• pastoral hayattan, empatiden ve humanizmden anlamayan öküzün teki oldugumdan mıdır nedir bende panik yapan görüntüdür bu. ne zaman bir köy okulu görsem orada okuduğumu düşünür kendime acımaya baslarım. orada okuduguma göre ailem pek de zengin sayılamaz, en az üç kardeşim, ev kadını bir annem ve tarım ya da hayvancılıkla ugrasan bir babam vardır. aile ekonomimiz topu atmıştır, gerçi o toplar ki zaten hiç olmamışlardır. 15'ime geldiğimde seçeneklerim köyümde kalmak veya büyük sehre göçüp şansımı denemektir. harem'de otobüsten indiğimdeyse önümde iki seçenek vardır:

    a. eğitim yönünden zayıf olduğum için tercihen kas gücü ve el becerisiyle yapılan işlerden birine girmek. mesela bir kaporta çırağı olarak işe baslayıp önümdeki on yıl boyunca türlü türlü sürünmek, bir sürü kötü muhabbete maruz kalmak, para kazanamamak, müşterilerden birini döverek işten atılmak, başka bir işe girmek, 10 yıl sonra usta olmak, araba sektörü topu attığından kıt kanaat geçinmek. 30'lu yasların basında çirkin bir kadınla evlenmek, sıkıcı olmaya mahkum çocuklar yapmak, yan dükkandaki ustalardan biriyle kanka olmak, aynı ustayla düzenli olarak kerhaneye gitmek, doktorlarla aram olmadığından geç teşhis edilen frengi yüzünden delirerek ölmek.

    b. dürüst işleri siktiredip yan kesicilikle suç hayatına girmek. piyasadaki en piskopatlardan biri olup kısa sürede yükselmeye çalışmak. yükselebilirsem şehir mafyalığının keyfini çıkarmak. kaçakçılık ve değnekçilik örgütleri kurup parayla adam dövmek. ilerleyen yıllarda taş gibi bir hatunla evlenip çoluğa çocuğa karışınca işleri yavaş yavaş yasallaştırmak. 78 yaşıma bastığım gün 25 metrelik çift iveco dizel motorlu, 3 kamaralı, joker botlu teknemde 23 yasındaki metresimin kollarında kalp krizinden gitmek.
    suc hayatı yolunda basarılı olamazsam da boktan alternatifler olan hapishane veya ölümle yüzleşmek. hapishanede koğuş ağasının karısı olmaktan kaçmaya çalışmak. ölürsem de son anlarımı allahın olmadığını umarak geçirmek.

    (bkz: virtual reality)
  • köylünün okuludur,
    inşaatında köylü sallar kimi zaman çapayı küreği, okur oğlu kızıda kurtulur yokluktan belki diye... hatırladıkca hüzünlendirir, geçmişe döndürür önünden geçtikce.

    soba sıcağının yüze vurduğu bir aralık günü hatırlıyorum bundan 15 yıl kadar önce. içerden gelen seslerimizi bide:

    öğretmen:çocuklar odun gitirin yarın birer ikişer. bide tutuşturmak için tezekde lazım kim getirebilir.

    arkaaş1:ben getirrrrim örtmenim

    ben : lan sizin ineğiniz yokki senmi zıçıp yapacan tezeği

    sınıfın arka tarafı: puha ha ha ha ha

    arkaaş1: (bana dönüp) göt !!!!

    öğretmen: çocuklar sessiz olun!! bide tahta silgimizin keçesi iyice eskidi kimin evinde koyunu var???

    arkaaş1: (bana dönüp) bunların birsürü var örtmenim

    ben : (gözlerimle arkaaşa) piç!

