• müzik sanatının zirvesi değildir *.

    eserlerin kaydedilip halka satılmasından ziyade kağıt üzerinde bestelenip orkestralar tarafından seslendirilmesiyle icra edilen müzik türüdür. bu şekilde olmayan, kaydedilip dağıtıma açılan bütün müzik türlerini * * pop müzik sayıyoruz.

    aslında bu da değildir. klasik müzik batının belli bir periyodunun "sanat" müziğidir*. ben genel halk tarafından anlaşılsın diye bu başlığa yazıyorum.

    bu nedenle "coğrafyalar üstü" falan da değildir. gayet bildiğin avrupa coğrafyasının 18-19. yüzyıllar arasında icra ettiği "sanat" müziğine verilen umumi isimdir. her coğrafyanın ayrı sanat müziği ekolleri vardır, mesela hint klasik (sanat) müziği bambaşkadır, fars sanat müziği apayrıdır. orkestral her müziğe, formal her müziğe klasik müzik takısı koymak aslında biraz yanlış.

    batı sanat müziğinin pop müziğe göre daha çok emek ve altyapı gerektirdiği doğrudur, ama kalkıp bir aphex twin'i, bir john coltrane'i de klasik müzikten aşağıda tutamazsın.

    20. yüzyıl öncesi klasik müzik de sanıldığı gibi "zor dinlenilir "değildir *. daha çok odaklanma gerektiren bir anlatıma sahiptir ancak pek çok eser günümüz pop müziğinin de esasını oluşturduğu için armonik olarak takip edilebilir ve tahmin edilebilir şekildedir. çünkü pop müziğin armoni anlayışı * aslında klasik müzik ile aynı *. sonra caz müzisyenleri çıktı, disonant akorlarla falan popüler müziğin armonik yelpazesini iyice bir genişlettiler, tanrı onlardan razı olsun.
  • hali hazıda elinde klasık müzik listesi olan var mı ?
  • ne tıp, ne sanayi, ne teknoloji ; batı medeniyetinin en büyük doruk noktası klasik müziktir. sebebi şu; klasik müzik insan ruhunun en incelikli kenarlarında gezinir, üstüne dev bir orkestra ile icra edilir ve teknik bir iştir. yani hem onca insanı organize et, hem tekniğin doruklarında gezin hem de insan ruhuna dair bir üretim yap. bu medeniyettir işte, gerçekçi olalım doğu medeniyetinin henüz bu çıtaya çok uzak olduğu aşikar.
  • klasik müzik dinleyemeyen/dinlemeyen insan bana göre çoğu incelikten de eksiktir. boşuna ben nezaket timsaliyim diye gezinmesin.
  • selpak yahut orkid gibi bir jenerik markanın ismi olan klasik müzik, esasında avrupa kıtasının sanat müziğini ifade eden ölü yahut can çekişen bir sanattır. sadık okuyucular hatırlayacaktır, daha öncesinde avam-ı nasın müziği olan halk müziğinin öldüğünü kerelerce yazmış idim. bu kez de batılı ekabirin müziği olan klasik müziğin ihtizarını konuşacağız.

    müzik niçin ölür?
    bu soruyu okuduğunuzda zihninizde başka bir sorunun uyanması lazım: müzik ölür mü? sizi önce müziğin de öldüğüne ikna etmem lazım. bunun için de müsellem bir örnek seçeyim: mehter. aylar önce yine bahsetmiştim mehterden (bkz: mehter müziği/#123334956). şöhreti cihana gulgule veren bu debdebeli müzik, devrinin en şenlikli, en canlı, en semiz müziğiydi. şimdi? şimdi ölü. içini doldurdular, özel günlerde panayırlarda sergiliyorlar. artık yaşamıyor, naaşı muhafaza ediliyor. tekke müziği de böyledir. tekke müziği için evvela tekke lazımdır. onu besleyen pınar, semirten meme tekkedir. yani diyeceğim o ki müzik de dil gibi ölür, ölebilir yahut yatağa düşebilir. bunu da yazmıştım evvelden, halk müzikleri de ölüyor diye (bkz: halk müziği/#112383452) bu fasıl tamamsa şimdi gelelim ikinci soruya:

