. karakolda, müstantikte, müddeiumumilikte ikrarınız var."

    "bir kadın inat etti mi, her kuvvet çaresizdir, ama sonuna kadar denemek lazım. insanlar her zaman kurtulmaktan nefret ediyorlar. şikayetlerine kulak asma."

    "istanbullu, bu basit sözlerin kendi üzerinde yaptığı tesirden ne kadar yerinde ve ferahlatıcı olduğunu anlıyordu. sevmek, en değersiz seyleri, en feci sıralarda, en kıymetli şeyler haline getirdiği için mutlaka lazımdı. sevmek, işte belli bir şey, teselliden ibaretti."

    "hükümetin verdiği şekerde, zeytinyağında, diğer yardımlarda, malatya kerhanesinin meşhur kızlarından eplemeli ayşe'nin daima hissesi vardı."

    "mahpuslar bir çeşit akraba oluyorlar. burası sanki ay'dır. biz başka cins mahluklarız. belki de bunun için arkadaşlar dışarı çıkınca derhal yabancılaşıyorlar*."

    "şefkat mi bekliyorlar, aşk mı? mahpushane**, insanı demek ki farkına varmadan adileştiriyor. bizi buraya neden koyduklarını şimdi anlıyorum. adileşelim* diye... kendi kendimize karşı bile güvenimiz kalmasın diye... aman dikkat arkadaş... aman silah başına..."

    "kahve falına bakıldı. aduş oynadı. aduş oyunu günden güne değil, adeta saatten saate ilerletiyordu. malatya genel birleşme evi'nin** en iyi oynayan kızı tözey olduğu için, buna şaşmamak da kabildi."

    "cezayı bitirdik çıktık. bunun şerefine ibrahim bana bir takım kopuk elbisesi yaptırdı. halep şalvarı, rengi siyah da ceplerinin ağzı, paçaları siyah ipek kaytanla işlemeli. belimde tosya kuşağı. lacivert sako, bir sivas kaması... bir de nagant taklidi tabanca... arkadaşım, izollu mustafa diyorlar. biz hapisteyken o kerhanede dost tutmuş. deli hatun isminde çirkin bir karı. çirkin ama sesi güzel. bir de beni çok sever. ben ilk defa kerhaneye gidiyorum."

    "işte buna eplemeli ayşe derler. eskiden hacı abdullah'ın dostuydu. bu da münevver. ben bu münevver'i ayşe'den fazla severim. bunların ikisi de hünsadır***."

    "kısrağa dost gibi bakacak, düşman gibi bineceksin..."

    "benim on iki sene cezam var... herif devenin üzerinde leblebi unu yiyormuş. birisi aşağıdan sormuş, 'ne yiyorsun birader?' devedeki eliyle işaret etmiş. 'rüzgar böyle eserse: hiç...' bizim iş de böyle devam ederse tözey'in emeği hiç demektir."

    "orospu değil mi beyim, iki gün görmese unutur. hayvandan beter... köpek, halbuysa, kaç sene geçerse geçsin sahibini tanır. gelelim orospuya... orospu utunuyor*."

    "bizim banazı cenabet bir yerdir. bu malatya'da kürt olsun, türk olsun, alevi olsun, karıyı bizim köyden başka yerde hiç çalıştırmazlar. o sebeple bizim köye hariç köyler kız vermez. suyu, havası, üzümü sağlam olduğundan bizim köylüler de durmadan karılara oğlan doğurturlar. al sana bir bela."

    "bu dayak kelimesi üzerine şiddetle bastı. çünkü iki ay evvel idamlık tecdeli ali ile arkadaşlarının firarında kendisine bir temiz sopa çekmişlerdi."

    "elimi kulağıma yerleştirdim. 'yeşil kurbağalar' diye var kuvvetimle çıktım. tabii arkalarında oturuyorum. sesimin kuvvetine bir kere 'allah!' diyerek sıçradılar. ben kesmedim. bağırıyorum. karıları bir gülme tuttu. karınları yırtılacak. istanbul karıları* beyim, haşa huzurundan*, çok güler. neden bilmem."

    "izleri arayacağız. jandarma ise bellidir. jandarmaların postallarında nalça, kabara çivisi vardır."

    [yaz bakalım... '14 teşrinievvel* 1943 tarihli salı günü gecesi saat 11 raddelerinde...']

    "hubuş bacı da namazda olduğunu ileri sürerek çok kolay kurtuldu. aduş'un anası gevre'yle kaynanasını öldüren sıdıka çoktan uyumuşlar, gürültüye uyanmışlardı."

    "tıpkı bir gün gelecek, şairler muharrirler, sıcaklık ve amansızlık karşılığı olarak cehennem kelimesini değil 'el'alemeyn* adını kullanacaklar..."

