• dünyaya en az temas ettiğimiz mevsimdir. özlemimiz ve sevgimiz bundandır.
  • kar yağışsız kışların alışkını olduk istanbul'da.
    kış; kar yağışıdır, beyazdır, tatil edilen okul sonrası dışarıda kar topu savaşı yapan çocuklar, mahallenin dört bir yanında hodor gibi duran kardan adamlardır.
    şimdi ise istanbul baharıyla karışık bir kuru soğuk şeklinde geçmekte daha çok.

    istanbul'da en son hatırladığım kışın hakkını veren kar yağışına şahit olduğumda çocuktum. ondan sonra öylesini hatırlamıyorum.
    ne güzeldi.
    babam, işe gitmeden yakmıştı sobayı. sonra bana, " okullar tatilmiş, ev ısınmadan çıkma yataktan " diyor.

    yer yatağındayım... gözümü tam açamasam da televizyonun sesini işitiyorum, evet okullar tatil. annem giriyor içeri, elindeki tepside zeytin, ekmek, iki boş bardak...

    canım annem benim. allah senden binlerce kez razı olsun. bir de hastasın bu zamanlarda.seni böyle ayakta görmek öyle güzel ki...

    sobanın üzerinde çay demleniyor. kalkıyorum yataktan içimde okulların tatil edilişinin verdiği mutlulukla. pencereden dışarıya baktığımda görüyorum bembeyaz bir mevsimi.
    bizimkiler " kahvaltı " yapıyorlar. ben uyanınca annem, bana da bir bardak getiriyor. maşayı sobanın üzerine koyup üstüne ekmek bırakıyor.
    " yumurta da haşlayayım " diyerek mutfağa yönelince tavuklar geliyor aklıma benim de. hemen çorabımı, kazağımı giyip dışarı çıkıyorum. lastiğim var o zamanlar, kara lastik. üzerinde ayakkabımsı görünsün diye bağcık yerlerinin şekillerine benzer baskı da var. lastiklerimi de giyip atıyorum kendimi bahçeye. aman allah'ım!
    her adım attığımda gömülüyorum kara. sonra tavukların ayak izlerini görüyorum bahçedeki karın üzerinde. karmakarışık bir sürü ayak izi. belli ki kedi de geçmiş buradan. bir iki tavuk hariç diğerleri tekrar kümeslerine girmiş. biraz bakıyorum onlara, " çıkmayın çıkmayın bugün dışarı " diyorum.

    kümesin saçağında oluşmuş buzları kırıyorum tek tek. keşke eldiven giyseydim. ellerim kıpkırmızı oluyor soğuktan. içeri koşuyorum tekrar.

    " anneeee dondumm anneeee " diye bağırarak sobanın arkasına geçiyorum hemen. ellerimle birlikte vücudum da ısınıyor. ekmek kızarmış, yumurta hazır...

    ben sofraya oturduğumda babam kalkıyor işe gitmek için. çok uzun bir yol yürüyor her sabah ve her akşam işe gidip gelebilmek için.
    " nasıl gideceksin? " diye soruyor annem.
    ben de içimden, " kendine ne zaman doğru düzgün, seni üşütmeyen bir mont alacaksın baba? " diye soruyorum.
    çıkıyor evden, allah yardımcısı olsun.
    hemen çizgi film açıp kahvaltıma başlıyorum. annem tekrar oturuyor sofraya.
    " sıkı giyin " diye tembihlemeye şimdiden başlıyor.
    biraz sonra kapımıza vuruyor birisi. ahmet'in sesi;
    " hadisene oğluuuuum! "

    ahmet de benim gibi mutlu. saçmasapan hareketler yapıp " kara bak karaaa " diye bağırıyor.
    onunla birlikte ibrahim'i evinden almaya gidiyoruz. oradan umut'u ve diğerlerini...
    önce kardan adam yapmaya karar verip bizim sokağın başında aşırı şişman bir kardan adam yapıyoruz. sonra mahallemizin meşhur bir çayırlık alanı olan ve bizim " bayırlık " dediğimiz yere gidiyoruz hep birlikte. ellerimizde bir varili ikiye bölerek tekne gibi yapılmış muazzam kayan kış araçları...
    kaç kişi doluşabilirsek doluşuyoruz içlerine ve tepeden bırakıyoruz kendimizi. bazen aşağıya inene kadar devriliyor, bazen yarı yolda kimileri tekneden düşüyor, bazen de en aşağıya kadar döne döne gitmekten midemiz bulanıyor.
    saatlerce sürüyor bu eğlence. tekrar tepeye varana kadar canımız çıkıyor her seferinde. bazen yarı yola kadar tırmanınca ibrahim'le ben tekneye binip tekrar salıyoruz kendimizi aşağıya. " şerefsizlik yapmayın laaaaaan " diye bağırıyor diğerleri.