    klasik müzik öldü mü?
    avrupa'da sanat müziğinin doğuşu 16. yüzyılın ortasıdır. ondan evvelkiler (dufay, lassus, palestrina vs.) kilisenin memurlarıdırlar. müzikleri kilise sınırlarının dışına taşamaz. bu isimlerin eserlerini seslendirmek için günümüzde dahi konser salonu olarak kiliseler tercih edilir. dahası, bu eserler günümüz sanatçısıyla ve dinleyicisiyle konuşamaz. kulağımıza çalınanlar anlamadığımız bir dilin mahsulüdür. bazen bir bebeğin lisanı kadar iptidaidir ancak bebek de bizle konuşmaz. 16. yüzyıl öncesindeki avrupa müziği bu yüzden "klasik" olamaz. avrupa'da sanat müziğinin yeşereceği ortamı imar edenler müzisyenlerden çok din adamlarıdır (haziran düzkan için edit: din bireyleri). john wycliffe, jan hus, martin luther vesaire... bu zatların eserleri klasiktir işte çünkü sordukları sorular hala günceldir. hatta girolamo savonarola'yı da katabiliriz bunlar arasına. "gerçek hıristiyanlık bu değil" diye homurdanmaya başlamışlar, katolik kilisesinin çarkına çomak sokmuşlar ve daha koyu, tavizsiz bir dini muktedir kılma niyetiyle yola çıkmışlar ancak her radikal hareket gibi dönüştürmek istedikleri kurumu cılızlaştırmışlar. kilise çelimsizleştikçe, taşıması kolay bir bukağıya dönüşmüş. müziğin avrupa'da sanat halinde filizlenişi bu hal ve şeraitte olmuştur. rönesansın şafağında ilk seçilen müzisyen cipriano de rore'dir ancak ilk hakiki sanatçı şüphesiz gesualdo'dur. ondaki şaşaayı, uzviyeti, belagati, tazeliği seleflerinde asla duyamazsın. sonrası meşhur mesel, bilmeyen yok. dowland, monteverdi, bach, handel... nereye kadar gider bu? şostakoviç, prokofiev, musorgski... bundan sonra kim var aklınızda kalan? philip glass, ligeti, john cage, toru takemitsu, milton babbitt? var mı içinizde bunları açıp dinleyen? sizi temin ederim alper maral bile dinlemiyor. "dur bakayım neymiş bu" diye dinlenecek şeylerdir bunlar. ilk dinlemede bayatlarlar. internette bir arayın bakalım 1950 sonrası klasik müzik bestecilerinin isimlerini. var mı tanıdığınız? bahse varım arnavutluk başbakanları listesine bile daha aşinasınızdır. işte neredeyse bir asırdır klasik müzik namına çıkanlar bunlar. fikirler ve metinlerle güç bela ayakta durabilen sirk müzikleri. kültür ve sanatın ilişkisi, veri ile bilimin ilişkisine benzer. kültür sanatı doğurur, serpilen sanat da kültürü abad eder. bilim de veriler, aksiyomlar üzerine inşa edilir ve semirdikçe yeni veriler doğurur. kültür doğurmayan sanat kısırdır, soyunu devam ettiremez. apaçık görülüyor ki 21. yüzyılın avrupa kıtasının sanat müziği kültür inşa etmeyi becerememiş, kısır bir sanattır ve yarım asır evvel ölmüştür.

