• beş adet kız arkadaşımdan ibaret bir vatsap grubumuz var. grup ilk zamanlarda komikli videolar, yemek tarifleri, çocuk gelişimi tavsiyeleri, dizilerden replikler paylaşılan; muhtelif dedikodular yapılan; yıh yıh yıh diye gülünen sıradan, masum, tam da olması gerektiği gibi saygıdeğer bi platformdu.

    fakat, son bikaç haftadır korkunçlu şeyler olmaya başladı: kişisel gelişim akımına kapıldık. gönderilen pdfler, e-kitaplar, storytel linkleri, ses kayıtları derken çok güçlü bir girdap oluştu. her zamanki gibi sivrilen ve sorun çıkaran kişi olmamak için ben de uyum sağladım. kitapları üstünkörü olsa da okudum. ödevleri tam olmasa da yapmaya gayret ettim. anı yaşayacaksın dediler tamam dedim, hayır diyebilme sanatını öğrendim, çakraları parlattım, meditasyon yaptım, zihin seslerini yavaşlattım, beynime format attım.

    nefes terapisi sırasında; sol elimin serçe parmağı burnumun sağ deliğini kapatırken saniyeleri sayarak nefes al-tut-bırak alıştırmalarıyla diyaframı şişirmeye çalıştığım an uyandım*: nabuyom ya ben? yaşama bağlanmayı bu kadar istiyor muyum gerçekten? ben böyle bi insan mıyım ya? ayıp ayıp kendinden utan!

    hemen silkindim kendime geldim ve bacılara mesaj attım:
    -benim canım güzel kardeşlerim! itiraf ediyorum, kitaplar çok sıkıcı, ben bırakıyorum bu işleri. siz de kişiliğinizi içinizden geliştirin allasen. eski güzel günlerimize dönelim yütfen.

    kendimi dürüstlükle ifade etmemi ve 'hayır diyebilme' irademi tüm açık kalplilikleriyle onayladılar. erdemleriyle ruhumu sardılar ve beni olduğum gibi kabul ettiler.

    detoks olarak; en acilinden sevgilim yakupcuğum kadriciğim karaosamanoğlucuğumun yabanını yalayıp yutuverdim. bi ferahlama oldu. nefesim açıldı adeta. hemen ardından, canımıniçi fakir baykurtun yılanların öcüne başladım. yemin ederim ilaç gibi geldi. uykularım düzeldi. eskisi gibi kabuslar görmüyorum artık. fakat spirituel olarak nasıl dağıldıysam hala istenen seviyede bi ilerleme kaydedemedim. eğer bikaç gün içinde eski halime dönemezsem kemalettin tuğcu serisine başlayacağım çaresiz.

    masum, tertemiz kalbimi ve beynimi geri istiyorum ben. gülen gözlerimi geri istiyorum. bu devirde kirlenmemiş bi kaç kişiden biriydim negzel.
  • bu konunun sektör haline gelebilmesinin iki önemli ayağı var bana sorarsanız. birincisi kendisini yetersiz hisseden ve dış faktörlerden kolay etkilenen özgüvensiz insanların yarattığı itici güç.

    acımasız bir tanımlama oldu farkındayım ama daha yumuşak bir yolu da yok gerçeği söylemenin üzgünüm. bu insanların sinir uçları öylesine derilerine yakın ki olumluya da olumsuza da güdümlenmeleri çok kolay. iyi hissetmek için başkalarının görüşlerine ihtiyaç duydukları için ne yazık ki bu zaaflarını fark eden tüccarlar tarafından müşteriye dönüştürüldüler. yani benim tanımlamam can sıkıcı olabilir ama aslında üzerilerinden para kazanan kocaman bir sektörün yaptığının yanında şefkat tokadı olabilir sadece.

