• annenle babanın çocuku, toplumun bireyi, okulun öğrencisi vs. olmasan da birisi olduğunun ayırdına varma durumu. bu ayrıma varamamış insanların kendileri olmaz, sürüleri olur.
  • (bkz: tasavvuf)
  • insanın sistem tarafından bastırılmış, uykuya yatırılan alt benliğinin silkinip kendine gelmesi sonucu, hep dominant olmuş üst benliğin 1-0 mağlup olması durumu. kendine gelme, kendini bulma, kendini tanıma, self-awareness falan hep aynı kapıya çıkan sözcük öbekleridir. uzak doğu felsefelerinin, meditasyon bazlı aktivitelerin varoluş amaçlarından biridir kendinin farkına varma eylemi.
  • bir nevi büyümektir ,artık bir karakterinin ve işlevinin oldugunun farkına varmaktır. kendine bir yön cizmek ve kendini sevmek icin atılacak ilk adımdır.
  • benlik sahibi her varligin bu sifata kavusmasi için ön kosul olarak yapmasi gereken seydir. ben ile öteki arasina sinir koymak ve ötekilere bakarak kendi varolusunu tanimlamaktir. (bkz: varolusculuk)
  • geçmiş zaman olur ki.. birisi sana bir şekilde davranmıştı. sen ona bir şeyler demiş. onu bir şekilde algılamış öyle davranmıştın.. kendince haklıydın.. iyi niyetliydin.. ona göre değildin.. o hiç affetmedi seni..

    bir gün geldi.. birine bir şekilde davrandın. o sana bir şeyler dedi. istemediğin şekilde davrandı. haksız buldun onu. suçladın, çok kızdın, çok öfkelendin. iyi niyetten bahsetti.. sen affetmedin. affedemezdin onu...

    işte o an bir fırtına koptu... "kendi"ni gördün "o"nda. yılllaaar sonra farkettin (geçmişteki) kendini.. yaptıklarını başkalarının nasıl anlayabileceğini, nasıl da her şeyin çok farklı olabileceğinin farkına vardın...
    başkalarının farkına vardın.. kendinin..
  • birebir karsiligi olmayip alakali bir kavram olarak (bkz: self conscious)
  • kendinizi en çok tanıyamadığınız, kim bu karşımdaki dediğiniz anların hemen akabinde gerçekleşen durumdur. kendi beyniniz, kendi varlığınıza olan yabancılığından o kadar ürker ki sonunda bu savunma mekanizmasını sokar devreye. "birisi" olduğunuzu fark edersiniz. iyi, kötü, doğru, yanlış her türlü özelliğiniz, hatanız, niteliğiniz, yeteneğiniz, beceriksizliğiniz vs. bir bir çarpar yüzünüze. sınırlarınızı ayrımsarsınız tekrar, nereden gelip nereye gittiğinizi. şanslıysanız kendi çapınızdaki kendi değerinizin de farkına varırsınız ki, en önemlisi budur işte.
  • erkenden olsa ne güzel olurdu aslında…ciddiyim bak, en azından ha oldu, ha olacak diye beklemezdik. kocaman adam olduk ama sadece işe yaramayan bir adam. bu hale gelmemizin de evreleri vardır tabi;

    eşit şartlarda büyümeyen çocuklar vardır ya hani, ne bileyim işte bazılarının imkanları daha fazladır falan filan. işte taa o zamanlardan beri, kendimizi bir bok sanarız. sen iyi değilsindir, sadece etrafındakilerden daha iyi imkanların vardır (maddi değil). bu da sana, etrafındakilerden daha iyi olduğunu düşündürtür. evinde video olmayan arkadaşının, büyük kaset, küçük kaset ayrımını yapamaması, senin çok bilgili olman ile alakalı değildir aslında. senin önüne birileri getirmiştir onu ve sen bunun ekmeğini yersin, ''video kasetleri farklı olur bi kere''. aferim sana , ezdin karşındakileri, on puan…

    ilkokul yıllarında da tavan yapar. ellerin daha temiz, yakalıkların pırıl pırıl diye en öne oturtulursun. hani olur da, müdür ya da türevleri (müfettiş vs) gelirlerse, sınıfı sen temsil et diye. ama sen ''anne, öğretmen beni çok seviyor, en ön sırada hep ben oturuyorum'' diye anlatırsın eve gelince. suç sende mi, asla…

    önlüğü sürekli kirli diye azar işten zehra ve tırnakları uzun ve kirli olan ahmet vardı. bu ikisi en arka, duvar tarafında otururlardı. sınıfın en yavaş heceleme yapanı ali ve sınıfın en yaramaz çocuğu ise en arka, cam tarafında otururlardı. arkadan öne doğru geldikçe, nasıl bir düzen kurulduğunu daha iyi anlayabilirdiniz.

    ortaokul yıllarında ise, dersleri iyi olanlar ön plana çıkardı mesela. diploma notu önemli ya, yapmacık aile destekleri olurdu. sürekli öğretmenlerle konuşmaya gelen aileler olurdu. etkileri de yadsınamaz. işte bu aileler, çocukların notları artsın diye, ellerinden geleni yaparlardı. özel dersler, dershaneler en sevdikleri yöntemlerdi. ama en önemli artıları !, kanaat notu denen saçma şey için göz boyamak. sürekli okula gelip, çocukları ile ilglieniyorlar ya, öğretmenlerimiz de ''ya bu çocuğun ailesi çok ilgili, okumasını istiyorlar'' diye düşünüp, önünü açarlardı. ama dedik ya, diğerlerinin imkanları yok, haksız rekabet var diye, buna aldırış etmezlerdi. varsa, yoksa çocuklarının geleceği. arada bu kadar fark ! olunca, ister istemez ön plana fırlıyor insan. ''derslerim çok iyi, gözdeyim de. mükemmel miyim ki acaba ? '' evet, mükemmel bir hiçsin…

    lise yılların da ise not ortalaması ile girilen bir okul. tüm öğrenciler aynı şekilde gelmişler bu okula, şişirilmiş notları ve egoları ile. hepsinin aklında ''ben zaten mükemmelim'' düşüncesi. hani ilk ve ortaokul yıllarında, en başarılı hep onlardı ya, burada da böyle olacak sanıyorlar. heh işte bunu anlayan bir fizik hocası vardı, şuna yakın bir şey söylemişti ''geldiğiniz okullarda, hepiniz çalışkandınız ama burada şartlar eşit, ona göre…'' ilk defa o gün düşünmüştüm. şartlar eşit ? ne demek oğlum bu ?

    şimdi diyorum acaba o senelere, şimdiki aklımla dönebilseydim neler olurdu. muhtemelen, en arkada oturanlardan biri olurdum. en azından, o haksızlıklara uğradıktan sonra, bir silkelenip, kendime gelirdim. hem de bakarsınız, kendi işimi kendim halledebilecek hale gelebilirdim. tabi bu yaşta anlayınca, pek bir anlamı olmuyor. sistem bize bunu verdi, biz de afiyetle yedik. üstelik, istediğin kadar kus, mide’de kalıyor.
hesabın var mı? giriş yap