    neden ölmüş olabilir?
    büyük tarihçi andre piganiol roma imparatorluğunun yıkılışı için şöyle der: "l'empire romaine n'est pas mort de sa belle mort; elle a ete a assassinee"
    yani
    "roma imparatorluğu doğal bir ölümle ölmedi; katledildi"
    aynını avrupa'nın sanat müziği için söyleyebiliriz. bu "nasıl öldü?" sorusunun cevabı oldu. şimdi neden öldüğünü konuşalım. yukarıda veri-bilim; kültür-sanat rabıtasından bahsetmiştim. analojiye doydunuz, biliyorum. bu sonuncusu: tohum - mahsul. daldan dala atlamayı, okuyucu gezdirmeyi severim. o yüzden biraz cevelân edeceğiz. hatırlayacaksınız bir ara (g)enetiği (d)eğiştirilmiş (o)rganizmalardan mamul tohumlar çok tartışılmıştı. o zamanki münakaşaları pek iyi hatırlıyorum. bu teknolojinin insan sağlığına zarar verebileceği endişesini taşıyanlar bir tarafta, gdo'nun zararsız olduğunu ve hatta gdo'nun açlığa, kıtlığa çare olacağını müdafaa edenler beri taraftaydı. zararlı mıdır değil midir konu bu değil. konu açlığa çare olacak diye pazarlanan şeyin açlığa çare olmaması bilakis gıdayı kartellerde kümelemesidir. neydi mantık? diyelim pamuk ektin ama kımıl zararlısı dadanıyor. sen de tohumun genetiğini değiştirerek onu bu muzarrata karşı korunaklı hale getiriyorsun. şahane. kulağa modernizmin argümanları kadar hoş geliyor. "köhne gelenekleri yıkmak yenilerini inşa etmek gerek" falan. ama ne oldu? transgenetik pamuk tohum vermiyormuş. yani? yanisi sana tohum veren ele muhtaçsın, yoksa mahsul alamazsın. modern sanat da buna benziyor. tohum vermeyen kısır mahsul. modernizmin ürünü işte budur. peki modernizm nedir? valla buna derli toplu yanıt bulamazsınız. dileyen arasın. mesela oxford'un sözlüğünde "geleneği yahut köhne olanı terk edip, yenilik ve değişiklikten yana tavır alan üslup" gibisinden bir şeyler söylüyor. dufay'ın zamanından bakınca gesualdo da modernist o zaman. şimdi oxford'u da beğenmiyor kahpe diyeceksiniz ama haksız mıyım allah aşkına? geleneğe saldırmayan, onun hudutlarından taşmayan sanat mı olur? ne demiş ezra pound? "make it new" - yeni olanı yap. demek ki neymiş modernizmin medarı? yenilik. yeniliğin pırıltılı bir tarafı olsa da bihayattır. tazelik ise canlılara hastır. bilhassa son 20 yılımızın amentüsü haline gelen inovasyon (paraya dönüştürülebilir yenilik) bunun delilidir. transhumanism, yapay deri, sanal gerçeklik, uzay seyahati, iha, siha, topraksız tarım, e-ticaret, gdo, turizm falan filan... hız, yenilik ve kalabalık arzusunun bu denlisini insanca bulmuyorum. çok değil bundan 40-50 sene evvel kişinin kendi evinde doğması ve aynı evde ölmesi sonra da eşinin dostunun maiyetine defnedilmesi sıradan ve olağandı. hayatın evde başlayıp bitmesi günümüzde sefaletin ya da imtiyazın alameti oldu. ölmek bile bir dizi defin ve tıbbiye bürokrasisine tabi artık. aileyi, cemiyeti, köyü, mezrayı unufak eden, saçan, dağıtan bu hız geriye kültür komaz tabii. kültür komadığı gibi sanatı, amacı şaşırtmak olan sığ bir üsluba, birvşakaya dönüştürdü.john cage'in meşhuuur eseri 4'33 döneminde değerlendirirsek iyi bir şaka, güzel bir fikir belki ama bu müzik midir? işin felsefesini, ıvırını zıvırını, "sessizlik de müziğe dahildir" falanını filanını bir geçin rica ederim. ya da schönberg'in 2 numaralı yaylı çalgılar dörtlüsü? avrupa sanat müziğinin modernist dönemini şöyle tanımlamak pek yerinde olacak: uzmanların uzmanlar için bestelediği, uzmanlarca icra edilen müzik. sanatın bilimselleşmesi, akademikleşmesidir bu, ki sanata vurulacak en büyük darbedir. sanat, dini ikame edecek yegane şeydir şu yavan devirde. onu bilime karşı müdafaa etmek gerekirdi. o sezilebilir, hissedilebilir, kavranabilir, idrak edilebilir ama bilinemez bir cevherdir. sanatta yenilik olmaz, tazelik olur. dünya tarihinin belki de en uzun ömürlü sanatı yenilik hevesi yüzünden öldü. piganiol roma imparatorluğu için söylediği gibi; doğal bir ölümle de ölmedi, katledildi.
  • bir üstteki entry'i keşke bir milyon defa eksileyebilsem ya da başkasının entry'sini silme yetkim olsa. bayağı safsatalarla dolu bir entry. işin en kötüsü de debe'ye girip, pek çok kişiye ulaşması.

