• "hay allah ya, nerden bulurlar böyle etkileyici sözleri, ben kasıyorum kasıyorum çıkmıyor, lafa bak 'kötülük dünyanın güzelliği için zorunludur'muş!! beh beh.." diyorsanız bu entiriyi okumayın, ben böyle deseydim, okumazdım.
    şimdi efendim önce salak bir tanım yapayım; "kotuluk dunyanin guzelligi icin zorunludur" stoa felsefesinin çileci bir ahlakta temellenmiş bilgelik anlayışını ortaya koyan bir sözdür, plutarkhos'ta geçer. (de repug. stoic; jean brun, le stoicisme)

    şimdi efendim; zenon olsun, seneca olsun, marcus aurelius olsun, bunlar önemli adamlar, stoa felsefesi diye bir şey varsa bu adamlar yüzünden var. ve bunlar yüzünden gecenin bir yarısı, birazdan ezan okunur içli içli sabaha karşı yani, böyle saçmasapan bir ifadeyi sol frame'de okumak zorunda kaldınız. ekşi sözlük 'teki keyfinizin içine etti. farkındayım, işte çileci ahlak süzgecinden geçmek böyle bir şey sanırım.

    kötülük olmasaydı, iyiliğe yöneliş nasıl olurdu? belki iyiliğe yöneliş olurdu ancak, biz bunu bilemezdik, biz bunu bilemeyeceğimiz için karşımızdakine de aktaramazdık, karşımızdakine aktarsak bile, karşımızdaki bunu anlayamazdı, gorgias'ın kıskanacağı kadar kuşkulu ve umutsuz bir şekilde mevcut durumumuzla yetinmek zorunda kalırdık. zaten başlıktaki ifadenin bir bacağı sakat, "dünyanın güzelliği" ne demek oluyor? ha tabi bu sözü söyleyen bir stoacı olduğundan,ona göre dünyanın güzelliği gerek kleanthes'in deyimiyle; doğayla uyum içinde yaşamak, gerekse zenon'un deyimiyle; doğasıyla uyum içinde yaşamak. ikisi aynı şeydir. ikisi de bizi dünyanın güzelliğine götürür. stoacının nasıl çileci olduğunu ve böylelikle nasıl huzura erdiğini, nero'ya hocalık yapan seneca biraderimizin, saraydaki şatafat içinde lafa gelince çok olmasında aramamak lazım. zira adamımız "dünyanın güzelliği" için kötülük'lerin ne olduğunu nero'ya anlattıdurdu, sonuç ? psikopat bir imparator; nero. anlatılanlara göre; roma yanarken türkü çığırmış bir de, vay vay.. seneca'nın tezgahından ben geçsem, bugün burada entiri giriyor olmazdım be.. adam mısın be nero..
  • karşıtını görmeden kendisini algılayamadığımız şeyler için karşıtını vareden; karşıtını var edip, kendini yok eden, kendisini ideal ve olanaksız bir hale getiren, bana hiç doğal gelmeyen ama kaçınılmaz olan düşünce biçimimizin yarattığı safsatalardan birisi.

    neden barış diye bir şey var; savaş var diye mi? barışa ihtiyacımız yok, keşke savaş olmasaydı. böyle bakınca da güzellik dediğimiz şeyin güzellik olduğuna da kuşku duyuyorum.
  • [şu entirimden bu entirime geliniz: tanri varsa niye bu kadar aci var soylemi/@jimi the kewl ]

