• kötü müziğin ne olduğunu izah etmeye cüret eden babayiğit görmedim. o babayiğit ben de değilim. ahbabın bana en sık sorduğu soru şu oluyor galiba; iyi müzikle kötü müziği nasıl ayırt edersin? can kulağıyla 1000 farklı şarkı dinle, 1001.de hudutlar belirginleşmeye başlar. benim formülüm bu. kötü olarak addedilen müziklerin ortak paydalarından bahsedeceğim ben. yani insanlar bir müziği ne zaman "kötü" diye etiketliyorlar onu anlamaya çalışacağım. önce baştan şunu söyleyeyim; "kötü müzik" ile "gülünç/saçma müzik" başka şeylerdir. bu ikisi çok karıştırılıyor. mesela ekşi sözlükteki "en kötü 50 türkçe şarkı" başlığına bakalım hemen. listenin başında gençkan var; kendimi kontrol edemiyorum. tüm listeyi saymayayım şimdi ama tahmin ediyorsunuzdur kimlerin olduğunu. petek dinçöz, banu alkan, faruk k, mustafa topaloğlu falan filan. eminim pek çoğunuz (ben de dahil)"kendimi kontrol edemiyorum"u ilk dinlediğimizde güldük. sanırım yine denk gelsem bir yerlerde yine gülerim. eşlik bile ederim hatta. aynı şeyi kötü yemek için düşünsenize. yani baktın tadına, berbat. bir kere gülmezsin. sonradan denk gelirsen bir daha şansını denemezsin. kaçınırsın. çünkü kötüdür. ne bileyim bamya işte mesela. çokları hoşlanmıyor bamyadan. gülünç yemek nasıl olacak peki? bir instagram hesabı önereyim size; kötü yemek günlüğü. kadıköy'ün eski gediklilerinden birinin hesabı. sarmalı pizza yapmışlar. millet de gülmüş. yesen yenir yani bu. mide bulandırıcı bir tarafı yok ama absürd bir yemek. komik. uzun lafın kısası; kötü ile absürd/saçma/gülünç başka şeyler. müzisyen, besteci, prodüktör veya plak şirketinin hedefi ile ortaya koyduğu arasında uçurum varsa buna gülünç denir. gençkan mesela çok ünlü olacağını düşünüyormuş. bir fanzinde söyleşisi vardı, orada okudum. niçin gülünç? çünkü ortaya çıkan ürün hayal ettiği hedeften çok uzak. kötü böyle değildir. kötüde insanı rahatsız eden bir şey vardır. tahammülü zordur. hele kötü müzik tahammül edilmesi güç bir ezadır. gülünç olanda amel kusurla dolu olsa da niyet safça, çocukça, aptalcadır. takliti zor hatta imkansızdır. çünkü gülünç olan şey zaten kendinin farkına varamayış, kendine dışarıdan bakamayıştır. niyetle amelin tutarlı olduğu bir durum gülünç olamaz, belki komik olabilir. grup vitamin, prenslerin öcü falan komiktir ama gençkan, ajdar vesaire gülünçtür. çalışarak gülünç olamazsın. demek istediğim bu. dünya müziğinde olduğu gibi bizim memleketin müziğinde de gülünç olmaya çabalayarak; sahte bir aptallığı ve deliliği satmaya çalışanlar bir hayli çok. örneğin mustafa topaloğlu . bu kişiler ve müzikleri müziğin konusu değil. o yüzden bu müziğe tanım bulmak zor. gülünç değil, kötü değil, belki "rezil" denebilir. bilemiyorum. neyse sanırım ne demek istediğimi yeterince anlattım. konumuza yani "kötü müziğe" dönelim.

    "en kötü şarkılar" listelerini şöyle bir karıştırın. meşhur listelerden biri belki de ilklerden biri kenny everett'in toplama albümü: the world's worst record show. 1973. kenny everett bir komedyen. hazırladığı bu seçki de kötü değil gülünç şarkılara örnektir. ismi "the world's most ridiculous record show" olmalıydı. 10 yıl sonra başka bir toplama albüm çıkıyor: the rhino brothers present the world's worst records!. bunlar da kötü şarkılar değil. lütfen zahmet ediniz ve dinleyiniz. mesela edith massey'den big girls don't cry var listede. bu kadıncağız küçük yaşta yetim ve öksüz kalmış, yetiştirme yurdunda büyümüş. eziyet görmüş falan filan. berbat bir hayat yani. çehre züğürdü bu kadın öyle tahmin ediyorum ki parlak bir zekadan da yoksun. profili az çok anladınız işte. e işte bizdeki "en kötü şarkılar" listeleri de az çok böyle tiplerden oluşur. bu listelerdeki şarkıların ortak özellikleri neler?

