• kafa çevresi 60cm'den büyük olanlara verilen isim.

    standart şapkalarda en büyük beden 60'tır. bu yüzden hiç bir standart şapka kafalarına uymaz.

    askerde 55-56 beden kep takanlara imrenen ve genel beğeni olan 90-60-90 ölçülerindeki mankenlerin belinden daha geniş bir kafaya sahip biri olarak dahil olduğum grup aynı zamanda
  • arda turan'a takım arkadaşlarının taktığı lakap.
  • tatlı sert bir anlamı olan sevgi sözcüğü. hem sevdiğiniz hem de dövmek istediğiniz insanlar için kullanılması oldukça uygun oluyor. fakat kime böyle söylesem beni böyle seveceksen hiç sevme tribine giriyor.
  • o büyük gün gelmişti. 12 dev adam, dünya şampiyonası'nda final oynayabilmek için, 3 saat sonra sırbistan karşısına çıkacaktı. aynı saatte beşiktaş'ın da maçı vardı; heyecanım ikiye katlanmıştı. maç saatini beklerken kitap okumayı düşündüm ama aynı sayfada dakikalarca takılıp kalacağımı bildiğimden, en iyi vakit öldürme aracı olan internette fink atmaya karar verdim (beşiktaşlı futbolcu fink'e de selam ederim). o an için, zamanı hızlandırmanın başka bir yolu yoktu. güzel kız'ı arayıp, maç saatine kadar muhabbet etmeyi ben de isterdim ama telefon numarasını bilmiyordum. bilgisayarı açtıktan sonra 'sugibi.jpg' isimli bağlantıya tıkladım. sesini duyamayacaktım ama oradaydı; bana bakmasa da oradaydı.

    beni o'nunla buluşturan internete teşekkür ettim. teşekkürümün altında ezilmek istemeyen internet, zamanın hızla akmasını sağlayarak bana karşılık verdi. karşılıklı teşekkürlerle geçen 2 saatte güzel kız'la defalarca göz göze geldik. artık maçların başlamasına 1 saatten az bir süre kalmıştı; evden çıkmam gerekiyordu.

    dışarıya adımımı attığım anda, dudaklarım istemsizce bir şeyler mırıldanmaya başladı. kendime engel olamıyordum! sesime kulak verdim ve mırıltıları anlamaya çalıştım. "kartal gol gol gol" ve "blok geldi, faul dedi" cümleleri birbirini takip ederek, birçok kez kulaklarımda yankılandı; "kartal gol gol gol" ve "blok geldi, faul dedi". maçın havasına girmiştim bile. kafeye ulaşmak için adımlarımı sıklaştırdım ('kafe' dediğime bakmayın, bildiğiniz kıraathane). yolda karşıma çıkan mutlu bir çift, yeniden o'nu düşünmeme ve beynimde bazı imgelerin canlanmasına sebep oldu. hüzünlendim. (selam olsun mutlu çift!)

    kafeye ulaştığımda, hâlâ o vardı aklımda. "merhaba uğur, iyi akşamlar!" diyen bir tanıdığa, sadece "eyvallah" diyebildim. "bobô ilk 11'de... schuster seni duymuş galiba!" diye devam etti, "evet" dedim. şebnem ferah duygusallığıyla, artık kısa cümleler kuruyordum. hem 12 dev adam'ı, hem de beşiktaş'ı izleyebilmek için kafenin stratejik bölgesine konuşlandım. bulunduğum yerde her iki televizyona da hakimdim. maçlar başlayıncaya kadarki bu 10 dakikalık süreçte, benimle diyalog kurmak isteyenleri engellemek adına, gazete okuyormuş gibi yaptım.

    maçlar başladıktan 5 dakika sonra kuzenim geldi. bir süre hiç konuşmadık. pürdikkat maçları izliyordum; daha doğrusu izlediğimi sanıyordum. beşiktaş'ın etkili ataklarında bile heyecanlanmayınca, kuzenim "iyi misin sen uğur? burada mısın?" diye sordu. "o'ndayım; şey yani buradayım, iyiyim! o pozisyonu sen bile gol yapardın lan!" dedim. sessizlik bozulmuştu. bu dakikadan sonra pozisyonları yorumlamaya başladık. tekrar maçın havasına girmiş, galibiyeti düşünür olmuştum. dakikalar ilerliyordu. diyaloğumuz hız kazanmıştı ki kuzenime gelen bir sms her şeyi başa sardı. "ersan iyi oynamıyor aşkım. hidayet'in de üçlükleri kötü. umarım kazanırız, çok heyecanlıyım! öptüm. seni seviyorum" yazıyordu mesajda (evet, çaktırmadan mesajı okudum. ilk defa birinin özel hayatına izinsiz giriş yapmış ve anında cezalandırılmıştım). ben de güzel kız'la maçı yorumlamak, ersan'ın oyununu, hidayet'in üçlüklerini konuşmak isterdim. o'na "semih erden semi semih erden" diye komiklikler yapmak isterdim (tamam vurmayın, sustum) ama pek mümkün görünmüyordu bu. yalnızlığımla birlikte tekrar televizyona döndüm.