    "geçen sene, bir tarihte harkof'a*, bizzat kendisi sanki tek başına vuruşarak girmiş, ilkbaharda tekrar gelmek üzere gene tek başına kendisi sittir edilmiştir. daha evvelki sene kerç'te ve rostof'ta* tersi oldu. biz girdik."

    "çullunun hacı'nın bütün mintanları suni ipektendi. belinde kuşağı, hakiki buhara şalıydı. güneşte parladığı zaman bakmamak imkansızdı. elindeki tespih ve ağızlığı sahiden siyah kehribardı. tespihin kamçısı ağızlığın* -malatyalılar buna emzik derler- işlemeleri dağıstan gümüşüyle yapılmıştı. tabakası da van işi savatlı* gümüştü."

    "(malatya'da bu isim azet diye telaffuz edilir.) o gün bugündür -tam kırkbeş sene- her zaman ikinci kahpe değişir, lakin azzet o eski azzet'tir. hacı'yı böyle temiz giydiren, ona sırası geldikçe iş tutturan*, evi çekip çeviren azzet."

    [senenin üç ay yaz mevsimlerinde, çarşıda kebapçı fırını açıp kağıt kebabı, patlıcanlı tava yaptığı zamanlar çıkarılırsa, kırk beş seneden beri, hacı, "kızcılık" eder. hovarda meclislerine orospu götürür ve oynatır, hovardaları evine toplar da muhabbet yapıverir. türkçesi "pezevenklik".]

    "hasılı bizim elimizden şerbeti şahadeti* nuş edenler* sur çalsa da ayağa kalksalar yirmi beş kişilik bir müfreze olur bey."

    "fena değil... lakin sürgit dememişler, gör* geç demişler. işte karı yüzünden ahir vakitte buralara düştük."

    "aşık* ne demiş? 'on birinde bir yar sevdim / yeni açmış güle benzer,' demiş. doğru söylemiş. mücerrep bir iş güle benzer beyim... koklamazsın ki solmaya... ipe sarıp kuşağına sokasın gelir. biz, bunu besleyip büyüttük. rum sürgününden* elime geçirmiştim."

    "bir gün çörtikli mehmet yüz sarı lirayı şalvarıma saydı. 'şu kalksın bir dönsün,' dedi. 'olmaz,' dedim. oynatır** mıyım? memelerini pörsümesin* diye öpmüyorum."

    "karakolda bağırdım, 'kız sen allah'ından korkmaz* mısın? kız bana yazık değil mi? kız asıl sana yazık*. bu mahalle karılarına* darat yürütüyorsun. sonra arkadan ıslık çalarlar,' dedim. aklı mı yok? evet aklı yok... bize bugünü* verince ağladı."

    "hak teala'nın günlerden bir gün dört melaikeyi huzuruna çağırıp şu "asumanları" kaldırma emrini verdiğini, melaikeyi kiram'ın dini bir uğruna hamle ettiklerini, lakin "asuman'ın" kıpırdamadığını, bunun üzerine rabbilalemin'in* "süphaneke* okuyun" diye irade eylediğini, melaikelerin süphanekeye başlamasıyla bihikmetü hüda* asumanların, kuştüyü misali kalktıklarını hikaye etti."

    "mevlidi, karı gardiyanı ayşe ana'nın ruhuna, malatya genel birleşme evi sermayelerinden tözey, namı diğer edibe oynak okutuyordu."

    [fakat hikaye edilen şeylere, uzun ömürlü şair süleyman çelebi'ye, sevdiği "merhaba" kısmına hemen sinekli bakkal'ın kız mevlitçisine* rağmen tahammül edilir gibi değildi. (...) yoksa peygamberin doğum parçasında, hava üzre bir döşek döşendiğini, bu döşeği döşeyen meleğin adının da sündüs olduğunu söyleyen kısma, süleyman çelebi'nin hatırı için dahi eyvallah etmek imkansızdı.]

    [arada sırada içlerini çekenler* oluyor, bunlar istanbullu'ya benerci kendini niçin öldürdü? kitabındaki bir sözü, "kocakarı bir uçurum gibi içini çekti," sözünü hatırlatıyordu.]

    "değme erkekten yiğittir beyim. .. 'ben öyle bir karıyım ki beni her kedi boğamaz,' der. hakikat, her bıyıklıya uçkur çözen* bir cins değil..."

    "açlıktan öleceklermiş. bağ arasında* orospuluk kolay değil... adam gideceği yeri şaşırır. kerhanede koynuna almak şöyle dursun, cigarana ateş istemeyeceğim serserilere bir lokma ekmek için razı olursun. evsiz orospuluk ölümle bir. mart ayında sokaklarda kedi yavruları olur ya... ben onlara acırım, evi yavru kedilerle doldururum."