    kitapçılardaki kişisel gelişim raflarını dolduranlar veya iş yerlerine motivasyon konuşması için getirilenler ya söylediklerine kendileri bile inanmayan şarlatanlar yahut insanların hayatlarına yön verebilecek kadar üstün olduklarını düşünen egosu gözünü kör etmiş tipler. her iki durumda da yarattıkları motivasyonun sonuçlarının sorumluluğunu alabileceklerini sanmıyorum. virüs gibi fikirlerini yayıp kişi başı ücretlerini toplamak dışında bir kaygıları var gibi gözükmüyor.

    burada beni rahatsız eden kısım öyle sinsi ki tam olarak açıklamakta zorluk çekiyorum. insan bilinci onu savunan fikirsel katmanlar olmadığında inanılmaz manipülasyona açık ve bu edilgen duruma girdiğinde onu neyle beslediğiniz çok önemli. aynı alternatif tıp düzenbazlığında olduğu gibi bir durumla karşı karşıyayız ama kimse bunun farkında değil. uzman bir psikolog tarafından destek görmesi gereken insanlar, alternatif bir yöntem gibi gördükleri kişisel gelişimcilerin kucağına düşüyor her gün. bu sözde uzmanlar yasal bir mevzuata tabi olmadıklarından içlerinden geçeni empoze ederek bana sorarsanız tehlikeli bir oyun oynuyorlar.

    bir kişinin gelişimine ilişkin doğruyu bildiğine inanç bence ancak cehaletle mümkün. ancak alan razı satan razı henüz insanlık bu tarz durumlar için yasal düzenlemeler de getirmiş değil. o nedenle bu kısmında eleştirmek dışında bana bok yemek düşüyor.

    ikinci önemli ayağı ise başkalarına pazarlanabilecek yalanları öğrenmek isteyen kitle. siz hiç kişisel gelişim sempozyumuna katıldınız mı bilmiyorum ama benim gördüklerimde katılımcıların yarısı da kişisel gelişim uzmanı. bunlar 500 dolar para vererek birini dinlemeye gittiklerinde amaçları oradaki konuşmadan feyz almak değil, satılabilir yalanlar öğrenmek oluyor.

    yalan söylemek kolay ama karşındakini ikna edip seni bir bok sanmalarına yarayacak şekilde yalan söyleyebilmek zor. bu öğrenilmesi gereken bir meziyete dönüşüyor sektör içinde. tek yapmanız gereken özgüveni sallantıda tutunacak dal arayan insanlara ürün olarak satılacak mucize çözüm yolları uydurmanız. bunun için de denenmiş güvenli yalanlar duymak işinize yarayacaktır.

    kansere çare çiçek balı satan adam er yahut geç başına iş açar ama ruh sağlığına iyi geleceği iddiasıyla ikna edici yalanlar öğrenirseniz bunları sittin sene satabilirsiniz. benim gibi bir manyak konuşmazsa da bu yaptığınızı kimse fark etmez.

    bu kitapların veya konuşmaların içeriğini sorgularsanız satılan şeyin hava olduğunu siz de anlayacaksınız ama sorgulayabilseniz en baştan bu tüccarların kucağına düşmemiş olurdunuz eminim. biraz kişisel gelişim kitabı adı bakalım mesela;

    iyi hissetmek
    insanın anlam arayışı
    özgüveni keşfedin
    hayatınızı 7 günde değiştirin

    bu ve bunun gibi başklıklarla insanlara eksikliğini hissettikleri şeyi vereceğini iddia eden bu lavuklar savunmasız bir kesimi sömürüyorlar ve ben bundan inanılmaz rahatsızım. piramit düzeni gibi içine girildiği anda dolandırıldığını fark etsen de utancından kendini savunamaz hale geliyorsun. kitabı okuyup bir gelişim kaydedemezsen "ben yeterince çabalamadım ondan olmadı" diyorsun.

    oysa kıçını da yırtsan bu kitapların da, sempozyumların da, secret, kuantum, melek terapisi, şifalı taş koleksiyonu zart zurt zırvalarının da kişisel gelişimine destek olması mümkün değil. bu dünyada insanı geliştirecek tek şey koşulsuz şartsız bilgidir, özgürlüktür, huzurdur. bunların herhangi biri bir insana hap yapılıp verilemez.