    öğretmen: aaa doğru ya sizin koyunlarınız var. tamam sende keçe getir.

    akşam ev (dede biraz ağa gibi bişey, biraz pinti tam bir iş düşkünü. öyleki eskiden ırgatları kuyu kazarken ırgatlar ağam yorulduk deyince biraz düşünüp; "iyi o zaman çapayı bırakıp küreği alın" dermiş)

    ben :dede şey örtmen dediki silginin keçesi şey olmuş deden keçe versin...

    dede : hay sikecem örtmeni daha geçen sene verdik yarım metre, götünü silse yine bitmezdi o kadar keçe ben bu sene onla çobana aba yapacam üşüyor herif dağda (çoban arkasında oturuyor)

    babanne: herif sen ne kadar ahla(h)sız oldun uşağın yanda küfür etme okuyacak benim çocuklarım. tamam guzum gel babana söyleyek indirsin çatıdan

    dede : tamam kızma avrat neyse siktir et çobanı bi sene daha dayansın (çoban hala arkasında )

    öyle gülümsetiyor şimdi bunlar. köy okulu aslında bi şanssızlık (#5142990 ) değil başlı başına bi şansdır. ve arkana dönüp baktığın zaman tek gördüğün saflık, temizlik mutluluktur yokluk değil bu yazıyı ilçemin pek bi saygı gören kişilerinin okuduğu bi fakültenin sırasında yazabilmekteysem ve bununla beni okutanlar gurur duymaktaysa şimdilerde, köy okulu şansdır, en güzel okuldur... köylünün okuludur....
  • özellikle büyük ve kasaba ile ulaşımı zor olan köylerde bulunan eğitim kurumudur. şöyle ki;
    sabah beşte babaannem kalkar inekleri sağdıktan sonra sütü kocaman bir tencereye aktarıp kuzinenin üstüne koyardı. o süt yaklaşık yarım saat sonra kokusunu evin tüm odalarına yayardı. ahşap evin tahtaları mutfaktan yayılan sıcağın etkisiyle gıcırdamaya başlar ve ben uyanırdım; çünkü kurmalı bir saatim yoktu. mecburen bu şekilde uyanmayı öğrenmeliydim. beş buçukta kalktıktan hemen sonra o dağ suyuyla yüzümü yıkar ve kuzinenin başında yüzümü ısıtırdım. hemen sonrasında fırındaki buğulu ekmeği çıkarır ve içine tereyağını gömüp lokmalamaya başlardım. bundan sonraki dakikalar çok önemliydi; çünkü okulun sobası için üç tane diri odun bulmalı, yoksa kendim odun parçalayıp hazırlamalıydım. sonrasında bu odunu sırtıma astığım yöresel çantama yerleştirmeli ve okulun yolunu tutmalıydım. ne de olsa öğle yemeği olarak ağaçtan indireceğimiz iki ekşi elma, bir avuç erik yiyecektim. öyleyse ayrıca yemek hazırlamaya gerek yoktu. kara lastiğimi giyip okulda çıkaracak ve çantamda odunların arasındaki ayakkabımı giyecektim.

    okula varınca okulun hemen yanındaki çeşme kalabalık olurdu; çünkü herkes kara lastiğini yıkıyor olurdu başında. altı da iyice temizlenen lastikler odunların olduğu çantaya özenle yerleştirilir ve deri ayakkabılar giyilirdi. ayakkabılar giyilirken ayağa olmayan yaramaz ayakkabıya sinirlenip dilimi ısırdığım anda başımı bir anlık havaya kaldırır o anda bir kıza aşık olmuş gibi olurdum. hiç aşık olmazdım ama. hep aşık olmuş gibi olurdum. o yüzdendir ki köy okulu bana ne aşık olmayı ne de çorapsız ayakkabı giymemeyi öğretebildi.

    köy okulunda her şey sevgiye değil kara lastiklere endeksliydi.
  • hayatım boyunca okullardan nefret etmişimdir. kendim de bir köy okulunda okul hayatıma başladığımdan köy okullarına daha bir sempatik bakarım. şöyle küçük bir sınıf, yanan soba ve dışarda kar. içerde minik öğrenciler. bu pastoral hayal çocukluğumun ayrıntılarından kopup geliyordu. öğretmen olmak için eğitim almaya başlayınca ben ne yapıyorum diye düşünürdüm. okullardan nefret eden bir adamın öğretmenlikle işi ne? ta ki o topluma hizmet dersi kapsamında bir köy okuluna gidene kadar fikrim buydu.

    topluma hizmet dersi kapsamında bir köy okuluna yardım kampanyası yürütmek görevi bize verilmişti. kırtasiye eksikleri, kitap ve giyim eşyası. aklımıza gelenler buydu. öğretmenden eksikliklerin listesini almıştık. uyuşuyordu bizim belirlediklerimizle.

