• çiğ olarak, film veya dizi izlerken çerez niyetine müthiş gider. ben skyrim oynarken bile çerez olarak karnabahar atıştırıyorum. cips yesen, çerez yesen yağı var eller saksak oluyor, sonra mouse temizle, klavye temizle bir sürü uğraş. karnabahar mis gibi, akarı yok kokarı yok, saksağı yok.

    şimdi karnabahar ile ilgili tüm önyargılarınızı bir yana bırakın. zira pişmiş yemeği gibi kokulu bir şey değil çiğ karnabahar. gidin markete 60 kuruşa karnabahar satılıyor. alın bir tane. olur da beğenmezseniz en fazla 60 kuruşunuz yanar. ama beğeneceğinize garanti veriyorum.

    karnabaharı aldınız, kesme biçme, doğrama, haşlama, pişirme yok. elinizle çabucak lokmalık parçalara ayırın, çiçek gibi olduğu için kolayca parçalanıyor zaten. sonra bir güzel yıkayın. koyun filminizi ve filmi seyrederken afiyetle karnabaharları yiyin. ne tuz, ne limon, ne yağ, ne nar ekşisi. doğrudan çatır çatır yiyin.

    tanrım! ne lezzet ama. hani taze ceviz alır, zarlarını soya soya yersiniz ya. işte bu çiğ karnabaharın tadı aynı taze ceviz gibi. tek farkı bir kilo ceviz 25 lira bir tane karnabahar 60 kuruş. hem de fortify health potion'u gibi mübarek.
  • albinolu brokoli.
  • bunun ingilizcesini aklımda tutabilmek için gittim koskoca belgeseli izledim. çünkü kafam bir türlü basmıyor sebzelerin ingilizcesine. cauliflower. cauliflower. kağıda yüz kere yazdım bir de buraya yazmayayım. kabak da zucchini. zükini diye okunuyor. bi kelime hiç mi ingilizceye benzemez ya. zükini. cauliflower. neyse. o belgeselden öğrendiklerim: 1. cauliflowerlar küçücük çıktığında hemen yaprakları tepesinden at kuyruğu yapılarak cauliflowerlar kapatılır. böylece renkleri beyaz kalır. kapatılmazlarsa güneş ışığı görmekten sararır ve insanlar sarı cauliflower yemek istemez. ne saçma ya ta en baştan sarı satsaydınız kimse de yememezlik yapmazdı. kesin uyuzun teki bağladı bir gün, sonra herkes onun yüzünden bağlamak zorunda kaldı cauliflowerın yapraklarını. 2. bir cauliflowera yapılacak en kötü şey onu haşlamaktır. cauliflowerlar fırında pişirilmeyi hak eder. 3. aa üçmüş holley be. cauliflowerlar tazeliğini sadece iki gün korur. iki günden sonra hemen bayatlamaya başlar bu da kendini aralıklılaşan çiçekler şeklinde gösterir. yani ayrık ayrık gibi durur cauliflower. 4. dörtmüş ama bu son. bir de şunu öğrendim. organik tarım yapmak istiyorsak böcekler meyvelerimizi yemesin diye meyvelerin aralarında böceklerin çok sevdiği çiçeklerden dikiyoruz. böcekler onları yiyor ve biz de cauliflowerları yiyoruz. eferin.

    5. köpeklerim cauliflowera bayılır. cauliflower alan kişi bir demet de köpeklerime vermek zorundadır. yoksa zaten döverek alırım.

    allam bu kez kesin öğrenmişimdir ya, salak değilimdir inşallah milyon kez cauliflower dedim. valla hemen bi turisti cauliflower ezmesi yemeye götürmem lazım. orada soracak içinde ne var diye ve ben de bu kez öyle süper bileceğim ki aklı hayali duracak. hatta o bilmeyecek anlamayacak çünkü cauliflowerı ömründe duymamış. anlatıcam hani diycem white flower white flower eat diycem. çok havam olacak. cauliflowerrr çok tatlısın.
  • "damak zevkine uymayan her seye igrenc de" ekolunden gelen insanlarin itin gotune sokup itibarini iki paralik etmekten cekinmedikleri mazlum sebze. bir seyi sevmedigini belirtmenin* binbir yolu varken igrenc, tiksinc, rezil, les gibi turu ifadeler kullanmanin sebebi nedir anlayamiyorum. "helal olsun bana, karnabahar sevmedigimi bile ne kadar guclu kelimelerle belirtiyorum, uclarda dolaniyorum, celik gibi karakter sahibiyim" gibi hezeyanlar midir acaba?

    bu baglamda (bkz: ota boka orgazmik yiyecek demek) ve hatta (bkz: sozlukte lirik anlatimin onemi).
  • karnabahar seven erkekler sksin seni.

