• ken loach'un voliyi vurduğu ilk film; bir ingiliz sineması klasiği.. barry hines'ın "a kestrel for a knave" adlı eserinden adapte edildiği söylense de bu filmin metninde fena halde bir kemalettin tuğcu, bir ömer seyfettin, bir rıfat ılgaz tadı var.. evrensel bir duygusal tona sahip olan film bunalımlı ingiliz işçi sınıfı ailelerinde geçen talihsiz çocukluk hikayelerinin de prototipi aynı zamanda.. dramatik sonuyla bu satırların yazarı gibi taş kalpli insanları bile duygulandırmayı ve kızdırmayı başarıyor.. buna rağmen yer yer, punk literatüründe "faşistler" olarak adlandırılan tipte öğretmenlere sahip bir ingiliz okulunda geçen trajikomik olaylarla da izleyiciyi gülümsetiyor, düşündürüyor.. insanın içinden "hey! teacher! leave them kids alone!" diye haykırmak, casperın abisinin kafasına baltayı yerleştirmek geliyor.. fakat nafile..
  • ken loachun çıkışsızlığa direnip kendine yeni bir pencere açmaya çalışan bir çocuğun hikâyesini anlattığı, hem yönetmenin hemde ingiliz sinamasının en iyi filmlerinden biri olarak değerlendirilen 1969 yapımı, ülkemizde de avrupa film festivalinde gösterimi yapılmış filmi.
  • 1969 yapimi, -yanli$ hatirlamiyorsam- ken loach' in 2. filmi.
    fakir bir kasabada vukuat bir ailenin kucuk oglu, okula kar$i ilgisiz billy casper' in tek tutkusu bir dogan egitmektir. bir ciftlikte buldugu dogan' a kes ismini verir ve butun zamanini onu egitmek icin harcar.
    filmdeki enteresan karekterlerden biri de okulun futbol hocasidir. badi ekremtadindaki bu zat, beden egitim dersinde cocuklarla psikopatcasina iddiali bir mac cevirir.
    bulursaniz kacirmayin, izleyin derim.
  • izlemeden bile neden bahsettiğini tahmin edebildiğiniz bir ken loach filmi:
    küçük casper sorunlu aile ve okul ortamında, ilk kez kendi tercih ettiği bir şey yapmaktadır. bir kuş bulmuştur ve onu eğitmiştir. yani kendi seçtiği işi elbette severek ve başarıyla yapacaktır.
    --- spoiler ---
    daha o kerkenezi ilk bulduğunda bile, birşeyler yüzünden o kuşun başına birşeyler geleceğini izleyen herkes anlamıştır. önemli olan ken loach un filmi nasıl çektiği ve olay örgüsünü nasıl anlatmak istediğidir.
    --- spoiler ---
    o kerkenez gücün ve başkaldırının sembolüdür, belki güce başkaldırmaktır. casper gücü kendine itaat eder hale getirir ve kendisi onun yerine geçer. çarkın dişlilerine takılmak değildir niyeti, o çarkı çevirmek de değil. ama elbette birileri o çarkı çevirecektir.
    yarın birgün bu filmi unutacağım ama şurasından burasından izleme şansı bulduğumda -bir kaç dakika bile olsa- tüm film zihnimdeki yerinden çıkıp bugünkü gibi beni şöyle bir sarsacak.
  • casper in tüm sınıfın ortasında doğan eğitmenliğini nasıl yaptığını anlatırken, o zamana kadar kendisini hiç iplemeyen sınıf arkadaşlarının ağzı açık onu dinlemesi çok hoşuma gitmiştir bu filmde.herkesten öğrenilecek birşeylerin olduğunu o kadar güzel göstermiştirki bu sahne her izlediğimde etkiler beni.
  • türkiye de kerkenez adı ile gösterilmiş, ken loach ın 1970 karlovy vary büyük ödül , 1970 ingiliz akademi ödülleri: en iyi film, en iyi yardımcı erkek oyuncu (colin welland) ödülleri almış, birey olmak, tutunamamak üzerine yapılmış, sinematografisinin 2. filmi... sonu insanın içini hiç ajite etmeden kasar...
  • ken loach'un 1969 tarihli, ayrıntılarıyla, kadrajıyla, kamera hareketleriyle şiir gibi filmi. bir insan toplumsal sınıflar, yaşam tarzları kokan mekanlar, davranış biçimleri gibi birçok yönetmenin bok edip kabalaştırdığı temalarla nasıl bu kadar büyülü bir görsel anlatım kurabilir her izleyişimde şaşıyorum. tekrar tekrar izlenilesi, akıldan çıkmayan film.