    bağlam hakkında kısaca şunu söyleyebilirim, klasik müziği alıp başka bir seviyeye taşıyan, bu müziğin duayeni olmayı başaran kişi sayısı 500 yıllık klasik müzik tarihinde 10 - 15 kişiyi geçmez. 1750 - 1900 arası pik yapmış, en kaliteli eserler bu aralıkta verilmiş olsa da zaten 50 - 100 yılda bir, 2 - 3 tane adam çıkarsa çıkar. diğerleri ortalama dehalarıyla ortamalama eserler verirler. günümüzde de bu "ortalama" kişilerden bolca çıkmaktadır ama klasik müziğin kitlesi "ortalama" kaliteye az prim verir. sırtını sıvazlar ama o 10 - 15 kişiyi dinlemeye devam eder. gelecekte günün birinde yeni bir deha daha çıkarsa yine hakettiği ilgiyi görecektir.

    bir müzik türünün ölebiliyor olması fikrine kesinlikle katılıyorum. ama klasik müzik diğer müzik türlerine kıyasla ölümsüz diyebileceğimiz kadar uzun ve sağlıklı bir ömre sahip olacaktır, hatta belki de önümüzdeki 1000 yıl boyunca hayatta kalacaktır.
  • bu başlığa yazdığım bir evvelki yazıda (#127615146) klasik müziğin öldüğünü yahut can çekiştiğini iddia ettim. sonra fikrimi savunurken hangi yoldan gideceğimi anlattım. okuyucu ikna etmek ve kendi argümanımı temellendirebilmek için de kendi görüşümü destekleyen fikirleri ve antitezleri sundum. karşıt görüşün gediklerini, yumuşak karnını aradım. ve bir sonuca vardım. yazımda biçim olarak eksik olan iki şey var; kendi görüşümün de noksanlarını aramam gereken "tartışma" kısmı ve "kaynakça". üşendim, hevesim kaçtı vs. bir dahakine daha iyisini yazarım ama şunu söylemek istiyorum; makale böyle yazılır. tamam? yani şablonu bellidir. muhatabım fikrime katılmamış, üstüne argümanımı da safsatalarla temellendirdiğimi yazmış. bilimsel dergilere makale gönderdiğiniz de bazen red cevabı alırsınız bazen de makale yayınlanır sonra makalenin açıkları hakkında yazı çıkar. bunu economist'te, new york times'da falan da görürsün. letter to the editor başlığı altında esbak yazı hakkındaki eleştirilerini yazar insanlar. bunun da şablonu bellidir. şimdi cevaba bakalım;

    "klasik müziği alıp başka bir seviyeye taşıyan, bu müziğin duayeni olmayı başaran kişi sayısı 500 yıllık klasik müzik tarihinde 10 - 15 kişiyi geçmez." -karşı argüman

    21. yüzyılda avrupa sanat müziği'nin ikliminin, evvelki dönemlere göre çok daha çorak olduğunu hatta tükendiğini iddia etmiş idim. muhatabım da "eskiden de öyleydi" demiş. peki iddiasını neyle temellendirmiş? hiç! söylediği doğru bile olsa bu üslupla beni veya diğer okuyucuları ikna edemez. ikna da şöyle dursun, bu üslup ortak zemini imkansız kılar. şablona uymak bu yüzden şarttır. yoksa aynı dili konuşamayız. ben bu argümana karşı "hayır, 500 yıllık klasik müzik tarihinde duayen sayısı 10-15 kişiden fazladır" desem sizi ikna edebilir miyim? olsa olsa iman edersin. karşı argüman şöyle olabilir mesela;

