• engels olmasaydı olmazdı.
  • bu adam hakkında hiçbir bilgim olmamasına rağmen insanlarla konuşurken marx tan örnek verir gibi cümleler kurduğumda herkes hı hı diyor. nacizane cikarimim bu adam hakkında türk halkı hiçbir şey bilmiyor..
  • bu adamın bilgisi ortaya koydukları fikirler derya deniz ve herkesin yorumlaması farklı oluyor.öyle ki bu yorumlama şekli siyasi partileri sendikaları işçileri ve bireyleride etkilemiştir.hatta ülkelerin ideolojilerinide oluşturmuştur ve sosyalizmin doruklarına ulaşan komünizm ideolojisini ortaya çıkarmıştır.komünistlerin yaptığı rejimler marx adı altında yapınca komünizmle marx özleşti.kendisinin yaşadığı zaman da işçi sınıfı ve burjuva sınıfı vardı ve burjuva yani kapitalistler zengindi ve gelir dağılımının en büyük kısmını bu grup yönetiyordu.işçi sınıfıda her zaman eziliyordu ve düşük maaşlar nedeniyle her zaman işçiler ve kapitalistler arasında sorun olucağını görüyordu ve haklıydı da günümüzde hala bu sorunlar oluyor ve marxın da insanları ikiye ayırıyor kapitalistler yani sömürenler işçiler yani sömürülenler.marxın tam ideolojisi materyalist düzene dayanıyordu yani insanlardan ideolojik politik gibi kavramları çekersek geriye temel ihtiyaçları kalıyordu ve bunlar karşılanırsa bir sorun olmayacağına inanıyordu ama yanlış düşünüyordu insanlar sürekli kar elde etmek ister ve bunun içinde paraya ihtiyaçları vardır ekonomik terimiyle para arzı.para arzı insanların daha çok istemesine ve bu para arzı kapanınca insanların daha çok şey yapabilmesine sebep oluyordu.insanın doğasında her zaman daha çok istemesi sebebiyle marxın düşüncesi yanlıştı.kapitalizm bir sistem ve düzendi.ama her zaman kapitalistler ve işçiler arasında oluşacak kavgalar her zaman olucaktı geçmişte de böyle şimdi de gelecekte de böyle.bu da ekonomiyi etkiler üreten işçi üretmemeye başlar kapitalist sınıf geriler kapitalist sınıf gerileyince düzen gerileyeceği için devlete yansır ve ülke politikasını etkiler bu yüzden bu düzeni bir arada tutucak iyi adamlara ihtiyaç vardır.
  • highgate cemetery’de bulunan mezarını ziyaret etmiştim.

    mezarlığa girişin ücretli olması ayrıca ironiktir.

    kitaplarında en ince ayrıntısına kadar anlattığı, eleştirdiği kapitalizmin kendi ölüsünden bile para kazanacak kadar vahşi olabileceğini marx bile tahmin edememiştir sanırım.
  • engels olmasaydı ne kapital'i yazabilirdi ne de diğerlerini.kasapla başı dertteydi.çünkü et severdi üstat.maddi olarak engels desteklemişti marx'ı.
  • kendisinin erken dönemlerinde analiz ettiği yabancılaşma kavramı onu ve ürettiği ideolojik temeli anlamak için önemlidir.

    marx'a göre, sanayi devriminden önce zanaaatkar/çiftçi vs. olan bir insan fabrikada çalışmaya başladığında topluma ve toplumdaki yerine yabancılaşmaya başlıyor. bu süreç standardizasyon ile başlıyor. yani bir zamanlar zanaatkar olan bir birey, yaptığı işte üretken ve yaratıcı olabiliyordu. ürettiği, her ne ise, ürünlere kendini yansıtabiliyor ve böylece de tamamlanmış hissediyordu. üretken ve yaratıcı olan bir bireyi şu analojiyle resmetmek sanırım uygun olur. kendi sevdiği konularda hikayeler üreten bir yazarı alıp, ne yazması gerektiğini söyleyen birilerine katip yaptığınızı düşünün. artık bu insan sevdiği işi yapmıyor, artık kendini tamamlanmış hissedemiyor. sadece ona söyleneni yapıyor ve yazmak istediklerini yazamıyor. sanayi devriminden sonra fabrikalarda çalışan insanların başına gelen de marx'a göre budur. artık o birey istediği ve sevdiği işi yapmıyor, sadece standartlaşmış şeyler üretiyor. eskiden bir masa için özel bir uğraş verip işine kendinden bir şeyler katarken, artık birbirinin aynısı binlerce masa üretiyor. yani onun işi artık sadece maaş almak, dolayısıyla hayatta kalmak için çalışmak, o kadar. yaptığı işte onu mutlu edecek bir şey yok. işini bırakıp kendi başına masa yapamaz çünkü fabrikayla tek başına rekabet edemez, fabrikada kendi yaratıcılığını kullanamaz çünkü, adı üstünde orası fabrika ve fabrikada çalışmayı bırakamaz çünkü paraya ihtiyacı var. bu yüzden, bu sıkışmış, işinde sadece ama sadece hayatta kalmak için çalışan birey de zamanla mutsuzlaşıyor, umutsuzlaşıyor ve de yabancılaşıyor.

