• bana göre tam anlamıyla nefesi kontrol durumudur.

    kondisyonunuz gerçekten sürekli sizi terk etmek isteyen sevgili gibidir ona bakmalısınız pohpohlamalısınız besleyip daha da büyütmek gerekmektedir.

    ne kadar güçlü olursanız olun nefesinizle aklınızı bir arada yürütmediğiniz sürece isterseniz süreyya ayhan olun yine de kondisyon gerektiren spor dallarında başarılı olamazsınız çalışmak daha çok çalışmak gerekmektedir hat safhaya ulaşmak için. örneğin diyaframınızı geliştirmek için balon şişirme egzersizi yapılabilir, sabahları yapılan açık havada yarım saatlik tempolu yürüyüşlerde ciğerlerin oksijen alma miktarını artıracaktır ve böylelikle istenilen düzeye ulaşma süresi azalacaktır.
  • 1 saat boyunca nefesiniz kesilmeden tenis oynayabilmenizi sağlayan durum. aksi durumda etrafta ki havayı kim aldı diyor ciğerler...
  • ingilizce condition kelimesinden (veya latin kokenli baska bir dile ait bir kelimeden) dilimize gecmis olmasina ragmen ingilizce karsiligi olarak kullanilan kelimeler stamina veya endurance olan, kas yapmayi kafasina koyan genclerin genelde gereken onemi vermedigi fiziksel ozellik.
  • kelime anlami olarak ingilizce'de, durum, vaziyet. spor terimi olaraksa fiziksel dayaniklilik.
  • yanlis yazilimi icin (bkz: kondusyon)
  • plakların kalite durumuna da kondisyon deniliyor. örnek vermek gerekirse 9 / 10 kondisyona sahip bir plak oldukça kalitelidir.
  • çocuklukta ve ergenlikte çok bedavadan kazanılan* ama ileri yaşlarda elde etmek için hayli büyük fiziksel/ manevi bedel ve mesai harcanan güçtür.

    sokaklarda güvenle oynayan son nesildendim sanırım. daha küçücük bir çocukken (10-11-12 yaş filan?) yaz tatilinin her günümü, bisiklet tepesinde geçirirdim.
    bazen bisan'in beldesan'in * bisiklet turları olurdu. konvoy halinde 100, 150, belki daha fazla sayıda bisikletle bazı rotalara sürerdik.
    şimdi baktım haritadan, 40-45 km imiş gidiş dönüş. sabah 8 gibi çıkardık, 14.00-15.00 gibi dönmüş olurduk mahalleye.
    eve uğrayıp yarim ya da bütün taze ekmek içine kalınca bir tereyağı-bal katmanı sürer, koca bardak sütle onu hupletip gene bisiklet tepesinde akşam hava kararana kadar gezerdim arkadaşlarla.
    günde ortalama en az 50-60k demek bu. minimumu bu yani.

    ve biz yorgunluk bilmezdik. hatirliyorum, bi gram ağrı sızı hissetmedim hicbir zaman.

    spor hayatıma 5.5 yaşında, göztepe spor kulübü yaz okulunda yüzme öğrenerek başladım. sonra kışları bazen tuborg yüzme kulübü altyapısında, bazen karşıyaka spor kulübü altyapısında devam ettim. ama 8-9 yaş civarı bir kış döneminde ağır bir zatürre geçirdiğim için (saçımı kurutmaya üşenir, kış kıyamette eve sular damlayan ıslak saçlarla gelirdim) ailem profesyonel yüzme camiasiyla ilişiğimi kesti.

    durur mu çocuk? bisiklete abanmışım (o zaman bağlantıyı görememiştim haliyle)
    bisiklet bana te ergenligime kadar çılgın attırdı.
    14 yaş sonrası lisede beden hocası bana söyle bi bakıp "takima giriyorsun" dedi direkt. boğum boğum kas tabii o bacaklar; o kadar yıldır bisiklet tepesinden inmemişim.
    lisede öyle bi küs bi barışık atletizm maceram oldu. sprint ve 3 adım takımındaydım.

    lise son sınıfta hepten terelelli olan ailem ve başımı adeta yiyen korkunç yaşam şartlarım bana tüm spor hayatımı yaktırdı (ki farkında bile değildim aslında bi spor hayatım olduğunun. öylesine uğraşılan, kategorik olarak bi anlam içerdiği farkında bile olunmayan şeylerdi)
    17.5 gibi nispi geç bir yaşta (inandina) sigara içtim. alkole filan da düştüm sonra.

    spor beni hep çağırdı inceden. ılk 27-28 yaşında başladım tekrar koşma denemelerine. ama hep de rolantiden hallice sürdü.

    şimdi 40 yasina 1 kala; son 2 senedir filan daha ciddi ele aldım konuyu.
    ve insan kendini bıraktığı yerden başlayacak sanıyor. çok komik.
    spor yaptıktan sonra yorulmama hala şaşırıyorum! çünkü içerde o 15 yaşındaki velet var aslında.
    o zaman yorgunluk ne bilmezdik.

    kondisyon denen şeyi küçük bir çocukken ne bedavadan kazanmışım. vaktin, yiyip içmenin, büyümenin, zamanin; her şeyin ama herrrrr şeyin bedava olduğu bir çağ imiş çocukluk.
    kondisyon da bu ekibe dahilmiş. hatta belki de içinden nasıl sağ çıktığımı bilemedigim; kabus gibi çocukluğumun içinden selametle çıkmamı sağlayan güçmüş...

