• biraz önce sözlükte dolaşırken karşılaştığım bir entry'deki müzik linklerini dinliyordum.

    ilgili entry:
    (bkz: #69126547)

    buradaki antik yunan müziğini dinlerken youtube'de yan taraftaki öneriler kısmında bizans müziği önerileri de çıktı, onlara da tıklayıp dinledim. sonra bir başkasını, sonra bir başkasını..

    dinlediğim bizans müzikleri bizim klasik türk müziği dediğimiz müziğe o kadar benziyor ki.. acaba klasik türk müziğinin aslı bizans müziği olabilir mi diye düşünmeme yol açan bir durum oldu.

    mesela şu:
    https://www.youtube.com/…c7qa&feature=youtu.be&t=70

    ne bileyim bana mı öyle geldi yoksa yanılıyor muyum bilemedim. söz konusu müziğe yıllarca klasik türk müziği diyerek bizi mi yediler ne yaptılar?
  • klasik osmanlı musikisi bizans'tan çok etkilienmiştir. ne kadar derseniz, şu kadar derim. ayasofya ne kadar osmanlı camiilerine örnek ise (sonra geliştirdiler, değiştirdiler vs) bizans muziği de osmanlı musikisini o kadar etkilemiştir

    https://www.youtube.com/watch?v=da9fenofim0

    tabi bizim orta asya şarkılarının bunlardan ne kadar farklı olduğu bilinmektedir

    https://www.youtube.com/watch?v=atmhoxbk-hm
  • orta anadolu'da adım başı kanun, kabak kemani, tanbur, ud ustası görürüz. ermeni ve yunanlılarda ise varsa yoksa bağlama elektro saz. o yüzden katılmadığım(!) önerme.
  • osmanlı mimarisinin ve devlet yönetim sisteminin bizans'tan ne kadar çok şey aldığı görülünce şaşırılmayacak durum.

    günümüzde bunca çekişme ve birbirinden farklı ulus-devletlere rağmen akdeniz havzasında hala bir kültür ortaklığı varsa buna roma kültürünün payı büyüktür. bugün yunanistan'a giderseniz türkiye'nin hristiyan halini görürsünüz ki tepelere yapılmış ve çanları için ayrı kuleleri olan kubbeli kiliseleri bile camileri andırır.
  • ilave olarak ilahi ve mevlidlerde bizanstan alıntıdır. benzerlik için lütfen izleyiniz;

    https://www.youtube.com/watch?v=ogjcf7ffrba
  • şu (https://m.youtube.com/watch?v=mqtyq6rckd0) linkten de anlaşılacağı üzere doğru olan ama zaten çok şaşırılmaması gereken tespittir. bizans üzerine inşa edilen bir çok yanımız var.
  • bizans, antik yunan'dan, persten ve mısırdan beslenmiş ciddi bir birikim oluşturmuştur. türkler askeri bürokraside büyük ölçüde mete düzenini benimsemiştir. ancak sivil bürokrasi dediğimiz kısım büyük ölçüde iran ve bizanstan alınmıştır. kısmen hint etkisi de var elbette. ancak alınmıştır demek olduğu gibi uygulanmıştır demek değildir. özellikle fatih kanunnamesi bu konuda incelemeye değer.

    türklerin göçebe olduğunu kabul ettiğimizde kent kültürünü yerleşik ve medeniyetini buna göre inşa etmiş toplumlardan alması gayet doğaldır. mimari ve müzik de bunun örnekleri olarak sayılabilir.
  • teknik olarak kısmen doğru olmakla beraber genel geçer olmayan bir tespittir. çünkü bizans müziği teknik bazı sebeplerle unutulmuş ve yerini türk müziği almıştır. osmanlı'nın bizans'tan miras kalan tebaası türk müziğinin gelişmesine katkıda bulunmuştur.

    vakti olmayanlar için aydil erol'un şu yazısına göz atabilirsiniz.

    konu hakkında hüseyin saadeddin arel'in yazı dizisinden kitaplaştırılmış "türk musikisi kimindir?" adlı eseri okuyabilirsiniz.

    vakti olanlar için yeterli bir açıklama olacağını düşündüğüm kısım ise aşağıda. biraz uzun, uyarmak isterim.

    ismail hakkı özkan'ın türk musikisi nazariyatı ve usulleri- kudüm velveleleri isimli kitabının önsözü şu şekildedir:

    --- spoiler ---

    musiki, en ilkel topluluklarda bile konuşmadan önce insan hayatına girmiş bir unsurdur. biliyoruz ki, en ilkel topluluklar gündelik işlerini, daha konuşmayı öğrenmeden önce, ritm ile; sonraları oldukça basit bile olsa ritm'e eşlik eden bir takım seslerle, yani müsiki ile yürütmüşlerdir. bu arada, özellikle dini mahiyette bir takım hareketler raks' meydana getirmiş ve bu üç unsur, dini ayinlerin temelini teşkil etmiştir. çeşitli tabiat olaylarından korkup, bunlar dan korunmak ihtiyacını duyan insanoğlu, ritm, müzik ve raks(dans)la, gerçek mahiyetini bilemediği büyük güce tapınarak, bu olaylardan korunmak ve kurtulmak istemiştir. bu üç temel unsur, başlangıcından itibaren bütün insan toplulukları üzerinde etkili olmuş ve adeta bütün toplumlar, aşılması gereken bu merhaleden mutlaka geçmişlerdir. bunlar, sanatın ilk tohumlarıdır.