    arnold layne abimizin haklı olarak, kimi kabullere şerh koyduğu, rahatsız edici bir ikilik çıkaran bir sorundur "kotuluk dunyanin guzelligi icin zorunludur" hadisesi. zira tek tanrılı dinlerin kozmogonik açıklamalarında ve ahlaki yasalarında beliren "iyi ile kötü" kavramlarının arka planındaki özellikle de zerdüştlük 'te bulunan kimi değerler, kimi mitik açıklamalar da dahil olmak üzere, gerçekten de kafa karıştırması veya inancı sarsması olasıdır. en azından bertrand russell'ın kendini güçsüz hisseden insanın dine gereksinim duyduğuna dair ifadesi, örneğin; incilde h bombasına herhangi bir özendirici ifade olmamasına rağmen, inanan insanlar yüzünden bir şekilde bu bombanın yapılması fikri tetiklenmiştir. yine dindar insanları korkaklık göstermekle suçlayan russell'a göre; "şu ya da bu olmazsa yaşamın zorlukları karşılanamaz" düşüncesi bütünüyle korkakçadır ve kendisi açısından nefret edilesidir. geçmişte tanrı hiçbir soruna karışmadığına göre; geçmişteki tanrıya inançlı kişilerin "tanrı bu sorunu halledecek" beklentileri de manasızlaşmış/gerçekleşmemiş olup, gelecekte insanlığın başına musallat olacak sorunlar için de tanrıya güvenilmesine ve onun inayetine sarılmaya ihtiyaç yoktur.1 tanrı kötü şeylerin sebebi olabilir ancak, çözümü, anahtarı olamaz. işte bu varım, düşünce tarihinde birçok kez dile getirilmiş olup, birçok kez manasız bir çıkarım olarak nitelendirilmiş, birçok kez de haklı bulunmuştur. bu entirimde işte, kötülüğün dünyanın güzelliği içinde va karşısındaki yeriyle alakalı çeşitli görüşlere yer vermek istiyorum; tabi arnold abimize bir şeyler düşündürtebilirsem ne ala.

    bu tartışmanın daha başında bir şeyi belirtmekte fayda görüyorum, benim fikrime göre; kötülük düşüncesi çok eski olmasına rağmen, yine de tanrının varlığı hususunda negatif bir sonuca ulaşmamıza yardımcı olmaz. ancak tanrıya atfedilen kelamda ve ahlaki yasalarda kimi tutarsızlıklar olduğunu gösterebilir. zaten kötülük daha çok monoteist dinler için bir problemdir. zira kötülük, tanrının iradesinde diğer bütün şeyler gibi yer almaktadır. öyle ki; evren bütünüyle tanrının işidir. o halde içinde bulunan kötülük de ona aittir, ondan gelen'dir. boethius tanrının varlığını kabul ederek bunca kötülük'ün kaynağının nerede olduğunu sorarken.2 platon'a göre; kötülük, tanrıdan ziyade evrenin düzensiz hareketinden kaynaklanmaktadır. bu açıdan bakıldığında; kendisinden sonraki platonist akımların ona mal ettiğinin aksine, o kötülük 'ün kaynağının madde olduğunu söylemiyordu, bunu söyleyen plotinus olmuştur. onun bu görüşü mistik yöneliş içinde bulunan birçok düşünür tarafından hararetle benimsenmiştir.3

    augustinus'a göreyse; iyilik kötülüğe muhtaç değildir, o iyi olduğu için iyidir. ancak kötülük, iyiliğe muhtaçtır. çünkü augustinus'a göre; iyiliğin noksanlığı (privatio boni) kötülüktür. çünkü o doğada olması gereken bir şeyin yokluğu anlamına gelir. yani kötülük kavramı yoklukla açıklanıyor. kötülük, bir bütünün güzelliğine katkıda bulunan bir resimin gölgeleri gibi, dünyanın iyiliğinin olmazsa olmazıdır. ya da kötü, bir noksanlık olarak, özün bir yoksanlığı (bkz: privatio substantiae) olarak algılanmaktadır."4 kötülüğün yoksunluğu aslında şöyle açımlanabilir; kötülük bir yokluk ya da iyinin yoksunluğu demektir. "iyilik, kötülük olmadan olanaklıdır fakat kötülük, iyilik olmadan olanaklı değildir; her şey iyidir ya da en azından her şeyde iyilik olgusu bulunmaktadır. iyilik yoksunluğu kötülüktür çünkü o, doğada olması gereken bir şeyin yokluğu anlamına gelmektedir. ahlaksal kötülük de dahil olmak üzere, bütün kötülük türleri, yoksunluk kavramı altında getirilmiştir. ahlak kötülüğü, evrensel yaratımın güzelliğini bozamaz çünkü o insanın ya da düşmüş meleklerin istencinden kaynaklanmıştır; o, bir kötülüğün ya da noksanlığın sonucudur. burada hiçbir şey olumlu değildir, yalnızca iyilik yoksunluğu (bkz: privatio boni) söz konusudur. o halde en kötü kötülük privatio deidir. bu, tanrıdan yoksunluk anlamına gelmektedir." 5