    öğrenmek istiyorsan makale okursun. makaleleri baz alan belgeseller izlersin, subjektif yargılardan kaçınırsın. bir şeyin cevabını bilim bilmiyorsa kimse bilmiyordur alternatif yöntemler iyi ettiğinden fazlasını beter eden gelişigüzel çözümlerdir.

    alternatif tıp diye bir şey yoktur. tıbbın alternatifi dolandırıcılıktır.
    alternatif psikiyatri de dolandırıcılıktır.

    kişi gelişmek istiyorsa ona yol gösterecek her şeye kendisi ulaşabilir. gurular, melek terapistleri, şifacılar, renk terapistleri ve size yol göstereceğini iddia eden sözde uzmanlar yalan söylüyorlar. bilimin bilmediklerini bildiğini söyleyen bu insanlar dolandırıcılar ama suçları tanımlı değil. gözünüzü seveyim gerçeğe dönün, bu anlamsız sektörü ayakta tutmayı da bırakın.

    gerçeği bilimde arayın
    huzuru sanatta ve özgürlükte arayın.

    para veriyorsanız bir ürün/hizmet satın alıyorsunuzdur, ürünün iddia edilen şeyi yapıp yapmadığını bilimsel yöntemle sorgulayın.
  • populer kulturdeki kisisel gelisim, ici bos bir somuru kaynagidir. vakti zamaninda nlp, kuantum dusunce teknigi, reiki vs. egitimlerine katilmis biri olarak vardigim tek sonuc bu. tam bir vakit kaybi.

    esasinda ilk baslarda insanlarin gaza geldigini gozlemledim, baya baya bunlardan yararlananlar vardi. ama kisisel gelisimin en buyuk acmazi, iddia ettigi gibi insanin kendisiyle yuzlesmesini saglamasi degil, tam aksine, yuzlesmesi gereken seyleri gormezden gelme telkininde bulunmasidir. cok kucuk bir ornek, surekli pozitif dusunmeyi ogutlerler, minik seylere bile buyuk pozitif anlamlar yuklemeyi, olumsuzluklara da ayni pozitif gozle bakmayi. lakin gozden kacan ince bir nokta var; mutemadiyen pozitif dusunmeye "calismanin" verdigi alt mesaj, aslinda hicbir seyin pozitif olmadigidir. ("calismanin" dedim, oysa hayata pozitif bakmak calisarak kazanilacak bir ozellik degil, bir mizac meselesidir. kimi insan mizaci geregi negatiftir ve bu negatifligi ancak ve ancak farkina varmak ve olumlu bir sekilde yonlendirmekle zararsiz hale getirebilir, pozitif olmaya calisarak degil). hali altina supurmek gibi bir sey. oysa bir seyi alt etmenin tek yolu, onunla yuzlesmek, onun negatif bir sey oldugunu kabul edip, buna gore metodlar belirlemektir; pozitiflik yukleyerek manipule etmek degil. gerceklerden kacmanin yolu yoktur cunku. haliyle de belli bir sure sonra, o gazi alip havalanan insanlar, igne degmis balon gibi sonuveriyorlar. tabi o vakte kadarkisisel gelisimciler de parayi goturmus oluyorlar.
  • modern insanın dünyaya meydan okuma aracı; kişisel gelişim. kas geliştirir gibi kişilik geliştiriliyor bugün. bu yolla kahraman olduğu bir masala inandırılıyor insanlar. tüm başarıları elde etmek mümkün. insan isterse olur. her şeye muktedir hanımefendiler ve beyefendiler… mutlu değilse eğer, başarılı değilse, kabahatli olan insanın ta kendisi. kendinden başka bir irade tanımayan, hayatın ipe sapa gelmezliği karşısında dehşete kapılan insanlar... halbuki tüm değişkenler hesaplandığında eşitlik sağlanmalı, başarıya ulaşılmalıydı?! öyle de alıcısı var ki bu kişisel gelişim denilen şeyin, bir iş yerine gidecek olsanız, masaların üzerinde muhakkak böylesi kitaplara rastlarsınız. hatta bir tanesi şu an görüş alanımda.
    her şeyin kontrol dahilinde olduğuna inanıldıkça gelişigüzel olana tahammül kalmıyor, aniden yağan bir yağmura, uçağın rötarına.. bildiğin oturup ciddi ciddi üzülüyor mesela yudumlarken üzerine damlayan bir damla kahveye. bilmiyorum sahiden faydası oluyor mu okuruna da, bana kalırsa çok da temiz bir amaca hizmet etmiyor bu kitaplar… mutluluk kadar mutsuzluk da hayatın bir parçasıdır, başarı kadar başarısızlık da. hatta bakınız nüktedan bir şair ne de güzel demiş; insanoğlu acizdir muhtaçtır, fazla artistlik yapmamalıdır.
  • mastürbasyonla olmuyor.