    marx pekala bunun üstüne çok fazla şey ekleyerek devam ediyor ama beni en çok etkileyen analizlerinden biri budur zira günümüzde de yansımasını görmek mümkündür. çalışmak özgürleştirir mi köleleştirir mi sorusunun cevabı, belki de yaptığın işi seviyor musun sorusunun cevabına bağlıdır, kim bilir.
  • adını duyduğumda hep aynı söz ve aynı video gelir aklıma:

    "bu karl marx denen adam, dünya felsefe tarihinin en gerizekalı feylesofudur."
    besim tibuk

    https://www.youtube.com/watch?v=stvula9evbe&t=60s
  • komünizmin düşünsel altyapısını kurmuştur. sanılanın aksine bilim adamı değildir. doğru ya da değil. bu adamın görüşlerini öğrenmek için komünist manifesto kitabı ile başlayabilirsiniz. eğer gözünüz alırsa kapitale de bakın. kankası ise engels dir.
  • "tarih marx için hegel’in zannettiği gibi devletler arasındaki savaşlardan meydana gelmemektedir; üretim araçlarına sahip olanlar ile olmayanlar, yani sınıflar arasındaki mücadelelerden oluşmaktadır. modern toplum, esas itibariyle bir sanayi toplumudur. sanayi toplumunda ise insanlar iki sınıfa ayrılmışlardır: sanayinin dayandığı üretim araçlarının mülkiyetine sahip olanlar ve onlann üretir# tesislerinde ücretleriyle çalışanlar. bunların çıkarlari da birbirine zıt olduğu için bu toplumlarda bu iki sınıf, yani sanayi tesislerinin sahibi olan kapitalistler ile onların bu tesislerinde emeği ile çalışan işçiler arasında ölesiye bir savaşın ortaya çıkması kaçınılmazdır.

    öte yandan marx, gelecekte işçilerin bu insan haysiyetine uymayan durumu ortadan kaldıracaklari ve burjuva devletini yıkacakları kehanetinde bulunur. onun yerine kurulacak ve üretim araçlarının mülkiyetinin toplumun bütününün eline geçeceği yeni bir dönemi öngörür. bu yeni dönemde veya yeni toplumda ortada yalnızca tek bir sınıf, işçiler veya emekçiler kalacağı için devlet de hakim bir sınıfın başka bir sınıf üzerine baskı aracı olmaktan çıkacak, hatta devletin kendisine bile ihtiyaç olmayacaktır. böylece insanlarin gerçekten insan haysiyetine uygun olarak özgür ve eşit bir biçimde yaşayacaklari, gerçekten kendi kendilerini yönetecekleri demokratik bir toplum ortaya çıkacaktır. işte bu toplum, komünist toplumdur.

    marx’in bu tahlilleri ve eleştirilerini yaptığı dönemde ingiliz sanayi toplumunda çalışanların hayat şartları göz önüne almakta yarar vardır. bu dönemde işçiler çok düşük bir ücret karşılığında günde on beş saat civarında ve son derecede sağlıksız koşullar altında çalışmaktaydılar. sekiz yaşındaki, hatta bazenn daha küçük yaştaki çocuklar maden ocaklarına indirilmekte ve buralarda düşünülebilecek en sefil şartlarda çalıştırılmaktaydılar. işçiler arasinda ölüm oranı korkunçtu. işçilerin hafta tatili, ücretli izinleri diye bir şey yoktu. devlet tarafından garanti edilen asgari ücret diye bir kavram olmadığı gibi iş kazalarına karşı onları koruyacak, bu kazalari tazmin edecek herhangi bir türden sigorta gibi bir şey de yoktu. mülkiyetin liberal yorumu, ücretli işçinin herhangi bir mülke ulaşma şansının olmadığı, açlıktan ölmekle boğaz tokluğuna çalışmayı kabul etmek dışında başka bir tercihe sahip olmadığı zamanda emeği ile çalışanlara haklı olarak zalimce bir alay gibi görünmekteydi. liberalizmin avukatlığını yaptığı birey olarak insan, insan haysiyeti, siyasal eşitlik, özgürlük, mülkiyet hakkı gibi şeyler bu durumda olan insanlara yine haklı olarak soyut ve anlamsız şeyler gibi gelmekteydi. bu durum gayri-insanî olduğu gibi devam etmesi de beklenmeyen bir durumdu.