    felsefe tarihinde kötülük problemi üzerinde en ciddi duran filozof, leibniz'dir. augustinus'a çok şey borçlu olan leibniz, theodicy de yetkinliği tanrıya, eksikliği ise sonlu varlıklara bağlıyor ve dünyanın, var olması mümkün olan en iyi dünya olduğunu döylüyordu.(bkz: olabilecek dunyalarin en iyisinde yasiyoruz/@jimi the kewl) o, kötülüğük problemini şu şekilde ortaya koyuyordu: “doğru yolu seçmeyen bir varlığın ya gücünde, ya bilgisinde, ya da iyiliğinde bir eksiklik vardır. içinde kötülüğün de bulunduğu dünyayı yaratan tanrı en iyi yolu seçmemiştir.” öyleyse o'nun ya gücü ya bilgisi, ya da iyiliği eksiktir. leibniz, buradaki ikinci hükmü reddediyor ve içinde kötülüğe yer vermesine rağmen, dünyanın iyi olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. ona göre; eğer adem, cennetten kovulmasaydı, isa dünyaya gelemeyecekti. oysa dünya ve insanlık için isa'nın gelişi, adem'in kovulmasından daha önemlidir.6 david hume ise bu noktada leibniz'e eleştiri getirir. ona göre; tanrı kötülüğü istiyor ancak gücü yetmiyorsa, tanrı güçsüzdür. eğer tanrının gücü yetiyor da, kötülüğü önlemek istemiyorsa, o halde o kötü niyetlidir. eğer tanrı hem güçlü hem de kötülüğü kaldırmak istiyorsa, bu kötülüğün kaynağı nerededir?7 birçok ingiliz filozofu hume'un bu eleştirisine hak vermekte ve görüşünü ayrıntılı olarak geliştirmeye çalışmaktadır. bazılarına göre; kötülük, ahlaken hassas olan birçok kimse için tanrının varlığına giden yolu tıkayan büyük bir engeldir.8 hz. muhammed başlığındaki entirilerimde (bkz: hz. muhammed/@jimi the kewl) özellikle üzerinde durduğum akıl yoluyla tanrısal olanın ispatlanamayacağı hususu bir kenara konduğunda, yine de kötülük ağır bir sorun olarak karşımızda dikilmektedir. yani teist kişi akıl ve mantığı ciddi anlamda reddetmeden hume'un sözünü etmiş olduğu çelişkiyi yok sayamaz. şüphecinin tanrının varlığı aleyhinde öne sürdüğü en ciddi kanıt, kötülük probleminin içerdiği dilemmede saklıdır. mesela, mill'in hiristiyanlığı eleştirmesinde en önemli etken, böyle bir dilem olmuştur. mill, bu kadar kötülüğü içinde barındıran dünyanın sonsuz iyilik ve adalet sahibi bir varlık tarafından yaratılmış olmasını kabul etmenin düşünce açısından açık bir çelişki olacağına inanmıştır.9 russell da bu problem başka türlü kendini gösterir. tanrının iyiliğinin kanıtları veya belirtileri zaten yoktur, ama insanlar buna rağmen ona inanırlar, çünkü korkuyla dolu bir şekilde olduklarından, tanrının iyiliği düşüncesine ihtiyaçları da bulunduğundan, o halde tanrıya duyulan inanç, toplumsal sorunlar çözülene dek yaşayacaktır, sorunlar hallolduğu zaman, zaten din de ölecektir.10