    1- şarkıcı yahut müzisyenler gülünç derecede beceriksizler. besteciler de öyle.

    2- ifade edilen duyguların kendisi de ifade ediliş şekli de beylik, banal. posta gazetesi şiir köşesi gibi.

    3- janrla ilgili bir karışıklık var. opera şarkıcısına rock söyletmişler veya şişman, kart, punk bir kadını "tatlı kız" şarkıları söylerken görüyoruz. yani dinlediğimiz müziğin bağlamını bir türlü kestiremiyoruz. çetin alp'in seslendirdiği opera o yüzden bu listelerde sık yer buluyor. metin milli'nin seviyorum işte var mı diyeceğin performansı meşhurdur. hani klibinde drakula gibi giyinmiş yanına da üç ünite kan gibi zıplaya zıplaya vokal yapan kadınlar var ya. o işte. yani ne alaka değil mi? metin milli veya kareograf kimse, bunu komik olsun diye mi yapmıştır sizce? hiç sanmam. gerçekten iyi bir şey çıkacağını düşünmüşlerdir. buna şüphem yok. zaten gülünç olan da bu; niyet ile ortaya konulanın arasındaki uçurum.

    kötü olduğunu düşündüğümüz müziğe verdiğimiz tepki bambaşkadır. duygusal bir tepkidir. gülünç olana verilen tepki düşüncenin ürünüdür. önce uyaranı alırız, bir yere oturtmaya çalışırız, beceremeyiz ve "bu ne lan" der, kahkahayı koyarız. kötü müzik anında tesir eder. tepe tüylerine kadar dikilirsin, tahammül edemezsin. dur bakayım daha neler saçmalayacak demezsin. hemen kapatmak istersin. falan filan. neye sinirleniyoruz peki? tahammül edemediğimiz şey ne? sadece kulağımıza gelen ses mi? yok. ne olabilir bizi çileden çıkaran?

    1- insanların aptallığına, yavanlığına sinirleniyor olabiliriz. biz somurtmuş otururken bir güruh bu dandik müzikle dans ediyor vs. "ulan böyle bir şeyi nasıl beğenebilirler, nasıl tahammül ederler" dersin. gaye'nin "gamzedeyim" yorumuyla içlenen birilerini görünce gözlerime inanamıyorum. sinirlerime hakim olamıyorum.

    2- ihanet bizi çileden çıkarıyor olabilir. sanatçının yeteneğine ihanet ettiğini düşünüyoruzdur. fatih erkoç'un tüm kariyeri bu hayal kırıklığının numunesidir.

    3-prodüktör, müzisyen ya da plak şirketinin bir müziğin otantikliğine zarar verdiğini düşünüyoruzdur. yedi karanfil örneği. ahmet koç muydu neydi bi adam vardı. o mesela. bu da bir nevi ihanettir. saygı duyduğumuz, duygusal bağ kurduğumuz bir şey bağlamından koparıldığında sinirleniriz. ne bileyim saç kurutma makinası reklamında radiohead'den high&dry çalsa bir zaman sonra şarkıdan da soğuruz.

    yani öyle anlaşılıyor ki müziğin "kötülüğü" teknik bir sorundan çok "etik" bir sorun. bob dylan hatırı sayılır bir şöhreti varken, 1966 yılında verdiği manchester konserinde yuhalanmıştı. çünkü hayranları onu bir folk müzik sanatçısı olarak, çağdaş ozan olarak görüyorlardı. adam elektrik gitarla falan çıkınca sahneye yer yerinden oynadı. hatta yuhlama sesleri arasından bir seyircinin "judas" dediği duyulmuş. biliyorsunuz judas havarilerden biri. isa'yı gammazlayan. batı mitolojisinde ihanetin sembolüdür. dylan'ın hayranlarının niçin kızgın olduğunu anladınız değil mi? "bize, bizi birbirimize bağlayan müziğe ihanet ettin" diyorlar işte.

    nasıl bitireyim yazıyı bilmiyorum. en zor kısmı bu. şöyle toparlayayım; kötülük denen şeyde kasıt vardır. niyet sarihtir. kasıt yoksa bu bir kazadır zaten. banu alkan'ın, petek dinçöz'ün, seren serengil'in falan amel defteri kapalıdır. bir de kaan boşnak, sena şener, dolu kadehi ters tut falan filan gibiler var. bunlarda da iyi müziği aramak yersiz. bayağılık içinde debelenen ve içgörü kazanmaları imkansız duran kimseler bunlar. kötü müziği the beatles'ta, sadettin kaynak'ta, mehmet erenler'de, stravinsky'de, ajda pekkan'da aramak gerekir.

    saygılarımla.