    beşiktaş 67. dakikada skoru 3-0 yapınca, yerimi değiştirdim (merak edenler için, maç 4-0 bitti). artık sadece türkiye - sırbistan maçını izleyecektim; iki maçı bir arada götürmek zor oluyordu. fakat yer değişikliğinin sıkıntısını anında yaşadım. arkamda oturan, 55-60 yaşlarında, sigaradan bıyıkları sararmış bir adam omzuma eğilmiş, "kırmızılar mı biziz, beyazlar mı?" diye soruyordu. "kırmızı" cevabını verirken, ekranda arda turan - sinem kobal çiftini gördüm. sinem de başını arda'nın omzuna yaslamıştı. gülümsedim; sinirden gülüyordum. ben de arda turan kadar yakışıklı, ben de arda turan kadar koca kafalıydım! ancak omzumda güzel kız değil, 'kırmızı - beyaz' ikileminde bir adam vardı. sonra tekrar güzel kız'ı düşündüm. acaba o'nu seven ben mi koca kafalıydım, yoksa beni sevmeyen o mu koca kafalıydı? kararsız kaldım. galiba ikimiz de koca kafalıydık!

    her şeyi bir kenara bırakıp, yeniden maça odaklanmam gerekiyordu. beşiktaş'tan sonra, 12 dev adam da kazanmalıydı. bu teselliye ihtiyacım vardı. dengede giden skor, ortamın adrenalin seviyesini yükseltti. kazanan finale çıkacaktı, kolay değil. artık son saniyelere girmiştik. sırbistan 1 sayı ile öndeydi ve top bizdeydi. maçın bitmesine sadece 4 saniye kalmıştı ve hidayet'in pasında topla buluşan kerem tunçeri, 3.5 saniye içerisinde turnikeyi bıraktı. herkes ayaktaydı. kafede sevinç çığlıkları yükseliyordu. işte o an, kendimi kaybetmişim. bi' ara "seni seviyorum" diye bağırdım. mutluluktan ne dediğimi bilmiyordum. yanımdaki adam, kerem tunçeri'yi seviyormuşum gibi yüzüme pis pis baktı. (ertem şener "her yerinden öpüyorum kerem" deseydi, öyle bakmazdı emin olun!) kalan 0.5 saniyeyi izlemek için kafenin farklı noktasına taşınmak zorunda kaldım ve semih erden'in bloğu sonrası finale çıkışımızı kutlayamadan kafeden uzaklaştım.

    eve dönüş yolunda düşünceliydim. buruk bir mutluluk yaşıyordum. kulaklıklarımı kulağıma taktım ve müziğin derin boşluğuna kendimi bıraktım. beynimi kemiren düşünceleri gölgelemek adına müziğe sarılmıştım ama çare olmadı. dedim ya; koca kafalıydım! ve bir noktadan sonra, roger waters'ın vokalistliğini yapmaya başladım. aslında, doğrudan waters'ın yerine geçmiştim. waters'ın sesi, benim sesim olmuştu. david gilmour gitara davet etti, kabul ettim. adımlarım yavaşladı ve karanlık bir sokağın ortasında durdum. tek başımaydım. gözlerimi kapadım ve gitar solomu atmadan önce, o'na seslendim: "open your heart, i'm coming home!"
  • dokuzuncu nesil çaylak.
    (bkz: kocakafa)
  • yıllar yıllar önce, berkun oya'nın yangın duası isimli tiyatro oyunu öncesinde, bendeniz ve kardeşini koltuklarında gülmekten yaran, bilinçaltımıza işlemesine izin verecek kadar sevimli, tekerlemeye benzer, fısıltıdan ibaret bekleme şeysinde geçen sözler:

    koca kafa kimde vaaar, kimde vaar, kimde var
    koca kafa bende vaaar, bende vaar, bende var...
hesabın var mı? giriş yap