• geçen seneki film festivalinde çalışan seyirciler düşünülmediği için izleme şansı bulamadığımdan ancak vizyona girdiğinde seyretme imkanı bulduğum ve çok uzun zamandır seyrettiğim en gerçekçi hatta ne gerçekçisi en gerçek film.

    --- spoiler gibi gibi ---

    düşünün, dolmuşta seyahat ediyorsunuz. akşam trafiği var. herkes köprüden bir an önce geçip evine varma telaşesinde. siz de biten günün kırıntılarını kafanıza takmış düşünceli düşünceli dolmuşun rahatsız koltuğunda oturuyorsunuz. bir an dolmuş şoförü sinirli sinirli kornaya basıyor, önündeki taksiye söyleniyor. sizin de dikkatiniz dağılıyor ve dolmuş şoförünü düşünmeye başlıyorsunuz nasıl bir hayatı vardır, evli midir, karısı evde onu bekliyor mudur, yoksa çalışıyor mudur, anlaşabiliyorlar mıdır, kirada mı oturuyordur, çoluğu çocuğu var mıdır ne gibi dertleri vardır diye... sonra trafiğin en yavaşladığı zamanlarda kucaklarında çiçeklerle genç genç çocuklar yarattıkları tehlikeye aldırmadan bir iki kuruş para kazanabilmek için dolaşmaya başlıyorlar. siz de bu sefer çiçekçi cocukların hayatlarını düşünmeye başlıyorsunuz. nerede, hangi koşullarda yaşıyorlar acaba, okuma yazmaları var mı, ya bir gelecekleri... birden dolmuşu bir trafik polisi durduruyor fazla agresif olan şöfürünüze ceza kesecek. bu sefer ilgi alanız polis memuru. kimdir, nedir, nerede, kimle yaşar, bekar mıdır, evli midir, nerelidir...

    --- spoiler gibi gbi ---

    işte köprüdekiler, biz sadece geçip giderken her zaman orada olan şoförlerden, trafik polislerinden ve sokak satıcılarından sadece üçünün hayatına dalış yaparak, izleyicisine, o sadece bakmadan görüp geçtiği insanların hayatlarını kısa bir süre de olsa bir belgesel havasında izleme imkanını veren muhteşem bir film. filmin bir güzelliği de bir an durup o insanlara bakıyoruz ve sonra da yolumuza devam ediyoruz ama biz yolumuza devam ederken onlar da kendi hayatlarına devam ediyorlar. çünkü onlar gerçekten yaşayan insanlar. mutlaka izlenmeli. sadece bakmak ile görmek arasındaki farkı anlamak için bile mutlaka izlenmeli...
  • --- spoiler ---

    ay yıldızlı yüzüğü, üniforma ve silahla çektirdiği arkasına; "anacığım ellerinden öper selam ederim" yazıp annesine gönderdiği fotoğrafı, "adam kürdistan dedi hiçbir haritada yok göster dedim adama" milliyetçiliği ama aynı zamanda bizi niye askere alıyorlar ki korkaklığı, bira içmeyip bayram namazına gidişi ama milli piyango bileti almakta da sakınca görmeyen müslümanlığı, msnde konuştuğu nezihe'ye elini tişörtün altından kalbinin üstüne koyup oluşturduğu heyecanlıyım efekti ile polis bu filmin en sahici karakteriydi. emin olun üç aşağı beş yukarı onun gibi olan on milyon erkek vardır bu ülkede.

    cemile ve didem sınıf atlamaya iman etmiş, amentüleri albenili vitrinlerle havalı çizmeler, geniş salonlu evler olan ve deniz olmayan şehirde yaşamazsa ölecek hastalığına tutulmuş sahici kadın karakterler. yine bunlar gibi siz deyin beş milyon ben diyeyim on milyon kadın yaşıyor türkiye'de.

    filmde en sinir bozan sahneyse çiçekçi fikret ve arkadaşının girdikleri mağazada garibanlıkları yüzünden hırsız yaftası yemeleriydi.