    avrupa sanat müziğinin doğuşu 16-17. yüzyıllara denk gelir (yazar da "500 yıllık klasik müzik tarihi" dediğine göre benimle aynı fikirde). milad olarak gesualdo'yu [1566 -1613] işaret etmiştim. hem devrinde hem de günümüzde çok teveccüh gösterilen bir bestecidir. bunu nereden biliyoruz? yaşadığı dönemde eserlerinin notaları farklı farklı yayıncılar tarafında basılmış. bestecinin ölümünden sonra da ekabirin alakası azalmamış. hakkında film yapmışlar, roman yazmışlar vs. müzikleri zaten çalınmaya ve kaydedilmeye devam ediyor. başka kim var o dönemde böyle bir ilgiye mazhar olabilen? john dowland[1563-1626] var mesela. 18 ve 19. yüzyıla ait el yazmalarında, lavta defterlerinde hala notaları vardır. hem de sadece ingiltere ile de sınırlı kalmamıştır şanı. fransa, hollanda, almanya vs.'deki lavta defterlerinde de bulursun. sonra? sonra monteverdi var mesela [1567-1643]. hayattayken hak ettiği ilgi ve takdiri görebilen nadir müzisyenlerdendir. öldükten sonra da ona gösterilen hürmet azalmamıştır. venedik operası'nın doğuşudur monteverdi. frescobaldi [1583 -1643] barok döneme has klavye üslubunun mimarı kabul edilir. org ve klavsen eserlerindeki teknik devri için sıra dışı ve öncüdür. klavyenin yaylıların ve insan sesinin arasından sıyrılışı ve serpilişi şüphesiz frescobaldi ile başlar. öyle ki müzik tarihçisi james ladewig, bach'ın iyi düzenlenmiş klavye eserleri'ndeki füg formunun frescobaldi'den etkilenerek yazıldığını savunur. heinrich schütz'ü de anmak gerek [1585-1672]. günümüzde şöhretli değildir ancak devrinin en parlak simalarından biriydi. "vater der deutschen musik" yani alman müziğinin babasıdır. alman barok'unun; bach'ın, handel'in hazırlayıcısıdır. schütz'ün matta pasyonu yüzyıllarca tazeliğini korumuş, seslendirilmiş bir eserdir.

    [...]

    avrupa sanat müziği'nin karanlık çağına (1750 öncesi) ait yarım asırlık bir kesitten simalardı bunlar. her 10 seneye 1 kişiden bahsettim. muhatabım klasik müzikte zirvenin 1750-1900 arası olduğunu söylüyor ve hatırlarsanız diyor ki 500 yılda 10-15 kişiyi geçmez. ben eli arttırıp 1750 yılına kadar ki isimleri zikredeceğim sadece;
    gesualdo, dowland, monteverdi, frescobaldi, purcell, scarlatti, couperin, vivaldi, bach, handel, albinoni, telemann... ön isimlerini mahsus yazmadım, nasılsa bu haliyle de tanırsınız. bu isimlerin bazı eserleri hala tazeliğini korumaktadır. yaşadıkları dönemden 600 sene sonra bile dinleyicisi ile konuşabilmektedirler. hala konser programlarında isimlerini görürsünüz. şostakoviç, prokofiev ve musorgski'den sonra gelen bestecilerden hangilerinin isimlerini görüyoruz konser programlarında? aranızda crr'de alban berg, philiph glass, pierre boulez, stockhausen falan dinleyen oldu mu hiç? valla ben yıllardan beri klasik müzik konserlerine giderim. gidemesem bile bülteni sıkı sıkı takip ederim. 1900 yılından sonra doğmuş bir besteciyi crr'de dinleme ihtimaliniz yüzde 1'in altındadır. zamanında bir klasik müzik festivali organize etmeye çalışıyordum. 1900 sonrası müzisyenlerin eserleri çalınacaktı sadece. ne oldu dersiniz? kimse ev sahibi olmak istemedi. üstelik sahnelerini kiralamak için para da teklif ettim. sade bizim ülkede böyle değil durum, avrupa'da da duyamazsınız 1900 sonrasının müziğini. demek ki 100 senedir dişe dokunur bir şey çıkmamış avrupa'dan.

    karşı argümanımı okudunuz. muhatabımın savındaki gedikleri göstermeye çalıştım. kendi iddiamı da biraz daha etraflıca anlattım. safsataya nerede rastladıysanız rica ederim bana yazınız, düzelteyim. kaçak güreşi sevmem.
  • tartışmayı ortak bir noktada devam ettirmek için müziğin ölmesi nedir onda mutabık olmak lazım. kavram karmaşası içinde tartışmak neticeye ulaştırmayacaktır.

    klasik müzik dönemin eğlence müziği ve popüler müziğiydi. saray müziğiydi. ama o zaman da herkes için değildi. tüm önemli besteciler (bazı kiliseye bağlı istisna besteci ve şefler dışında) saray çalışanıydı.