    j.l. mackie'ye göre; kadir-i mutlak olan tanrının bilgisi sonsuz ve mutlak iyiye sahip olduğu düşünüldüğü halde, yine de onun yarattığı dünyada kötülük varsa; o halde buradaki çelişkiyi görebilmek için bazı ek önermelerle konuyu açmak gerekmektedir. bu önermeler şöyle;o halde iyi bir varlık, gücü yettiği ölçüde kötüyü ortadan kaldırmaya çalışır. eğer bu varlık mutlaka güç sahibiyse, onun gücünün dışında kalan bir şey olamaz. tanrının gücü her şeye yettiğine göre; o isteseydi kötülüğü tamamen ortadan kaldırabilirdi. eğer tanrı iyi ise, kötülüğü ortadan kaldırmayı ister. ama kötülük ortadan kaldırılmamıştır. o halde ya tanrının gücü sınırlıdır, ya da o tam anlamıyla iyi değildir. veya dünyada bu kadar kötülüğün bulunduğunu bilmemektedir.teist düşünce, mackie'nin sözünü ettiği bu alternatiflerden hiçbirini kabul edemez. bu durumda onun yapacağı iki şey vardır: ya bu kötülüğün reel varlığını inkar edecek, ya da söz konusu bu teistik yargıları, bir çelişkiyi içermeyecek biçimde yeni bir yoruma tabi tutacaktır. augustinus, birinci alternatifi seçerken, w. temple ve tennant gibi çağdaş düşünürler ise ikinci alternatifi seçiyorlar.11

    dünyada ilahi güç tarafından bir düzenin yaratıldığı ve bu düzenin işleyişi için belli bazı araçların (örneğin; kötülük) gerekliliğinin düşünülmesi, araçların her ne kadar insanlar arasında "kötülük" olarak adlandırılmış dahi olsalar, kötü olmadıkları fikrini akla getirir. örneğin mill,ilahi gücün arzuladığı şeye ulaşmada kullandığı araçlar olmadan, bu amaca ulaşamayacağını söyler.12 ancak böylesi gücü sınırlı ve araca bağımlı bir tanrı düşüncesinin, ahlaki ve dini şuuru tatmin edemeyeceği de düşünülmüştür. zaten bu açıdan değerlendirildiğinde, dünyadaki kötülüğün sorumlusu da tanrı olamaz. zira onun nihai amacı kötülük değil, insanlığın iyiliği olabilir, o halde seçtiği araçtan ötürü, tanrının tümden kötü olduğu da asla düşünülemez. ancak bu düşünüş şunu da beraberinde getirir; kötülükten sorumlu olmayan tanrı, nihai iyiliğin zaferinden de sorumlu değildir. sınırlı güce sahip tanrı düşüncesinde, bu sınırı kimin koyduğu konusu da tartışmalıdır. zira tanrı kendisini sınırlayan ise, o halde insanlara da çok iş düşmektedir. eğer iyilik gelecekse, insan ile tanrının sayesinde gelecektir. o halde bunu isteyen tanrı mıdır? yani tanrı mı, kendisini sınırlayarak iyiliğe insanlıkla birlikte ulaşma amacını gütmektedir? sorular kafamızda iyice yer ediyor ancak bazı karşı çıkışlar önümüzü aydınlatabilir; zira madden'a göre; eğer tanrının gücü sınırlandığında, insanın ahlaki gücü artıyorsa, maddeci ve doğacı ahlak anlayışlarının, bu gücü daha da arttırması gerekirdi13, bu durumda din ve tanrının ahlak ile olan bağı kesilir, nihai iyilik için maddeci bir tutum daha etkin olurdu. ibrahimi dinlerin hiçbiri böylesi bir düşünüşü kabul edemez.14 örneğin farabi'ye göre; onun azameti ve ululuğu cevherinin gayelerinden ibaret olup, cevheri ve zatı dışında değildir.15

    bu başlık altında daha çok konuşuruz ama şimdilik yeter diyorum, ancak başlangıçta söylediğimi hatırlatarak, son bir sözle entirimi kapatmak istiyorum. kötülük'ün varlığı, iyilik için zorunlu değildir, ancak kötülük bütünüyle iyilik'e muhtaçtır. çünkü iran mitolojisinde geçtiğince; zaman/ tanrıya adanan adaklardan şüphe duyarak; mutlak iyinin karşısına kötü'yü çıkaran, doğurtan bilinç, aslında günümüzün ve geçmişin yaygın dinlerindeki kötülük problemiyle alakalı da ipucu veriyor galiba. kötülük'ün ilk büründüğü veçhe, yani o doğduğu anda şüphe olarak doğmuşsa, o halde şüphenin temel kaynağı olan akıl ve aklın sınırlarını zorlama, o zamana kadarki işleyen düzeni tartışmaya açma girişimi kötülüğün özü olabilir? peki akıl kimin tekelinde? yeryüzünde insanın, görünmeyen dünyada ise tanrının. o halde "kotuluk dunyanin guzelligi icin zorunludur" ifadesindeki iyiliğin, güzelliğin gerçekleşebilmesi için insan aklının ve insanın bizzat kendisinin kötülük'e bulaştığını düşünürsek; hem bir taraftan ibrahim'in dinlerine hem de bu olguları insanla, maddeyle açıklayan düşüncelere yaklaşmış oluruz. böyle de feci bir paradoksla kapatıyorum entirimi.

