• eğer herkes empati yapmayı beceriyor ve biliyor olsaydı karşılıksız aşk karşısında duyulan acı yaşanmazdı ve kim bilir belki de karşılıksız aşk olmazdı
  • öyle birine aşık oldum ki varlığımdan haberi bile yok.
  • hayatı bir yarın olmadan yaşamak gibi. her şey eksik hissedilir, sabah uyanmak, yemek yemek. ne kadar arkadaşın olursa olsun, ailen ne kadar yanında olur olsun yalnız hissedersin. yeni resmini gördüğünde içinde kara delik oluşur. alışmak zaman alır sonra yeniden görürsün.
  • karşılığı olduğu anda dünyevi duyguların belki de en güzeli olan aşk, tek taraflı sevgide sevene ızdırap gelir. hele bir de aradan belli bir süre geçip yerine kimseyi koyamadığını ve hala onu aradığını anlarsın ya, insanı delip geçer o gerçeklik. kafanızda veya belli bir süre gerçekte bir masada karşınıza birisini koyarsınız, sonra belli sebeplerden olmaz. sonra senin o masada beraber oturduğun -belki de belli bir ölçüde içini döktüğün- kişi birkaç yıl sonra başka bir masada bambaşka biriyle bambaşka bir hayat yaşayıp senin hala o masada yalnız oturman gibi hayat yolu.

    o sebepten kimseyi çok emin olmadıkça ve gerçekte olmadığı sürece aradığınız kişi sanıp sahiplenmeyin, kötü oluyor sonra :)
  • toplumun %99'unun platonik aşk diye zannettiği karşı tarafın haberinin olmadığı veya aynı hisleri taşımadığı lanetli aşk türünün gerçek ismi. (bkz: unrequited love)
  • (bkz: unconditional love)
    edit: biraz durup tekrar bakinca dusunmeme neden olan kalip. karsiliksiz ask harbiden ne anlama gelen bir kullanim? cunku kosulsuz ask ile aralarinda fark var gibi. karsiligi olmayan ask, zaten ask degildir ki? ama askin ask olabilmesi icin kosulsuz olmasi gerekir mesela.
  • orkan (orkan atak)’ın, 3 adım müzik etiketiyle yayınlanan tekli çalışması.

    söz & müzik: orkan (orkan atak)
    düzenleme: orkut atak

    magic mouse imzalı klibi buradan izlemek mümkün.
  • sözlüğe 2 yıl önce mucizem diye birinden bahsetmiştim. aradan 2 koca yıl geçti. benden hoşlanmayan o insan için beklediğim 2 koca yıl. o 2 yıl ise başka bir imkansız aşk ile bitti. neden böyle şeyler yaşıyorum, nerede hata yapıyorum inanın bilmiyorum. belki de takıntılı bir manyağımdır. belki de fazla hayalperestimdir.

    arkadaşımın evlilik teklifinden sonra bir kaç aydır online bir platformda buluşup oyun oynadığımız bir 'arkadaşımı' yüz yüze görme ve tanıma şansı elde ettim. normalde arayıp sormadığım, aklıma gelmeyen, muhabbeti goy goydan öteye taşımadığımız bu insan ile biz aynı ortamda sohbet etmeye başladık bu sefer.

    işte o zaman fark etmeye başladım bu insanın ne kadar zeki, ne kadar dolu ve ne kadar da aslında iyi biri olduğunu. hayattan beklentisi, kafa yapısı ve hatta kusurları ile bile ne kadar ruhumda tanıdık hissettirdiğini kendini. o gece muhabbet sohbet için aynı odada uzanmış, klasik uyku öncesi yatak sohbeti yaparken arkadaşlarla aynı yatakta "kankam ben uyurken sarılırım ama haberin olsun" dedi. dedim "sıkıntı yok, ben de sarılırım, sarıla sarıla uyuruz artık." işte ne olduysa o gece oldu. ne olduysa o gecenin sabahında başladı. zaten fikirlerinden, düşüncesinden, zekasından, bakışından, flörtöz tavırlarından hoşlanmaya başladığım bu insan yanımda yattı. sarıldı gece ara ara. ben alarmı kulağının dibinde çalan, üzerinde tepinseler uyanmayan insan o sarılınca uyandım. ne hissediyordum o an? garip bir huzur. geçen iki yılın ardından, başka bir imkansız aşkın kollarındaydım şimdi. hayat ne garip değil mi? hele ki rüyamda o iki yıllığı gördükten sonra.