    târihin en eski medeniyetlerinden birini kurmuş olan, medeniyet aleminde demiri ilk işleyen, atı ehlileştirerek günlük hayâtın, içtimai ve siyasi faaliyetlerin vazgeçilmez unsuru hâline getiren; bu suretle sür'at ve kudret sağlayarak geniş bozkırlarda kalabalık düşmanlarına ve sert iklim şartlarına karşı varlık ve üstünlük mücadelesini başarıyla yürütmeyi becerebilen türkler, muhtelif san'at dallarında da faaliyet göstermişlerdir. eski türk dini çerçevesinde, muayyen zamanlarda bâzı dini törenler yapıldığı, toy'larda, yahut ölenin ardından tertiplenen yuğlarda dini mâhiyette musikiye yer verildiği bilinmektedir. hat tâ hunlar'la ilgili çin kaynaklarında, türkler'in çin seddi'ni aşan süvârilerini, beraberlerindeki davula benzer çalgı aletleriyle teşci ettikleri kayıtlıdır. hunlar ve daha sonra göktürkler çağındaki bu dini-sihri törenleri kam, baksı, şaman, ozan, oyun adını alan şair-sihirbaz hekim-müzisyen ruhaniler yönetirdi. bun lar "yada" denilen bir taşla yağmur yağdırırlar, cinler ve ruhlarla irtibat kurarlar, ölüleri anma, mâbudlara kurban verme törenlerini idare ederler, düzenle dikleri şiir ve manzum parçaları "pipa" ve "kopuz" gibi âletlerle mûsikili olarak irticalen terennüm ederlerdi. zamanla, toplumun din anlayışı değiştikçe, bu ozanların görevleri de değişti. önceleri dini mahiyette olan şiir, mûsiki ve raks, toplumun daha gelişmiş dinlere yönelmesiyle bu hüviyetini kaybetmek beraber, san'at tarafi ağır basmaya başlamışur. fakat san'atin bu üç temel unsuru, türk toplumlarında her zaman var olagelmiştir.

    türkler'in en eski devirlerinden başlayarak "pipa" ve "kopuz" adı verilen sazları kullanıldığı bilinmektedir. hatta, osmanlılar rumeli'ne geçmeden çok evvel, macarlar ve ukraynalılar, atila'nın ordularıyla gelen "kopuzu tanımışlar ve kullanmaya başlamışlardır. türkler'deki müzik hayatını ord. prof. fuad köprülü şöyle anlatmaktadır: türkler'in ilk edebi verimlerinin dini bir mahiyet taşıdiğını, raks ve musiki ile daima beraber olduğunu biraz evvel anlatmıştık. şu halde türk musikisinin en eski şeklini "bahş-ı ozan"ların kopuzlarla çaldıkları sihri nağmelerde aramak icab eder. ilk safhalarda şiir mûsiki ile olan raks ayrıldıktan sonra bile, şiir ile mısikinin kaynaşması daha asırlarca devam etmiş, yani bütün milletlerde olduğu gibi, türklerde de "ozan" ile "kopuzcu" pek sonraki zamanlarda ayrılmış. eski türklerde müzik ve oyun halk arasında pek yayılmıştı. eski çin seyyahlarından biri "turfan" ahalisinin seyahate çıktikları zaman musiki aletlerini yanlarında taşıyacak kadar musikiye tutkun olduklarını söylediği gibi, diger çin kaynakları da türkler'in mûsiki ile alakasından, gerek tu-kiie'lerde (göktürkler'de) gerek uygur'larda askeri mızıkanın mevcudiyetinden bahsediyorlar.

    islam musiki müelliflerinden bâzısınin eski türk musikisi hakkında ver dikleri bilgilere göre, türkler'in arab ve acemler'den ayrı, milli bir mûsikileri olduğuna hükmedebiliriz. türkler'in musiki áletleriyle icra ettikleri tren- nümlere "gök", sesle okuduklarına "ır" ve "dule" derlerdi. "göklerin adedi senenin günlerine müsâvi olmak üzere 366 olup, her gün hakan'ın huzurunda bunlardan birinin terennümü teşrifat gereklerindendi. yalnız bunlardan 9 ta nesinin her gün terennümü alışılagelmiş bir adetti.

    görülüyor ki, bu tafsilat tamamiyle dini bir mahiyet göstermektedir. "gök" yani beste'nin güfte'den ayrılmış olması, bu tafsilâtin epey sonraki bir gelişme devresine ait olduğunu göstermekte ise de, bu milli mûsikide henüz dini bir kalıntı göze çarpıyor. çünkü 9 adedi, türk ve moğollarda mukaddes sayılırdı.

    eski türk hayatının birçok safhalarında bu kudsiyete tesadüf olunur.

    eski türk hakanlarınin ordugahlarında her gün 9 gök çalınması, sonralan cengiziler'e, timurlular'a, selçuklular'a ve harezmiler'e geçmişti. bu devletlerin hepsinde askeri muzika vardi. osmanlılar'in esas olarak selçuklular'dan aldıkları "mehter-hâne" teşkilatında 9 adedine büyük bir ehemmiyet vermesi, 9 gök'ün muhtelif zaman ve yerlerdeki türk devletlerinde umumiyetle varlığına ve bundan dolayı dini bir ayin kalıntısı olduğuna kuvvetli bir delil teşkil eder.

