• sene 1996 ya da 1997... lisede felsefi metinler dersinde hoca aynı tartışmayı açmıştı:

    hoca: hiçbir gözlemci ve gözlem aracının olmadığı yerde devrilen bir ağaç ses çıkarır mı?

    kredili sistemde okuyorduk, öğrencilerin çoğu farklı şubelerden (matematik, fen, sözel, yabancı dil) kredi tamamlamak için bu dersi almıştı... kırk dakika boyunca keyifli bir ders geçirdik, kimi öğrenciler konuya daha sığ yaklaşıyordu, kimileri frekans ve sesin oluşumundan giriyordu, kimi dini olarak açıklamaya çalışıyordu... hoca ise üretilen her teze karşı bir antitez ileri sürüyordu ve "peki bu söylediğimi çürütebilir misiniz?" diye soruyordu... herkes konuya iyice kendini kaptırdı, zil çalmasına rağmen kimse dışarı çıkmıyordu... şu anda sebebini hatırlamasam da acilen bir yere yetişmem gerekiyordu ama hem sınıf kendini kaptırdığı için hem de hocaya saygıdan dışarı çıkamıyordum. ben nasıl kaçarım planlarıı yaparken hoca dedi ki:

    "evet romica, kapanışı seninle yapalım, çok sessizsin bugün!"
    "düşünüyordum da..." dedim ve durdum...
    "evet kızım, düşüncelerini bizimle de paylaş lütfen."
    "düşünüyordum da... bir ağacın düşerken ses çıkarmasının tek yolu orada hiçbir gözlemci ve gözlem aracı bulunmamasıdır!"
    "nasıl yani?" diye sordu hoca
    "ağaçlar çevrelerinde onları işitebilecek hiç kimse ve konuşmalarını kaydedecek hiçbir alet yokken kendi aralarında konuşurlar. düşen bir ağaç korkar ve acıyla haykırır. haykırabilmesinin tek yolu ise çevresinde hiçbir gözlemci ve gözlem aracı bulunmamasıdır."

    bütün sınıf kahkaha atmaya başladı.

    "dalga mı geçiyorsun kızım sen benimle?"
    "hayır hocam, kendi tezimi ileri sürüyorum, peki siz bu tezi çürütebilir misiniz?"

    adam birkaç saniye dondu kaldı, sınıf gülmeyi bırakıp yavaş yavaş sessizleşti, hoca dersi bitirince aceleyle fırlayıp gideceğim yere yetiştim. o gün, o sınıfta benimle beraber aynı dersi almış olan arkadaşlarımdan biri hala zaman zaman olayı hatırlatır ve

    "konuyu da, hocayı da, bizi de kilitledin" der, "allah seni nasıl biliyorsa öyle yapsın!"

    bu gece de hatırlattı aynı hikayeyi. ben de merak eder dururum, acaba benzer bir şeyi bir yerde mi okumuştum yoksa o ana özel bir çözüm mü ürettim kendimce diye... daha o zamandan belliymiş masalcı olacağım.
  • gerçekten de çok başarılı felsefi irdeleme nesneleridirler kimse görmeden devrilen ağaçlar.

    ses çıkarır tabi neden çıkarmasın ki diyenleri anlamak nispeten kolaydır, onlar bilincin evreni değiştirdiğini kabul etmez, insanı sadece gözlemci yerine koyar, kainatın işleyişini insandan bağımız addederler. (bkz: materyalizm)

    hayır ses çıkarmaz diyenleri anlamak ise biraz daha güç sanırım. aslında anlamak kolay da buralara nerelerden geldikleri tahayyül etmek zor. onlara göre bilinç evrenin özel bir parçasıdır ve onu değiştirmekte, nesneler ve olaylar bilinçle anlam kazanmaktadır. (bkz: idealizm) (ara: idealizm) (ara: insan* matah sanması)

    komik olan bilmemkaç yıllık tarihi boyunca bilimle özdeşleştirilmiş, ilerlerleyişi bilimle paralel görülmüş, bir dönem neredeyse bilim adamlarının resmi görüşü olmuş materyalizm'in bilim tarafından arkadan bıçaklanması, kuantum fiziğinin ve onun deneyi algılayışının idealizmi ima etmesidir. lakin bu ima ediş tam da idealistlerin öngördüğü biçimiyle olmaz; fiziğin yeni kurgusuna göre ağaca bakmadığımız sürece ağaç hem ses çıkartmıştır hem de çıkartmamıştır denilemez zira kuantum'un da kendisi tarafından çizilmiş uygulama sınırları bulunur; birileri çıkıp da schrodinger'in kedilere yaptığını ağaçlara yapmaya kalkarsa başka tabi.