    öğleden sonra acıkıyoruz ve üşüyoruz hâliyle. evlerimize dağılıyoruz akşam buluşmak üzere. çoraplarım ıslanmış, elim ayağım buz tutmuş...
    üstümü eve girmeden çıkarıyorum. doğruca sobanın arkasına giriyorum yeniden. çorbagetiriyor annem. içine ekmek doğrayıp yiyorum. tekrar çizgi film izliyorum. bu saatlerde pek güzel çizgi filmler olmuyor. belki de show tv'de bir türk filmi izliyoruz...

    akşam tekrar buluşuyoruz çocuklarla. iri iri kar taneleri düşüyor üzerimize. sokak lambasının altında karın üzerinde ayak izlerimizden şekiller yapıyoruz. hepimizin ayağında kara lastik...
    sokakta kayıyoruz biraz da. bilirsiniz, birkaç defa karlı alanda ayak sürüyünce orası kaygan hâle geliyor. düşmeden kaymaya çalışıyoruz hızlıca koşup. sonra babam geliyor işten ve diğerlerinin babaları...
    tekrar evlerimize dönüyoruz.
    akşam bir yazı daha görüyorum televizyonda, " istanbul'da okullar yarın da tatil! "
    sevinçten içim içime sığmıyor.

    " eğer yarın da böyle yağarsa gitmeyeceğiz işe " diyor babam da.
    " kardan adam nasıl yapılırmış yarın size gösteririm " diye de ekliyor.

    sobanın arkasına geçiyorum yine. elimde bir jules verne kitabı. kitabı mı okuyorum hâyâl mi kuruyorum, bilmiyorum. lâkin yüzümde bir tebessüm, içimde bir sıcaklık, bembeyaz bir kış mevsimini zamanında yaşıyorum.
  • istanbul'da yaşayanlar için bugün dışarıdaki hava pek tatlı değil mi? böyle ne sıcak ne soğuk gibi, güneşli gibi ama sanki yağacak gibi de. yaz severler için kötü haber, bunlar son çırpınışlar.
    baharlar güzeldir ama ara mevsimdir. aslolan yaz ve kıştır. ben de kendi safımı belli edeyim, bebeğim kışa methiye düzeyim dedim.

    baştan söyleyeyim kışı övmeye, kışı kutsamaya, kışa tapmaya geldim. geliyor on iki ayın en güzelleri, gönlümün efendileri.
    afrika'dan gelen sıcak havaların yerine gözünü sevdiğim balkan'ların soğuk havası geliyor. bırak yağış gelsin, nem gidiyor, nemmmm.
    soyunmak bir yere kadar ama giyinmek öyle mi ya? hem de böyle çizmeler, paltolar, eldivenler...şıklığın mevsimi geliyor.
    rakının anasonu, biranın acısı gidiyor, tanrıların içkisi, biriciğim şarap zamanı geliyor.
    insanlardan gelen ter kokusuyla düşen burnumuza soğuk havayla şok tedavisi geliyor.
    "ya lütfen biraz uzaktan dokunur musun, çok terliyim hiç öpmeyeyim" demelerin yerine koala-okaliptüs ilişkisi geliyor.
    evde kedi avına çıkılıp, yakalayanın kediyi kendine sıcak su torbası yaptığı günler geliyor. (kedinin rızası var)
    daha az insanlı ama daha çok sarılmalı, kısık sesli, az renkli, loş ışıklı günler geliyor, dünyanın en güzel iki renginden biri grinin mevsimi geliyor.
    ucuz filmlerin esir aldığı salonlara sağlam filmlerin geldiği, tiyatroların sezonu açtığı, adam gibi konserlerin başladığı günler geliyor.
    eller havayacıların gülleri solarken romantiklerin karanlığı geliyor.
    her an cayır cayır yakan arsız yaz güneşinin yerine, kendini naza çekip ara sıra çıkan ve canı isterse sıcak, istemezse sadece ışık veren karakterli kış güneşi geliyor.
    dünyanın en güzel doğa olayı karın mevsimi geliyor.