    --- spoiler ---

    ödül almış almamış, niye almış, almalı mıymış geçin bunları. izleyin, tanıdığınız herkese izlettirin derim ben.
  • yazdigim oyunbozanlik [yani spoiler] icerecek. urken, okumasin.

    filmi cok sevdim. uc nedenden.

    ilkin, zaten belirtilmis, uc tekil sahis uzerinden milyonlarin gercek oykusunu anlatmayi basarmak kolay is degildir. film, temsil kabiliyeti ile bunun ustesinden muazzam bir basariyla geliyor.

    ikinci olarak, anlatilan, alt siniflarin hikayesidir. fakat alt siniflarin yasantisi turdes degildir. polisin derdini dolmus soforu anlamakta zorluk ceker. benzer sekilde, cicekci cocugun muskulu dolmus soforu ile polise yabancidir.

    son olarak, burada yazilanlarin cogu filmin bir yere baglanmadigindan sikayet etmekte. bilakis. film her uc tekil sahis uzerinden bircoklari icin kesin bir sonuc icermektedir: dolmus soforu karisiyla curuyup gidecek, cicekci hayatinin sonuna kadar cicekcilik yapacak ve polis tatilinde ancak anasinin yanina koyune donecektir. bundan otesini tahayyul etmek guctur. cunku sahip olduklari olanaklar ve karsilarina cikabilecek firsatlar ancak bununla sinirlidir. ve bu firsat ve olanaklarin sahislarla bir ilgisi yoktur. mesele, toplumsal siniflardir. yani, sistemin ta kendisidir.

    sahane bir filmdir. hararetle tavsiye ederim.
  • eğer benim gibi uzun süredir dvd'sinin çıkmasını bekleyenler olduysa müjdeyi vereyim, çıktı.

    hafızam çok fazla şey taşımaz, ama köprüdekiler izlediğim en karamsar filmlerden olarak kalacaktır. çünkü hiçbir şey hayatın kendisi kadar berbat olamaz ve belgesel/kurmaca arasına sıkışmış bu film, görsel uyarılmanın tokatsallaşması. "tokat gibi film" klişesini kullanmadan aynı şeyi söylemeye çalıştım. kusuruma kalmayın.
  • hakkında nuri bilge ceylan'ın şu yorumu yaptığı, oldukça başarılı film:

    "zarif ve çok katlı bir kararlılığa sahip bir biçim ile buyurgan olmayan bir çözümlemeyi biraraya getirebilmiş ender bir film. tuhaf bir şekilde sahici ve spontane ama aynı zamanda her şeyin kıvrak bir zeka tarafından bütünüyle kontrol altında olduğunu hissettiren detaylar..."
  • üç ayrı öyküyü köprüden aşağı uçuran, filme seyirci kaldığımız gibi filmin de kendi öyküsüne seyirci kaldığı, ulusal yarışmada birincilik kazanan türk filmi.

    en ilginci, filmin gösterildiği emek sinemasında, cumhuriyet mitinglerinin aktığı ve beş-on saniye boyunca çalan istiklal marşının gösterildiği sahnede, seyircilerden birinin ayağa kalkıp saygı duruşunda bulunması idi.

    karanlıktı ama gözlerimize inanamadık...
  • şahane bir film. yani tam da beklediğim gibi belgesel estetiğiyle kurmacayı harmanlayan, büyük bir keyifle izlenen bir film olmuş. toplumun farklı kesimlerinden üç kişinin hayat algısını aslı özge her ne kadar kabul etmese de belgesel filmi andıran yapısyla alabildiğine gerçekçi bir şekilde yansıtan bir film olmuş.
    yönetmen roportajlarında mesaj verme kaygısı gütmediğini söylese de ister istemez kadraja giren bazı noktalar aslında bir mesaj haline geliyordu.