    bir de başka bir kuantum geyiği var yine devrilen ağaç anlatısı ile arasında bağlantı kurulabilecek: buna göre kainatın evrimi iki temel aşamada gerçekleşmiştir; birinci aşamada tüm kainat gayet öngörülebilir bir süreç içerisinde gelişmekte, içerisinde hiç bir determinizm dışı öğre barındırmamaktadır: ta ki bilinç sahibi bir gözlemci peydahlanana kadar. bilincin oluşması ve evrene "bakması" evreni değiştirir, onu tercih yapmak zorunda bırakır denir - ki bu tip bir kurgunun tasarlayıcısı değil wheeler einstein bile olsa konu fizik değil felsefedir.
  • bir felsefe dersi kli$esi. dei$ik felsefe ekollerinin ayni durum uzerindeki aciklamalarini uzerinde gorebileceiniz guzel bir ornektir, olayi ise bu agacin ses cikarip cikarmadigidir, dei$ik ekoller bu soruya dei$ik yanitlar verirler, biri der mesela "insan yoksa ses de yoktur, ses anlam katan insandir" oburu der "agaclar devrilirken ses cikarir, bu da bir agactir, ayrica dun saalamdi bugun devrilmi$ demek ki bu da ses cikarmi$" ba$ka biri "agaclarin devrilirken ses cikardiklari istatistiksel bi$ey, belki bu devrilirken ses cikarmadi istisnai olarak, cikarmi$ da olabilir ama asla emin olamazsin" daha gider bu...
  • bir pandomimciden baska kimsenin olmadigi bir yere devrilen agac, pandomimcinin ustune devrilirse pandomimci ses cikarir mi gibisinden bi karikaturu vardi gary larsonun
  • bu ağacı bi 15 dk düşünün, sonra üzerine bi 10 dk kimsenin olmadigi yerde havlayan kopek işine girin. nası kafanız biraz ısındı değil mi. şimdi eller serbest derin nefes alıyoruz.
  • muhabbeti insanları aşmış olan tartışma,

    çınar ağacı-abi duydunmu hüseyin abi dün devrilmiş ama kimse yokmuş devrilirken yanında.
    çam ağacı-ses çıkmışmı bari??
    çınar ağacı-çıkçak tabi devrilince ses çıkmaz mı?
    çam ağacı-odunsun sen anlamazsın...
  • can kaybı ya da yaralanmaya sebebiyet vermeden devrilen ağaç. (bkz: bakış açısı)
  • önsözünü celal şengör'ün yazdığı bir robert a. day kitabı olan bilimsel bir makale nasıl yazılır ve yayımlanır'da kimsenin olmadığı yerde devrilen bir ağacın ses çıkarmadığı söylenir. bunu pek çok farklı şekilde yorumlayabilirsiniz. eleştirel bakıştan haz almayan, hayatın her alanında tez canlılık edip sonucu arayan bizim gibiler için bu uygun bir şey değil elbette. felsefe boş işlerle uğraşma dalıdır, diye atlayanlar bile olmuş baksanıza. bakalım dediğiniz kadar boş insan işi miymiş bu felsefi tartışma? yoksa yeni ufuklar açabilmiş mi?

