• son zamanlarda sıkça yaşıyorum bu derdini kimseye anlatamamak durumunu. neden diye soruyor insan kendi kendine ister istemez. neden anlatamıyorum derdimi kimselere? acaba anlattığımda alacağım saçma sapan cevaplar mı getirdi beni bu hale? yani birine dert anlatma sebebimiz karşıdakinin haline şükretmesini veya karşıdaki kişinin senden daha kötülerin olduğunu da sana hatırlatarak saçma sapan bir döngünün içine sokması mıdır insanı? empati yapamayan varlıklar olduğumuzu yüzümüze vurması mıdır hayatın acaba? sen orada binbir dertle uğraşırken "bunlar da geçer", "haline şükret", "kader kısmet", "can sıkmaya değmez" gibi laf öbekleri midir o dertlerin çaresi? bu cümleleri kuran insan bunların gerçekten dolu cümleler olduğuna mı inanmaktadır acaba? insan derdini anlattığı herkesten böyle cümleler duyarsa nasıl tutunabilir ki hayata? bilmiyorum, ama her defasında "artık kimseye derdimi anlatmayacağım" diyorum. gün geliyor bir yerde patlıyorum ve yine anlatıyorum işte, ama pişman da oluyorum hep sonrasında. çünkü hep aynı kuru laflar, dişe dokunmayan tepkiler ve çözüm önerileri, insanın yüzüne derdinin ve kendinin aslında kendinden başka kimse tarafından umursanmadığını bir tokat gibi çarpıyor. sen o dertleri çözüme ulaştır, gün yüzü gör diye uğraşıyorsun ama dış etmenler sana hiç müsaade etmiyor işte. bir derse çalışıyorsun mesela günü gününe. tüm derslere gidiyorsun çalışıyor, günlerini hatta haftalarını harcıyorsun. hocanın kullandığı kitabı, sınıftaki soruların hepsini, her şeyi çözüyorsun. ancak sınava bir giriyorsun ki sorular tamamen uzaydan gelmiş. bildiğin bırakmak için sormuş hoca diyor ve çıkıyorsun sınavdan. o zamana kadarki mesaine acıyorsun, kendine güvenini kaybediyorsun. çünkü biliyorsun ki sen her şeyi öğrendin o güne kadar derste verilen. ama hoca istemedi ki senden onları. belki ne istediğini kendi bile bilmiyordu işte. üzülüyorsun ve telefona sarılıyorsun sinirli ve ağlamaklı bir şekilde. seni anlayacak birilerini arıyorsun. acaba var mı seni senden başka anlayacak birileri? belki de diyor ve defalarca izlediğin bir filmi tekrar tekrar başa sarıyorsun. çünkü biliyorsun ki; okulun çoktan uzadı ve bu gidişle de ne zaman biteceği belli değil...

    ve beklenen cevabı yapıştırıyor karşıdaki ses; "boşver be oğlum, bunlar da geçer..."

    telefonu kapatıyor ve kendine küfrediyorsun; "ne vardı lan o 2. spermi geçecek" diyerek. çünkü elinden gelen her şeyi yaptın sen, hem de fazlasıyla...
  • bugünlerde "tüm dertlerini kimseye anlatamamak" şeklinde yaşadığım durum.
    az önce twitter'da cahit sıtkı tarancı'nın konuyla ilgili dizelerine denk geldim. öyle güzel demiş ki...

    bir derdin varsa açabilirsin ağaçlara
    ağaç yaprak verir, sır vermez rüzgara.

    eline sağlık cahit sıtkı tarancı.
  • yaşanılan sıkıntıyı kimseye anlatamama durumu.
    yaşıyorum maalesef..büyük dengesizliklere sebep oluyor.
    bir üst aşaması da depresyon sanırım. neyse ucunda ölüm yok ya.
  • bebek starbucks'da otururken yanıma bir şarapçı gelip şiir okumuştu. "hazineye malik viraneler var" demiş üstat. virane görüntüsünde hazineye malik bir saraydı kendisi. çalışanların müdahale etme isteğine izin vermedim. kahve aldık, denize bakan arka tarafa geçtik. bana, "sana ne kadar değer verir, ne kadar eleştirirsin" dedi. bir cevap verdim.

    sonra anlatmaya başladı, "çok değerli arkadaşlarımın bu dünyadan ayrıldıklarını gördüm. yıllarla beraber kazandıkları özgürlükleriyle ayrıldılar. içlerinde sabahlara kadar ders çalışan, bilgisayarda zaman geçiren ve televizyon oyunları oynayan insanlar da vardı; erken uyuyup sabah erken uyananlar da. kaş'da dalış yapanlar öldü, sabahlara kadar ibadet edenlerle beraber geceyi kulüplerde geçirenler de öldü. ölmeyen hiçkimse görmedim.

    onlarla ilgili unutmam gereken bölümleri unutuyorum. önemli olan ve hatırlamam gereken kısımları net olarak anımsıyorum.

    aşkını kaybeden insanlar gibi, küçük kedisi ölen çocuklar gibi yıllarca ara vermeden kalbim kırıldı. kırık kalbim bana sevgiyi, sabretmeyi, pozitif olmayı ve güçlü olmayı öğretti. kalbin kırılıyorsa şanslısın demektir. izole bir yaşamın sana vereceği hiçbir şey olamaz. kalpleri kırılmayan, bu şansı yakalayamayan insanlar, steril bir ortamda hayatlarını geçiren organlar gibidir. kırılmamış kalbe sahip bir insan, olmadan bu dünyada giden bir meyve misali...kırık kalbin elbette aldığı şeyler de var, muntazam olmayan bir cilt gibi...kırışmış, yorulmuş bir beden gibi...