    "gök" kelimesi eski türkçe'de "ahenk ve seda, beste şiirin vezni - senede bir kere her sehirde yapılan eğlenceli destan" manalarına gelir ki bu, eski türkler'de nazmın beste ve oyunla beraber olarak meydana geldiğine başka bir delil sayılabilir. eski musiki müelliflerine göre, bu gök'ler daha ziyade "ussak, buselik" gibi kahramanlığı coşturan makamlarda olur idi ve bunlardan hepsi nin usul ve tarzı muayyen idi. herhalde türkler arasında, islamiyet'ten evvel mense' bakımından dini mahiyette olan bir musiki de vardı."

    ord. prof. fuad köprülü'nün bu araştırması oldukça önemli gerçekleri dile getirmektedir.

    eski çin seyyahlardan birinin, türkler'in seyahate çıkarken bile sazlarını beraberinde götürecek kadar müsikiye düşkün olduklarını itiraf etmesi çok kuvvetli bir dayanaktır. çünkü, çinliler ile türkler o devirde düşman iki toplum durumundadır. buna rağmen türklerin musikiye olan düşkünlüğünü, çin seyyahı bile inkar edememiştir. bu konu ayrıca başka açıdan da ilgi çekicidir. sazını gittiği yere beraber götürme alışkanlığı, yüzyıllar boyu türkler'in terketmediği bir gelenek halinde bugün bile anadolu'da bütün tazeliğiyle yaşamaktadır. gurbete çıkan türk imajı, yüzyıllar boyu olduğu gibi bugün de bizde, bağlamasını omuzuna vurmuş giden bir insan figürü olarak benimsenmiştir. gerçek de bu yoldadır. askere giden gencin bağlamasını beraberinde götürme alışkanlığı bir gelenek olarak devam etmektedir. geleneklerini çağların ötesine taşımayı başarabilen türk'ün, aynı gelenekle, mûsıkisini de orta asya'dan getirdiğine delil teşkil eder.

    fuad köprülü'nün satırlarının önemli ikinci noktası, gerek gök türkler'de ve gerekse uygurlar'da askeri bandonun varlığıdır. gerçekten en eski türk devletlerinin ordulannda askeri bando vardır ve askeri bando müessesesi bütün dünyaya yalnızca türkler'den örnek alınarak yayılmıştır. o devirlerde böyle müsiki teşkilâtının ve teşrifatının bulunması ve "gök", "ir", "dule" gibi doğrudan doğruya ve tamamiyle mûsiki sanatına ait ayrıntılı teknik terimlerin varlığı da, türkler'in en eski devirlerden beri kendilerine has bir musikileri olduğunu ve bu mûsikiyi, zaman içinde geliştirdiklerini, şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.

    yine aynı satırlar, türkler'in arab ve acemler'den ayrı milli bir musikileri olduğunu ifade etmektedir ki, bu mûsiki daha sonraları türkler'in islamiyet'i kabul edişlerinden sonra, iddiaların tam tersine, arab ve acemlerin de musikisini silip süpürmüş ve yerine kendi geçmiştir. çünkü türk musikisi gerek arab ve gerekse acem müsikisinden çok daha gelişmiş bir müsikidir.

    türklerde askeri musiki gelenegi "9 gök" özelliği ile, türkler anadolu'ya geldikten sonra da, gerek selçuklular'da ve gerekse osmanlılar'da devam etmiştir. osmanlı pâdişahlarının da günün belli saatlerinde "nevbet vuran" "dokuz katlı" " mehter bölükleri "(mehterhane) vardı. bu teşkilâtta her sazdan kaçar adet varsa mehterhane de o kadar katlı sayılırdı. yalnız osmanli pâdişahının mehter bölüğünde her sazdan dokuzar adet olması, eski türkler'deki gibi, adeta kutsal bir adetti. bu sebeple padişahin mehter bölüğüne "dokuz katlı" denirdi.

    diğer beylerin de kat sayısı daha az mehter bölükleri vardı. bunlar günün belli saatlerinde padişâhın veya bey'in yahur paşaların önünde konser verirler yâni "nevbet vururlar" idi. türkler tarih boyunca, yalnızca her türlü gelişmisliği ve güzelliği yıkıp dökmek için hareket eden ve uluyarak saldıran haçlı sürülerinin maneviyatin en başta, mehterhanenin gökleri inleten ve gerçekten ihtişamlı müsikisi ile bozmuşlardır. neden sonra "uygar batı", musiki uygarlığının bir bölümünü bu seferler sırasında öğrenip kendi ülkesine götürebilmis sonra da herşeyi inkâr edivermiştir.