    *düzeltme: son cümlenin bazı okuyucular tarafından yanlış anlaşıldığını gördüm, açıklama gereği duydum. mehmet erenler, stravinsky vesaireyi kötü müzik yapanlara örnek olarak yazmadım. kötü müziği yapsa yapsa bu isimler yapabilir dedim. çünkü bunlar tükenmez bir merakla, kıskandıran meziyetlerle müzeyyen kimseler. üstelik etik olarak da dosdoğrudurlar. iyiyi de burada aramak gerekir, kötüyü de. kastım budur.
  • (bkz: #125256038) buna farklı bir perspektiften yaklaşmakta bence fayda var.

    bence "kötü müzik" objektif olarak sınıflandırılabilecek kriterlere sahip olamaz.

    zira müzik, bence "in the eye of the beholder" gibi bir mevzudur. yani "dinleyende uyandırdığı hissiyat"la alakalıdır.

    mesela sex pistols diyelim. buna xyz kriterlere göre kötü diyebiliriz. benim aklıma 30 tane geliyor mesela pistols'un müziğini iyi örneklerle kıyasladığımızda kötü olarak kabul edebileceğimiz. ama gel gelelim sex pistols dinlerken heyecan duymak, eğlenmek, gaza gelmek gibi şeyleri hissetmemi engellemiyor. içerde odada oğlum var, 14 yaşında, onu da engellemiyor. şarkı yazıldıktan 30 küsür sene sonra doğan bir çocuğun da keşfedip, sevdiği, playlistine koyduğu ve sanki ben habersizmişim gibi "baba süper grup bak dinle" diye arabada dinlettiği bir müziğe istediğim kadar "şu kritere göre kötüdür" diyeyim saçma olur.

    şimdi benim dinlerken bir takım hislerimi tetikleyen müzik a-b-c ise, başka birininki ki pekala x-y-z olabilir. bu mustafa topaloğlu da olabilir, fatih erkoç da olabilir, ajdar bile olabilir. neye göre kime göre kötünün sanat eserleri kadar uyduğu başka bir şey ben düşünemiyorum.

    basquiat tablolarını ben çöpten almam ama milyon dolar ödeyen var. o hesap işte. bir sanat eserinin değeri, kendinden değil, ona değer biçen insan tarafından belirleniyor.

    ben mesela 20 sene önce tom waits'e bu ne amk derdim. bunu muzik diye kaydedip cd'ye koyup ta türkiye'ye yollayıp dükkanda rafa koyup satmaya utanmıyor mu adamlar, derdim.

    gel gelelim şimdi hastasıyım. bu muzik objektif olarak kötü olsa fikrim 180 derece değişebilir miydi? pek sanmıyorum.

    banu alkan'a alkış tutan eğlenen insanın keyfini benimkinden aşağı kılan şey ne? belli değil. opera kovalayan, klasik müzikten başka bir şeyle tatmin olmayan insanın keyfini benimkinden üstün kılan şey ne? o da belli değil.

    o yüzden boşnak kadehi doldur sena falan tarzı gruplara da "kötü" derken (ki ben de diyorum eyvallah da) bunları dinleyip aşk acısı çeken ne bileyim gaza gelen insanların varlığını da düşünerek şeyetmekte fayda var. adam bugünün emre aydın'ı işte. 15 sene önce o vardı, bugün bunlar var.

    bugüne kadar hangi müziğe "berbat" dediysem "aaa olur mu xxxx var üüfff" diyen birileri çıktı karşıma. ajdar'ın bile "adam andy kaufman modeli meta komedi yapıyor" açıklandığını işittim. ne diyecen ki bunun üstüne

    ama gaye su kötü evet.
  • kötü müzik modadır. gelir ve geçer. müziksever için önemli olan, kitlelerce pohpohlanan kötü müziklerden doğru zamanda uzak durmayı becerebilmektir, zira modası geçtikten sonra o kötü müziği zaten herkes küçümseyecektir. konuyu örnek olaylarla daha kolay açıklayabilirim sanırım:

    haluk levent doksanların ortalarında türkiye'deki rakınrol camiasında ne de popülerdi. eline gitar alan hemen herkes haluk levent şarkıları çalardı. neredeyse rock dinliyor olmanın şartıydı haluk levent'i sevmek (bkz: #9111791). ben sevmedim kendisini; şekilci gözüktü bana hep. bon jovi'nin zirveye taşıdığı "müzik hiçbir şeydir, görüntü her şey" düsturunu benimsemiş bir abiydi çünkü bence. hoş, yiğidi öldürelim hakkını verelim: bon jovi'deki elemanların en azından eli yüzü düzgündü ya neyse, ne demek istediğim anlaşılmıştır herhalde. haluk levent benim gözümde her zaman 'müzik' denen kavramın düşmanı oldu. yaptığı şey müzikten ziyade antimüzikti benim için ve o kadar samimiyetsiz, öylesine kalitesiz ve özentiydi ki; etrafımdaki insanların bunu görememesi beni dehşete düşürmekteydi. şimdi o insanlar büyüdüler ve haluk levent'e laf atıyorlar. iyi de bu adam hiç değişmedi ki, her zaman böyleydi. her dönemin böyle şarkıcıları olur; bir şekilde prim yapmayı becerirler ve bu işten güzel ekmek yerler. bakın artık bon jovi'nin de esamesi okunmuyor, zira onların dönemi de bitti; modaları geçti. bir modaydı onlar, tıpkı haluk levent gibi.

    müzik kendi modasını da dönemine göre yaratmasını biliyor, günümüzün modası ise ingiliz grup muse. kendileriyle ilgili olumlu yazılar yazan dergiler mevcut; grup üyelerinin ne kadar aşmış müzisyenler olduğundan falan bahsediyorlar mesela. ancak görünen köy kılavuz istemiyor; muse o kadar berbat bir grup ki, onları haluk levent'in ingiltere şubesi olarak tanımlarken içimin yağları eriyor. popüler müzik dergilerinin bunu görememesi (ya da okuyucularına göstermemesi) umrumda bile değil, er geç muse'a hakkını teslim etmek zorunda kalacaklardır. ancak bu süreçte muse, tıpkı 15-20 yıl önce bon jovi'nin ağırlıklı olarak amerika'da ve hatta dünya çapında, ya da 10-15 yıl önce haluk levent'in türkiye'de yaptığı gibi, rock müzik dinlediğini zanneden kitleleri sömürerek onlara kötü müziğin hasını dinletecek ve dinleyicilerinin müzikal gelişimini geriletecektir.

    kötü müzik yapan çoğu isim zararsızdır, zira sadece kötüdürler. kötü müzik yaparken bir yandan çok iyi olduğu iddia edilenlerse müziğe ve dinleyicilere en büyük zararı vermektedirler. peki aralarındaki farkı nasıl anlayacağız ve bunlara nasıl tepki vereceğiz? burada pratik bir örneğe geçelim ve dönemin iki kötü grubunu doğru soruları sorarak kıyaslayalım hangisi daha kötü karar verelim:

    nickelback vs. muse

    soru 1: hangisi daha kötü müzik yapıyor
    cevap: muse kötü bir grup olsa da nickelback'ten daha kötü olmaları teorik olarak mümkün değil, zira geçmişte yaptıkları iyi şarkılar mevcut. nickelback'se şans eseri dahi olsa iyi bir şarkı yapamadı.

    soru 2: eleştirmenlerin bu iki gruba bakışı nasıl?
    cevap: nickelback'i kimse kaale bile almıyor. muse'un ise döneminin en iyi grubu olduğunu iddia edecek kadar mal eleştirmenler var ne yazık ki. hatta bunların bazıları muse solisti matthew bellamy'i bob dylan'dan veya john lennon'dan daha çok önemseme gafletine düşebiliyor (bkz: #12953836).

