• kifayetsiz muhteris olmaktır.

    böyle biriyim. hayatım boyunca bunun ezikliğini yaşadım. ezikliğini yaşadım derken gerçeknte bir ezik gibi davrandığımı da belirtmek isterim. ne yazık ki hayattaki ikinci yetersizliğim kendim hakkında düşünürken olabildiğince objektif olup, hayalbazlığı bir kenara bırakıp, kendimi kıyasıya eleştirmektir.

    neyse kaç yaşıma geldim hala tam bir loser gibi davranıyorum. bütün iş arkadaşlarım eğitimde benden bir tık önde ve bunu bana hissettiriyorlar her zaman. bununla beni alaya da alıyorlar. çünkü bu konuda zaafiyet gösterdiğimi biliyorlar. geçen içlerinden birisi şöyle dedi; soruşturdum da dedi, bizim ortamda (iş) annesi babası ilkokul, ortaokul veya lise mezunu olan yok. demek ki iyi eğitim almak, başarılı olmak o kadar da sürpriz değil.

    ben ketum bir şekilde, kalbimde hissettiğim o sancıyla oturduğum yerden kafamı zorla kaldırıp bu insanlara baktım. benim annem ilkokul mezunu bir ev hanımı, babam lise mezunu bir ağır sanayi işçisi, keza benden iki yaş küçük kardeşim de öyle. hatta sülalemde lisans mezunu yok. ama ben buradayım işte. geçmişimin omzuma yüklediği tüm bu ağır acıyla oturuyorum. varoluşumu sek içiyorum, bedenimi tek dal sigarammış gibi içime çekiyorum.

    ben kimseden utanmıyorum; ama yine de bunu kimseye anlatmadım. çünkü o zaman daha da yaralayıcı şeyler söyleyeceklerdir. yine sustum oturdum. bütün bunları buraya bir şey başardığımı göstermek için de yazmadım. öyle olsa bunca zamandır sözlükte buna dair iki kelam etmiş olurdum.

    ama bazen kendimi öylesine yalnız hissediyorum ki, bir başıma yaşadığım şu evde duvarlar üstüme geliyor. bazen öyle düşünüyorum ki, ben aklımın içinde de yalnızım. bulunduğum noktaya gelmek için ne kadar tırmaladığımı bir ben bilirim. ama görünen o ki, ne şimdi ne sonra bu yalnızlık tükenmeyecek. işte birazcık olsun içimi dökmek istedim. çünkü ne de olsa ben de bir insanım.
  • tutsaklık..
    yani kendini değersiz hissetmek ya da kendini önemsiz hissetmek değil bahsettiğim. ki$i kendisiyle barışık, kendi ile barışık dışarıya karışık insan olabilir. hayalleri vardır, kendi yaptığı planları ama sonra çevresinden, yakınından biri(leri) çıkar ve "bunu yapamazsın" der, "sen şöylesin, böylesin" der. bu sözü o kadar çok tekrar eder ki bir süre sonra kendinizin nasıl olduğuna değil, başkaları sizi nasıl görüyorsa öyle olduğunuza inanırsınız. tüm bu görünümleri, izlenimleri yıkmak için onların istediği gibi davranmaya, istedikleri yerlere gitmeye, sizden beklenen cümleleri kurmaya, onlar gibi giyinmeye (!) başlarsınız.. onları karşınıza alırsanız da bir sürü ithama göğüs germeniz gerekir, toplum kurallarına karşı çıkacaksınız ne de olsa deli olmayı göze alacaksınız *
    "hayır canım o öyle derse ben gaza gelir, işi inada bindirir, daha da çabalarım" deyin ama eğer yaptıklarınızın değeri bilinmiyorsa, unutuluyorsa, kaçış yolu bulunmuyorsa ve konuşmak da iletişimi sağlamıyorsa "fark etmez insanı" olur boş verirsiniz..
    bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen, (bkz: öğrenilmiş acizlik) .
  • sürekli huzursuz hissetmek, yapabileceklerini bilip yapmadıklarınla yüzleşmektir.
  • benim için karşılığı annelikle ilgilidir hep. evet çok eğleniyorum oğlumla ama bazı günler var ki, bu yetersizlik hissini iliklerime kadar yaşıyorum.
    daha önce de yazmıştım, oğlumun özel eğitime ihtiyacı var ve her gün bu konuda eğitim aldığı özel bir okula gidiyor. konusunda tecrübeli bir bakıcımız var. ben çalıştığım için hem bu okula, hem de kreşe o götürüyor. öğretmenleriyle çok sık iletişim halindeyim ve gerekli raporlamalar bana yapılıyor. ders programını beraber oluşturuyoruz, ev ödeveleri önce bana geliyor, yeme-uyku düzenini ben kuruyorum, her gün dersleriyle ilgili video isterim vs*. ancak diğer anneler, yani çocuğunu kendi götürüp getiren gerçek anneler beni tanımazlar. beni anneden saymazlar.