    bu sürecin geçici olduğunu düşünüyordum ilk başta. anlık bir yükselme ve bu yükselmeden doğan hayal boş hayal ürünü düşünceler olacaktı. çünkü 'kankam' gay değil. ama duygularını kontrol edemeyen ve sıklıkla onlara yenik düşen biriyseniz bu durum sizin için engel olmuyor tabi ki de. fikirlerine önem verdiğim bir kaç arkadaşım ile paylaştım bu durumu. ne hissettiğimi anlattım ve fikirlerini aldım. hepimiz anlık bir şey olmasından yana kullandık oyumuzu. maalesef öyle olmadı. sürekli gelen onunla konuşma isteği, iletişim kurma isteği çok baskın çıkmaya başladı. onu daha yakından tanıma, onunla konuşabilme...

    bir gece yine oyun muhabbetinden sonra aynı odada kaldık. ben ki yapamam, anlattım olanı biteni, asla almayı beklemediğim mantıklı ve iyi yürekli bir tepki aldım. "bu benim de suçum olabilir, ben fazla sıcak kanlı bir insanımdır. ama böyle bir durum yok. ne yapmamı istersin? seni üzmek istemem, sen değer verdiğim bir insansın, istiyorsan yakın davranmam, istiyorsan konuşmayız, sen ne istersen. yeter ki sen üzülme." onunla iletişimin ya da yakınlığın bitmesi düşüncesi bile mahvetmeye yetti beni o an. "yok." dedim "yok kankam. bir sıkıntı yok. anlık bir şeydi." keşke öyle olsaydı. "sen normal bildiğin gibi davran." o yakınlığın bitmesini kaldıramazdım.

    aradan biraz zaman geçti, biz normal muhabbetimize devam ettik. ama benim yüreğim sıkışmaya, göğsümün üzerinde ki baskı artmaya başladı. kabul edemiyordum yine böyle bir sonuca düşmemi. ne yapacaktım? mantıklı her insanın yapması gereken şeyi yapmalıydım, olmayacak bir işin peşinden koşmamalı ve iyi bir arkadaşa sahip olduğum için mutlu olmalıydım. öyle yapamadım. dedim ya, ya takıntılı bir hastayım ya da gereksiz bir hayalperest. ikisi de kesinlikle mantıktan oldukça uzak.

    günler geçti, ben onunla biraz daha yakınlaştım. astroloji öğreniyordum o zamanlar. önce onun haritasını yorumladım bildiğim kadar. zaten bütün muhabbet bunun üzerine çıktı. sonra da bir tanıdığının haritasına çalıştım. günler boyu çalıştım. iyi olması gerekiyordu çünkü. bu süreçte ona karşı beliren soğuklaşmamı hissetti. hisleri ve gözlemleri kuvvetli bir çocuk çünkü. sürekli sordu, "neyin var. benden mi kaynaklı" diye. her seferinde hayır dedim. nasıl evet diyim ki? "düzeltirim" dedim. düzeltemedim. tabi bu süreçte, bilinç altı seansları, sinastriler havada uçuşuyor ve işin garibi iki teknikte bu çocuğun biseksüel olması ihtimalini vurguluyor. bu çalışmaların altın noktasıdır, "her şey bir ihtimaldir." derler. öyle, ama o kadar güvendiğim iki kaynakta bana bunun ihtimalinden bahsedince... eh tahmin edin bu takıntılı hayalperest ne hale geldi. 3 gün boyunca eve giremedim uyumak ve çalışmak zorunda olmak dışında. nefes alamıyordum.

    onunla ilk tanıştığımız ormanlık alana gittim. ortak arkadaşımızın evlilik teklifi ettiği o sessiz ağaçların altına. karanlıktı, gece vakti ışıklardan uzak bir alandı. ben karanlıktan korkarım dostlar, hem de inanamayacağınız şekilde. o karanlıkta, o belirsizklerin içinde kendimi huzurlu hissettim. kaç saat o toprağın üzerinde oturdum bilmiyorum. bir ara ölmeyi düşündüm. zaten düşünmüyormuşum gibi. bitsin istedim bu düzen. yoruldum çünkü. 26 yaşında, yorulur mu insan? ne şımarık düşünceler, diye kızdım kendime. sağlıklıyım, ailem hayatta, beni seven ve benim sevdiğim insanlar var. işim ve bir gelirim, mutlu olmak istersem, mutlu olabilmemin mümkün olması gereken bir hayatım var. bunları hatırlatırken, göğsümde ki baskıda ise hiçbir azalma yok. ölmek istiyorum sadece. eve geldim, bir gün geçti.

