• dokuz on yaşlarımda iken annem televizyonda kestane görünce canı çekmişti.
    ertesi gün iki kilo kestane alabilmek için pazarcıların çöplerini temizlemiştim bir keresinde. o zamanlar öyle şimdiki gibi pazar yerini temizleyen belediye çalışanları falan yoktu.

    sonra eve gelmiştim elimde iki kilo kestane ile. babam işte idi. kestanelerin birazını kesip tepsi ile kuzinenin gözünde pişmeye bıraktık.

    annem, " parayı nerden buldun? " diye sorunca " babam verdi " dedim.

    evin içini muhteşem bir koku kapladı biraz sonra. babam işten gelince hemen annemden önce yanına gidip " baba, annem para verdi kestane alayım diye. ben de kestane aldım, pişirdik " dedim.
    ki sormasın içerde " kim aldı? parasını kim verdi? " falan diye.

    sonra yere bir sofra bezi serdik, yanında da çay...

    bunun adı; kestane mutluluğu.

    rabb'im her eve nasip eylesin.

    az önce de arkadaşlarla kestane yerken fark ettim de yarım yamalak yiyor çoğu. ben ise çürük değilse kabukta dahi bırakmıyorum.

    yokluk, anlayana büyük nimet aslında...
  • şimdi beni iyi dinleyin, size senelerce bize uydurulmuş bi yalandan bahsedip bi türlü sokakta satılanlar gibi pişiremiyor olmamızın sebebini açıklayacağım.

    google'a kestane veya kestane pişirme metodu falan yazıp aratırsanız çıkan her tarifte kestaneleri çizdikten sonra suya atmanız gerektiğini yazar. biz de zaten onlarca sene böyle bildik, böyle pişirdik.. ve her defasında kestaneyi bi türlü kabuğundan tam soyamamakla, o tüylü derisinin hep kestaneye yapışıp bütün keyfi piç etmesiyle boğuştuk durduk.

    neler denemedim ki bundan kurtulmak için.. içine attığım su kaynar su olsun orda beklesin bi yarım saat, sonra pişireyim dedim, olmadı.. tavada yaparken her tarafı eşit pişsin diye bi iki kaşık su attım ki buharı pişmesine yardımcı olsun diye.. pişti pişmesine ama kabuğu soyamamak yine büyük dertti.

    ama sokaktaki kestanecilerin tezgahlarında neredeyse kabuğun içinden fırlayacakmış gibi duran kestaneleri gördükçe, lan nasıl oluyor diye meraktan öldüm, bi gün mutlaka birine yaklaşıp sorayım diye kafama da yazdım hatta. o ana kadar "acaba geceden mi suda bekletiyorlar" diye düşündüm, saatlerce kestaneleri suda bekletirsem daha iyi ayrılırlar mı acaba kabuklarından dedim durdum.

    ve bir ay kadar önce tesadüfen bi kestanecinin yanından geçerken gördüm. çuvaldan aldığı kestaneyi çiziyordu.. ve kestane ne ıslaktı, ne bi şey.. hatta çamuru bile üstünde duruyordu. lan dedim yoksa..

    eve geldim, kestaneyi suya falan koymadım. suyun damlasını değdirmedim.. ve onlarca senelik bi yalanın çöküşünü gözlerimle gördüm. kestaneler hem mükemmel bi şekilde piştiler, hem de aşırı derecede kolay kabuklarından sıyrıldılar. bu kadar sene "kestaneyi suda bekletin" yalanını kim yaydı, kim bunca sene bizim kestane keyfimizin içine sıçtı bilmiyorum (sokak kestanecilerinden şüpheleniyorum).

    ben onca sene bu salak yalana kandım, siz kanmayın diye bunu yazıyorum.. sakın ola sakın kestaneye suyun damlasını değdirmeyin.. ben yandım siz yanmayın. hadi afiyet olsun.
  • kestaneyi + şeklinde çizip balık tavasına yerleştiryorum, üstüne kapağını kapatıyorum, ocakta, har ateşte önce bir tarafını sonra tavayı çevirip öbür tarafını pişiriyorum.aynı sokakta satılan kestanelere benziyor. (aynı kaynım, onun da kestanesini çizdiler)

    https://s1.eksiup.com/b3d8e3be4932.jpg
  • hayatta üç tür insana imrendim...

