• ataturk gibi onlarca omre bedel kisisel tecrubesi bulunan ve bati tarihi hakkinda da epey kitap okumus bir insanin, muhtemelen politik nedenlerden oturu sarfetmis oldugu, lakin sonradan bu kadar ciddiye alinicagini tahmin etmis ve hic soylememis olmasini diledigim sozu.

    elbette bu tip sosyolojik ve politik yorumlar yapabilmek, aramizdaki birkac nesillik fark yuzunden, bizim icin daha kolay. daha fazla bilgiye daha kolay ulasabiliriz ve dahasi, insanlik ataturkten sonra, fasizmin uc noktasina, sosyalizmin uygulanisina, soguk savasa, kuresellesmeye ve bilisim devrimine taniklik etti.

    butun bunlari gordukten sonra, tarihin daha kolay analiz edilebildigi bir evrede yasayan bizlerin, boyle bir fikri savunabilmesine imkan yok. ataturk inanarak soylemistir veya politik amacla soylemistir, onemli degil, artik 21 yydayiz ve bu saatten sonra koyluyu milletin efendisi sanmak, hele ki sirf ataturk dedi diye, bagnazliktir.

    "sevducegin gotundeki sivilcenin cima halindeyken surata patlamasi" gibi basliklardan yeterince usananlar icin, bu onemli konuyu soyle kisaca izah edeyim:

    tarih boyunca koyluler topraktan ayri bir birey olmadilar, toprakla birlikte alinip satilan bir maldilar. elbette ki tarim toplumlarindan bahsediyoruz, venedik gibi ticaretle ugrasan deniz toplumlarinda veya osmanli oncesi turkler gibi gocebelerde boyle bir kavram yok. neyse efendim, sonucta koylunun topraktan ayri degeri yoktu ve cogu zaman da ise yarar hayvanlardan daha degersizdi.

    ne zaman ki endustri devrimi oldu, o zaman topraga bagli koylu kavrami da yikildi. bu koylu yiginlarinin cogu dagilarak isci kesimini, memurluklarin bir kismini ve ayni donemde ortaya cikan milliyetciligin dogurdugu ulus-devletlerin "kadrolu" askeri gucunu olusturdu.

    lakin, ayni donemlerde bizde, yani osmanlida, bu saydiklarimin hicbiri olmadi. cunku osmanli gercek anlamda hicbir zaman, butun bati yanlisi reformlara ve fransiz etkisine karsin, endustri devrimini gerceklestiremedi. kucuk captaki endustriyel hareketlerin hepsi, ulkemizde gsmhnin yarisina esit sermaye yatirimi yapmis bulunan fransaya ve diger batili great powerlara aitti. (osmanli iflasini ilan ettiginde, bu kadar buyuk yatirimlarin geri alinamayacaginin anlasilmasiyla fransada yer yerinden oynamisti. almanya ise elbette endustrilesmenin omurgasi olan demiryolu hattini kendi stratejik cikarlari icin yapmisti, yani hicaza baglanti saglayip, ortadogudaki ingiliz ve fransiz girisimlerine lojistik ustunlukle cevap verebilmek icin. bir ilginc nokta da butun bunlarin oldugu sirada, o topraklarin hala harita ustunde osmanli topragi sayilmasidir)

    neyse efendim, konudan fazla sapmayalim ve diyelim ki avrupanin aksine, gercek bir endustrilesme atilimi gerceklestirememis osmanli imparatorlugu yikilinca, hala nufusun hemen hepsini olusturan koyluler ve koyluluk kulturu turkiye cumhuriyetine miras kaldi. bu donemde ulkemizde birlestirici unsur olarak islam yerine turkculuk hareketine agirlik verilince, olen, surulen veya kacan azinliklar beraberlerinde butun ticaret, sanat ve zanaat kulturlerini de goturduler. osmanliyi yuzlerce yildir bu yonden ayakta tutan bu gayrimuslim azinliklarin yoklugunda, geriye kalan, savastan yeni cikmis, guclu bir lider yonetimindeki koylu(halk) ve asker(devlet yonetimi) topluluguydu.