    "böyle elbet. bekar mahalle oğlanları karıyı gizlice zedelemesinler*, fazla kullanmasınlar*, vura vura* hasır gibi eskitmesinler diyerek..."

    "karının aşüftesi, arkadaşının sevdiği erkeğe böyle biraz merakla ve çok çok da arzuyla bakar."

    "kocasını mutlaka tanırsın. o da adliyeci sayılır. adıyaman'da cezaevi memuruydu. bir mahpus kaçırdı da açığa çıkardılar*. üç aya mahkum ettiler. mübaşirlikte, kolculukta bulunmuş. şimdi inhisarda çalışıyor. altı ay evvel burada yatmış."

    "kaymak gibi** eti varmış beyim... çörtikli, 'ben böyle beyazlık, böyle cilve görmedim. erkeğe doymaz bir karı,' derdi. lakin şimdi kocaldı*."

    "oğlu davulcu hasan, her ne kadar edepsizlik etmeye yeltendiyse de, şefika hanım karakola koşarak terbiyesini veriverdirmişti*."

    "kalk suyu iç, bir de bana ver. kendin içmezsen, az yer* de bir hizmetçi tutarsın."

    "'hele gardiyan abdullah'ın bir kardeş kızı zinadan yattı. gece vakti içeriye jandarma onbaşısını aldı da, herkesin ortasında bağıra bağıra çiftleşti*. biz bunu böyle duyduk,' derim."

    [hafif cezalı "af olacak*," dese, ağır cezalı gizlice kızar, "af olmayacak," dese gene kızar. bu iki ayrı cins insan arasındaki münasebet çaresiz bir hastalığa yakalanmış, ölüm bekleyen bir adamla, sıhhatiyle mağrur sağlam bir adam arasındaki çekingen, şüpheli münasebete benzer. (...) bir de mahpushane ızdırap çekilen* yerdir. insanlar ızdırap çektikleri yere devam etmekten hoşlanmazlar.]

    "allah göstermesin... şimdi söyleyeceğim, canın sıkılacak. bana vaat et, öfkelenmeyeceksin."

    "o fazladan bir açık havada jandarma çavuşunun tazyiki altında olmayarak çalışacak; elbise, cigara, yiyecek derdi düşünmeyecek, arada sırada kerhaneye gidecek, eğer elazizli sadri bey gibi oğlancı ise gulman peydahlayacak, kumarbazsa şehir kumarhanelerinde zar yuvarlayacak, ben bunlardan mahrumum."

    "görülüyor. burasını malakan köyü sanmış olmalı... yahut da tunceli'deki emniyet karakollarından birisi... iyi ama biz vilayet merkezindeyiz. sonra, değil yanımıza gelen bir ahbabı, 'gölgemizi bile çiğnetmeyiz adama.' bizde sen eşeklik mi ararsın?"

    "okumayı bir tarafa bırakın... ali kemal de okumuştu. rıza nur da okumuştu. orospuya orospuluğa gelince tözey mi orospudur, yoksa ihtikar yaparak milleti soyan, çocuklarımızı öldürmeye kasteden tüccar ve onun nüfuzlu ortağı mı orospu?"

    "yavuz* neselesi*... şimdi anladım. biz o zaman mektepteydik... sizin yüzünüzden biz de sıkıntı çektik beyim. üstümüzü başımızı, çantalarımızı, çekmecelerimizi aradılar. bizi bir sıktılar, bir sıktılar... nazım hikmet de vardı galiba!"

    "sahi beyim... yarısında bıraktık. suç bizde... 'allah kürt kısmını yaratmasaydı eşeklere paha yetişmezdi,' demişler. doğru bir laf..."

    "itfaiyede çavuşluk ederken kendisi belediyede yatarmış da, itfaiyenin şoförünü eve yollarmış. 'haydi git, yengen yalnız. kurtar,' diyerek. karının kucağındaki oğlan şoförden peydahlanma... namusuna asıl bu dokunsun!"

    "sabaha kadar yalvardım, imana gelmedi. 'karıda dokuz nefis* var,' derler. bu şefika'da yarım nefis bile yok. demek namuslu bir karı olduğundan günaha giremedi. korktu. bir gülüyor, bir kızıyor..."

    [bir de müsveddeyi eski harflerle ve elyazısıyla yapmak, kelimelere ister istemez tesir ediyor, teknik vasıta eserin ruhunu çekip çeviriyordu. ancak daktiloyla yazarken arapça ve acemcelerden hangisinin tamamıyla eskidiği, yeni harflerin bünyesine uymaz hale geldiği anlaşılıyordu. mesela işte, "tabii" kelimesini yazmak zordu. "katil" ve "kalp" kelimeleri de bir türlü "imlaya gelmiyordu".]