    şimdi bi kızım var ve onun beden gelişimini, kondisyonunu; en az mental gelişimi kadar önemsemem gerektiğini çok iyi biliyorum bu yüzden.

    çocuklukta bedavaya getirilen beden gelişimi, kazanılan kondisyon, kas gelişimde oluşan hafıza*, tum bunların kalp dolaşım sistemine/iskelet sistemine filan sağladığı muazzam katkı filan çok çok önemli çünkü.

    bak şimdi yaş 40, her bir kilometreyi 1 dakikacik hızlı koşabilmek ya da menzilime 2 km daha eklemek için haftalarımı, aylarımı feda ediyor; sosyal hayatımı eksiltiyor, işimden filan ödün veriyorum...
    bedavayken, akarken toplamak lazım. en güzel ekimi çocuklukta oluyor bence kondisyonun.
  • bedensel olanından bahsedeceksek, bunu yetişkinlik hayatında ter, acı ve zorlanma olmadan kazanmanın bi yolu yok.

    acısız, tersiz, zorlanmasız kondisyon kazanmak hiç mi mümkün değil? mümkün aslında.
    çocuksanız sadece..

    çocukken çok bonkördür, yetişkinlere çok nankördür bu şrfsz. uzun süre boyunca bi ayağı kapıda takılır. azcik yüz çevirsen, imkanı yok biraktiğin yerde bulamazsın. götün götün kaçar.

    çocuklar için çok çok önemli bir yatırımdır. kas iskelet sistemi, iç organlar (başta kardiyovasküler sistemler ve ciğerler için) vs müthiş bir sağlam alt-yapı oluşturur. ileri yaşlarda saglikla ilgili çok ekmeğini yer bu kazanımların çocuk.
    ben yedim, ordan biliyorum.
    (milli eğitim bakanı olursam bi gün, haftanın 5 günü sabahtan ilk ders saatlerini beden eğitimi dersine vericem japon tedrisatındaki gibi. )

    7 yaşında bisiklete binmeyi öğrendim ve tüm yaz tatillerim, bisiklet tepesinden hiç inmeden full gezme şeklinde geçti. arada bisan ve beldesan'in bisiklet turları olurdu, onlara giderdim.
    grubun en küçüğü ben olurdum ve herkes bi acayip acayip bakardı bana.
    bostanli'dan inciralti'na giderdik 100-150, belki daha fazla sayıda bisikletle. git gel 50 km eder.
    sabah 9 da mi ne pedal basardik, inciriltinda verilen sucuk ekmegi yer dönerdik. dönüş saat 3 gibi olurdu.
    eve gider ve tereyağlı balli bi yarim ekmek daha gömer, tekrar çıkardım. akşam 8-9 a kadar aralıksız bisikletle turlardım.
    yaş 11-12 filan olmalı. bak 90-100 km eder.
    bi kere ağrı acı cektigimi hatırlamıyorum.
    çılgınca yer ve camis gibi uyurdum.

    şimdi epeydir koşuyorum ama çok gelgitli bir tempon var. gerek mücbir sebepler (deprem sonrası ptsb gibi) gerek eşimin yurt dışında çalıştığı uzun aylarda yalnız bir ebeveyn olmanın kısıtlayıcı etkisi, gerek sigara bağımlılığımla olan yılan hikayem (şükür şimdilerde yok) gibi şeyler sonucu tatlı, stabil bir çizgiye oturamadi bi türlü kondisyonum.
    geçen sene gözümü kapatıp sabah 20-22k koşuyor, duşumu alıp günlük işlerime sıfır ağrıyla devam edebiliyordum.
    sonra bi deprem, anne evinde zorunlu geçirilen bir ay. post travmatik stres, tekrar başlanan sigara, akşamları uyuyabilmek için içilen şaraplar vs tam bir kaos ortamı yarattı.

    2,5 ay sonra çıktığım sahilde anca 6k koşabildim.
    pes etmedim, devam ettim. mesafemi arttırdım.
    tak! arka arkaya kapanmalar. blok kapanmalar. sahil yasakları..
    kondisyonumu geri kazanmak için kendi bedenimle girdigim hengame yetmiyor, bi de koşullarla mücadele veriyorum.
    üstelik kondisyonum bir çeşit ıssız adam gibi habire geri kaçıyor!

    ama yetişkinlikte böyle işte, yapacak bisey yok.
    kondisyon için o fırsat penceresi sadece bi dönem açılır, o da çocukluk dönemidir.
    gerisi hep çaba, acı, fedakarlık, azim filan gerektirir..

    planimi yaptım, agustosta yarı maraton, seneye maraton. hadi bakalim
  • dun ogrenmis oldum ki gosteri icin olmazsa olmazdir.
hesabın var mı? giriş yap