• bittiğinde yüzümde bıraktığı gülümsemeden dakikalarca kurtulamadım. 1972-73’te hafta sonları 10 bin dolardan az bir bütçeyle çekilmiş, 1977’de tez filmi olarak bitmiş, ancak soundtrack’indeki şarkıların telifini ödeyemeyeceğinden hiçbir zaman gösterime girememiş, 30 yıl sonra bir nisan sabahı şaka gibi gelip gösterime girmiş, üzerinde ne kadar konuşsak az bir charles burnett filmi.
    70’li yıllarda ya da 80’lerin ilk yarısında ‘mahalle’ çocukluğu yaşamışlara bir şölen.

    --- spoiler ---

    “aha tren geçiyor, taşlayalım! aha delik, girelim! aha dam, çıkalım! aha topaç, döndürelim! aha ‘mahalle’ kızlarından esaslı dayak yedik, ağlayalım! aha bisiklet, 3 kişi binelim! aha devrildik yara bere içinde kaldık, sızlanalım! aha köpek kovalıyor, gaccalim!”
    --- spoiler ---

    abi, bu kadar adama kadına, dahası bu kadar çocuğa o kamerayı göstermeden nasıl çektin bu filmi allasen?
  • belgesel havasında çekilen ve son derece sade gözüken bu film, göründüğünden çok daha anlamlı olmayı başarırken, işin ilginci bunu hiçbir çaba sarfetmeden yapıyor oluşu bende hayranlık uyandırdı. çekildiği döneme bakılacak olursa, siyahi sinemanın 70' li yıllardaki ezilen siyahiler temalı filmlerinden ayrı bir yerde durduğunu da söylemek lazım.

    film sadelikte güzellik misali akıyor ve bizi o insanların hayatlarının içine sokuyor. alışılagelmiş siyahi insanlar bu filmde yok! zaten filmin en büyük ve güzel özelliği de bu. yani filmde, o bahsettiğim dönem filmlerindeki bol küfürlü ya da siyasi içerikli anlatıların esamesi okunmuyor. tamamen farklı, tamamen orjinal, bu insanlara karşı kafanızdaki bakışı değiştirecek bir film karşınızdaki.

    spike lee' nin do the right thing' in den önce çekilen ve siyahi sinemada altın değerinde bir yere sahip olan bu başyapıtı kaçırmayın derim!
  • yaptığı işten tiksinti duyan siyahi bir adamın iç çelişkileri üzerinden, renkli amerikan rüyasının pek uğramadığı sıradan amerikalıların gündelik yaşantısına dair kesitler sunan charles burnett filmi. los angeles'ın watts isimli bölgesinde yaşayan stan, bir yandan sadece evine bir miktar para götürmek için uzun saatler çalışmak zorunda olduğu kesimevinin vahşi rutinleriyle, diğer yandan yoksulluk ile mücadele etmektedir. bu zorlayıcı şartlar altında eşi ve hatta çocuklarıyla bile sağlıklı ve sıcak iletişim kurmakta zorlanır. öyle ki filmde eşinin adını dahi öğrenemeyiz. bir adamın işine karşı duyduğu tiksintinin, hayatın kendisine karşı duyduğu hislerle olan ilişkisini çok çarpıcı bir anlatımla görselleştiren killer of sheep, adeta bir blues şarkısı gibi sade ama etkileyici bir film.

    yönetmenin bitirme tezi olarak, çok düşük bir bütçe ile çektiği ve kullanılan müziklerin telif haklarını karşılayamadığı için gösterime bile giremeyen bu film, özellikle (italyan neorealizm akımı ile ilişkilendirilen) doğal ve gerçekçi alternatif anlatım tarzı nedeniyle daha sonraları sinema çevreleri tarafından çok beğenilmiş, hatta 1990 yılında kongre kütüphanesi (bkz: library of congress) tarafından koruma altına alınacak kadar sinema tarihinde önemli bir yer edinmiştir. 2015 yılında bbc tarafından yayınlanan tüm zamanların en iyi amerikan filmleri listesinde ise 26. sırada yer almıştır. sanırım bu tür filmlerin özellikle de profesyoneller tarafından bu kadar beğenilmesinin nedeni, bu filmlerin alışılmış ve baskın hale gelmiş anlatım kalıplarını özgürce ve cesurca kırması, bozması ve hatta bu kalıpları yok sayarak anlatının ardındaki gerçek sorunlara odaklanmasıdır.
  • şu ana kadar izlediğim filmler içinde insanların en insan gibi olduğu film budur heralde. öyle gerçekçi öyle doğal mizansenler vardır ki belgesel bile olamayacak kadar gerçektirler. çok tatlı bi filmdir. beyaz kapitalist toplumun baskı mekanizmaları vardır da kötü niyet yoktur. sefalet vardır da duygu sömürüsü yoktur. lebensfreude vardır da polyanna cılık yoktur. hayat kıvamında hayattır bu film. üzülürken güler somurturken sırıtırsınız istem dışı. yuvarlanıp gidersiniz işte watts mahallesi sakinleri gibi.
  • --- spoiler ---