    savastan yeni cikildigi icin ve en etkili sekilde cabucak toparlanmak gerektigi icin ulkede basinda ataturkun oldugu cok merkeziyetci bir yonetim kuruldu. bu sayede hizla reformlar yapildi, lakin bir yan etki olarak, ilerleyen yillarda ulke yonetimi askerler/devlet tebaasi bir yana, vasifsiz isciler/koyluler bir yana olarak ayrildi. bu cok onemli bir noktadir ve daha fazla aciklanmayi hakeder:

    avrupada kesifler caginin ve endustrilesmenin yarattigi sermaye birikimi bazilarimizin sevmedigi bir kavram olsa dahi, ulke yonetimindeki guc dengesinin saglanmasi icin onemli bir unsurdur ve bizde eksik kalmistir. sadece buyuk sermayenin degil, kucuk burjuvazinin de olmayisi, hem de tarihimiz boyunca, bu baglamda cok zararlidir. zira gucunu ornegin ticaretten kazanan kucuk burjuvazi, devletin buyuk oyunculariyla halk arasinda bir tampondur ve halk icinde herhangi bir hareketin yayilabilmesinin anahtaridir. (reform ve ronesans hareketleri, aydinlanma cagi gibi devrimler basarilarini bu kucuk burjuvaziye borcludur)

    aldigi miras itibariyle butun bunlardan yoksun turkiye cumhuriyetinde, bu merkeziyetci yapilanma, koylu/asker (veya devletten gecinen/vasifsiz digerleri) arasindaki ucurumu derinlestirmistir. iste bu nedenledir ki koylunun turkiyede hicbir zaman en ufak bir gucu olmamistir. burjuvazinin yardimi olmadan dogru duzgun organize olamadiklari ve ellerinde hicbir koz bulunmadigindan, tum kuvvetler dengesi devletin tarafina kaymis, bu yuzden demokrasi unsuru olarak bile onemleri kalmamistir.

    bu noktada "iste yine bir turk dusmani daha, kendi halkini kotuleyerek egosunu tatmin ediyor" diyenlerden birkac paragraf oncesini tekrar okumalarini rica ediyorum. sorun ne islamda, ne de turklugumuzde. deger yargilarimizdaki (ya da devletin deger yargilari mi demeliydim) ve kulturumuzdeki birtakim carpikliklarin, tarihsel nedenleri var ve buraya kadar yazdiklarimin bir ozeti olarak, bu nedenler: osmanlinin ekonomik/teknolojik ilerlemeye ayak uyduramayisi, sonuc olarak politik ve askeri anlamda cokusu, bunlarin sonucu olarak fiilen cokusu, yerini yeni ulus-devlet modelinin almasi, bu esnada azinliklarin ulkeden kovulmasi/kacmasi, geriye kalan harap ulkenin toplumunun ikiye ayrilip gucun sadece bir kesimin elinde bulunmasi..

    [edit 1:osmanlinin neden ekonomik ilerlemelere ayak uyduramadigi ise daha derin bir analiz gerektirir ama kisaca bunun koku, fetihlere dayali ekonomisinin savas basarisizliklariyla duraganlasmasi ve en bastan beri statukocu bir sosyal yapinin hakim olmasidir. aksine her turlu boklugun hukum surdugu feodal avrupa, tam da bu feodal yapi, kilisenin bokluklari ve denizcilikteki basarilari sayesinde daha dinamik bir sosyal yapiya burunmus ve rekabet sayesinde ilerleyebilmis.]

    bakin bu tarihsel saptamalar, taa osmanlidan gunumuze kadar devam eden devletci/statukocu zihniyetin varligiyla da ne guzel ortusuyor. avrupanin deger yargilarina gore, en onemli unsur insan ve millet iken, bizde bunlar devletin bekaasindan sonra gelir. anayasalarimizi okumus olanlariniz varsa, ama/fakat anayasasinin ne oldugunu bilirler. bilmeyenler icin soyle ozetleyeyim: 20 yyda hazirlanan tum anayasalar bireyin haklarini ve ozgurluklerini guvence altina alirken, bizimkisi devleti korumak icindir. ornegin, "kisi ozgurdur" der, altina da istisnai durumlari iceren ve hepsi ama/fakatla baslayan 150 tane ek madde koyar, sonunda da ancak gozunun ustunde kasinin olma hakki kadar ozgurlugun kalir.

    deger yargilarimizdaki farkin bir baska ornegi icin af yasalarina bakin. adam oldurmus tutukluya af cikariyorlar, lakin devlete karsi suc islemis olanlar hicbir zaman aftan yararlanamiyor. simdi bu cok ciddi bir devletcilik ornegi cunku devlete karsi suc demek sadece devlet sirri satmak degil; uzerinde turk bayragi bulunan balona basmak da, ataturke herhangi bir hakaret de bu kapsama giriyor. yani bir bilimadaminin "devletin ve milletin bolunmez butunlugunu bozan" bir yazisi, her ne kadar bunu ihbar eden kicikirik yuzbasilar ve cevval cumhuriyet savcilari tarafindan anlasilmamis dahi olsa, kasten adam oldurmek kadar affedilir degil.