    notlar:

    1- bertrand russell, mutluluk yolu, varlık yay. 178, ankara 1977
    2- god and evil, n. pike, prentice hall, inc. new jersey, 1964, s.1
    3- mehmet aydın, kant'ta ve çağdaş ingiliz felsefesinde din ve ahlak, türkiye diyanet vakfı yay. 74, sf: 176; platon, yasalar, 896e – 898d, f. solmen, plato's theology, cornell u.p., 1942, s.8; plotinos, enneades
    4- frank thilly, a history of philosophy "yunan ve ortaçağ felsefesi", izdüşüm yay.
    5- f. thilly, a.g.e.
    6- mehmet aydın, a.g.e., sf:177; “evil and the best possible world”, c.c.r.p.r., s. 68-69
    7- david hume, dialogues concerning natural religion, kemp smith edition ; http://www.anselm.edu/homepage/dbanach/dnr.htm ; http://www.gutenberg.org/dirs/etext03/dlgnr10.txt
    8- m. aydın, a.g.e., sf: 178; n. smart, philosophers and religious truth, (london, c.s.m. press ltd. 2. ed. 1969), s. 139
    9- m. aydın, a.g.e., sf: 178; j.l. mackie, "evil and omnipotence", good and evil, s. 46; a. flew, "divine omnipotence and human-freedom", new essays in philosophical theology, london: scm press ltd., 1969, sf. 144; mill, essays on ethics, religion and society, s. 451 vd.
    10- b. russell, a.g.e., sf. 26
    11- m. aydın, a.g.e.; 178-179, j.l. mackie, a.g.e., s. 47; w. temple, nature man and god, (london: macmillan, new york, st. martin press. 1834), s. 359; tennant; philosolhical theology, vol. ll, s. 197 vd.
    12- e.h., madden "evil and the concept of a limited god", philosophical studies, 18, 1967, s. 65-70
    13- e.h. madden, a.g.e.
    14- m. aydın, a.g.e., sf: 180
    15- farabi, el-medinetü'l fazıla, sf: 26, meb islam klasikleri 15, ankara 2001
  • ursula k leguin'in omelas'ı terk edip gidenler adlı kısa hikayesinde, bir nevi örneklemesini yaptığı söylem. öykü tam anlamıyla aynı kapıya mı çıkıyor, okunup karar verilirse iyi olur, ama az da olsa bu söyleme göre daha umutlu bir hali var.

    özünde çok ama çok dehşete düşürücü bir söylem, çünkü "acaba?" demeden duramıyor insan. saçmalık deyip geçemiyor.

    iyisi mi bu konulara hic girmeyelim. dünya öyle de anlamsız, böyle de...
  • herakleitos'un "dikes onoma ouk an edesan ei tauta me en." yani türkçesiyle; "adaletin adı bilinmezdi, bu şeyler olmasaydı." (diels; clemens alexandrinus, stromateis, iv. 10 [ll 249. 23] çev. cengiz çakmak, fragmanlar, kabalcı yay.) ifadesiyle aynı kapıya çıkar.
    hiristiyanlığa gelinceye dek harmonia'dır açıklaması çoğu kere, sonra tanrının kendisi. bunu başka fragmanlarında da görmek mümkün, zaten şu "karşıtların uyumu" hikayesi herakleitos üstadımızın başını döndürmüş ya bol bol kullanmış bu temayı; "iyi ile kötü bir ve aynı şeydir.." (fr. 58, hippolytos, refutatio), "deniz hem en saf hem de en kirli sudur. balıklar için içilebilir ve can verici; insanlar için içilemez ve öldürücü." (fr. 61, hipp. ref. ix. 10.5)