    (bkz: the wind that shakes the barley)
    (bkz: sweet sixteen)
    (bkz: my name is joe)
  • kiewsloski'nin ken loach hakkında söylediği ' hiçbir zaman birine asistanlık yapmak istemedim, ama ken loach isterse ona seve seve kahve yapıp bu işi nasıl yaptığını öğrenmek isterdim ' lafına sebep olan film. film okulunda kes'i izledikten sonra büyülenen merhum kieslowskinin bu sözüne ben de katılmak durumundayım. muazzam güzellikte bir başyapıt.
  • filmde geçen muhteşem bir diyalog:

    - doğrusu, uçarken üzerinde garip bir hal geliyor.

    - doğanlar en iyi uçan kuşlardır.

    - hayır, onu demek istemedim. insan onu uçarken gördüğünde, kendini bir tuhaf hissediyor.

    - ortalığa bir sessizlik çöküyor.

    - evet, tam da bu. başkaları da bunu fark etti. baykuşlarda da böyle olurmuş, bir çiftçi söyledi. hani, geceleyin avluda fare yakalarlar ya o zaman. yere inerken, çiftçi sanki tıkanan kulaklarını açma isteği duyarmış. o kadar sessiz olurmuş.

    -sanki havada bir sessizlik cebi içinde süzülüyorlar. ne kadar alçak sesle konuştuğumuzu fark ettin mi? sanki sesimizi yükseltmeye çekiniyoruz, kilisede bağırmak gibi. çünkü onlar sinirli.

    - hayır. o kadar basit değil. içgüdüsel bir şey. bir tür saygı. biliyorum. beni deli eden de bu işte. onunla dolaşmaya çıktığımda birileri, "bakın, billy casper ve evcil doğanı."diyor. onlara bağırmak istiyorum. bu evcil değil. ya da biri çıkıp "uysal mıdır?" diye sormuyor mu? ya, çok uysal. doğan uysallaştırılamaz. ona hizmet edilir. yabanıldır, serttir ve hiç kimse umurunda değildir. bana aldırmaz.

    - doğru.

    - onu muhteşem yapan da bu. çoğu bunu anlamaz. hayvanın kendilerine bağımlılığı hoşlarına gider. ben buna aldırmıyorum. güzel diye, uçsun diye istiyorum onu. muhabbet kuşlarıyla uğraşsınlar. bununla karşılaştırılır mı o?

    - haklısın, billy. herhalde haklısın.

    - biliyor musunuz, efendim? bence, lütfedip kendisini izlememe izin veriyor.

    kaynak: http://www.filimadami.com/film/4905/kes/
  • efektler, gürültüler, üç boyutlu zivzivler içine gömülüp, boylu poslu kızları, oğlanları oyuncu, eline dijital kamerayı her alanı yönetmen sanmak üzereyken ken loach can simidini bizlere doğru fırlattı. hem de taa 1969' dan.

    çıplak çok çirkindir; yalınlık çok sıkıcı ve sıradandır. gerçekçi diye izlediğimiz tüm yapımlar yalan söyler, gerçek bir eserde anlatılamaz sadece yaşanır. bir film izlerken sahip olduğumuz olanaklar bizi film karakterlerine ve kurguya yukardan bakabilmemizi sağlar. bu da empati kurmamızı kolaylaştırır; neden sonuç ilişkisini kavramamız karakterleri ve davranışlarını anlamamıza onlara yakınlık duymamıza olanak verir . ama hayatta öyle davranmayız, mesela bir hırsıza, bir dilenciye, bir katile asla film karakterlerine gösterdiğimiz anlayışı gösteremeyiz.

    ken loach ise öyle bir film yapmış ki sanki bu bir film değil!!! ben o okulda okuyorum, o salonda oturuyorum, o dayağı ben yiyorum. benim kuşumu öldürüyorlar. dünyanın en saçma kentinin en çirkin banliyösünde, en "oyuncu" olmayan oyuncularıyla, çoğu yönetmenin burun kıvıracağı bir öyküyle bir şaheser yaratmış.

    bu kadar insani bir durumu, bir başyapıta çevirebilmek gerçekten büyücülük!! elindeki malzemeyi öyle bir bükmüş ki ken loach ancak bir öykü bir kitapta bu kadar güzel anlatılabilir. kitaplar bile insanı sıkar ama bu film su gibi.
hesabın var mı? giriş yap