    bundan ötürü marx bu durumun devam edemeyeceği ve toplumsal bir patlama ile sona ereceğini düşünürken, böyle bir patlamayı, devrimi öngörürken hiç şüphesiz haklıydı. nitekim bu yüzyıl boyunca bu tür patlamalar görülmeye de başlamıştı. ancak bilindiği gibi bu durum xıx. yüzyıl ortalarına doğru yavaş yavaş değişmeye başladı. bunda hiç şüphesiz marx’m kendi kehanetleri yanında işçi kitlesinin siyasal alanda kendisine tanınan, tanınmak zorunda kalman bazı haklari kullanmaya başlamasının, yani işçilerin örgütlenmesinin, sendikalaşmasının, siyasi haklarını kullanmak suretiyle iktidardan pay almaya veya ikti-dar üzerinde bir baskı gücü oluşturmaya başlamasının en büyük etkisi olmuştur. nedenleri ne olursa olsun, xıx. yüzyılın ortalarından itibaren marx’ın öngördüğü kanlı devrim yerine kısmi reformların, düzeltmelerin işçilerin hayat şartları hissedilir ölçüde iyileştirmesi olayı ortaya çıkmıştır. bu dönemden itibaren ve başta s. mili gibi liberal düşünürlerin de etkisi altında ‘sosyal yasalar’ çıkarılmaya başlanmıştır. bu yasalarla önce çocukların fabrikalarda çalışmaları katı bir biçimde sınırlandırılmıştır. sonra işçi sendikaları patronlardan ücretli tatil, çalışma saatlerinin sınırlandırılması, devlet tarafından garanti edilen asgari ücret gibi bazı tavizler koparmayı başarmışlardır. daha sonra bu tavizlerin veya sosyal hakların alanı daha fazla genişletilmiştir. işçilerin çıkarlarıni kollamak üzere ortaya işçi partileri çıkmıştır. oy kullanma hakkı genişletilerek çalışan sınıfların kendilerini temsil eden partilerle parlamentolara gitme imkânları doğmuştur vb. bu arada başka alanlardan ileri gelen gelişmeler, özellikle teknik alanda kaydedilen muazzam ilerlemeler, bunların prodüktiviteyi arttırması işçi gücüne, dolayısıyla işçi sınıfına duyulan ihtiyacı azaltmaya başlamıştır.