    boşuna denemeyin.
  • dolaylı yoldan tanım olacak ama maksat aslında dedikodu. bu işi yapmaya girişen bir tanıdığımı * anlatacağım.

    bi sene filan kadar önce bir iş vesilesiyle bir adamla tanıştım. ben freelance video, kurgu, motion graphics falan yapıyorum. benim erkek arkadaşımın da ta üniversiteden bir arkadaşı facebook'ta "bir video için kurgu yapabilecek tanıdığı olan var mı" filan gibi bir şey paylaşınca hemen beni söylemiş. ama benimki ve bu adam üniversiteden beri konuşmamışlar görüşmemişler. üniversitede de çok yakın arkadaş olduklarından değil de hani olur ya, aynı arkadaş grubu içinde takılırsın.

    neyse biz adamla buluştuk. erkek arkadaşım da diyor ki "iyi çocuktu, işte bu bahaneyle görüşmüş de oluruz ne güzel" filan.. adam hafif kısa, kel, sakallı, bütün kollar tamamen dövme kaplı, body builder tipli bir adam. çok da güler yüzlü filan. boynunda da eşek kadar bir altın haç var. neyse bunlar da ok.

    hoş beş ettik, görüşmeyeli ne yaptınlar falan. adam sonuçta sadede geldi ki, istediği video şöyle bir şey, adını vermeyeyim ama siz şu an hollywood'un ve dünyanın en popüler kadın oyuncusunu düşünün, adam onunla tanışmayı aklına koymuş. bir sürü de bir şeyler çekmiş cep telefonuyla filan, işte bungee jumping yaparken, sky diving yaparken filan, elinde pankartlar filan tutumuş bir şeyler, benden istediği, bunlardan bir "bizim ülkemiz çok güzel, buraya gezmeye gel, ben seni gezdiririm, birbirimizi tanıyalım" temalı bir video oluşturmam.

    biz tabi adamın yanından ayrıldıktan sonra dedik ki, deli herhalde bu. benim ki diyor ki "ya bu böyle aklı gidik değildi gibi üniversitede ne bileyim" filan. tabi iş biraz saçma olunca ben de "gözü yerse" diye biraz yüksek bir fiyat çıktım. hani kabul ederse iyi, etmezse de zaten çok bu adama bulaşmaya niyetim yok gibilerinden... adam gözünü kırpmadan kabul etti.

    sonuçta ben bu adama böyle bir video yaptım. yaptım ama, kurgu süreci boyunca adam tabi gidip geliyor filan. sağolsun bana ofise kahveler, öğlen yemekleri, tatlılar filan getiriyor bir de arada. sevimli de yani aslında, iyi bir insan, ama daha çok vakit geçirip daha yakından tanıdıkça daha çok geriyor insanı.

    ha bu arada ön bilgi, benim erkek arkadaşım hintli, ve bir evlilik planı içerisindeyiz, tarih marih belirlenmiş... bir gün öğle yemeği yerken bu adam dedi ki "e sen müslüman değil misin, seninki hindu. siz evlenince nasıl olacak?" ben de "ben inançlı değilim, müslümanım diyemem. benimki de lafta hindu, bizi bozmuyor, biz gül gibi geçinip gidiyoruz" gibi bir şey dedim. vay sen misin "inançlı değilim" diyen. adamın aklı çıktı.