    "insanoğlu utanmaz bir mahluk beyim. demek şu kadar zamanda karıyı özlemişiz*. oğlanı öteberi almaya çarşıya yolladıkça... tövbe yarabbi!"

    "çolak ali derler bize beyim... şu kolumuz biraz yamuktur."

    "kışın ilk günlerinde insanların yüreğine çöken bikeslik ve ölüm hissi mahpushanede kat kat ziyadeleşirdi."

    "şimdi mahpusa hep alıştık. umurlamıyoruz." kemal tahir - karılar koğuşu

    "anan öle bele* ki, yüzün tersine döne de sakalın boğazına tıkana* kızılbaş..."

    "şehnehanlı* mıstık dayı bile ölesiye hasis olduğu halde, tabağa bir çeyrek attı ve işte o çeyrekle ermeni mühtedisi abuzer kılıç'ın askerlik harçlığı on yedi lirayı beş kuruş geçti."

    "oğlanı* mutfağın penceresine çağırıyordu da, tövbe yarabbi, donu çıkarıp orası** gösteriyordu."

    (bkz: kadın kızım)
    (bkz: kart)
    (bkz: 72. koğuş)
    (bkz: yıldırım bölge kadınlar koğuşu/@ibisile)
    (bkz: 1923 almanya inkılabını beklerken), sesler geliyor
    (bkz: yolculuk var/@ibisile)
    (bkz: eplemek)
    (bkz: herzevekil/@ibisile)
    (bkz: sarı yağız/@ibisile)
    (bkz: namusum)
    (bkz: çullu/@ibisile), yağlıca
    (bkz: yaşamak zor/@ibisile)
    (bkz: sittir/@ibisile)
    (bkz: payımal/@ibisile)
    (bkz: inha)
    (bkz: izam etmek)
    (bkz: mübayaa etmek)
    (bkz: çapaçul/@ibisile)
    (bkz: muhatara/@ibisile)
    (bkz: şirinkanlı)
    (bkz: ev olmak/@ibisile)
    (bkz: mezarımın taşı urfa'ya karşı)
    (bkz: mıncıştırmak)
    (bkz: gazve/@ibisile)
    (bkz: baş efendi@ibisile)
    (bkz: pezevenk/@ibisile)
    (bkz: malatya/@ibisile)
    (bkz: mülhak)
    (bkz: rıfat mataracı)
    (bkz: karı bey)
    (bkz: karı/@ibisile)
    (bkz: hubuş)
    (bkz: ey gaziler/@ibisile)
    (bkz: zurnacı/@ibisile)
    (bkz: abu/@ibisile)
    (bkz: fasılasız)
    (bkz: kavat/@ibisile)
    (bkz: derken/@ibisile)
    (bkz: hanım/@ibisile)
    (bkz: düzah/@ibisile), devenin başı
    (bkz: aduş)
    (bkz: bedavadan)
    (bkz: cayır cayır/@ibisile)
    (bkz: georges duhamel/@ibisile)
    (bkz: getr/@ibisile)
    (bkz: yamören)
    (bkz: erzurumlu ibrahim hakkı/@ibisile), tefvizname/@ibisile
    (bkz: iğva/@ibisile)
    (bkz: a-ah), iah/@ibisile
    (bkz: gavur/@ibisile)
    (bkz: kilesek)
    (bkz: prafa/@ibisile)
    (bkz: derya dediğin uyur uyur uyanır)
    (bkz: hizmetkar/@ibisile)
    (bkz: sıhhiye/@ibisile)
    (bkz: külhanbeyi/@ibisile)
    (bkz: yağmur olsa kimsenin tarlasına düşmez)
    (bkz: canının içine sokmak)
    (bkz: sadi-i şirazi/@ibisile)
    (bkz: vicente blasco ibanez/@ibisile)
    (bkz: piraye/@ibisile)
    (bkz: si-ya-u/@ibisile)
    (bkz: hoşkin/@ibisile)
    (bkz: güley/@ibisile)
    (bkz: insan ufağı)
    (bkz: nikbinlik/@ibisile)
    (bkz: mülevves/@ibisile)
    (bkz: artaki/@ibisile)
    (bkz: fayton/@ibisile)
  • kemal tahir'in hayatından otobiyografik kesitler görebildiğimiz kitap ve film.
    hiç unutmam bu filmin tanıtımını yapan show tv rolleri anlatırken hülya koçyiğit'in canlandırdığı karakter için "ve tözey; malatya genelevi'nin en büyük sermayesi" ifadesini kullanmıştı ben çok üzülmüştüm; ağlamaklı olmuştum.
    filminde nazım hikmet'in sadece ismi değil sureti de söz konusudur zira kemal bey'in koğuş duvarında nazım'ın bir portresi mevcuttur.
hesabın var mı? giriş yap