    --- spoiler ---
    filmde dolmuş şöforü ve karısının hayatları türkiye'deki birçok ailenin hayatı aslında. kadının iyi yaşama arzusu, bunu kocasına dayatması, kocanın uzlaşmaz tutumu vb.

    polisin chat ortamında tanıştığı kızlarla buluştuğu zaman gerçekleşen diyaloglar da önem arzediyor. gerçi buluşmalar genellikle sessizlikle örülü ama konuşmaların içeriğini teşkil eden iş mevzusu önemli. polisin ilk buluştuğu kızın maaş, borç, tayin durumlarını öğrendikten sonra masadan bahaneyle kalkmak istemesi aslında ilişkilerin ana ekseninin maddiyata dayandığını gösteriyor.

    filmle ilgili diğer bir noktanın ise bu 3 karakterden şoför ve karısı ile polis karakterinin toplumun hemen hemen tümünün algısını ortaya koyan milliyetçi tavırlarını, içi boş milliyetçiliği göstermesi olduğunu düşünüyorum.

    ve bütün bu algıların arkasında, yaşam stilinin arkasında ister istemez hemen her sahnede kadraja giren burger king, nescafe, dolce gabbana gibi tüketim fetişimizminin unsurlarının olduğu da aşikar.

    --- spoiler ---

    filmdeki karakterlerin kendisini oynadığını, yalnız polis karakterinin 657 sayılı kanun yüzünden başkasına oynatıldığını belirtelim. bu rolde de oynatılmak istenen polisin yerine malum sebeblerden polisin kardeşini görüyoruz. film ile ilgili altyazı dergisinin 93. sayısında bir röportaj olduğunu da belirtelim.
  • uzun süredir izlemek isteyip festivalde kaçırıp vizyonda bulamayıp ancak 2011 eylül'ünde izleyebildiğim film. alelade insanların hayatlarının tam ortasından girip herhangi bir yerinden çıkıyorsunuz filmi izlerken. sonu-başı olmayan bir film köprüdekiler.

    amatör oyuncuların kimi sahnelerde çok sırıttığı doğrudur ama yönetmenin belgesel-kurgu arasında gidip geldiğini düşünürsek, özellikle köprüdeki sıradan insanların sıradan dertleri anlattığı göz önünde bulundurulursa filmin gerçekçiliğine destek olduğunu söyleyebilirim.

    yaşadığı hayatı bir şekilde değiştirmeye çalışıp başarmanın yanından bile geçmeyen karakterleri var bu filmin. köprüdekiler'in en etkileyici yanı karakterlerin hayatlarının önünü-arkasını bilmeden tam olarak nasıl bir arkaplanda bugüne geldiklerini algılayabilmemiz bence. bu biraz karakterlerin "sıradan"lığına bağlıyken bir yandan da yönetmenin konuyu işlemek için seçtiği ufak hikayelerle filmin arka yüzünde geçip giden objelerle sağlanıyor.

    velhasıl türkiye'de bağımsız sinema isteğimizi körükleyen bir filmdir.
  • "men on the bridge" adiyla 15. londra turk film festivali kapsaminda seyrettigim belgesel-film. gerek cekimler gerekse oyunculuk nedeniyle izleyicide film degil de belgesel izliyor hissi uyandirdigini dusunmekteyim.

    ----spoiler----

    sonunda 3 kisinin de hikayesinin birlesecegini beklerken tak diye bitmesine sevindim acikcasi zira ben dolmuscunun cicekciye carpacagini ve olaya polisin dahil olacagini dusunmustum. iyi ki oyle olmadi.

    ----spoiler----
  • filmin başarısı; manzarayı, insanlara dışardan bakan birinin gözünden göstermesinden ziyade, ki bunu yapmıyor değil, o karakterin dışına çıkmış kendileri tarafından izleniyor gibi göstermesi bence. isyan etmiyorsun o yüzden o yaşamlara, kendileri de etmiyor zaten. çaresiz bir dinginlikle kabul ediyorlar. hiç yabancı gelmiyor, hatta sıkıyor bazılarını. yanıbaşında olup da görmediklerini, görsen de hissedemeyeceklerini anlatıyor bir yandan. öyle tokat gibi çarpma derdi yok yani. sessizce anlatıyor, zaten bildiklerini. oyuncular da her nasılsa, kamera yokmuşçasına doğal. belki yaratılan ortamdan belki de kendilerinden kaynaklanıyor.

    her şehirde yer alan, aynı yerden geçen ya da orda duranların kısa bir öyküsü. köprünün üstünde ya da altında...
hesabın var mı? giriş yap