    politik yapi da bu derindeki yatan zihniyetin bir aynasi. sol partilerinin bile halkcilikla ve demokrasiyle (dsp parti tuzugu gulmek isteyenler icin onerilir) uzaktan yakindan alakasi olmadigi bir ulkedeyiz. onun yerine sol da sag da devletten gecinme ve "koylu"yu kaziklama pesinde.

    bu asiri-devletci-merkeziyetci model de bahsettigim tarihsel olaylarin dogal sonucu, zira devleti kontrol edenler, kendi egemenliklerini korumak icin statukoculuktan yana olacaklar. yenilikci veya ozgurlukcu herhangi bir gorus, "devletin bolunmez butunlugu" gibi bir tabu sayesinde reddedilecek. ozellikle milliyetcilik ve bunun beraberinde getirdigi vatan-millet-sakarya edebiyati bu devletci zihniyetin bir numarali silahi, cunku bu soylevler, osmanlida ve t.c. nin kurulusunda hakim olan askeri bir yonetimin zihniyetiyle birebir ortusuyor.

    [edit 2: bu cok onemli bir nokta ve daha iyi anlasilmasi icin soyle dusunun: bir ekonomik oligarsiyi* savunmak icin milliyetcilik iyi bir arguman degil, daha ziyade globalizmi ve serbest piyasa ekonomisini desteklersiniz. ama askeri bir yonetim zihniyeti kendini savunmak icin milliyetciligi korukleyecek cunku hem yonetenler her sictiklarindan vatansever olduklarini soyleyip dokunulmaz olacak, hem dis tehlikelere surekli isaret edip "biz bu milyar dolarlari harcamazsak ertesi gun isgal edilirsiniz" mesaji verecek, hem de buna karsi cikanlari vatan hainligiyle suclayabilecek. bu sayede "koyluler" hep koylu kalacak. bu tip istismarlari kolaylastirmak icin de ataturk figuru kullanilacak, ismi her firsatta zikredilip, bir nevi buyuk birader yapilacak. (1984 te halk buyuk biraderi seviyordu da, sadece korku degil)]

    gordugumuz gibi bugunku hakim anlayisin ve ideolojilerin kaynagi olaylar zincirini geriye dogru takip ederek bulunabilir. tabii burada atladigim bir suru nokta var. ornegin soguk savas ve abdnin etkisi. bildiginiz gibi komunizme karsi kullanilan kalkanlardan biriydik ve sol/sag catismalari da (dolayisiyla bahsettigim milliyetcilik/delikanlilik kulturu), bu dinci hareketleri de, soguk savas tarafindan koruklenmistir. abdnin bu etkisini es gecmemin nedeni, osmanlinin ekonomik reformlarinin yetersizliginin ve onun, feodal duzenin yarattigi burjuva/halk etkilesiminden mahrum olmasinin, yarattigi sonuclarin cok daha dramatik olmasidir. abd buna kiyasla daha alt duzeyde bir etkendir.

    bir baska deyisle endustri devrimini gerceklestirebilmis bir osmanli, yikilsaydi dahi, yerlestirmis olacagi sermaye kulturu ve bireyin topraktan ozgurlesmesi anlayisiyla, t.c. nin kaderini tamamen degisitirirdi. ne merkezi hukumet bu kadar kuvvetli olurdu, ne de askeriye, uzun sureligine yonetimdeki tek soz sahibi kesim olurdu. demokrasi, insan haklari, bireyin ozgurlugu, bilimsellik ve teknik devlet gibi kavramlarin dogmasi ve halka nufuz etmesi, simdiki gibi tepeden inme ve yarim yamalak degil, "asagidan yukari" bir hareketle olurdu. en onemlisi, ozgur dusunce anlayisi, cok daha genis bir kesime yayilmis olurdu. boyle bir toplumun devleti gucu itibariyle yine de abdnin uluslararasi politikasinda bir piyon olabilirdi, kim bilir, ama en azindan toplumun kendisi iki kicikirik ideolojik propagandayla 50-60 yil suren bir bunalimin icine suruklenmez, hem ekonomik hem de entellektuel acidan, bu etkilerin cok ustunde olabilirdi. ve koylu dedigin de guc sahibi bir kentli olur, en azindan milletin bir parcasi olan kendisinin efendisi olabilirdi.
  • dun aksamdan beri kafamda dönüp dolaşan söz. "köylü, milletin efendisidir" diye diye bu hale geldik sanirim. köylü, benim efendim degil.