    "nasıl yani sen tanrı'ya inanmıyor musun? nasıl olabilir böyle bir şey?" filan gibi. ben de böyle tartışmalara girmekten yıldığım için "ya öyle işte, neyse boş ver, yemek güzelmiş, hava güzelmiş" filan diye konuyu değiştirmeye çalışıyorum, fakat adam konunun peşini bırkamıyor. bir noktada dedi ki "e iyi o zaman sen rahatça hindu dinine geçersin."

    güldüm tabi. "mümkün değil öyle bir şey."

    "niye değil? senin nasılsa bir dinin yok."

    "e canım, inanmıyorum, hop diye ganeş'e, şiva'ya inanmaya başlayamam ki, çok saçma."

    "ya niye ki, nasılsa bir tanrın yok, ganeş olsun, şiva olsun işte.."

    "inanç öyle bir şey değil ki? ben tamam hindu oldum, inanıyorum desem de inanmıyorum yani, yalan söylemiş olurum, niye öyle bir şey yapayım? hem ne benim erkek arkadaşım, ne de ailesi hiç bir şekilde bana hindu ol filan demedi, sana ne oluyor?"

    ortam gerildi tabi. neyse uzun lafın kısası, bu adam kendisi çok koyu hristiyan, hatta videonun sonuna da illa yerel kilisesinden ayin görüntüleri filan ekletti. akşamına da beni eve bırakırken laf ola beri gele bir bardak bir şey içmek için içeri çağırdık.

    adam ısrarla din konusunu açtı, benim erkek arkadaşım da dilini tutamadığı için mevzu harlı kavgaya dönüştü. adam diyor ki "evrim diye bir şey yok, yalan! biz adem ve havva'dan geldik", erkek arkadaşım diyor ki, "ulan hırt, biz birlikte biyoloji okumadık mı?"

    bir kaç gün sonra adamın videosunu teslim ettim, adam da memnun kaldı videodan filan, aksatmadan da ödememi yaptı. sen sağ ben selamet, dedik ki biz bir daha bu adamla muhatap olmayalım.

    şimdi buraya kadar adamın nasıl bir adam olduğunu anlattım. geliyorum kişisel gelişimle ilgili kısma.

    aylar sonra bu beni tekrar aradı. "ya eye snap, bi projem var, bana böyle kurgu yapacak biri lazım, bir buluşalım da ben sana projemi anlatayım." paraya da ihtiyacım var, tamam dedim.

    önce geldi oturdu biraz hoşgeldin beş gittin filanın arasında "ya siz de ne şanslısınız, evleniyorsunuz, ben hala tek tabanca. yalnızlık zor." filan gibi konuştu. ben de içimden "e hollywood yıldızına oynursun be kardeşim" gibi düşünüyorum, neyse.

    iki projesi varmış bana danışacağı. birincisi, uzun metraj senaryosu yazacakmış, ve sıkı durayımmış, bunu peter jackson'a yollayacakmış.

    peki.

    peter jackson zaten hep boş oturup, daha önce hayatında film senaryo, hatta hikaye, makale bile yazmakla filan uzaktan yakından alakası olmayan insanların senaryolarını okumak için bekliyor. yüzlerce binlerce, ödüllü mödüllü, yıllarını bu işlere vermiş adamların hiç aklına gelmediydi, bi senaryo yazıp peter jackson'a yollamak.