    (bkz: inen ve çıkan yol bir ve aynıdır)
  • (bkz: #11198866)
  • roderich feldesin acayip eserinde bahseder bir şekilde. (künye: magie, die unbewußte kraft, sachbuch, keil verlag, bonn 1978). eserde bana ilginç gelen (ayrıca hiç de şaşırtıcı olmayan) bir husus var; şeytana duyulan sempatiden bahsederken şöyle bir şey diyor: "aydınlanma, pozitivizm, rasyonalizm artık toplum bilincinden tümüyle çıkmış olduğu halde, bir 'süperstar isa' kavramıyla şeytan da kendine yeniden bir yer edinmiştir." bu ifadelerinin ardından amerika'da kendisini iki türlü olarak mistik misyonerliğe itilmiş hisseden kimi insanların insanı dehşete düşüren eylemlerinden söz eder; ilk kategoride kendisini şeytanın uşağı olarak görerek cinayetler işleyen, hatta yanı başlarındaki aile fertlerini doğrayan bunu da "zaten kötü olan dünyada daha mutlu olabilmek için en iyi kötüyü yapan" modern zaman üşütükleri, ikinci kategoride ise xiii. ve xix. yy.'lardaki cadı takiplerini andırırcasına kimi değerlendirmelerine göre; şeytan ve kötülüğün simgesi olarak gördükleri kişileri öldürmeleri için tanrı tarafından görevlendirildiğini iddia eden pek sevapkar kullar vardır.

    verilen örneklerden biri lincolnshire kontluğu'ndan (heyt be ada bak! cassio de souza soares lincoln lincoooln lincoooln lincoooln..!) bir marangoz karısıyla birlikte dünyanın sonunun yaklaştığına ayrıca dünyanın pörtlemesinin ardından ortaya çıkacak olan yeni ve muhteşem dünyayı sadece ailesinin göreceğine inanıyordu, ne var ki şeytan bunun kokusunu alarak, kızları samantha'nın ruhunu ele geçirmiş de, adamımız karısıyla birlikte şeytanı sırtından bışaklamaya çalışmışlar beceremeyince, hakimin karşısında kendisini savunurken söylediği gibi; kızını elindeki makasla delik deşik edivermiş, pek sevapkar karı koca dünyanın kurtuluşu için "tanrı sevgisiyle" bu cinayeti gerçekleştirdiklerini söyleyerek, cinayet sonrası banyoda ellerini yıkayarak, yanlarındaki oğullarıyla beraber dünyanın sonunu beklediklerini ifade etmişler.

    aslında burada bana ilginç gelen, tümüyle karşıt olması lazım gelen iki olgunun "tanrı sevgisi" ile "şeytana duyulan sempati/şeytanca davranış" 'ın bir nokada kesişmesi, kesişmekle de kalmayıp, birbirleri yerine geçerek, birbirlerinin amacına hizmet eder hale gelmeleridir. verilen örnekten hareketle; kızlarını katleden ebeveyn, tanrı sevgisiyle, teoloji terminolojisinde şeytanca bir davranışta bulunmuştur. belki bu söylediklerim veyahut feldes'in hatırlatmaları islami veya hiristiyan kesime şeytanca gelebilir, ama kötülük düyanın güzelliği için zorunludur ilkesinde dile getirilen, antik dünyanın çileci ahlakını temellendiren, sağlamlaştıran karşıtlar olgusunun, ibrahim'in tek tanrılı dininde birbirinden, itici güçler olarak ayrılan iyi ile kötü diye şekillenmesi, tanrının şahsında kötülükten de sorumlu olan mutlak iyiliğin ve şeytanın şahsında iyiliğin yoksunluğundan (kibir ve tanrıya karşı gelmesinden) ötürü (privatio boni) cennetten kovulmuşluğkla (zira en kötü kötülük privatio dei'dir yani tanrıdan yoksunluk'tur) açıklanan kötülüğün kutuplaşması, her ne kadar aziz augustinus'un kötülüğü göreceli sayıp, iyilik için gerekli görerek insanoğlunu bunda sorumlu bulsa da, aslında tanrısal bir bug gibi duruyor. ancak sezgisel bir çıldırma anında yaşanmış vahşetten buraya varmıyorum, hiristiyanlığı biçimlendiren büyük azizlerden olan aziz augustinus'un ademoğlu'na önerdiği; dünyayı küçümse, tanrıyı yücelt, ona göre yaşa felsefesi, o ademoğlu'nu bu noktaya getirmiş olabilir mi acaba?