    türkler'in en eski çalgısının kopuz olduğunu eski çin kaynaklarından öğreniyoruz. o zamanki adıyla "pi-pa" veya "hypu" daha sonra "kopuz" adını alan çalgının bir çeşididir. pi-pa armudi biçimde nisbeten kısa saplı bir çalgıdır.

    kaynaklar "ud" ve "lavta" gibi sazların bu çalgıdan türediğini gösteriyor.

    kopuz ise pi-pa'nın yarım armudi biçimde ve nispeten uzun saplı olan bir çeşidi olup "tanbur" da bu sazdan kaynaklanmıştır.

    kopuzun orta asya türk toplumlarında çok eski devirlerden beri rolü önemli olmuştur. birtakım eski türk resimlerinde kopuz çalan ozan figürü bulunmuştur.

    eski türkler törenlerinde ozan, baksı, oyun, şaman vs. vâsıtasiyle her zaman bu kopuz veya kopuz cinsinden sazları vazgeçilmez bir tutkuyla kullanmışlardır. bugün biliyoruz ki, gerek eski yunan'a, gerekse batı'ya saplı sazlar asya'dan gitmiştir. bunların arasında kopuz da batı ülkelerinde ve özellikle balkanlar'da epeyce tutulmuştur. hatta macaristan'da "kopuzcu" anlamına gelen "kozas" kelimesi vardır.

    şüphesiz ki kopuz, bati'ya yaptığı bu seyahatte, sapı üzerinde bulunan sistemi de beraber götürerek tanıtmış ve belki de daha sonra batı'da kullanılan sistemlere fikirler vermiştir. bu açıdan bakınca kopuz'un önemi daha iyi anlaşılır ve türkler'in kimseden musiki almaya ihtiyaçları olmadığı gibi, tam tersine, bazılarına musiki verdiği bile ortaya çıkar.

    türk musikisi, anadolu'ya orta asya'dan kopuzun sapında sistemleşmiş olarak gelmiştir. daha sonra anadolu'da kopuzdan türemiş ve ondan çok az farklı olan "bağlama" yerleşmiştir. bugün kullanmakta oldugumuz bağlamalarımızın sapındaki perde taksimatı, kopuzunkinden hemen hiç farksızdır. konunun daha ilgi çekici yanı, bağlama sapında kullanılan sistem, yani perdelerin türk musikisi makamlarında en çok kullanılan perdeler olmasıdır. bu da göstermektedir ki, türk musikisi, gerek folklor müziği ve gerekse klasik müziği ile en eski devirlerden ve aynı kaynaktan gelmedir. ikisi arasında uslub farkından başka bir fark yoktur. o devirlerde elindeki kopuzla ve dilindeki türkü ile anadolu'ya gelen türk'ün musikisinin zamanla gelişip dallara ayrılması ve bu dalların kendi içinde bilimsel olarak dizi, makam, usul bakımlarından tesbit edilerek kullanılması tabiidir.

    "türkü" ile "şarkı"yı ayrı kaynaklı imiş gibi göstermek çabası, bu gerçekler karşısında türk musikisini kendi içinde hiziplere ayırmak ve bölmek gayretinden ileri gidemez. artik biliyoruz ki; türküde kullanılan makam, dizi, usûl ayniyle beste'de ve şarkı'da da kullanılmıştır, çünkü her ikisinin de kaynağı aynıdır.

    yine bu cümleden olarak, musikimizin kaynağı bakımından aydınlatıcı önemli bir unsur da, özellikle "aksak" ölçülerimizdir. bu ölçüler, yani usuller, doğrudan doğruya ve tamamiyle türkler'e has ritmlerdir. bugün bu aksak olçüleri, yalnız ve ancak türk kavminin, tarih içinde feth edip belirli bir süre kaldığı ülkelerde görmekteyiz. türkler'in gitmedikleri yerlerde ise, müsikimizdek tarzda aksak usul görülmemektedir.

    bütün bunlar göstermektedir ki, türk musikisinin esas kaynağı orta asya'dır. musiki sistemi ve ölçüler, türkler'in bulup kullandıkları sistem ve ölçülerdir. folklor müziği ve klasik müzik arasında sadece üslup farkı vardır.

    türkler orta asya'da sistemleştirdikleri müsikiyi, başka tesirler altında kalmadan zamanla geliştirdikleri gibi, gerçekte bir ilim olan müsikinin bu yönü ile de ilgilenmişler ve bu konuda da xııı. yüzyıldan itibaren yazılı eserler ortaya koymuşlardır.

