• bir insana nereye kadar güvenebileceğinizi tespit edecek en gerçekçi terazi. kaybettiğini anladığı anda kendine dönüp süreci, hatalarını, diğer ihtimalleri değerlendirip gözlerini ileriye mi dikiyor; kudurup sağa sola saldırmaya mı başlıyor ya da sonu gelmeyecek bir ağlaklığa bürünüp ruhunuzu mu tüketiyor? bu baremde konumlandığı noktaya göre bir insana sarılıp asla bırakmayabilir ya da arkanıza bakmadan dört nala kaçabilirsiniz. kesin bilgi.
  • asla kaybetmem diye düşünürdük, öyle değil mi? hatta mümkün değil derdik. biraz daha ileriye gidip katlanamam, üstesinden gelemem böyle bir şeyin diye eklerdik. ne mi oldu?

    "kimimiz kaybetmeyi kaybederek öğrendi."

    nitekim kaybetmek hayatın bir parçasıydı. işini kaybedebilirdin. paranı, saygını, itibarını, eşini, dostunu veyahut sevgilini, belki de sevgini... dahası sevgiyi. maalesef ki bunu anladığımız zaman, önce büyük bir duygusal acı hissederdin. sonrasında çok da şey etmemek lazım demeyi zorla da olsa öğrenirdin. bazen pes etmek gerekiyor. bunu yapamıyoruz çoğumuz. hayır hayır... bu hayat maratonunu bırakmaktan bahsetmiyorum. hani yolda ilerlerken kimi insanlar karşımıza çıkarlar ve boşu boşuna zaman kaybı yaratırlar ya. onlardan bahsediyorum. ilerlemek için onları bırakmamız gerekir. zira gereksiz bir çakıl taşı kadar değeri olmayıp üstüne de engeldirler.

    başlarda zor oluyor işte. sonrasında kaybetmeyi kaybederek öğreniyorsun. gereksiz kim varsa çıkarıyorsun hayatından.*
  • bunun fakatı da vardır (bkz: kaybetmeyi göze alamamak)

    en olmadı (bkz: cem öğretir)
  • bazen kazanmanın garantisidir.
  • önemli bir iştir. sürece bakalım:
    öncelikle masumiyeti kaybetmek gerekir.
    masumiyetten sıyrıldıktan sonra, gerisi kolayca gelir.
    düşmeyi öğrenmek gibidir. artık hiçbirşey canınızı acıtamaz.
    ne kaybedersen kaybet, hiçbirşey kaybetmemiş duygusu yoğrulur içinde (kaybedecek neyim var ki aşağılaması, damardan. evet...)
    sonra "artık kaybedememek korkusu" saracaktır bünyeyi. (bu da kolay. kendini kaybetmek...)

    kaybetmeyi bilmekte pir olana yunus derler, emre derler. yunus emre derler. böyle.
  • kazanmayi ogrenmek.
  • ülke insanında olmayan yeti. özellikle konu spor olunca tam bir çocuk oluyoruz. yurt dışında defalarca iyi oynayan rakip takım ya da futbolcusunun oyununu takdir edip ayakta alkışlandığını görmüşüzdür. ya da ezeli rakip olan sporcuların birbirini övdüğü ama bizde yenildiysen bunu asla hazmedemezsin. ya hakem kötüdür. ya rakip hile yapmıştır. olmuştur bir şey.

    "tebrik ederim iyi oynadın" cümlesi keşke daha çok kullanılsa işte o zaman belki sporda bu kadar kötü olmayı da bırakacağız. çünkü spordan zevk almaya başlayacağız.
  • maalesef ama türk insanının yapamadığı şey...
  • bence insanı insan yapan en temel şeylerden biri. belki hayatında binlerce kez red yiyeceksin, bazı şeyleri en çok kendin hak ettiğini düşüneceksin, onları elde edemediğin için kendini suçlayacaksın ya da kompleks yapacaksın ama şu hayatta insanın her istediğini elde edebilmesi imkansız. kaldı ki yenilgiden edineceğin tecrübe çoğu zaman kazandığında aldığın ödülden daha değerli. bu yüzden yenilgiyi kabullenip en iyi şekilde ders almak önemli.

    insanın yaşı ilerledikçe geçmişe dönüp baktığında bazı olaylara ve durumlara verdiği tepkilere gülüyor. zamanında niye böyle sert çıkmışım ya da niye meseleyi uzatıp kendi canımı sıkmışım ki diye düşünüyor. kolaylıkla halledilebilir meseleleri dağ yaptığını anlıyor ama zaten olgunlaşmak bu demek. insanın gençken enerjisi oluyor, aklı olmuyor; yaşı ilerleyince de eski enerjisi olmuyor ama aklı oluyor. en iyisi ortasını tutturabilmek ve her şeyi zamanında yapabilmek.
  • kazanmaya daha çok yaklaştırır.
hesabın var mı? giriş yap