• kılıç ali : hayatına kastedilmemesi için icabında canımızı bile fedaya azmetmiş olduğumuz büyük atatürk, hepimizin gözleri önünde güpegündüz fani hayata veda edip gidiyor, herkes ellerini kavuşturmuş, büyük bir acz içinde duruyor, kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. aman yarabbi, adeta dehşet içindeydik. hasan rıza dayanamadı, büyük bir teessür içinde bana ;

    -kılıç bak, koca bir tarih göçüyor, dedi.

    saat tam dokuz'u beş geçiyordu...

    (bkz: sarı zeybek belgeseli)
  • istanbul şehir üniversitesi arşivinden eski gazetelere göz atarken şöyle bir haber takıldı gözüme:

    küpür fotosu
    atatürk'ün verdiği vaaz:"camiler, saçma sapan konuşmak için yapılmamıştır"

    atatürk’ün yakın silah arkadaşlarından kılıç ali anlatıyor:
    -“milli mücadele’nin ilk günlerindeydi. memleket içerden ve dışardan, düşmanların tazyiki altında bulunuyordu. dinsizler, imansızlar feryadıyla memleketin her tarafında isyanlar başlamıştı, vaziyet keşmekeş içinde, bir kördüğüm halindeydi.

    “işte o günlerin birinde mustafa kemal paşa ile bayram namazını kılmak için yanımızda bazı arkadaşlar da olduğu halde ankara’da hacı bayram velî camiine gitmiştik. memleketin o günkü vaziyet ve manzarası, yapılan birtakım kötü propagandalar karşısında atatürk’ün bu bayram namazına gitmesi bir zaruret halini almıştı. cami hıncahınç dolmuş, halk cami dışında sokaklarda hasır, kilim hatta paltolarını sererek üzerlerinde namaz kılmaya hazırlanmıştı. içerde yer bulamadığımız için araya araya sokakta, diz çöküp oturan halkın arasında müşkülatla bir yer bulduk.
    “o esnada bir hoca vaaz ediyordu. hoca, bir günahkâr müslümanın öldükten sonra yedi başlı bir yılandan çekeceği kabir azaplarını anlatıyordu. paşa, hocayı dinledikten sonra, bir aralık eğilerek kulağıma:

    “- ‘sabretmek lazım’ dedi. ‘bu saçmaları daha birkaç zaman naçar dinleyeceğiz.’”
    “aradan bir zaman geçtikten sonra, gene bir camie gidilmişti. gene bazı cahil vaizler, bir takım uydurmaları saf halka nakledip duruyordu. fakat, mustafa kemal bu sefer tahammül edememişti. ayağa kalktı:
    “-‘efendiler! camiler, birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak, saçma sapan konuşmak için yapılmamıştır!’ diyerek hocalara örnek olacak şekilde, türkçe vaazda bulundu:
    “-‘camiler, itaat ve ibadetle beraber, din ve dünya işleri için neler yapılması lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için kurulmuştur. millet işlerinde her ferdin zihninin başlıbaşına faaliyette bulunması elzemdir. ışte biz burada din ve dünya için, istikbal ve istiklal için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. fikirler manasız, mantıksız safsatalarla dolu olursa, o fikirler hastadır. keza sosyal hayat, akıl ve mantıkla ilgisi olmayan, faydasız, üstelik zararlı inanışlarla ve ananelerle dolu olursa felce uğrar…’
    “mustafa kemal paşa, her ferdi düşünmeye ve anlamaya değil de, körükörüne inanmaya âdeta mecbur eden zihniyetin islâmiyet’te asla mesnedi bulunmadığını da anlattı. cahillerin ve yobazların elinde bir ticaret metaı haline gelen hurafenin ıslamiyette yeri olmadığını misallerle ondan dinledik. halk doyamadı bu sohbete…”
    (cumhuriyet(?) 1938/11)
  • tarihi şahsiyetlerin "gayrıresmi", "cilasız", "gerçek", "yalın" karakterlerini net şekilde gösteren unsurlardan biri de özel hayatları ve eşlerine, ailelerine yönelik yaklaşımlarıdır. oğlu altemur kılıç'ın "kılıç'tan kılıç'a" adlı kitabında anlattıkları kılıç ali'nin nasıl bir karaktere sahip olduğunun ipuçlarını vermektedir. (can dündar'ın 14 mayıs 2006 tarihli milliyet'teki köşesinde naklettiği şekliyle):
    "annem mevleviliği ve tekke terbiyesi icabı tevazuu son sınırda bir hanımefendi idi. çok becerikliydi. kukla sahnesi kurar, bebekler yapar, bize oynatırdı. babamdan kopmasının sebeplerinden biri, babamın genç yaşlarda ülkede güç ve nüfuz sahibi olması ve hep atatürk'le birlikte olduğu için evden, eşinden, bizden uzak kalmasıydı.
    eve de annem hakim değildi; halam vesiret ve babaannem egemendiler. açıkçası annem adeta yanaşma durumuna düşürülmüştü. halalarım, onu her vesileyle horluyorlar ve babam -nadiren- eve geldiğinde onu çekiştiriyorlardı.
    annemiz, babamdan boşanmadan ve bizden koparılmadan önce bir sabır ve tevekkül mücadelesi veriyordu.
    şimdi zavallı anneciğimin bunlara niçin ve nasıl tahammül ettiğini düşünüyorum. bir defa mevleviliğin verdiği bir tevekkül vardı. edepsizliğe edepsizlikle mukabele etmesi ona uygun değildi.
    neticede babamın o zamanki nüfuzu sayesinde, annem doğru dürüst nafakaya bile bağlanmadan, kendisinin bulundurulmadığı tek celsede, adeta 'boş düşürüldü' ve üzerindeki birkaç parça eşya ile bakırköy'e, baba evine döndü. ben de 10 yaşımda adeta koynundan koparıldım.
    ona veda etmeye beni annemin yakın arkadaşı sabiha teyze götürmüş ve hıçkıra hıçkıra ağlarken anamın kollarından güç almıştı."
  • bozguncuların, başı bozukların, sahte hocaların, gavur köpeklerinin, ermeni sevicilerinin adını duyduğunda tir tir titrediği; kendisinden 100 yıl sonra bile arkasından havladığı kurtuluş mücadelesinde görev almış şerefli bir askerdir.
  • atatürk ile tanışmasını ve isminin hikayesini (bkz: kılıç ali'nin anıları) kitabından , kendisinden öğrenelim ;

    .. sonradan öğrendim ; mustafa kemal paşa dayızadem muzaffer’den kafkasya’ya ordu yaverliği göreviyle gideceğimi öğrenince, ‘’ benimle konuşmadan gitmesin. bir sebep bul, çağır ‘’ demiş.
    paşa’yı anafartalar zaferini kazanmasından sonraki geçit resminden beri görmemiştim. lise binasının üst katındaki heyet-i temsiliye odasına girdiğimde, yarı sivil-yarı asker kıyafeti içinde, ama hangi şart içinde olursa olsun kendisini kabul ettiren tavrı ve bakışı ile karşılaştım.

    ilk sözü gülerek :

    ‘’ maşallah… siz muzaffer’in iki katısınız!.. ‘’ demek oldu.

    karşısında yer gösterdi. maroken eskisi dar sandalyeye ancak sığabildim.

    ‘’ batum’a gidiyormuşsun. niçin ? ‘’

    görevimi anlattım. dikkatle dinledi. başını sallayarak, biraz üzgün bir tavır ve ses tonuyla konuştu :

    ‘’ biz burada yetişmiş dost insan ihtiyacı ile kıvranıyoruz. de ki kafkasya’ya gittin, döndün… döndüğünde burada işgal edilmemiş vatan toprağı bulabilecek misin ? yorgunsun… bu gece düşün, yarın konuşuruz. ‘’

    … uykusuz geçen bir gecenin şafağında, kalıyorum demek için mustafa kemal paşa’nın karşısındaydım. hiç yadırgamadı. sadece hafifçe güldü. olumlu olmasını dilediği cevapları istediği gibi almak, tanık olduğum güzel kaderiydi.

    şimdi bu sayfada satırlaşanlar, hayat boyu sürmüş yanıbaşında kalabilmiş olma mutluluğunun, gönlünden geçenleri dilediğince cümleleştirmesini pek beceremeyen eski bir askerin ciltlere sığmayacak duygularıdır.

    karşısında yer göstermişti.