    ben son derece iyi niyetle belki 3 saat film işlerinin nasıl işlediğini, bir senaryo yazmanın ne demek olduğunu, ve hatta konuşma arasında bilmediği ortaya çıkınca bir yönetmenin ne yaptığını filan anlattım. sonunda da dedim ki "bu konuda kararlıysan sana tavsiyem ya git gerçekten senaryo yazarı olan sağlam bir yazar bul, ona yazdır, ya da sen de herkes gibi sıfırdan başlayacaksın, çok film seyretmeye, bunları senaryo yazan biri gözüyle seyretmeye başlayacaksın, sonra bir kısa film senaryosu yazıp çekip onunla bir şekilde bir yerde gösterilmeye ödüller almaya çalışacaksın ki, ben senaryo yazıcam diye ortalıkta dolaşan binlerce milyonlarca boş insanın arasından bu konuda ciddi olduğun, bir işler yapabildiğin ispatlansın, gösterecek bir işin olsun.. ortalıkta o kadar çok böyle gezen insan var ki, bir şey gösteremezsen kimse seni ciddiye alıp dinlemez bile, bırak peter jackson'ı filan.." böyle böyle işin gerçeği bu anlattıklarım. "ohoo sen de çok abarttın" dedi. tamam dedim ya, sen bilirsin.

    diğer projen ne? benim saat ücretimi biliyorsun.

    bir websitesi kuracakmış, aylık abonelik satacakmış. siteye de her hafta iki tane video koyacakmış. videolar, tahmin ettiniz, kişisel gelişim videoları olacakmış. bunun başarısına örnek olarak da kendi takip ettiği, benim duymadığım bir kaç isim söyledi. bunlardan bir tanesi, anlattığına göre böyle kadınlara yönelik videolar yapan bir adammış. bir videosunda görmüş böyle adamın malikanesi varmış, o malikanedenin bi odasında böyle kadınlar doluymuş. kadınlar bayılıyorlarmış bu adama.

    kendisi de 25-45 yaş arası kadınları hedef kitle belirlemiş. "kesinlikle onları kolay av olarak gördüğü için değil"miş. ama kadınların bu tür şeylere daha çok yatkınlığı olduğuna inanıyormuş.

    diyor ki: "ya ben insanlara çok güzel tavsiye veriyorum. geçenlerde bir arkadaşım çok sinirlenmiş, kavga etmiş adamın biriyle. nasıl öfkeden köpürüyor. çektim onu köşeye, dedim oğlum bak sakin olacaksın. sakin ol filan. sakinleşti hemen, doğru söylüyorsun dedi bana. yani ben çok güzel akıl veriyorum, insanların ihtiyacı var buna." yemin ediyorum size, bunu anlattı adam bana böyle.

    ben gerçekten şok vaziyette dinliyorum, hani biraz tuhaf bir adamdı ama bu kadar aptal olabilir mi diye. tabi paraya ihtiyacım var.

    tamam dedim saat ücretimi ödüyorsan şu şu aralıkta müsaitim, yaparım. kötü niyetli demezseniz, birazcık da "bakalım ne üretecek" diye merak ettiğim için bekliyorum, ne video gönderecek diye.

    ham görüntüler geldi.

    ilk video:

    "şişman mısınız? kısa boylu musunuz? zayıf mısınız? insan doğasında hep böyle bir kapışma var. yakışıklı olan kızı kapıyor, güzel olan adamı kapıyor. fakat şimdi ben size 1 kesin kural ile bunun üstesinden gelmeyi anlatacağım!" (arada bir ton laf salatası tabi ben özetliyorum ama inanın ki içeriği dalga geçmek için bozuyor değilim, aynen böyle söylüyor videoda) "bir olay paylaşmak istiyorum sizlerle. benim güzel bir kız arkadaşım, bir gün adamın birinin kendisini kestiğini zannetmiş ama aslında adam onun yanındaki kızı kesiyormuş. yani buradan almamız gereken ders benim de size vereceğim, uygularsanız bütün sıkıntılarınızı çözecek tek bir kural! umursamayın! başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğünü umursamayın! evet bugünkü videomuzun da sonuna geldik. bunu beğendiyseniz şuradan üye olup videolarıma ulaşabilirsiniz vs vs"

    bravo dedim, gerçekten acayip bir değer yaratmışsın burada. demedim tabi. "al videon, ücret şu kadar" dedim. nasıl olmuş beğendin mi? filan diye sordu, "gün ışığında çekmen iyi olmuş, ışık kullanmadığın için iç mekanda iyi olmazdı" dedim. ya bunu likelasana, facebooktan paylaşsana, filan dedi. "ya cnm valla elim dolu şu an, ben sonra şeyederim" dedim.