    başkalarının, benim hakkımda ne düşündüklerini bilmiyorum, kulaklarım insanların düşüncelerine kapalı. daha çok gülüyorum. özgür olmayı genç yaşında öğren, saçların gümüşe dönmeden. sonsuza kadar yaşamayacaksın ama hala burada zaman geçiriyorsun, ağıt yakmak için zamanını harcama. her gün sana tatlı gelen bir şeyi yap ve her gün en az bir defa kalbine dokun"
  • ülke olarak içinde bulunduğumuz durum.

    hem bireysel hem de siyasi açıdan durumumuz aynen bu. bireysel olarak taksi, otobüs şoförüne, bakkaldan ekmek alırken 'yok senin verdiğin ekmek az çirkin ben şunu alayım' derkenki çaresizliğe bakınız. sevgiliye aileye kimseye bir şey anlatıp başlıkta geçtiği gibi derdimizi veya sevincimizi bile anlatamıyoruz.

    ya anlatmayı bilmemekten ötürü ya da dinlenilmemekten ötürü oluyor bu. taksiciden hep özür dileyerek 'yakın mesafe ama, bozuk yok ama' derkenki çaresizliğimi biliyorum, oysa ne var yakın mesafeyse, trafiğin olmadığı bir saatte kıtalar arası seyahat etmeyi istemediğim için suçlu veya aptal değilim, değil mi?

    siyasi açıdan bu durum izahtan vareste zaten. imdat çığlığı atsan bile kimsenin umrunda değilsin, hatta neden olasın gibi bir tuhaf bakış mevcut.

    bu durumda yurt dışına gitsen, ordaki insanlarla tanışıklık (kültürel ve zamansal açıdan) buradakilerden daha az olduğundan dert anlatma endişesinde olmayacağımız için daha rahat edeceğimiz kesin. fakat bu dert anlatmayı orada başaracağımız anlamına gelmiyor.

    bu olayın siyasi boyutunun kökeni manipülasyon olabilir.

    bireysel boyutu ise genel bir bıkmışlık halidir belki.

    migrosun çileği nedense hep güzel oluyor, durdum çilek alayım ben burdan iyidir dedim. çilek seçerken yanımdaki kadın iki çileği yiyor bir tanesini de alışveriş torbasına atıyordu. ay yol kenarı burası kirlidir evde yıkayıp yiyin dememle kadının sonraki konuşmalarından biraz çatlak olduğunu görüp neden konuştum ki bu kadınla dedim. oysa basit bir paylaşımın bile gerekliliğini tartışmadan yapmayı iki cümle edil iyi günler demeyi isterdim.
  • etrafında sürekli dertli ve işleri yoluna koyamamış insanlar olduğunu gösterir.çünkü senin derdinin onu bağlamayacağını bilirsin.onun içinde kendinle dertleşirsin.
  • oğuz atay'ın da dediği gibi: ölümcül düşüncelerini hafifletirdi bir insanın varlığı belki. belki de anlatmaya çalıştın birilerine. kim bilir? anlatamadın; belki o insanın yüzüne bakar bakmaz anlatmanın yararsızlığını gördün.
  • sürekli başıma gelen durum. çok iyi bir dinleyiciyim bütün arkadaşlarım genelde her şeyini bana anlatır. anlamadığım şekilde ortamdaki en uzak kişi bile nasıl bir imaj çizip güvenini kazanıyorsam gelir bana sıkıntısını derdini anlatır. bense en yakın arkadaşıma bile anlatamıyorum.

    bazen çok niyetleniyorum içim içime sığmıyor sadece birisiyle dertleşmek istiyorum ama konuyu dahi açamıyorum. konuşmaya başladığımda o kadar önemsiz geliyor ki o sıkıntı, sürekli olarak "bunu anlatıp kimsenin vaktini almayayım" ya da "nasıl olsa beni anlamayacak" diye düşünüyorum. tabi bir diğer sebebi de erken yaşta tek başıma yaşamanın etkisiyle sorunlarımla dertlerimle hep tek başıma yüzleşmek, kimseden yardım isteyememek bir nevi güçlü görünmeye çalışmak.
  • bu kişisel sebeplerden çok insanın doğasından kaynaklanıyor bence. dert dediğin şey sözcüklerle sınırlandırılmış birşey değil ki ama sen bunu sözcük bağlamında anlatmaya çalışıyorsun. hatta dert tanımında bile bir sınırlandırma var. dert diye nitelendirdiğin şey herhangi bir nesne değil ki her seferinde aynı anlama gelsin. konuya geri dönersek dertlerini başka birine aktarmaktaki problem içindeki şeylerin kelimelerden fazlası olması. yani mesela bazen bok gibi hissedersin ama bunu bok gibi hissediyorum demekten ileri götürmezsin ya çünkü o kadardır anlatım gücün yani ama ertesi gün tekrar bok gibi hissederken dünkünün aynısı değildir ya işte herhangi bir duyguyu anlatmadaki problem de bu.bu yüzden şiir diye birşey var çünkü düz yazı yoğunluğunu karşılayamıyor bunların. ama sen arkadaşına dertlerini anlatmaya çalışırken şiirsel bir biçimde konuşsan weirdo damgası yersin.
  • bazen insan gerçekten çok bunalıyor, birine içini dökmek, bir çözüm yolu bulmak istiyor ama birinin içinde ne sıkıntılar yaşadığını o kişi haricinde hiçkimse aslında tam anlamıyla anlayamıyor. bu yüzden de anlattığın şey çoğu zaman anlattığın kişide karşılık bulmuyor. anlattığın kişinin gözlerinde o karşılık bulmamayı gördükçe içine daha da çok kapanıyorsun.
hesabın var mı? giriş yap