    1- topuklu ayakkabı giyebilen kadınlar
    2- bir enstrümanı adam gibi çalabilenler
    3- pratik alet, edavat icad edenler

    kestane ile ilgisi olmayan bir açılış yapıyor gibi olsam da sonunu iyi bağlayacağım..dinle bak!

    kestanenin haşlanmışını seviyor iseniz düdüklü tencerede 10 dakikada servise hazır ama ah işte ille de çizilecek o meret tek tek tek değil mi? eller kesilir kestane çizilmez falan filan!! marketten, pazardan kestane aldırmayan da o uğraş.

    nasıl cizecem amaaan, uğraşamam diyenleri düşünenler, duyanlar olmuş. kestane kesici çok pratik bir alet. yarım kilo kestaneyi 2- 3 dakikada kesiverdim.

    icad edene selam olsun!
  • nefis bir yemis.

    eskiden sobanin uzerinde pisirirkene eve dagilan kokusu mu yoksa tadi mi diye dusunurdum daha guzeli..

    gecenlerde fark ettim ki kestanenin tadinin guzelligi aileyle beraber yenmesinde; sobanin uzerinde ya da firinda olmadi sokakta komur atesinde pisirilmesinde falan degil.

    tadi da lezzeti de anne baba kardesle yenmesinde

    the more the merrier
  • firinda yapacaksaniz eger, firina koymadan önce kestaneleri cizmeyi unutmayin, yoksa el bombasi gibi tek tek patliyorlar. anasi sikildi firinin , firindan cikarinca odanin icinde iki tanesi de sogurken patladi. monitör ve masa tamamen kestane tozlari ile kapli. aksam aksam odada kestane parcalari temizlemek zorunda kaldim.
  • haşlanmış, soyulmuş ve henüz soğumamış şekilde yenmeyi bekleyenidir en sevdiğim şekli. ve babamdır bu hali... hazırlayıp tabaklara paylaştırışı, kendisine kalmayışı...

    şekeri, pastası, dondurması... çikolatalısı... hepsi ben'imdir... ağız tadım... hiç kaçmamasını umduğum...

    tarhana çorbasının içinde tane tane... tarifsiz bir zenginlik katışı, nasıl da bizdendir orada... ve annemdir... kıştır...

    beşamel sosun içinde, hindinin yanında sunuluşu: asildir, başka bir yörenin eşsiz bir lezzettidir... yenidir...

    kebabı...sobanın üstünde... dededir... babannedir... foçadır...

    bünyesine dahil olduğu her şeyi nasıl da güzelleştirir...
    olmazsa olmazımdır...
  • gürgenle palamutun arkadaşı.
  • hayatinda hic kestane yememis 2 japonu "voaaaa" "uuuuuuvvaaaa" nidalariyla etkilemis kuruyemis. neler kacirdiklarina bence cok uzulduler.
  • utanarak itiraf edeyim 200 gr kestane ile beni tavlamayacak insan yok. evet kestaneyle, suda pişmiş de olur, közlenmiş de.
    şekerle kandırılmam, bir elinde elinde elektrikli testere ve diğerinde kestane olup beni kırık dökük, perili ecinnili bir eve buyur eden biri olsa elveda hayat demem, kestaneleri yiyerek alacağım hazzı düşünerek içeri dalarım. bak yer çıkarım da ha, zaten kestane sonbahar/kış hayata tutunma sebeplerimdendir. en sevdiğim ise tiyatro çıkışı tiyatronun önünde kestaneci bulmaktır. hayat ufak hazlarla hayat olur. yazın da kiraz için yaşarım. başka bişiy yemesem olur.

    annemin dediği gibi, "ayının otuz iki masalı olurmuş, otuz ikisi de boğaz
    üstüneymiş." vücudum değil ama ruhum morbid obez.
hesabın var mı? giriş yap