    mesela urmiyeli safiyüd-din şerefiyye ve kitabü'l-edvar, kutbü'd-din şirazi dürretü't-tac, abdülkadir meraği makasıdü'l-edvar ve cami'u'l-elhân, hızır bin abdullah edvar, bedri dilşad murat-name, şükrullah kitabü'l-edvar, mahmud çelebi fethiyye ve zeynü'l-elhan gibi konuyu tamamen ilmi bakımdan inceleyen kitaplar yazmışlardır. ancak, bunlardan bazıları devrin ilim ve san'at lisanı olan arapça ve farsca yazılmış olmaları daha sonraki devirlerde bir kısım batılı yazarları yanıltmış ve bu eserlerin arap ve acem müsikisiyle ilgili olduklarını zannetmişlerdir. bu benzer iddialar, şayet türkler'in ilim ve san'attan bihaber bir millet olduğu yolundaki mutaassıp batılı kafanın peşin hükümlerine veyahut kasıtlarına yanmiyorsa, tamamiyle bir zan veya bilgisizliğe istinad etmektedir. çünki dağlarda nasıl batının ilim ve san'at lisanı latince ve grekçe idiyse, doğunun ilim ve san'at lisanı da arapça ve farsça idi; nasıl latince ve grekçe eserler yazmış olan ilim ve san'at erbabına latin veya grek demek yanlış ise, aran ve farsça eserler veren alim ve san'atkârlara da arap veya acem milliyetini yakıştırmak yanlıştır. kaldı ki, bu eserlerin yazarları özbeöz türk olduğu gibi eserlerinde kullandıkları müzikoloji terimleri de tamamen orijinal bir türk muskisinin varlığını belgelemektedir. hatta araplar'ın ve iranlıların yazma olduğu eserlerde kullandıkları "perde", "dik", "nühüft-el-etrak" (türklerin nühüftü) gibi bâzı terimlerle makam isimlerini bu iddiamızı destekleyen itiraflar olarak gösterebiliriz.

    kaldi ki, türkler'in san'ata ve özellikle müsikiye istidatları olmadığı ve gerçekte türk musikisinin başka milletlerden alınma olduğu iddiasını ispat için her türlü belge ve mantığa sırt çevirerek, bütün ömürlerini bu yolda tüketen batılı yazarlar ve tarihçiler, yazdıkları kitap ve makalelerde mütemadiyen bir birleriyle çelişmişler ve belli bir kaynak üzerinde bir türlü anlaşamamışlardır.

    bunlara en güzel cevabı hüseyin sadettin arel "türk müsıkisi kimindir" adlı eserinde vermiştir.

    türk müsikisinin araplar'dan veya iran'dan alındığı iddiasının esassızlığını şunlar da göstermektedir:

    1798'de mısır'a giden villoteau'nun orada "sûz-i dil, ferahfeza, şevkefza, nev'eser, şedd-i araban, hicazkar, ferahnak" gibi türklerin sonradan bulmuş oldukları makamlara rastlamamış olması, yukarıdaki iddianın tam tersine, araplar'a muskinin türkler tarafından ihracının açık bir delilidir. esasen bunu mısır sumures medresesi nazırı abdülaziz tevfik, "al-mûsiki" mecmu asının 1.6.1935 tarih ve 4 numaralı sayısında açıkça itiraf etmiş ve arabistan'a musikinin tamamen türkiye'den geldiğini ve bu musikinin arabistan'da forme edilerek kullanıldığı, kendilerini tenkid sadedinde söylemiştir. diger bazı batil yazarlar da iran ve arap musikilerinin tamamen unutuldugunu ve yerini türk müsikisinin aldığını itiraf etmişlerdir.

    gerek arap ve gerekse ıran muskilerini inceleyen araştırmacıların buldukları sonuçlar da birbirini tutmamıştır. bunlardan kimi iran sekizlisi'nin 12 ye, kimi 24'e, kimi 17'ye ayrıldığı gibi ilim ve mantığa aykırı iddialarda bulunmakla, iran musikisinin zaten elle tutulur bir yanı olmadığını ve ilmi bir değer taşımadığını ister istemez ortaya koymuşlardır. makam diye ifade ettikleri üçlü, dörtlü ve beşliler'in ise, makam ve dizi ile en küçük bir alakası olmadığı, dörtlü ve beşli olmakla da bir yakınlıkları bulunmadığı ortaya çıkmıştır.

    baron d'erlanger'in la musique arabe (arap müziği) adıyla yazdığı eser ise, farabi'nin kitâb-i musıki, ibn-i sina'nin kitabü'ş-şifa'sının müsiki kısmı, safiyyü'd-din'in şerefiyye'sinin ve bu esere mevlana mübarekşah adında ki bir türk'ün yazdığı zeyl(açıklama ve ilaveler)in fransızcaya tercümesinden ibarettir. bu kitapların yazarları özbeöz türk ve kitapları da türk musikisini anlatan kitaplardır. d'erlanger, bu suretle "arap müziği" diye isimlendirdiği kitabında türk mûsikisini anlatmış olmakla, arabistan'da kullanılan müziğin gerçekte tamamen türk musikisi olduğunu, bilmeden isbat edivermek gibi, iddiasının tam tersi bir duruma düşmüştür.

    bütün bunlar göstermiştir ki, türkler, arablar'dan ve iranlılar'dan musiki almadıkları gibi, tersine onlara bütünüyle bir musiki vermiştir. esasen gerek arap ve gerekse iran musikisine ait eski devirlerden kalmış klasik eserler de ortada yoktur. bu uluslar kendi klasik müziklerini bile oluşturamamışlar, ancak türkler'den aldıkları mükemmel musikiyi benimsemişlerdir.