    gece yine onunla konuşuyorum, artık çocuğa sadece bey demediğim kalmış. soğutucam ya arayı, mesafe koyucam, salak gibi. ama yine de yazıyorum, mesefa çok uzak bir mesafe olmasın diye. kızdı en sonunda "anlatmıyorsun." diye. konuştuk 1 saate yakın. "benim yanımda rahat değilsin. ve bu durum beni rahatsız ediyor. anlat çözelim." böyledir o, 'arkadaşlarının' sıkıntılarını çözmek ister. onların dertleri için koşar, didinir, savaşır gerekirse. çözebileceğin bir şey değil dedikçe ısrar eder. nasıl çözeceksin be çocuk? beni, benim seni sevdiğim gibi sevebilecek misin? benim sana baktığım gibi bakabilecek misin bana? sinastriden ve bilinç altı seanslarından bahsettim. "olabilir kankam, kızmıyorum, onların yorumu ama beni tanımıyorlar. benimle aynı masaya otursunlar ve bunu desinler kalk gidelim derim zaten sana. ben çekinmem hiçbir şeyden, eğer bir şeyi istersem yaparım. böyle bir durum olsa zaten sen bana bir şey demeden ben sana söylerdim ve kanka demezdim zaten o noktada." dedi. ne diyebilirsin ki daha öte?

    tutunduğum son umut noktası da kırıldı demek isterdim ama kırılmadı maalesef. o gecenin sabahında astroloji derslerini, enerji çalışmalarını ve bir çok şey bıraktım. ama ona olan hislerimi ve duygularımı bırakamadım. dedi ki, "ben bir arkadaşımı kaybetmek üzereyim. bencilce bir şey istiyorum. hislerini, duygularını bırak diyorum sırf arkadaşlığımız için. bana arkadaş olarak bakamazsan ileride bu daha sıkıntı olacak biliyorsun." dedi. haklı. ona da söyledim, "haklısın balım." dedim. "nolur." dedi. "nolur beni haklı çıkarma. hep haklı çıkarım ve bundan nefret ederim. nolur beni haklı çıkarma." haklı ama. "arkadaş kalamayacağımız konusu mu?" dedim. "hepsinde." dedi. belki de o bıraksa bu arkadaşlığı daha kolay olacaktı bana. yok, yine yıkılırdım. herhalde bu sefer kendime zarar verirdim. "tamam kankam." dedim.

    ama dün yanyana, arkadaş ortamındayken potansiyel kız arkadaş muhabbeti geçti. benimde bildiğim, evlilik teklifinde orada olan birinin ondan ne kadar hoşlandığından bahsedildi. o an bitti bütün neşem, çaktırmamaya çalışsamda düştüm. fark etti tabi düştüğümü. bütün gece, ertesi gün ısrar etti ve sonunda geldi oraya nokta. "bana anlatabilirsin. kasma bu kadar kendini, dert edinme kendine." dedi.

    şu an ben bunları yazarken karşımda ki koltukta uyuyor. arkadaşın gelmesini ve yemek yiyip tekrar oyuna girmeyi bekliyoruz. zor geliyor çok zor. çok ağır. kurtulunmayacak bir girdap gibi ama kendi başıma açtığımında farkındayım. gerçekten acıdan mı besleniyorum acaba. çünkü bunun başka bir izahı olamaz.

    ama bu durum beni mahvediyor. sena şener'in şarkısı geçiyor aklımdan,

    "ölsem de gitsem
    kalmak ne zor ah
    hiçbir şey bilmeden
    ölsem ölsem"

    kendime bir şey yapmam. en azından yapmayacağımı düşünüyorum. ama uğraşılan bir çok derdin yanına bu da eklenince. keşke diyorum, "ölsem de gitsem."
  • içimdeki iğrenç hissi yazmak istedim, tanımlayan başlık bulamadım. bu başlığın ilk entry’sini okuyunca “tamam buldum” dedim, sevinecektim neredeyse içimdekileri yazıp rahatlayacağım diye. klişe tabirler var, göğse öküz oturması, duvarların üstüne üstüne gelmesi, aklını kaçıracak gibi olmak vb. vb. hiçbiri tam karşılığı değil. son zamanlarda yaşadığım birkaç an, bir iki diyalog aklımda loop’a takılmış sanki, tam unuttum derken ansızın dönmeye başlıyor. niye, nasıl diye sormaktan kafayı yeme eşiğine geliyorum. görmezden gelinmek kötü, yok sayılmak kötü, karşındakinin umrunda bile olmamak kötü, geçmişe dönüp “ulan ne salakmışım aq” demek, kendini aptal hissetmek kötü. evde oturunca içim daralıyor, dışarı çıkıp deli gibi boş boş dolaşmak rahatlatmıyor. kimseye de anlatılmıyor bazı şeyler, anlatacaklarım yakınımda değil. kuyuya düşmüş de çıkmaya çabalamaya bile mecalim yokmuş gibi hissediyorum.
  • sürekli eksilerek hayata tutunma çabası.
hesabın var mı? giriş yap