    önündeki kağıdı uzattı. bu, benim kısa bir özgeçmişimdi. ve ismi karşısındaki, asıl adım asaf tevfik silinmiş, onun yanındaki, harbiye’nin geleneği gereği nüfusa kayıtlı olduğum beşiktaş’ın kılıç ali semt adı kalmıştı. beğendiği bir şey yaptığı zaman gözlerini daha da renklendiren bakışı üzerimde dolaştı :

    ‘’ artık asaf tevfik yok… sadece kılıç ali var… ne güzel isim… malumundur ki, hazret-i ali’nin diğer adı da kılıç’tır. hem de allah’ın keskin kılıcı… böyle bir birleşme olur da insan asaf’ı filan nasıl taşır ? hele senin gibi savaşmış bir asker olursa… ‘’

    o kadar mahcup olmuştum ki, kızardığımı ve terlediğimi hissediyordum. benim ardı ardına ‘’ aman paşam, iltifat buyuruyorsunuz ‘’ dememi dinlemedi bile.

    ordu müfettişliğinin hareket şube müdürü olarak kendisiyle samsun’a çıkmış hüsrev bey’i çağırttı :

    ‘’ benden arkadaş istiyordun. işte sana değerli, tecrübeli bir dost… kılıç ali !.. tanırsın değil mi ? ‘’

    hüsrev bey’in adımı duyduğu andaki şaşkınlığı hala gözlerim önündedir. paşa güldü :

    ‘’ asaf masaf değil, kılıç ali ! ‘’
  • atatürk'le olan anılarını yazdığı 800 sayfalık kitabında (atatürk'ün sırdaşı kılıç ali'nin anıları) zaman zaman ismet paşa'ya giydirmektedir.

    atatürk'ün en yakın silah arkadaşlarından ve sırdaşlarından biriyken ve anılarını da yazmışken hakkında bu kadar az entry girilmesi ilginç. türk insanının fazla kitap okumadığını gösteren işaretlerden biridir bu.

    halbuki atatürk'ü gerçekten tanıyabilmek ve anlayabilmek için okunması gereken eserlerden biri kendisinin anılarıdır.
  • kılıç ali 1919 yılından 1938 yılına kadar atarük' ün yanından hiç ayrılmamıştır. tarihi park otel'in sahibi olan ermeni asıllı bir türk vatandaşının zamanında anlattığına göre:

    "atatürk, otelde arkadaşlarıyla yemek yerken, birden elektrikler söndü. birkaç dakika sonra yine geldi. ortalık aydınlandığında görünen manzara şu idi: atatürk'ün yanında bulunan kılıç ali ve diğer kişiler, ellerinde çıplak tabancaları, gazi'nin üzerine vücutlarını siper etmiş bekliyorlardı."

    yok böyle bir sevgi. gerçek bir devrimcidir. istiklal mahkemelerinin yiğididir.
  • atatürk'ün yakın arkadaşı, komutan ve politikacı.

    asıl adı emrullahzade asaf olan kılıç ali, küçük zabit mektebi'ni bitirdikten sonra orduya katıldı, başarılı görülerek subaylığa geçirildi ve binbaşılığa kadar yükseldi. birinci dünya savaşı sırasında nuri paşa'nın yaverliğini yaptı. kurtuluş savaşı öncesi atatürk'le tanışan kılıç ali, savaş sırasında güney bölgesinde görevlendirildi ve "gaziantep-maraş müdafaacısı" olarak ün yaptı. bu göreve giderken atatürk, beşiktaş'ta oturduğu mahalleden hareketle, sonradan adı yerine geçecek olan kod adını "kılıç ali" yaptı.

    savaş sonrası kurulan istiklal mahkemeleri'nde görev alan kılıç ali, 1920-1938 yılları arasında gaziantep milletvekilliği yaptı. atatürk'ün vefatına kadar yanında bulundu ve kendisinin sevgisini kazandı.

    1971'de vefat eden kılıç ali, altemur kılıç ve gündüz kılıç'ın babasıdır.
  • asıl adı emrullahzade asaf olan kurtuluş savaşı ve cumhuriyet döneminin önde gelen ismi. kılıç ali adı kendisine atatürk tarafından verilmiştir.
  • kılıç ali'nin hatıralarını okumanızı tavsiye ederim, iş kültür yayınlarından çıkan...çok sayfada gözlerim doldu...
hesabın var mı? giriş yap