    türkçesiyle "koyun katili", 1978 abd yapımı drama filmi. senarist, yapımcı ve yönetmeni charles burnett olan film, ancak 2007 yılında gösterime girebilmiş, türkiye'de ise ilk kez 2016 yılında gösterilmiştir. los angeles'da yaşayan afrikalı amerikalıların zorlu hayatlarına ve alt kültürlerine yüz tutan bağımsız ve etkileyici bir yapımdır. filmin bütçesi ise yalnızca 10.000 dolar civarındadır. filmin tarzı italyan neorealizminden esintiler taşır. 80 dakikalık filmin başrollerinde henry g. sanders, kaycee moore, charles bracy ve angela burnett yer almışlardır. siyah-beyaz olarak çekilen film, günümüzde ırkçılık üzerine yapılmış en etkileyici filmlerden birisi kabul edilmektedir. son olarak, filmin imdb.com puanı 7,4/10'dur.

    konusu
    stan (henry g. sanders), her gün saatlerce los angeles’daki bir mezbahada çalışmaktadır. monoton iş hayatı ailevi hayatını da kötü şekilde etkilemekte; stan, bir türlü karısı ve iki oğluna şefkatle yaklaşamamaktadır. bütün bu tatminsizlik duygusu ve can sıkıntısı onu bir uçuruma doğru sürüklemektedir. stan, kendisini ve ailesini lekeleyecek ve tehlikeye atacak bütün gelişmelere karşı göğüs germek zorunda kalacaktır.

    imdb.com - http://www.imdb.com/title/tt0076263/

    wikipedia - https://en.wikipedia.org/wiki/killer_of_sheep

    trailer - https://www.youtube.com/watch?v=-nxw-8mxhve

    --- spoiler ---
  • eğip bükmeye gerek yok hiç, resmen hiçbir şey anlatmamayı başaran bir film.

    film diyorum ama film de değil belgesel de. ne olduğunu çözemedim hala.

    do the right thing filmine ilham kaynağıymış da (hoş o film de bok gibiydi) geçin bunları.
    zaten metescore puanı acayip yüksek olup da izleyici nezdinde eh işte olan filmlere hep şüpheyle bakacaksın.
  • watts bölgesi değil sadece, bütün los angeles'ı hatta amerika'da çekilen filmleri düşünüyorum, büyük çoğunluğunda şehrin dinamiklerini, o metropolitan metabilitik hareketlerini pek hissetmezsiniz; neden çünkü setlerde çekilir...

    bunın zıttı olan filmlere ise net örnek belki cassavetes'in ilk dönemi sayılır ya da belki biraz da brando'lu on the waterfront sayılabilinir. fakat şimdi düşünüyorum bugün insanlara sözümona "gına gelen" siyah filmlerinin çoğunun yapamadığını killer of sheep de yönetmeni yapmıştır. tamamen yeni dalga vari bir set kullanımını konjektürü de göz önünde bulundurursak, içine almıştır. çocukları ininde çekmiş, yıllar sonra yapılan la haine gibi filmlere de aynı zamanda ön ayak olmuştur. (izleyici olarak bizim türklere de neden gına geliyorsa amk onu da anlamıyorum, sanki gün içinde herhangi bir zulüme dair hicap duyuyor türk insanı...)

    hatta manic street preachers'in "let robeson sing" diye şarkısı vardı; onu da içine alan bir siyahi filmidir bu film. soundtrack'inde robeson vardı.
  • bu yıl düzenlenecek 35. istanbul film festivalinde, özel bölümde gösterilecek, 1978 yılı yapımı, kült film. yönetmenliğini charles burnett 'in yaptığı film, amerikan ulusal eleştirmenler birliği tarafından en önemli yüz amerikan film arasına seçildiği gibi, bbc tarafından da en iyi amerikan filmleri sıralamasında 26. olmuş. filmimiz, koyun kesilen mezbahada çalışan hayattan bıkmış usanmış bir adamı, karısını, çocuklarını ve çevresiyle ilişkilerini, merkeze alarak, yetmişlerin zenci dünyasının sorunlarıyla, çaresiz yaşam öykülerini, hiç bir aşırılığa kaçmadan, sloganlara başvurmadan, deyim yerindeyse belgesel tadında, bizlere aktarıyor. son olarak, filmin çocuk oyuncularının adeta döktürdüğünü ve soundtrack'ının da harika olduğunu da yazıyor ve noktayı koyuyorum.
  • koyunların durmadan ölüme koşuşunu hergün seyretmek
    zorunda olan adamın, siyah beyaz can sıkıntısının filmi
    aslında. çocuklar rol çalmış!
  • kağıt üzerinde baksan bildiğin melodram olabilecek bir hikayeyi bambaşka bir şeye dönüştürmüş charles burnett. yaşamak için tırmalayan, sayacağı koyunları 'öldürdüğü' için geceleri uyuyamayan bir adamın hikayesinin hissettirdiği samimiyet tek kelimeyle, ve illa ki jargona gireceksek sıcacık bir 'mahalle' filmi. enfes müzikler de cabası.
hesabın var mı? giriş yap