    türk musıkisinin eski yunanlılar'dan alınma olduğunu iddia edenlerin ise birinci derecede dayandıkları nokta, eski yunanlılar'da çeyrek seslerin kullanılması konusudur. türk musikisinde çeyrek ses yoktur. aralıklanmızın hiç biri tam ikili aralığın çeyreği degildir. müsikimizde bir sekizli, biribirine eşit uzaklıkta olmayan 24 aralığa ayrılmıştır. bu gerçeği bilmeyen bazı batılılar, tamamen bilgi noksanlığı dolayısıyla türk müsikisini çeyrek sesli zannederler.

    eski yunan müziğindeki çeyrek seslerin, tam ikili aralığın bölünmesinden elde edilmiş aralıklar olması dolayısıyla bir takım yazarlar, türk musikisi ile yakınlık hayal etmiş olacaklar ki, türk musikisinin eski yunanlılar'dan alındığını iddia etmişlerdir. gerçekte eski yunanlılar, tam ikili aralığın bölünmesi bilgisini asya'dan almışlardır. fakat bu bölünmeyi hiçbir zaman müzikaliteye ve insan kulağına uygun gelecek tarzda ve oranlarda yapamamışlardır.

    eski yunan müziğinde 1,5 çeyrek ses, tam sesin 4/5 i, 3/8 i gibi kulağın katlanamayacağı falsolukta küçük aralıklar kullanmışlardır. türk musikisinde ise bu tarz aralıklar en eski devirlerden beri hiçbir zaman kullanılmamıştır.

    türk musikisindeki küçük ikili aralıklar belli bir oran dahilinde, bir sekizlide 24 eşit uzaklıkta olmayan aralik meydana gelecek tarzda düzenlenmiştir ki, bu da başlı başına türk musikisinin eski yunanlılar'dan alındığına delil olarak yeterlidir. çünkü türk musikisindeki küçük ikili aralıklarla, eski yunan müziğindeki çeyrek sesler birbirinden çok farklı şeylerdir.

    eski yunan müziginde çeşitli devirlerde çeşitli diziler kullanılmış, kimi zaman, bu diziler artırılmış, kimi zaman eksiltilmiştir. m.ö. ıv. yüzyılda aristoksen "dokristi" denilen diziyi değişik perdelere göçürerek 13 makam oluşturmakla, sekizliyi kromatik olarak bölmüş oldu ki, bu da ancak bir tanpere dizidir ve türk mûsikisiyle bir ilişiği yoktur. daha sonra batlamyüs makamları 7'ye indirdi ve bugün "do majör" dediğimiz diziyi de bunların arasına katmadı.

    eski yunan müziğindeki durak ve güçlünün de durumları karanlıktır. eski yunan müziğini araştıranlar bu müzikteki durak ve güçlü perdelerinin hangi perdeler olduğu üzerinde de anlaşamamışlardır. en yaygın olarak, yunan müziğindeki durak ve güçlü perdelerinin aynı perde olduğu kanaati yerleşmiştir ki, bu da türk musikisine tamamen aykırıdır.

    iki müzigi şöyle kabaca karşılaştırırsak:

    1- eski yunan müziğinde dizi iki dörtlüden meydana gelmiştir. halbuki türk müsıkisinde dizi bir dörtlü ile bir beşli veya bir beşli ile bir dörtlü nün birbirine eklenmesinden meydana gelir.

    2- yunan müziğinde dizideki dörtlü ve beşlilerin tam dörtlü, tam beşli olma mecburiyetlerine karşı, türk musikisinde böyle bir mecburiyet yoktur.

    3- eski yunan müziğinde her makamın diyatonik, kromatik, anarmonik cinsleri olmasına karşılık, türk mûsikisinde böyle şeyler yoktur.

    4. yunan müziğinde "katapiknos" denilen ve sekizliyi birbirinden eşit uzaklıkta olan küçük aralıklara ayırmak usulü ise, türk musikisinde yoktur. türk müsıkisindeki 24 aralık birbirinden eşit uzaklıkta değildir.

    5- yine eski yunan musikisindeki durak perdesinin, dizinin kaçıncı derecesi olduğu bilinmemekledir. türk müsikisinde ise, en eski devirlerden beri durak perdesi, makamın en önemli perdesidir ve dizilerin 1. dereceleri, yani en pest perdesidir. bu duruma göre eski yunan müziğinde durak perdesinin pek önem taşımadığı ortaya çıkıyor. hâlbuki türk musikisinde durak perdesi makamın en önemli perdesi durumundadır.

    6- bir başka husus da eski yunan dizilerinin genellikle inici olmalarına karşı, türk müsikisinde çıkıcı, inici çıkıcı ve inici dizi ve dolayısıyla makamların bol bol kullanılmış olmasıdır.

    7- eski yunan müziğindeki oynak sesler, o müzikteki anlamıyla türk müziğinde yoktur.