    bu gelişme, kapitalistler ve işçiler yanında çok güçlü bir üçüncü sınıfın, ne işçi ne işveren olan bir serbest meslek sahipleri grubunun, beyaz yakalı çalışanların ortaya çıkmasına yol açmıştır, öte yandan sanayi üretimin muazzam boyutlarda artması, toplumlann zenginleşmesi, bu zenginleşmeden işçilerin gitgide daha büyük oranda pay almaya başlaması sonucunda xıx. yüzyılda gerçekten zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayan işçiler, yavaş yavaş mülk sahibi olmaya, kendi ürettikleri evlerde oturmaya, kendi ürettikleri arabaları kullanmaya, kendi ürettikleri dayanıklı tüketim araçlarına (buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyon) sahip olmaya başlamışlardır. sonuç itibariyle bütün bu gelişmeler marx’ın öngördüğü kanlı devrimin gerçekleşmemesine yol açmıştır. marx’ın proleter devri-mi için öngördüğü tarihten bu yana bir yüzyıldan daha uzun bir süre geçmesine rağmen hiç bir sanayileşmiş batı ülkesinde bu devrim gerçekleşmediği gibi kapitalizmin yerini üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti olarak tanımlanması mümkün olan sosyalizm de almamıştır. hiçbir gelişmiş bati sanayi ülkesinde komünistler demokratik yoldan iktidarı ele geçirme başarısını gösterememişlerdir. komünist devrimler, marx’ın hiçbir şekilde öngörmediği yerlerde, rusya ve çin gibi temelde tarım ülkeleri olan toplumlarda gerçekleşmiş, daha doğrusu bu kurama inanan aydınlar ve partiler tarafından zorla gerçekleştirilmiştir. bu ülkelerdeki son çeyrek yüzyılda ortaya çıkan değişiklikler ise bazılarının ‘komünizmi, azgelişmiş bir ülkenin kapitalizme geçmek için içinden geçmek zorunda olduğu en zahmetli deney’ olarak tanımlamasına yol açacak kadar ilginç sonuçlar meydana getirmiştir. bununla birlikte bu gelişmeleri liberalizmin bir haklı çıkarılması veya sosyalizmin yanlış olduğunun deneysel ispatlanması olarak yorumlamayan tezler de mevcuttur. bu tezlere göre bugün bati toplumlannda ekonomik ilişkileri düzenlemek ve insanileştirmek üzere devletin ekonomiye az veya çok müdahalesi söz konusudur. bu müdahale klasik liberallerin öngördüğünden veya izin verdiğinden çok daha büyük bir müdahaledir. ayrica yine bugün batı toplumlarında devlet, ekonomik ve sosyal bakımdan zayıf gruplari korumak üzere birtakım tedbirler almaktadır; bu sınıflara yüksek taban fiyatı, sübvansiyon, düşük vergileme gibi mali araçlarla gelir transferleri yapmaktadır. bugün bati anayasalarında devletin yalnızca demokratik, laik vb. bir hukuk devleti olduğu söylenmemekte, onun aynı zamanda sosyal niteliği vurgulanmaktadır. buna paralel olmak üzere insanların yalnızca siyasal haklarından değil, aynı zamanda ‘sosyal’, ‘ekonomik’ haklarından söz edilmektedir. işte bütün bu gelişmeler, bütün bu olgular bugün artık siyasal toplumun klasik liberalizmin öngördüğü ve savunduğu ilkeler, temeller üzerinde seyretmediğini göstermektedir. tersine bugün olsa olsa liberalizmle sosyalizmin bir kavuşmasından, liberal kurum ve değerlerin sosyalist denmese bile sosyal olarak adlandırılabilecek kurum ve değerlerle düzeltildiği, tamamlandığı bir rejimden söz edilebilir. bu görüşler, özellikle sosyal demokratların görüşleridir. şüphesiz bu görüşlerde de haklılık payı vardır. ancak bunlara
    liberal açıdan getirilebilecek eleştiriler de mevcuttur. bu konularda daha ayrıntılı ve uzun tartışmalara girmeksizin hatırlatmamız gereken şey, bütün bu gelişmelerle birlikte veya onlara rağmen çağdaş toplumlarda klasik liberalizmin üzerinde hassasiyetle durduğu bireylerin doğal, vazgeçilmez, devredilmez ve devletin etki ve yetki alanı dışında bulunması gereken temel birtakım haklari olduğu, devletin bireylerin özgürlüğü ve mutluluğunu kollamak için var olan bir araç olduğu, egemenliğin bireylerin rizasına dayanmak zorunda olduğu, egemenin elinde tuttuğu gücün keyfi bir baskı aracına dönüşmemesi için sınırlandırılması, bunun için birbirini dengeleyen ve kontrol eden bağımsız kuvvetlere bölünmesi gerektiği vb. şeklindeki temel değer ve ilkelerin varlıklarını koruduğu ve karşı yöndeki eğilimlere rağmen bugüne kadar her sınavdan daha da güçlenerek çıktığı gerçeğidir."

    yani : dünyada işçi sınıfı ile kapitalizm anlaştı. başka bir tabirle kapitalizm ile sosyalizmin sentezi olarak mülkiyet ve sosyal haklara sahip bir işçi sınıfı + beyaz yaka oluştu.

    ya da başka bir tabirle : işçi sınıfı devrimi tüplü televizyonla iki çekyata sattı ehehehe *

    şimdilik tabi. *
  • tam da budur.

    istemeyerek de olsa tarihsel süreçte kapitalizm için çok faydalı bilgiler sunan ve hatta kapitalizmin hala varlık göstermesine sebep olan ender kişilerden biridir.
hesabın var mı? giriş yap