    bu büyük aziz'e göre; contemptus mundi yani dünyanın hor görülmesi lazımdır, buna karşılık contemptus dei'den kaçılmalıdır, yani tanrının krallığı küçümsenmemelidir, oysa yunan pagan anlayışında böylesi tek kefesi ağır basan bir terazi yoktu. orada dual bir yaşama biçimi söz konusuydu. bu dual yaşama yani ölümü de, yaşamayı da, tanrısal olanı da, dünyevi olanı da bir potada eritme düşüncesi doğayla uyumlu, kendiyle uyumlu bireylerin varlık sebebi gibiydi, stoalılık bunun altını en çok çizen akımdı, epikurosçuluk ise "ölüm de doğum da ahenge göre birdir, biri başlar diğeri biterken, biri biter diğeri başlarken" diyebilmiş (#11241621), empedoklesçi sevgi ve nefret uyumu ise yaşamı yaşam kılan motor kabul edilmişti, vs. bütünüyle kör bir modernite sevdasıyla o çağlara baktığımızda elbette kaba saba adamlar göreceğiz, ama en azından tanrılarını insanlar gibi ihtiraslarıyla, eziklikleriyle, çaresizlikleriyle, hatalarıyla, sevaplarıyla kurgulamış; bir ağaç dalını keserken bile onun numen'ine saygıdan dualar okumuş, kapı eşiğine ya da evden kaybolmuş küçük veletlere eşlik edişe bile minör tanrılar adamışlar ya da atamışlar, işte ben cicero'nun dilinde humanitas mefhumunun yaradılış sürecinde en önemli itkilerden birini burada görüyorum, böyle bir olmazsa olmaz yapı olmasaydı, o insancıl yapının oluşamayacağını düşünüyorum, ki o insancıllığın roma eliyle orta çağ köprüsü üzerinden bacon ve descartes'ın çağına taşındığını da unutmadan, o modernite sevdamızı gözden geçirebiliriz, geçirmeliyiz. xvi. yy.'dan itibaren tanrının kilisenin kalın duvarları arkasına itilme süreci de yetmemiştir henüz, zira buradaki kötülük problemi, en azından küçük samantha'nın yok edilişindeki o ulvi amacı bahane kılabilirliğin imkanını da sağlamıştır katil ana babaya, tıpkı haçlı seferleri'nde olduğu gibi ya da yeşil bayraklarla cihat çağrılarında iyi olanla kötü olan'ın ulvi amaçlarla keskinleşmesi gibi. durulmamıştır coşkun akan sel, o sel roma'da antikite'nin ruhu olan o muazzam sanat eserlerini yani o eşsiz tapınakları yağmalayan, paramparça eden ilk hiristiyanların barbarlıklarından (papa onaltinci benedict in almanya konusmasi/@jimi the kewl) bugüne iyi olanla kötü olan arasındaki çizgi belirsizleştikçe (benzer bir çizgiyi benim de antikite ruhuyla, ibrahim'in dinleri arasına koyduğum sanılmasın; amacım kötüyü bulup çıkarmak değil, gidişatı göstermektir, yoksa umrumda değil herhangi bir şeye inanan veya inanmayan) toplum içinde avlanmalar da sona erer, samantha'yı öldüren ana baba, tanrının sevgisini bahane etmez.

    süperstar ajda ve süperstar isa'dan sonra süperstar şeytan imgesi de (kitapta da bahsedilen charles manson örneğinde olduğu gibi) son yüzyılın harikalarındandır, sen tut da aydınlanma, pozitivizm ve rasyonalizm rayından çıkmış yeni dünyada hala çileci ahlak'tan ya da isa'nın çilesi'nden bahset, olacak şey değil, çilenin kendisi de süperstar haline gelmiş zira.
  • biraz marksist olmak gerekirse, herşey kendi karşıtını içinde barındırır prensibi ile kötülük olmasa iyiliğin anlamı olmazdı diyebiliriz, yani genel bir norm olmalı ki iyilik ve kötülük terimleri ölçeklenebilir olsun, anlam kazansın.
hesabın var mı? giriş yap