    insan duyularına seslenmeyen bir şey bilimsel olarak sunulabilir mi? mantığı üstte bahsettiğim kitabın temel argümanıydı. bir şey olmuş ise de onu sadece geçmiş gözlemlerimize dayandırarak neredeyse dogmatik diye nitelendirilebilecek bir sonuca vardıramayız. o yüzden buradaki bilimsel bakış açısını materyalist bakış açısıdır şeklinde yorumlamak da - tek başına - yanlış olur. bunu size iki bilimsel örnekle açıklayayım:

    lübnan'lı bilimadamı nassim nicholas taleb anlatır: ekonomi, finans, sosyoloji hatta biyoloji vs. alanlarında yapılan istatistiksel çalışmalar genel gözlemlere dayandırılarak kabul edilir. mesela der; 1860'lara kadar dünyadaki bütün kuğuların beyaz olduğu düşünülüyordu. çünkü bunun aksini ispat eden bir gözlem olmamıştı. taa ki o yıllarda siyah kuğuların avustralya'da olsa gerek farkedilmesine kadar. bu bakış açısından siyah kuğu metaforunu ortaya koyuyor taleb. ve ünlü matematikçi benoit mandelbrot gibi ergodicity problemi yaşayan ve ekonometrik modellere çokça dayanan ekonomi bilim dalına derin ve kökten bir eleştiri getiriyor.

    richard feynman konferanslarından birinde bilimsellikle ilgili şöyle bir konuşma yapar: "örneğin bir şeyin hareketinin onun ağırlığını etkilemeyeceğine inanılıyordu - bu keşfedilmişti -. eğer bir topacı döndürür ve tartarsanız ve sonra onu durdurduğunuzda tartarsanız, aynı ağırlıkta olduğunu görürsünüz. bu bir gözlemin sonucudur. fakat bir şeyi, ondalık basamakların çok küçük bölümlerinde, milyarda bir bölümlerinde tartamazsınız. biz şimdi biliyoruz ki, dönmekte olan bir topaç, durmakta olan bir topaçtan milyarlardan küçük birkaç bölüm kadar daha ağır gelmektedir. eğer topaç, saniyede 186.000 mile yakın bir hızda döndürülebilirse, ancak o zaman topacın ağırlığındaki artış farkedilebilir duruma gelebilecektir. ilk deneylerde topaç saniyede 186.000 milden aşağıdaki hızlarda çevrilmişti. o durumda dönen topacın kütlesiyle dönmeyen topacınki tam olarak aynı görünüyordu. ve birisi, kütlenin asla değişmeyeceği tahmininde bulunmuştu.

    ne kadar aptalca! oysa o sadece tahmini olarak ileri sürülmüş bir yasaydı, bir ekstrapolasyondu. o kimse niçin böyle bilimsel olmayan bir şey yapmıştı? gerçekte burada bilimsel olmayan bir şey yoktu. sadece olgu kesin değildi. tersine, tahminde bulunmamakbilimsel olmayan bir tutum sayılacaktı. tahminde bulunmak zorunluydu. çünkü ekstrapolasyon gerçekten bir değere sahip olan tek şeydir. daha önce denemediğiniz ve hakkında bilgi sahibi olmaya değer bir durumda neler olacağına ilişkin düşüncelerinizin tek ilkesi ekstrapolasyondur. dün neler olduğuna dair bana söyleyeceğiniz şeylerin bilgi olarak gerçek bir değeri yoktur. bilgi, eğer bir şey yapacaksanız, yarın neler olacağını söylemek için gereklidir. - gerekli de değil fakat eğlenceli -. bunun için sadece boynunuzu dışarıya uzatmaya istekli olmanız gerekecektir.

    ...bu nedenle bilimciler, şüphe ve kesinsizlikle iş görmeye alışıktırlar. tüm bilimsel bilgi kesinsizdir. şüphe ve kesinsizlikle ilgili bu deneyim önemlidir. ben bu deneyimin çok büyük bir değer taşıdığına ve bilimin ötesinde de genişletilmesi gerektiğine inanıyorum. inanıyorum ki, daha önce çözülmemiş herhangi bir problemi çözmek için, kapıyı bilinmeyene aralık bırakmak zorundasınız. tam olarak doğru biçimde kestiremediğiniz olasılığa fırsat vermek zorundasınız. aksi takdirde, eğer zihninizi önceden hazırlarsanız, problemi çözemeyebilirsiniz."

    dolayısıyla devrilmiş bir ağacı sonradan görüp burada kesinlikle büyük gürültü çıkarmıştır demek bilimsel olmazdı. ne kadar boş insan işiymiş demek ki değil mi? ankara üniversitesi bilim felsefesi profesörlerinden hüseyin gazi topdemir boşuna demiyor: "bilimsiz felsefe kör, felsefesiz bilim boştur" diye.