    of ya hastasıyım, kalitenin mevsimi geliyor, kalitenin.
    korkma titre!
  • kitap sayfalarına mandalina lekeleri bulaştıran mevsim.
  • en az 3 ay kış mevsimi olan bir ülkede yaşıyoruz ancak insanlar soğuğa nasıl da dayanıksız. anlamıyorum. anlıyorum kandırdım. kat kat giydiren anneler yüzünden. işte bundandır ki en sevdiğim mevsimden nefret etme aşamasına geldim. şirkette klimayı azıcık soğuğa çevirmem mümkün değil. havasızlıktan ölmek üzereyim. servis desem kabus. camları sıkıca kapalı, muhtemelen yalnızca kapısından insan girip çıkacağı süre kadar açık kalıyor tüm kış boyunca. yolumuz uzun. bu sürede herkesin kokusu da nefesi de burnumda. hele o çorum kaloriferi mi neyse, ondan çıkan tozla karışık sıcaklık. soyunmayı bırak akciğerlerimi çıkarıp içine oksijen basmak istiyorum. fakat bakıyorum herkes mutlu. nolur diyorum kapatalım biraz şu kaloriferi, üşüyoruz diyorlar. tüm yol boyunca midem bulanıyor, havasızlıktan ölecek gibi hissediyorum, böyle kıpırdamadan duruyorum sanki işkence çekiyormuşum ama hiç hareket etmezsem o hava bana daha iyi yetebilirmiş gibi. gerçekten bıktım, bitse de kurtulsak.

    bundan sonra herkes çocuğunu katkat giydirmeye devam edecekse söyleyin, ben de benimkini sarıp duracağım. yazık gariban benim çektiklerimi çekmesin. norveçliler şu havada şortla geziyor ayol. onlar da insan.

    şimdiki aklım olsa cebimde inhaler cihazıyla gezer servise ilk bindiğimde "astımım var ve çok ciddi kriz geçiriyorum, nolur yanınıza kalın bir şey alın yoksa bu trafikte acile de yetişemem" derdim. demedim. gerçi kesin "ama biz üşüyoz:((" derlerdi. neymiş arkadaş bu üşümek ya.
  • benim gibi bazılarının; acayip olaylar hep kışları geliyor başına, seviyorsam sebebi bu.

    bir de terleyip serinlemek değil, üşüyüp ısınmaktır daha güzel olan.
  • yaz çok şey vaadeder insana; ama bunun yanında kış sadece, battaniye altında geçirilen birkaç huzurlu saatten başka bir şey vaadetmez.

    yaz , sonsuz tatil planları, bol eğlenceler, akşamını hatırlayamayacağın sabahlar vaadeder.. kış, aynı nevresimin altında, yatak sıcaklığını bırakıp çıkmaktan başka bir şey vaadetmez.

    yaz, bir daha görüşülmemek üzere kurulan, samimiyetin sınırlarını bir anda aşan arkadaşlıklar vaadeder.. kış, yıllardır tanıdığın tanıdık yüzlerle, aynı yerlerde aynı şeyleri konuşmaktan başka bir şey vaadetmez.

    yaz, ılık ılık esen rüzgarla kıpırdayan içinin enerjisini tanımadık biriyle boşaltmayı, sabahları sıcaktan dolayı yatağın iki ayrı ucunda uyanmayı vaadeder.. kış, dışarının donduran soğuğunda donmuş ruhunu ısıtan tek bir kişiyle, sabahları soğuktan dolayı yatakta koyun koyuna uyanmaktan başka bir şey vaadetmez.

    yaz çok şey vaadeder, beklentileri karışalamaz, hayal kırıklığı yaratır..

    kış... kış işte.. kar da yağarsa eğer; hayatta daha fazla ne kadar mutlu olabilirsin ki?
  • ancak sıcak bir evin vereceği yuva huzuruna sahip olunduğunda güzel olabilecek mevsim. üşüyorken ve üşümeye devam edecekken ne bembeyaz kar güzel olabilir, ne yağmurda ıslanmak.

    çamurdan, trafikten ve saat dörtte havanın kararmasından bahsetmiyorum bile.
  • görsel

    budur.
  • aslında karlıydı bu mevsim eskiden. yollar buzluydu camlar da; desen desen camlarda hohlaya hohlaya desenleri degistirmekti bu mevsim sobalı evin kullanılmayan diger odalarında.

    daha bir cocukluk kokardı bu mevsim. ıslak eldivenler elllere yapıssa ve buz da olsa, eskimis ama yenisi alınmak yerine deri ile itina ile yamanmıs su ceken botları ayaklara cekip karlarda oynamaktı bu mevsim.
    kar topu yapmaktı, onları hazırlayıp, bocalayıp sonra o siper edindigin yerden kartopu hucumu yapmaktı. ufacık topu yuvarlaya yuvarlaya kardan adam yapmaktı, komurlukten komurleri alıp dugme yapmaktı, boynundan atkını cıkarıp yaptıgın kardan adamın boynuna sarmaktı.

    eve gidince buz kesmis ayaklardan zorla botları cıkarmak, ayakları sobaya yapıstırmak ıslak corapları ve eldivenleri sobanın kapagına dizerken elleri yakmak sonra o ellerin morlugunu goren babaanneden azar yemek..

    bodrumdan komur tasımaktı kıs, pimapen olmayan camların o mis gibi cam kokan camların kenarındaki beyaz sungerdi. vuuuu diye esen ruzgardı.

    simdi bu mevsimin sanki vakti geldi
hesabın var mı? giriş yap