• en yavaş eylem.

    kaybetmek usul usuldur, ani olan kaybettiğini anlamaktır.
    kaybetmek yavaştır, "dank" etmek ışık hızında.
  • her şeyin bolca bulunmadığı bir devrin çocuğu olarak kaybetmek lükstü bizim için. kardeşlerimle okul hayatımız boyunca kaybettiğimiz kalem, silgi, kalemtıraş gibi nesnelerin sayısının toplamı, bir elin parmaklarını anca bulurdu bu yüzden. kaybetmek, ya dikkatsizlik ya hovardalık yahut malına sahip çıkmamakla eşdeğerdi ailelerin gözünde. sade kaybetmek değil, bir çanta, giysi veya ayakkabı ancak kullanılamayacak hâle gelirse, yenisiyle değiştirilirdi. tabii bunun görece ne kadar kısa sürede o hâle geldiği de bir akşam paparasının konusu olabilirdi.

    ekmeğin, tüpün karneye bağlandığı zamanları bilen ebeveynlerde (sadece yoksullar değil orta hallilerin büyük kısmında) bu tutumluluk bir itiyat hâlini almıştı, onlardan da çocuklarına geçti. nesneye hoyrat davranmama alışkanlığını edindiren bu tutumu pek de suçlayamıyorum bugünden baktığımda. nesneye böyle davranmayı öğrenen, canlıya da benzer bir ihtimamla yaklaşmayı öğrenebilir düşüncesindeyim.

    öte yandan bu durumun bir tehlikesi de vardır: zamanla sahip olunan eşyaya (şeylere) yani gelip-geçici olana bağlanmak. bir sufi bir yerde üç günden fazla durmazmış, o yere bağlanır diye. onun gibi. "bu şeyin hiç kullanmasam da burada durmasına alışkınım, o halde burada durmalı". kullanım değeri olmasa da nesneleri biriktirmek, bu nesnelere adeta çeşitli dönemlerin hafızasını yüklemektir aslında.

    mevzuyu desteklediği için önce şuraya bakabilirsiniz: (bkz: #22389992)
    geçen gün 9 yaşındaki yeğenim geldi, silgisini kaybetmiş. 5 tane varmış ve hepsini teker teker kaybettiği için onda hiç kalmamış, dersini yapacakmış, benimkini alabilir miymiş. bendeki silgiyi ne zaman aldığımı hatırlamıyorum, ama yüksek lisanstayken kullandığımı biliyorum, demek ki en az on iki yıllık. verirsem kaybedeceğini adım gibi biliyorum. eski bir nesne olduğunu ve kaybetmemesini tembih ederek silgiyi verdim. "bir silgi için amma tatava yaptın" diyen arkadaşlara tam bu noktada selam ediyorum, mevzu bu değil sevgili arkadaşlar. yeğenim aradan geçen iki gün içinde tam da beklediğim gibi, silgiyi kaybetmiş ve özür dilemeye geldi. "canın sağolsun, senden kıymetli değil canım" dedim. bunu içim son derece rahat dediğim için mutlu oldum. mevzu bu olabilir.
  • nixon 1960 seçimlerini kaybettiğinde, eşi patricia "kaybetmek bizi insan yapar" demişti. kaybetmeyi kabullendikçe "insan", kaybettikçe "biz" oluruz.
    onca sevdiğimiz, umudumuz, geleceğimiz ve zaman. hatta geçmişimiz.. anılarını da kaybeder insan.
    kayıpların önce yasını tutar, sonra her birini bir teselliye dönüştürüp geçmişe iteleriz, bizi bize dönüştürecek yeni kaybedişlere yer açmak için.
    bebekliğimizden ölümümüze, "biz" olmak için ne kadar kaybetmek gerekiyordur acaba?

    ya alışıyorduk kaybetmeye ya da istemsizce seviyorduk onu. galiba insan, kaybettiklerinden geriye kalandı.
  • kaybetmek kötü şey

    daha nasıl kısa anlatılabilir bilmiyorum.. kaybetmek kötü şey. ucundan ıskalamak, diğerinin yerinde olabilme ihtimalin varken şimdi sadece onun mutluluğunu izlemek durumunda kalmak, hasedinin, kıskançlığının seni günden güne daha da kötü bir insan yapmasını izlemek.

    kötü bir insan değilsin halbuki, ne bir insana zararın olmuştur, ne de bir hayvana, karıncayı incitmemek için bileğini incitmişsindir belki, ama yüreğin incinince de incitmekten geri kalmıyorsun, elinden gelse zarar vereceksin, zarar vermiyorsun, ama saldırıyorsun, agresifleşiyorsun. konuyla alakası olmayan kişilere bile saldırmak istiyorsun, ama hayır..aslında herkesin parmağı vardır kaybetmede. kaybetmek ekip işidir.

    kaybetmek; ihtimalin olmasına rağmen olamama halidir. olabilirdin, ama olamadın. evet en acı verici tarafı bu! olabilirdin.. peki neden olmadın?

    kaybetmek havalı şarkılarda kendini bulup, piyasa filmlerinde kendini görmek değildir. kaybetmenin havası olmaz..

    kaybetmek öyle bir şeydir ki, rahatlatsın diye dinlediğin şarkılar bile uymaz sana.. yine başkalarının hikayelerini anlatıyor bak! yine oyun dışısın. sen de dinle başkalarının hikayelerini, belki bir cümlecik yakalarsın içinden de uydurursun kendine.. yine başkalarının hikayelerinden hayaller örersin kendine.