    evet, aslında bizim insanımızın kafası boş. düşünce üretemiyor. her şeyi olduğu gibi kabullenmiş; o yüzden de ileri adım atamıyor. işbu yüzden de hiçbir zaman bilimle uğraşamayacak; bilimle uğraşabilen insanlar bu topraklardan yetişemeyecek; onların işi ancak ve ancak metodolojiyi yerine getirmektir.

    peki bu felsefe sorununa biraz daha yakından bakalım: biz kimsenin olmadığı yerde devrilen bir ağaca a priori bakış açısıyla bakmazsak, gözlemlemediğimiz her şey bulanıklaşır. öyleyse insanın bilincinde yaşanan gerçeklikte yalnızca ve yalnızca o anda, tüm duyularıyla deneyimleyebildikleri hakikat olarak kalabilir. o halde geri kalan her şeye şüpheyle bakılmalıdır. o halde tüm deneyimler kişiseldir. kimse hiçbir şeyin hakikatine erişemez bu yüzden. çünkü bu dünyanın bilgilerine, sınırlı duyularla, sınırlı zamanla bakılmakta ve bu bilgi sınırlı ve aksak çalışan bir hafızaya nakledilmektedir. le bourns humain de'l spirit yani "insan zekasının sınırları" diyor buna voltaire.

    yine de, bizce, kimsenin olmadığı bir yerde devrilen o ağaç ses çıkarmış olmalıdır. hatta büyük bir gürültüyle devrilmiştir. çünkü akıl belirsizliğin kıskacından kurtulmak ister.
  • ormanda yürürken karşımıza çıkan, daha önce kimse yokken devrilmiş bir ağacı ve çevresini incelediğimizde ulaşacağımız her bulgu bize ağacın devrilirken ses çıkarmış olduğunu gösterir. buradan hareketle kimsenin olmadığı yerde devrilen ağaç ses çıkarır sonucuna ulaşır mıyız? hayır. çünkü ola ki görüş alanımız dışında hiç bir şey mevcut değilse, ve ancak biz gördüğümüzde (gerek ilahi bir tasarlayıcı dolayısıyla, gerek kendi zihnimiz dolayısıyla), o anda, sanki önceden mevcutmuş gibi var oluveriyor ise, farkı ayırt edemeyiz. yani biz önceden olmuş gibi görsek de şu anda oluvermiş olabilir. şu durumda aynştayn'ın, kütle çekimi ivmesinin uzayı büküşünü açıklamasını hatırlayalım. kütle çekimi ivmesi her şeyin boyunu kısaltmaktadır. bütün cetvellerin, her nevi mesafe ölçüm aracının da boyunu kısaltmaktadır. bu yüzden kütle çekimi alanı dahilindeki her mesafeyi neyle ve nasıl ölçersek ölçelim kısalmış ölçeriz. şu durumda uzayın gerçek yapı taşı her ne ise onun ne durumda olduğunun, kısalıp kısalmadığının bizim için bir ehemmiyeti var mıdır? yoktur, ne yaparsak yapalım uzayı kısalmış ölçüyorsak, uzayı kısalmış kabul edebiliriz. yani deriz ki "kütle çekimi uzayı büker". yani diyebiliriz ki "kimsenin olmadığı yarde devrilen ağaç ses çıkarır". hakkaten ses çıkarıp çıkarmadığı meselesi ise meleklerin dişi mi erkek mi olduğu meselesiyle eşdeğerdir. ama ne yalan söyliyim, bu meseleleri tartışmak vallahi de çok zevkli, billahi de çok zevkli..
  • bir şairimizin bakış açısıyla:

    "bu bahçe, bu nemli toprak, bu yasemin kokusu, bu mehtaplı gece
    parıldamakta devam edecek ben basıp gidince de,
    çünkü o ben gelmeden, ben geldikten sonra da bana bağlı olmadan vardı
    ve bende bu aslın sureti çıktı sadece"

    nazım hikmet - rubailer
hesabın var mı? giriş yap