    okulun sarı rengi güneşte solmuş ve turuncuya çalmıştı. sınıftan içeri girdiğimizde bizi öğretmen karşıladı. minik gözlerle ve bize aldıkları meşrubatlarla bizi bekliyorlardı. köyün halini anlatmaya dilim varmıyor. hangi birine kalem, silgi, defter verdiysem şöyle diyorlardı: ''teşekkür ederim abi'' ağzımdan rica ederim güzelim kelimeleri zor döküldü. tahtaları çürümüş bir sınıf, tezekle ısınan bir okul ve okulun hem tek öğretmeni hem de müdürü yani her şeyi olan arkadaş. okuldan ayrılmadan önce utanmasam ağlayacaktım. sınıflarındaki mevsim cetvelinin hüznünü anlatamam. belirli gün ve haftalar köşesindeki yazıların değerini ben ölçemem.

    topluma hizmet dersi, ders mi? hayatımda aldığım en büyük dersti. en güzel dersti. lanet olası siyasi fikirleri ve sömürgeci ağızlarıyla tüm büyük dünyalara karalar çalınırken bu beyaz günü yaşamaktan daha mutlu ne olabilir ki? hepiniz güzeldiniz çocuklar, hepiniz güzeldiniz.
  • sene 1995, hikmetinden sual olunmaz meb, köy okullarına mikroskop gönderince yerli halktan olan hoca gaza geldi, davarlarımız olduğundan benim temin ettiğim koyun dalağındaki hücreleri izlemekteyiz. sıraya girmişiz bakıyoruz ama neye bakıyoruz amk

    25 kişi baktık hımm mımm dedik hoca durun ben bi daha bakayım deyince kopuş başladı..

    -lan buna lamelle lam takmayı unutmuşuz bakın bu kağıtta öyle yazıyo, demek ki neymiş metot önemliymiş dalağı öylece koyup incelemeyekmişiz. bunu soracam yazılıda..
  • öğretmenimizin odunu, kömürü çok bulduğundan mıdır nedir cehennem sıcaklığıyla yarışcasına yaktığı sobanın hemen kenarında oturduğum için derslere odaklanmak yerine mayıştığım sınıfa sahip okuldur. başarısız eğitim hayatımı derinlerde aramamak lazımmış. yine de en güzel yıllardı be.
  • küçük köylerde birinci sınıftan sonuncu sınıfa bütün öğrencilerin tek sınıfta ve tek öğretmenle okuduğu okullardır.
  • askerdeyim ve kendim gibi yurdun dört bir yanından gelen kısa dönemlerle beraber askerliğimi yapıyorum. laf lafı açıyor, insan kendini açıyor. aramızda öğretmen arkadaşlar var. benden bir dönem önce gelip askerliğinin bitmesine birkaç ay kalan bir öğretmen arkadaşımızla muhabbeti koyulaştırdık. muhabbet döndü dolaştı öğrencilerine geldi. çok özlediğini, dönünce hemen göreve başlayacağını söyledi ve bir koşu gidip fotoğraf albümünü getirip bana göstermişti. bugün tam yerini hatırlamadığım (ağrı ve çevresinde bir köy okuluydu galiba) bir okul ve öğrencileriyle beraber öğretmen arkadaşımızın fotoğrafları ile doluydu foto albümü. o gün uzun uzun baktık fotoğraflara. iki sınıflı taştan eski köy okulu ve öğrencileriyle beraber çekildiği fotoyu bugün de hatırlıyorum. idealist; mesleğine, vatanına, eğitime aşık, cahilliğe, geriliğe düşman gözleri parlayan bir asker arkadaşımdı. umarım iyidir, umarım öğrencileriyle mutludur. uzun lafın kısası açın şu köy okullarını, alın şu boşta azap çeken öğretmenleri kadroya. neler yapıyor bu ülke, bunu yapmak zor olmasa gerek.
  • mutemet, temizlikçi, müdür, müdür yardımcısı araba sürebiliyor ise şoför (süremiyorsa kocası)
    yani öğretmen.

    üstteki görev tanımlarına tek başına sahip vatanseverler tarafından idare edilirler.
hesabın var mı? giriş yap