    kısacası bugün halkın yüzde birinin karşılaştığı o müzikle o dönem de halkın çok küçük bir kesimi karşılaşabiliyordu. o gün de lükstü. klasik müziğin bu süreçteki en büyük dezavantajı 1920'ler itibari ile country, bluegrass, blues, ragtime, jazz, rock ve elektronik müziğin doğuşu ve türlü alt dallarıyla evrimleşmesi/evrimleşiyor olması. klasik müziği okuyabilmek ve layığıyla dinleyebilmek için gereken altyapı ve birikim jazz ve bir kaç spesifik genre dışındaki popüler müzikler için o kadar da gerekli değil. haliyle o taraflara yönelimin yüksek olması çok olağan. zaten adı üstünde; hepsi ''popüler müzik''

    yani klasik müzik ölmez dostlar. klasik müzik yaratıcı ve layığıyla icrası yüksek becerii ve koordinasyon isteyen sofistike bir müzik olarak tarihte kalır; ne uzar ne de kısalır. klasik müzikten kapı baca kırmasını beklemek zaten abest.

    artık geldiğimiz çağ da dahilerin çağı olmadığı için müzik tarihini geçmişteki dahiler gibi etkileyip adından büyükçe bahsettirecek besteci ve icracılar olmayacak. ama bu sadece klasik müzik için de geçerli değil. nasıl ki yaptıklarının üstüne koyarak daha iyi yerlere taşıyan bir çok müzisyen çıkacak ancak hiç biri bir chick corea gibi anılmayacaksa. ya da çok daha halka yakın bir örnek vermek gerekirse ne kadar daha nitelikli bir müzik yaparsa yapsın sezen aksu'nun bu topraklarda pop müziğinde yarattığı etki ve yarattığı efsane tekrar edilemez olacaktır.

    çok da şeyetmemek lazım; dinlemek, dinledikçe daha da okuyabilmek ve insan yaratısı güzelliklerin tadını çıkarıp onlara odaklanmak lazım. insanlığa dair ümitler ancak böyle yeşil kalır. zaten adı üstünde; art, yani artificent, yani insan yaratısı...
  • 1) klasik müzik yaşamını yeni bestecilerle değil yeni yorumcularla sürdürüyor. can çekişmek bir yana parlak yorumcular, dönem çalgılarıyla yapılan yorumlar vb. giderek kayıtlar aşırı zenginleşiyor, çoğalıyor. can çekiştiğini iddia etmek için hiç alakasız olmak lazım. ancak, tabi neden böyle bilmiyorum ama yeni besteler pek dinlenilebilir olmayabiliyor uzman olmayanlarca, ki benim için de böyle; dinlenebilenlerde de yeni bir şey olmuyor. (duygu sömüren tarzda müzik yapan max richter ya da mükemmel film müziği yapan hans zimmer'in besteleri klasik müzik sayılmaz, yeri gelmişken; bunlara da "neo-klasik" falan denilebiliyor çünkü.)

    2) klasik müzik yorumcuları yetiştirilmeye devam edildikçe, ki hiç bir gelişmiş toplumun bundan vaz geçeceğini zannetmem, bitemez. yeri gelmişken caz da böyle. bu iki müzik asla bitmeyecek ve klasikleri her zaman dinlenecek. bu iki müzik türünde de insana dair derin bir şeyleri ifade etme imkanı var.

    3) dünya popülasyonunun ortalama genetik iq'su düşüyor. (bkz: negatif flynn etkisi) böyle devam ederse dinleyenlerin oranı azalabilir. bir gün idiocracy filmindeki bir toplum tam olarak oluşursa o zaman biter.

    sorulmuş: "philip glass, györgy ligeti, john cage, toru takemitsu, milton babbitt? var mı içinizde bunları açıp dinleyen?"
    cevap: vardır abi. ayrıca, vladimir martynov, michael nyman, steve reich, terry riley dinleyen de vardır.

    müzik, gerçekten, dinliyor musunuz, mesele bu.

    edit. "senli benli" kısım değişti.
  • batı dünyasının aydınlanma aşamasında ortaya çıkan ve toplumun gelişmesinde önayak olan güçlerden biridir. klasik müzik, aydınlanmacı ruha eşlik etmiştir. batı'da bir günde batı olmadı. enginizasyon mahkemelerinden, yüzyıllar süren savaşlardan bugüne geldi. işte bu aydınlanmacı ruh, klasik müzikte vücut bulmuştur. kilise müziğinden sıyrılan batı dünyası, klasik müzikle progressive bir ruh yakalamıştır, sanayi devriminin de dinamizmini yansıtır klasik müzik.
hesabın var mı? giriş yap