    tarih mevzu bahis ise, yapilan eylemler kendi zamaninin kosullarinda degerlendirilmeli. bugun kalkip "aa bu cok yanlis yapilmis" demek, sacma olur. bu yuzden, ataturk'un bunu soylerken ne demek istedigini cok iyi anliyorum ben. mesela o dönem köy enstitüleri vardı. köylü deyince su an insanlarin gozunde canlanan ve buyuk cogunlugunun 2x2'yi bilmedigi insanlar yoktu. belki vardi ama zaman icinde yok olacakti. sonra kapatildilar. calismak, uretmek, egitimlenmek yerine kahvede okey/iskambil oynayarak gunu bitirenlerle doldu. simdi bir köye gittiginiz zaman "dinozorlar geliyor, cabuk kacin" diye bagirdiginizda köyün yarisi kacmaya baslar. boyle bir cehalet mevcut.

    benim gelecegimi, okuma yazma bile bilmeyen bir insanin verdigi oy yonlendiriyor. halktir, butundur, o da benim insanimdir, ayristirmayalim diyelim hadi. peki bu insani bir seye ikna etmek ne kadar mumkun? nasil mumkun? diyor ki "tayyip ve annemi yatakta yakalasam, orospuluk annemdedir." durum bu sekilde. ne yapmali, nasil cozmeli bu isi?

    köylü, bugün bakinca bu milletin sırtındaki yük ve ileri gitmesini engelleyen kenedir, beladir. gelismemis olmak ayri, gelismeye kapali olmak apayri bir sey. (köylü arkadaslarimi tenzih ederim. köylü kelimesine takilmadan, temaya odaklanilmasini rica edecegim.)

    aklî melekeleri yerinde olan bir insan evladina su referandumu duzgun sekilde anlattiginizda evet demesi imkansiz. bakin zor falan demiyorum. "im kan siz!" gordugumuz uzere ıstanbul'dan mersin'e kadar olan butun kiyi kesimleri hayir'i cikardi. ıc anadolu'nun neredeyse tamami ise evet'i ustunluge tasidi. birine "neden hayir?" diye kamuoyu yoklamasi yaptiklarinda size aciklamasini yapabilirken, "neden evet?" diye sorduklarinda "çümkü tayyip'i seveyoz" diyor. bu kadar bilincsiz, bu kadar sorgulama yetisinden uzak, bu kadar cahil halkla ancak bu kadar oluyor demek ki.

    ben başımı hangi dağa vuram?

    köylü nasil olmali biliyor musunuz? münih gibi olmali. münih deyince akliniza ne geliyor? gelismislik, almanya, refah, kalite, bayern münih, paulaner, vs. degil mi? münih aslinda bir köy/kasaba arkadaslar. almanya'nin bir köyü. bavyera diyoruz ya hani. bavyera, kocaman bir köy bölgesi. almanya'nin en eski ve en büyük eyaleti. baskenti de münih. hatta oktoberfest'te goruyorsunuzdur, geleneksel köy kiyafetlerini giyerek dolasirlar orada.

    köy ne demek? üretim demek.
    köylü ne demek? üreten demek.
    iste bunlar tam da bunu yapiyorlar fakat senin kendi rolünden haberin yok; ama ülke yönetimini belirlemede söz sahibisin.

    bu köylüler bilincli, bu köylüler üretiyor. aklima ilk gelen mesela bmw fabrikasi. dusunsene. köyde bmw uretiyor adamlar ve dunyaya dagitiyorlar. almanya'nin ekonomik acidan lokomotif bölgelerinden biridir bavyera. adamlarin köylüsü futbol takimi kuruyor, dunya devi. otomobil markasi kuruyor, dunya devi. bira markasi kuruyor, dunya devi.

    bizimki de gidip "ehonomi çoğ eyyi" deyip evet'e basiyor iste. sorsan, ne makro ekonomi bilir, ne enflasyona dair bir bilgisi vardir, ne de fed'in ne oldugunu bilir. ekonominin iyi oldugundan emindir ama. yazik benim ulkeme.
  • atatürk'ün bu lafına, çok erken bir tarihte, 1922'de, müstehzi bir eleştirellikle yaklaşan bir karikatür yayımlanmış aydede dergisinde.