    8- türk musikisinde çeyrek ses, 1,5 çeyrek ses, tam sesin 4/5, 3/8'i gibi aralıklar yoktur.

    bunlar göstermektedir ki türk musikisinin kaynağını eski yunan'da aramak gayreti de boştur. görüldüğü gibi iki müzik arasında çok büyük ayrılıklar vardır. eski yunan müziğindeki özelliklerden hiçbiri türk müziğinde yoktur ve kullanılmamıştır. eğer türk musikisinin menşe'i eski yunan müziği olsay di, türk musikisi de bu özellikleri mutlaka taşırdi. esasen phytagor devrinde kullanılan "lidisti, miksolidisti, firigisti, doristi, ipolidisti, ipofrigisti, ipodoristi" gibi 7 diziden yalnızca "doristi" bizim "kürdi" dizimize benzemektedir. bu makamlardan hiçbir türk musikisinde yoktur ve kullanılmamıştır. bu açıdan da türk müsikisinin eski yunan müziğinden alındığını iddiaya imkan yoktur.

    m. ö. ıv. yüzyılda aristoksen devrinde sekizli 12'ye ayrılıyordu, ki bu sis tem de türk mûsikisinde hiçbir zaman kullanılmamıştır. m.ö. ıı. yüzyılda ise batlamyus da phytagor'un anlayışını benimsemiş ve yeniden canlandırmıştır.

    türk musikisinin kaynağını, türkler'den başka bir millete maletmek çabası içinde olanlardan bir bölümü de, türk müsıkisinin bizans'tan alındığı iddia sında bulunmuşlardır. bunlardan biri avrupa'da fikirleri epey taraftar bulmuş olan stepnen georgeson hatherly'dir. bir çok batılı yazar herhangi bir araştırmaya gerek duymadan hatherly'nin yazdıklarını kabul edivermişlerdir. gerçekte hatherly'nin bu konuda ciddi bir araştırma yaptığı bile düşünülemez.

    çünkü ingiltere'de bir ingiliz vatandaşı olarak doğmuş olan yazar, konuyu sağlıklı bir şekilde araştırmanın tek yolu ve yeri olan istanbul'a gelmek zahmetine bile katlanmamış, ancak bir taraftan rum kilisesinde papazlık yaparken, bir taraftan da bağımlı bulunduğu kiliseye yaranmak amacıyla, hayallerini gerçek gibi gösterme gayreti içinde, türkler'in xvı. yüzyıla kadar müzik ile ilgileri olmadığını ve bunu ancak anadolu'ya geldikten sonra bizanslılar'dan aldıklarını iddia etmiştir.

    evvelki sayfalarda belirtildiği gibi, en eski devirlerde türkler'in mûsiki geleneği daha orta asya'da şekillenmiş, her türlü törenler musiki ile yapıldığı gibi ilk askeri bando da orta asya'da türkler tarafından kurulmuştur. türk hâkanlarının huzurunda "nevbet" vurulması geleneği ve eski çin kaynaklarında belirtilen, türklerin mûsiki tutkunluğu, bizanslı bir tarihçinin orta asya seyahati sırasında edindiği türkler'in san'at hayatıyla ilgili intibaları, konunun hatherly'nin yazdıklarının tam tersi olduğunu tarihi bir gerçek olarak isbat ediyor.

    ayrıca 16. yüzyıldan tam 300 sene evvel türk musikisinin üstadlarının çoktan yetişmiş olduğu bilinen en basit bir gerçektir. 13. yüzyılda mevleviliğin piri olan mevlâna, aynı zamanda bir müzisyendir ve rebabidir. eserlerinde musikiden sık sık söz etmektedir. oğlu sultan veled usta bir bestecidir. aynı yüzyılda safiyüddin urmevi, batıda henüz benzeri olmayan müzikoloji kitabını yazmıştır.

    13. yüzyıldan kalma eserler bugün elimizdedir. bunlar da göstermektedir ki, sözde türk musikisinin menşeini aramaya çalışanlar gerçekleri saptırmak için belgeli tarihi bile görmezlikten gelecek kadar bir peşin karar içinde olmuşlardır ve elimizdeki bu belgeleri yok sayabilmek, daha doğrusu bütün insanlığın ve ilim aleminin gözlerinden saklamağa çalışacak kadar ilim adamlığıyla, hatta insanlıkla bağdaşmayacak davranışta bulunabilmişlerdir.

    oysa bugün, eski bizans müziğini sağlıklı bir şekilde araştırmak bile mümkün değildir. çünkü belgeler buna müsaade etmemektedir. herşeyden evvel, eski bizans notasını çözmek imkânı yoktur. bu konuda kitap yazanlardan bir bölümü bunların hiyeroglif, bir bölümü steno olduğunu iddia ederler. mesela metropolit khrysantos konu ile ilgili yazdığı kitapta şekilleri hiyeroglife ben zetmektedir. atina konservatuarı bizans müziği profesörü psakos ise steno olduğu iddiasında bulunmuştur. bu işaretlerin nota olduğunu söyleyenler ise, bunlara ne mâna verileceğinin ancak üstaddan öğrenciye ağızdan öğrenilebileceğini ifade etmişlerdir.

    eski bizans notası başlıca üç devreye ayrılmıştır

    1- ekfonitikon devri x-xııı. yy.

    2- neum'ler devri vııı-xıx. yy.