    iki videosunu daha yaptım sonra artık adamın saçmalıklarını dinlemeye dayanamadığım için işe ihtiyacı olan, daha genç bir kurgucu arkadaşa pasladım, "içeriği biraz gıcık ama zararsızdır, iyi adamdır paranı zamanında öder" şeklinde bir referansla.

    sonraları bir noktada alakasız bir şey için aynı ortamda bulunduk, ben, erkek arkadaşım ve bu adam. bizi yakalamışken yine projelerini anlatmaya başladı. dedi ki,
    "ya benim bu videolar çok tutuyor. dünyanın her yerinden kadınlar seyrediyorlar. yazışıyoruz filan. ben şimdi bir de kitap çıkarmayı düşünüyorum." anlatıyor anlatıyor, benimki de "ya kitabı nasıl yazacaksın? pek kolay bir iş değil yani." gibi bir şey dedi. adam da dedi ki "nedir ya, doldurucam işte böyle özlü sözler ve bir kaç tırı vırı videoda anlattığım şeyle, güzel de bi kapak yaparsın..."

    o ana kadar sanki yaptığı şeyin geçerliliğine çok inanıyormuş gibiydi, ama o anda anladık ki kendisi de inanacak kadar salak değil herhalde. saçmaladığını bilerek saçmalıyor.

    şimdi hakikaten bizim ağzımızı açık bırakacak kadar izleniyor videoları, üyeleri filan var para ödeyen.

    senaryo planı da yalan oldu herhalde, bana böyle her tarafında "confidential" diye mühürler olan saçma sapan bir tretman yollamıştı. iyi güzel ama ben çok meşgulüm ilgilenemem demiştim.

    şimdi düşünüyorum bazen, adamın herhalde bir bildiği var aslında. biz mi acaba "insanlar o kadar salak olamaz" diye düşünürken yanılıyoruz. o mu aslında daha iyi biliyor ne kadar salak var, ne kadar akıllı var?
  • herhangi bir konuda tek bir kuralı olan şey :

    uzun süreli, sistematik ve düzenli efor.

    herhangi bir şeyin - beceri olsun, bilgi olsun; yeterince uzun süre üzerinde çalışır,
    çalışmanızı sistematik olarak gelişim odaklı yaparsanız o şeyde ustalaşmanız kaçınılmaz.

    elbette burada bazı istisnai durumlar var.

    örneğin - enstrüman çalmayı ele alalım.

    eğer insanların yaklaşık %4ünü etkileyen congenital amusia denen "muzik algılayamama" durumundan muzdarip değilseniz, 10 sene boyunca günde 2 saatlik sistematik pratik yaptığınız takdirde gerçekten çok iyi bir piyanist olmanız garantidir.

    ancak 10 sene boyunca 2 saatlik bir çalışma sizi richard claydermann gibi uluslarası bir piyano konser sanatçısı yapmaz.

    her gün 5 saat antrenman yapsanız 5-6 sene sonra bir messi olamazsınız.

    ya da günde 2 saat boyunca programcılık çalışırsanız 10 sene sonra gerçekten çok iyi bir programcı olmanız kaçınılmaz. ama bu size minecraft benzeri bir oyun yazarak 2.5 milyar dolara satma garantisi vermez.

    buradaki ayrıntı - "başarı" dediğimiz şeyin kriterlerinin sürekli değişim halinde olmasıdır ve kısaca şans dediğimiz şeyin etkisi çok fazladır. messi/claydermann/notch olabilmek için onların tekil - unique şartlarına sahip olmamız gerekir. zaten "kendini başkalarıyla kıyaslama" telkinin altında yatan mantık bence budur.