    çocukluğundaki gibi ağlayamazsın da 'kaybettim' diye, koca kız oldun ne de olsa.. ama için yer içini, belki de zehrini akıtamadığından biriktirirsin herşeyi, işler içine.. günden güne artık eskisi kadar iyi bir insan olmadığını düşünürsün.

    kaç günaha kadar iyi insan sayılırsın?
  • bazen olması gerekendir. eksiklik gözüyle bakmamalı ya da yitik.

    tamamlanmak için kaybetmemiz de gerekebilir, unutmamak lazım.
  • aslında bizim olmayan, hiçbir zaman bizim olamamış şeylerin kaybıdır kaybettiğimiz şeyler.
    kaybedilen hiçbirşey bizim değildi zaten.

    kaybetmek, emanet veya geçici süreli olarak elimize geçen herşeyin tekrar el değiştirmesidir aslında.

    düşünsene,
    dünyaya hangi koşullarda geldin?
    doğduğunda mesela,
    ana rahminden çıkışında üzerinde kıyafet bile yoktu.
    çırılçıplaktın, çırılçıplaktık.

    bir anne, belki bir baba, belki bir kardeş.
    ve belki onların oluşturduğu, eşyaları seçtiği, duvarları boyadığı,
    senin hiçbir dahlin ve emeğin olmadığı bir eve gidiyorsun.
    bir ailen oluyor önce,
    sonra evin.

    okul, bilgi, çocukluk, ergenlik derken.

    sonra aşk mesela,
    senden önce kimbilir başkasının aşk'ı olan birini kazanıyorsun.
    seviyorsun belki,
    sonra kaybediyorsun.
    kaybediyorsun ama unutma,
    kaybettiğin aşk zaten senin değildi,
    sonradan oldu ve el değiştirdi belki de.

    para,
    dostluk
    aşk.

    bunları kaybeder dururuz hep.
    hayata dair ne varsa,
    hepsi zaten sonradan kazanılanlar.

    ve yine el değiştirmeye devam edecekler.

    sen bir aşkı kaybediyorsun diye,
    senin kaybetmen sayesinde bir başkası aşk'ını bulmuş olacak,
    senin kaybettiğin insan, bir başkasının kazanımı olacak.
    senin kaybettiği paralar dönüp dolaşıp bir başkasının parası olacaklar.

    hayat ne tuhaf bir devir-daim döngüsü içinde değil mi?

    yalnız,
    bir tek sağlığını kaybetme işte.
    yani diğerlerinin çoğunu, yerine koyarsın da,
    iyisi mi,
    sen aklını ve sağlığını koru,
    kaybetme.

    gerisinin,
    kaybettiğin ne varsa
    koy götüne gitsin.
  • "kaybediyoruz. kesintisiz, her an her saniye kaybediyoruz. zaferlerimize sevinirken bile ağır bir mağlubiyetin altında eziliyoruz. efkarımızı bir nebze tedavi etsin diye sigara alırken para kaybediyoruz. para kazanmak için meşguliyet denilen demir zırha büründüğümüzde ihmal ettiğimiz dostlarımızı kaybediyoruz. 'bu sefer tamam bugünü kayıpsız kapattım' diye sevinirken bile en kötü ihtimalle ömrümüzden an kaybediyoruz. kaybediyoruz işte… hepimiz kaybediyoruz."
  • yolda karşılaştık. mendil satıp para topluyor.
    -çoluk çocuk?
    -ankarada iki kızım var.
    -neden onların yanında değilsin?
    -ordaydım. sıkıldım sonra.
    -eşin ya?
    -iki yıl önce kaybettim.

    kaybetmiş. arayıp bulacak kadar ümitli ha dese. yüreğinde hep sıcak taşıyor. ve onun için sadece "kaybettim" diyor. en çok, nihayete erdiğinde kendi ömrü, nasolsa kavuşacak. sayılı gün ya. hep sarhoş olmalı.
    bu söyleyiş yaşatan umut gemisi. kalanları. içinde tıngır mıngır.
  • herhalde en kötüsü sevdiğine ve seninle olacağına ölümüne inandığın güvendiğin için her şeyini adadığın birini kaybetmektir.

    çünkü o kaybetmede sadece onu kaybetmiyorsun; hayata, insanlara, sevmeye ve yaşamaya dair güven, inanç ve tüm duygularını da kaybediyorsun.
  • bazen
    aradığının
    avucunun içinde olduğunu unutur da
    hep etrafına bakınırsın ya...
    öyle bir inat edersin ki aranmakta
    elindekini kaybedersin.
hesabın var mı? giriş yap