    bakıcımız hastalandığında, işten izin alıp oğlumu okula ben götürüyorum. belki bu söylediğim çok ayıp ama o günlerde, oğlumu alıp kaçamak yapasım geliyor. hiç o bekleme salonunu görmek istemiyorum, karnıma ağrılar giriyor, kalp atışlarım hızlanıyor. ama işte el mahkum gidiyoruz... herkes oğlumu tanıdığı için önce ona selam veriyor ve sonra yüzüme bakıp "aaa siz annesi misiniz, daha önce hiç görmediğimiz için tanıyamadık, hep bakıcısını görüyoruz" diyorlar. (oysa oğlum bana o kadar benzer ki, yolda bulsanız "aaa çocuğunuzu düşürmüşsünüz" diye getirir bana verirsiniz)
    "daha önce hiç görmediğimiz için"= ilgisiz anne
    ben normalde kendimi ezdirmem. ama bu salonda sesimi çıkaramıyorum. sanırım içten içe hak veriyorum. benden daha iyi anneler ve ben asla öyle olamayacağım.
    oğlum derse girdiğinde, en kuytudaki koltuğa oturup, kendimi iyice küçültüp neler konuştuklarını dinliyorum. çocuklarının eğitimi ve sağlığı için o kadar çok şey yapıyorlar ki ben duyduklarımın yarısını anlamıyorum. zaten hiç benim yüzüme bakmıyorlar konuşurken. baya ocak dışı bir insanım orada ama işte belki bişeyler kaparım diye yüzsüzce dinliyorum. çaktırmadan not alıyorum. ama kalbim hep sıkışık. omuzlarım hep düşük. benim gibi iki anne daha var. birisi ağır depresyonda, tüm dünyaya düşman ve sinirleri çok bozuk, diğeri de bizim çocukların dahi olduğunu ve ilerde inanılmaz başarılı çocuklar olacağını düşünen, sevgi kumkuması bir polyanna. biz üç ayrık otu olarak bazen denk geliyoruz. sadece üçümüz birbirimizin gözünün içine bakarak konuşabiliyoruz.

    şu dünyada en son nerede olmak istersin deseler, işte o bekleme salonu derim. genelde sonlara doğru kendimi o kadar kötü hissederim ki, hemen eve gidip, banyoya girip, suyu sonuna kadar açıp bağıra bağıra ağlamak isterim. baya bunu planlarım kafamda. ama çıkışta parka gittiğimiz için kuş, kedi falan kovalarken unutuyorum. temiz hava ve çocuk kahkahası biraz olsun bu histen çıkarıyor beni.
    ama yine de sinsi ve sessizce içerde bir yerlerde bekliyor hep, biliyorum.
  • kendinden çok yüksek beklentileri olmak. bu nedenle kendine sürekli işkence etmek.
  • insanın, özellikle yirmili yaşlarının başlarında, "her şeyi yapabilirim" dediği; ama sonrasında, o yapamayan çoğunlukta yer aldığını gördüğü, haliyle kendine olan aşırı güvenin de yara aldığı dönemin sona ermesiyle birlikte yerine gelen duygu.
  • başarıya götüren bir tür körükleme sistemi.

    ne zaman ki kişi,
    "ben oldum." der,
    işte asıl sorun zaman başlar.
  • çok fazla düşünmek,

    düşündüklerinin yüzde bilmem kaçını gerçekleştiremediğin için üzülmek,

    bu yüzden yetersiz hissedip kendini strese sokmak.

    hayallere çok yakın hissedip aslında onların çok uzakta olduğunu fark etmek,

    tüm gücünle yaklaşmışken kıyıdan köşeden bir şekilde tekme yemek,

    aslında yetersiz hissetmek bir takım manevi başarı endeksine ulaşamamanın sonucu olabilir.

    endeksi çok yukarda tutarsanız mutluluk seviyesinin de ters orantılı olması muhtemel.

    kafadan milyon tane düşünce geçerken içlerinden bir tanesini çekip gerçekleştirememek, tek bir alana yogunlaşamamak

    biraz okyanusa açılan rotasız bir gemi gibi.

    akla şunu da getirir, sınav zamanlarında çok basit düşünmenizi isteyip basit bir cevap vermenizi gerektiren sorularda bile bir çok detay yüzünden gereksiz oyalanıp kaybeden ögrenci gibi.

    beyninin kıvrımlarını s..
  • iki şekilde olabiliyor bu durum. her şeye yetmek zorunda değilim hissiyle kendinle barışıp yetersiz olduğunu hissetmek ya da başkasının size yetersiz olduğunuzu hissettirmesi. ilki huzur vericiyken ikincisi kendinizi değersiz hissettirdiği için koşarak uzaklaşmayı gerektiriyor.
    yani kendinizi yetersiz hissedebilirsiniz ama kimse size kendinizi yetersiz hissettiremez. kendinizi buna maruz bırakırsanız özsaygınızı yitirirsiniz.
  • elinden geleni yapıp elinden kaçanlara bakmak.
hesabın var mı? giriş yap