    bazen kendini başkalarıyla kıyaslayan oğluma şunu söylerim - sana deseler ki (x arkadaşın)la yer değiştirsen? ama her şeyinle, annen-baban-evin-diğer arkadaşların-kıyafetlerin-tümüyle yer değiştirirsen onun sahip olduklarına sahip olacaksın deseler, kabul eder misin? kerata hemen cayıyor. çünkü istediği onun gibi olmak değil, onun sahip olduğu spesifik bir şey. e o spesifik şeyi 100% yer değiştirmeden elde etmenin de yolları var.

    herhangi bir alanda, düzenli, gelişime yönelik sistematik, geri bildirim alarak yanlışlarınızı düzeltme bileşenine sahip bir çabanın sizi o şeyde usta yapması kaçınılmazdır. eğer kovaladığınız şey para ise para kazandırdığı bilinen mesleklerde ustalaşmak buna dahildir.
  • new age uzantısı gibi geliyor bu kafa.

    dale carniege diye bi adam vardı, üzüntüyü bırak yaşamaya bak, dost kazanma ve insanları etkileme sanatı falan filan... dost kazanmayı kitaplardan öğrenmeye çalışmak aslında üzücü bir durum.

    leo buscaglia diye bir adam vardı, sevgi kusardı. sevin birbirinizi ete para vermeyin genjler şeklinde tavsiyelerini kitap yapmış, sağlam paralar kırmış zamanında.

    susanna tamarro ve paulo coelho'nun karakterlerinin karakterlerinin başına trajik bişey gelir, birden bu muazzam bir içsel yolculuğa dönüşürdü. bilgelik akardı okuyanların paçasından.

    böyle şeyler gündelik yaşamın boğuculuğu altında ezilmeyip, birinci dünya ülkesi vatandaşı gibi olmadık şeylerden bunalıma girmeye lüksü olanların işi gibi biraz da.

    şimdi düşününce garip, sürekli bir mutlu olma çabaları, ne olursa olsun gülümse, boşver lan takma amk, bak daha kötüsü de var olm, yaşamak negzel şey şeklinde mantığa oturtma şeklinde ilerlerdi bu tarz kitaplar.

    sonra anthony robbins'ler sınırsız güçler çıkmaya başladı. etkili insanların bilmem kaç özelliği, al eline kuponu ara nalkopunu şeklinde draje haline getirilmiş demlenmiş(!) hayat tavsiyeleri. parantez içinde ünlem koyarak sikimsonik ironi yapmak da negzelmiş bu arada.

    bence insan bu hırbolara prim vermek yerine samimiyetle çeşitli sıkıntılara kafa patlatmış insanlardan bişeyler kapmaya çalışmalı.

    carl gustav jung okumalı insan, nedir bu adamı kendini incelemeye yönelten, sigmund freud'a kulak vermeli, sapıkmış lan o diyenlere kulak asmadan, wilhelm reich diye kral bi adam yaşamış zamanında, sonra deli ilan etmişler adamı bi dinle bakalım neden?

    adorno'yu okumalı modern yaşamı en güzel anlayan kafalardan biri, marshall mcluhan'ı tam da bu internet çağını kaç yıl öncesinden analiz etmiş, nietzsche'yi, belki acıyı itelemek yerine onu da mutluluk kadar doğal kabul edip doğamızla barışabilir böylece. bir de nevrozları en güzel inceleyenlerden biri karen horney. nevrotiğiz çünkü hemen hepimiz. ister kabul edin ister etmeyin, bastırılmışız, psikolojik olarak sakat bırakılmışız, ondan ölüyoruz sevgisizlikten, bu denyolardan medet umuyoruz.

    jack london, ki kendisi hayvanlı çocuk kitabı yazarından fazlasıdır, ne demek sınıf mücadelesi, yaşam gailesi, nasıl toplum evrilmiş sanayi inkılabından sonra anlayabilmek için.

    chuck plahniuk'un kafasına girmek lazım, beladan kaçmak yerine ona kucak açmayı öğrenmek için, kimbilir belki de tam da bu bela dediğimiz şeylerin içinde bizim için bir kurtuluş vardır?
  • kişisel gelişim arıyorsanız bunu felsefe ve psikolojide arayın, yaşam koçlarında değil.
hesabın var mı? giriş yap