    3- yeni rum notası devri 19. yüzyıldan itibaren ekfonitikon işaretleri, bir cins prozodi işaretleridir ve kaynağı yine asya'dır.

    mani mezhebi yazmalarında ve soğuk yazmalarında kullanılmış, hristiyanlar tarafından batıya götürülmüştür.

    daha sonra neum denilen ve (elle ve gözle işaret) anlamına gelen notaya geçilmiştir. bunlardan her ses adımı bir neum ile gösterilmiştir. ancak bu işa retlerde zamanla yapılan birçok değişiklikler dolayısıyla, ifade ettikleri mana karanlığa gömülmüştür. takib eden devirlerde kullanılan işaretler de pek subjektiv olduklarından ve ancak ağızdan ağıza gelenekle öğrenilebildiklerinden zamanla tamamen unutulmuşlardır. 19. yüzyıl başında bu notayı bilen bir tek kişi bile kalmamıştır.

    eskiden kalmış bizans musiki kitaplarında da teorik hiç bir bilgi yoktur.

    bu sebeple, bizans müziği makamları hakkında da bir şey bilmek mümkün değildir. ancak hatherly'nin iddialarına göre, eski bizans müziğinde 8 makam varmış. bunların dördü asıl, dördü yan makam imiş. fakat bunlarin durak ve tiz durak perdeleriyle sesler arasındaki oranlar yine karanlıktadır ve rüyalarını yansıtma çalışanlar ise fikir birliği içinde değildirler.

    özetle: eski bizans notasını okumak mümkün değildir. dolayısıyla bu müziği araştırmak bulmak imkânsızdır. kulaktan kulağa geleneği 14. yüzyıldan itibaren, türk musikisinin kuvvetli tesiri dolayısıyla kopmuştur ve eski bizans müziği kaybolmuştur.

    esasen bu konuda batılı yazar dechevrens, eski bizans müziğinin tamamen unutulduğunu ve yerini türk müsıkisinin aldığını açıkça ifade etmiştir. hugo rieman da aynı itirafta bulunmuştur. vellesz ve tillyerd ise esasen bizans müziği üzerinde yunan değil, doğu tesirinin olduğunu ve 14. yüzyıldan itibaren türk musikisinin bu tesiri çok arttırdığını itiraf etmişlerdir. hatta amede gastoue gibi türk düşmanı dahi bu fikre iştirak etmek zorunda kalmıştır.

    türkler cihangir ve asil bir millettir. tarih boyunca gittikleri yerlere uygarlık ve adalet götürmüşlerdir. zaptettikleri hiçbir yerde kültür zorlaması yapmamaları da bir başka özellikleridir.

    buna rağmen türk musikisinin mükemmelliği, fethedilen her yerde kendini zorlamasız kabul ettirmiş, o milletlerin esasen çok sağlam temellere dayanmayan musikileri kaybolup gitmiştir. bugün türk musikisinin kaynağı olarak gösterilmeğe çalışılan musikilerin klasiklerini bulmak bile mümkün degildir. bu müzikle klasiklerini dahi oluşturamamışlardır. esasen buna gerek de duymamışlardır, çünkü aradıklan her şeyi türk musikisinde yorulmadan bulmuşlardır.

    türk müsikisi, bugün dünya yüzünde en yaygın iki cins müzikten biridir.

    bunlardan biri tonal müzik, yani çok sesli müzik dediğimiz batı müziğidir. tonal müziği bütün bir batı dünyası el ele vererek meydana getirmişlerdir.

    diğeri modal müzik, yani tek sesli, makami müzik dediğimiz müzik tarzıdır ki bütün dünyada modal müzikler arasında en yaygın olanı, en başta geleni, bilimsel çerçeve içinde tamamen tabiata dayanarak sistemleşmiş ve gelişmiş olanı türk mûsıkisidir ki bunu da türkler uzun yüzyıllar boyunca tek başları na geliştirmişler, sistemleştirmişler, kanunlarını matematik olarak bulmuşlar ve dünyaya tanıtmışlardır.

    türk musikisi yüzyıllar içinde üstadlarını yetiştirmiş, klasiklerini, şaheser lerini ve bilimsel eserlerini vermiştir.

    türk musikisi, yüksek ve soylu bir milletin yarattığı kanun ve kurallara bağlı, bilimsel ve sanatsal mükemmelliğe erişmiş, çağdaş, soylu ve yüksek bir musikidir.

    şimdiye kadar dikkat edilmemiş veya ihmal edilmiş su gerçeği de önemle ifade etmek gerekir ki ;türk müsıkisi sahip olduğu gerek zengin ses sistemi, gerek makam ve usûl zenginligi ile her türlü duyguyu ve bu duyguların her türlü ince nüanslarını ifadeye elverişli bir mûsiki'dir.bu ince özellikleri içere başka bir musıkiyi bulmak da müşküldür.

    --- spoiler ---

    ara ara edit: imla, anlatım bozukluğu vs.
  • bir müzik etkinliğinde ortodoks kilisesinde ilahi dinlemiştim de “oha, mevlüt lan bu” demiştim.

    tanım: +1imle katıldığım önerme.
hesabın var mı? giriş yap