    salçalı, kıymalı yemeğini yıllardır severek yerim. hayatında doğru düzgün lezzetli yemek yememiş yavşaklar gelmiş burada yemek hakkında cinsellik kasıyor.
  • kasımpaşa henüz bostan semtidir o yıllarda. eşekleriyle şehre göçeden arnavutların ilk durağı ise şişhane ve arka sokaklarıymış. evlerinin önündeki küçük tarlalardan adeta saksıda çiçek özeniyle yetiştirdikleri nebatları, öz evlatları gibi ihtimam gösterdikleri eşeklerine yükler, sabahın er vakti karınca sürüsü düzeninde yokuştan yukarı yayılırlarmış. öğle vakitleri her mahallede "zambirzooooot.. tazeee!" sesleriyle, sokakları tıkırdatan nal sesleri birbirine karışır, telaşlı kadınların “bir demet semizotu ver” diyen seslerine yarenlik edermiş. ben de yetiştim o zamanlara. köşeden sesini duyduk mu seyyar manav amcanın, saklanırdık. az sonra oyunumuzu bölecek olan sepetsiz evlere servis eziyetinden kaçmak için. o küçük parke taşlarına bu seyyar manavlar nedeniyle "arnavut kaldırımı" denir sanırdım.

    şişhane ahşap levanten evlerinin iki yandan eşlik ettiği arnavut kaldırımlı yokuş olur, denizi görünce kesilir, yerini küçük kayıklara bırakırmış. o zaman şimdi ki gibi köprüyle bağlanmazmış istanbulun iki yakası. o dik yokuşlara tramvay da uğramazmış hani. tabana kuvvet ulaşırlarmış iki dirhem bir çekirdek kılıklı şık kızlar ve delikanlılar pera'da piyasa saatlerine. anne tarafım ilk evvel işte bu saraçhane denilen dik yokuşa yerleşmiş. en büyükleri ananemmiş. uzun boyu, sarı dalgalı saçları ve mavi gözleriyle başgöz etmişler erkenden. diğerleri erkek zaten. karne zamanlarıymış. çaya kuru üzümün eşlik ettiği, ekmeği, tütünü karneyle aldıkları zamanlar yani. ananem parmağından yüzüğünü çıkarıp vermiş ismet paşa'ya. diğer kadınlar gibi. taksim'de atatürk'e el sallamış. "eh şurama kadar zor gelirdi." derdi göğüs altını gösterip, "amaa pek yaman idi. " diye, devam ederdi. sonra gözüyle tabağımda eziyet çeken karnıbahar öbeğini işaret edip "bitir onu! senin tabağında sürünsün diye mi onca askerin kanıyla sulandı bu nimeti yetiştiren toprak" der azarlardı. içim daralırdı. yüzüm kamaşır. midem bulanırdı. kanla sulanan karnabahar tarlası ve ölü insanlar yığını gözümün önüne gelirdi. hiç yiyemezdim. tabağımdaki beyazı, kırmızıya döner, karnabaharın karnı kanardı...
  • -karnabahara methiye-

    seni seviyorum. ve tadın da bence çogzel. patates kızartması gibi sanki. ama elbette o kuru patates cipsleriyle seni mukayese etmem. edemem. böyle bir gaflete düşmem. yani, düşmedim daha. alfja.
    seni sarımsaklı yoğurtla evlendiricem karnabahar. çocuklarınız olacak sonra. diş diş. boy boy. önce karnını sonra bağrını yarıp alacaklar. onları kızgın yağda ''coss'' diye kızartacaklar. ama korkma. canının yanmasına elbette müsaade etmem. çünkü seni seviyorum ve sana önem veriyorum. kokundan rahatsız olanlar ve senden nefret edenler de var ama biz bize yeteriz; biz, biz olduktan sonra. di mi kanka?

    seni seviyoéééé.
    ardımdan deli diyorlar. belki de yalan değil.
  • haşlarken suya bir iki kaşık sirke eklendiğinde sülfürlü bileşiklerden kaynaklanan kokunun olmadığı sebze.
  • lezzetli bulut
  • bunun bol roka, biraz da beyaz peynirle yapılan bir çorbası vardır, az da muskat da rendeledin mi göz belerten bir tada ulaşır. kereviz, nasıl köküyle sapıyla yaprağıyla sebze ailesinin kalender, sorumluluk sahibi babasıysa karnabahar da ılımlı, hep yapıcı, güler yüzlü annesidir. brokoli teyzemiz, brüksel lahanası avrupa’ya işçi gidip kesin dönüş yapmış halamız, havuçlar yavrumuz. enginarsa tüm ailenin sevdiği efendi damat adayı. bakalım zeytin yağlı mı olacak, zeytin yağsız mı
hesabın var mı? giriş yap