    kötü müzik kıyaslaması burada sona ermeli, zira nickelback'in müzik için bir tehdit olmadığı anlaşıldı. onlar sadece kötü, önemsiz bir grup; güler geçeriz. muse ise kötü bir grup olması yetmezmiş gibi kimileri tarafından rock müziğinin yeni tanrıları olarak yaftalanabilmekte ki, okuduğu/duyduğu her şeye inanma potansiyelindeki müzik algısı yeterince gelişmemiş dinleyicileri bu tehditten korumak şart. böylece karara varıyoruz: muse daha kötü ve zararlı bir grup ve daha fazla insanın telef olmaması için modasının acilen sona ermesi sağlanmalı. ne yazık ki burada serbest radikalleri devreye sokamıyoruz, zira her nesil bir öncekinin yaptığı hataları kendisi de yapmadan gelişemiyor. bu yüzden biz sadece uzak durmamız gereken kötü müzisyenleri tespit ettiğimizle kalıyoruz. bu müzisyenlerin dinleyicileri her dönem bizleri müzikten anlamamakla, sevdikleri isimlere bok atmakla suçluyor, ancak vahim sonuç değişmiyor: kandırılmış, aldatılmış bir nesil. bu yüzden bu tip müziklerin farkında olmak ve o müziklerden uzak durmak ancak tek tek bireylerin işine yarayabiliyor, toplumun değil. insanların, sevdikleri bir şeyin aslında kötü olduğu kendilerine söylendiğinde geliştirdikleri savunma mekanizması ise bundan daha ciddi yazıların konusu olsa gerek.
  • herkesin müzik hakkında düşüncesi farklı olabilir. bu yüzden iyi müzik kötü müzik ayrımı yapmak zor. bu yüzden kamuya açık mekanlarda müzik yayını yapmak kadar mantıksız bir şey olamaz. toplumun ortak müzik zevki diye bir şey olması mümkün olmadığından, hoparlörü olanın herkesin dükkanında müzik çalma hakkını kendinde görmesi ve diğer insanların o müzikten hoşlanmasa bile buna baş eğmesi bana çok küçük düşürücü geliyor.

    (bkz: hizmet alırken müzik dinlemek zorunda olmak)
  • hakkında olur mu olmaz mı şeklinde spekülasyonlar yapılan bir konudur. konu müzik olduğu ve müzik de zevke hitap eden* bir konu olduğundan hakkında spekülasyonlar yapılması doğrudur. gerçekten de kötü müzik diye bir kavram vardır. özellikle türkiye de müzik dinleyicisinin yanlış yönlendirilmesi ve saf olması (kolay kandırılması) nedeniyle de alıcısı çoktur. türk dinleyicisinin bu doğrultudan bakıldığında müzik geleceği pek de parlak görünmemektedir. insanlar televizyonda gördükleri döte göbeğe kanıp nitekim entellektüel olan kişilerin "sakin ha alma onu" diye uyardıkları kötü müzikleri kolayca sindirebilmektedirler.

    hala müziğin zevke hitap ettiği ve iyi ya da kötü diye nitelendirilemeyeceği konusunda ısrar edenlere 'tat alma' kavramının da zevkle ilgili olduğunu öne sürerek yeni keşfettiğim turşu suyu, pekmez, domates salçası, reçel, kekik suyu karışımını (kokteyl) denemelerini tavsiye edeceğim. belki beğenebilirler.
  • ülkemizde en popüler ve yaygın müzik tarzıdır.
  • "müzik ikiye ayrılır. iyi müzik ve kötü müzik. ben sadece birincisini çalarım."
    "there is two kinds of music, the good, and the bad. i play the good kind."
    louis armstrong

    "kötü müzikten* nefret edin ama onu küçümsemeyin. kötü müzik iyi müzikten çok daha fazla ve çok daha tutkulu biçimde çalınıp söylendikçe, gitgide iyi müzikten çok daha fazla düş ve gözyaşıyla dolmuştur. ona bu yüzden saygı duyun. sanat tarihinde yeri olmadığı halde toplumların duygusal tarihinde muazzam bir yer kaplar. kötü müzik aşkı demiyorum, ama saygısı, yalnızca zevk sahibi olmanın hayırseverliği ya da şüpheciliği diyebileceğimiz şeyin bir şekli olmakla kalmaz, aynı zamanda müziğin önemli toplumsal rolünün de bilincidir. bir sanatçının gözünde hiçbir değeri olmayan kimbilir kaç ezgi, romantik gençler ve sevdalı genç kızlar güruhunun seçme sırdaşları arasında yer alır. (...) kullanılmaktan aşınmış bir kötü romanslar kitabı bizi bir mezarlık ya da köy gibi etkilemelidir. evlerin bir üslubu yokmuş, mezarlar zevksiz yazılarla süslerin arasında kaybolmuş, ne gam!" marcel proust - les plaisirs et les jours (kötü müziğe övgü yazısından)

    (ilk giri tarihi: 15.3.2017)

    (bkz: ruhların iletişimi proust ve müzik/@ibisile)
    (bkz: iyi müzik/@ibisile)
  • bir müziğin kötü olduğuna karar verirseniz onu dinlemezsiniz olur biter. nihayetinde kararı veren zevkiniz size göre olanı bulacaktır. bana göre sözleri aptal olan ama müziği gayet iyi olan şarkılar vardır ya da tam tersi. kimi sever kimi söver siz iyi hissediyorsanız sesini daha da açın.
hesabın var mı? giriş yap