    gazinin portresine arkasını vermiş bir şekilde sigarasını tüttüren ak sakallı bir dedenin görüldüğü karikatürde eski yazıyla şunlar yazmaktadır:

    “türkiye’nin efendisi köylüdür.” (reis paşanın nutkundan)
    köylü: çifte çubuğa biraz da onlar baksa da biz de efendiliğimizi bilsek...

    görsel

    aydede, n: 20, 9 mart 1338/1922, s. 2. çizer: ahmet rıfkı.
  • yalova - pendik deniz otobüsünde altılı koltuklarda yan yana denk geldiğim, islam'ı yaymakla görevlendirildiğini sanan teyzeye göre "hz muhammed efendimiz" tarafından söylenmiş söz. o kadar yürekten inanıyordu ki bozamadığım gibi ilk inananı bile oldum.
  • iki düzeyde düşünülmesi gereken sözdür:
    ilki, tarihsel bir sürecin bize yansıdığının bir kanıtıdır bu söz; köycülük ideolojisi 19. yüzyıl sonlarında daha çok kapitalist ülkelerde ortaya çıkar. kapitalistleşme sürecine zaman zaman ağır aksak zaman zaman hızlı bir şekilde eklemlenen osmanlı'da, bu ideolojinin izdüşümünün de etkisiyle - ama daha çok reel durumun felaket olmasından dolayı - geç 19. yüzyıl erken 20. yüzyıl osmanlı basınında köy, köylü, onların maddi durumları, ülkenin demografik ve coğrafi durumuna dair gidilip görülen ya da "gitmesek de kalmasak da" nın ilk işaretleri olarak yazılar, tespitler, projeler daha genel anlamda söylemek gerekirse köylüyü "modernleşmenin içine katma" çabaları mevcuttur.

    köylü olmanın toplumsal, yapısal ve üretim ilişkilerini konu edinen epey külliyat vardır memleket yazınında. ancak ideolojik tutumların, tavır, zihniyet, devlet politikaları gibi etkenlerin bu külliyatta yeterince yansımadığı söylenir. üstelik yukarda zikredilen külliyata yüzeysel bir bakış bile köylünün geri kalmışlığının ortadan kaldırılması yönündeki çabaları; muhafazakar- köycü görünüm ile sanayileşme-şehirleşmenin olası toplumsal ve siyasal sonuçlarından duyulan tedirginlik ile iktidar devşirilen yerin, kesimlerin başka kesimlerden- köylü, işçi sınıfı gibi- gelebilecek olası meydan okumalara karşı duyduğu endişe, her ikisi doğrultusunda yapılan girişimleri hep güdük, bir noktadan sonra düşünsel, kurumsal desteksizliği yüzünden yarım kalmasına yolaçmıştır.` : asım karaömerlioğlu`

    geriye kalan ise, bütün bu yarım kalmışlıktan ötürü devasa bir köy ve köylülük olgusu ile köy enstitüleri nostaljisi olmuştur.

    ikincisi, söz, köylü ve milleti ayrı ayrı iki varlık olarak varsayıyor. birisinden birisine geçiş olacak, ancak bunun önce yeter-şart sonra gerek-şart koşulları var, su anda millet ayrı bir yerde ve onu daha çok nicelik yönünden yoğunlaştırmak gerek, kaynak ise belli, anadolu; anadolu köylüsünün müteşabih folklorik zenginlik ve muhkem ırki saflık gibi türlü zenginlikleri bağrında taşıdığından bahisle biyo-kültürel derinliklerinden bahsedilse de, sorunun esası; siyasal ontolojinin hayali öznesini reel kılmak ya da bir başka deyişle başta köylüler tüm toplumsal kesimleri siyasete anlamlı bir şekilde katabilmek hususunda neden medet umabiliriz’e gelip dayanmıyor da değildi...

    ta osmanlı modernleşmesinden bu yana şaşmaz reçete olarak tedrisatın en baskın belirme anlarıdır bu anlar.
    işin, modern bir millete doğru evriltilmek istenen bir nitelik olarak köylülüğü/köylüleri şehirlerden ve haliyle buralara gelip proleterleşmelerinden uzak tutmak için tam da ebedi istirahatgahı olan köyde hem beceri-iş- zanaatkarlık hem de koyutlanmış ideolojik nitelikleri kazandırmak amaçlı endoktrinasyon yüklü eğitim-öğretime havale edilmesi, osmanlıdan bu yana değişik şekillerde devam etse de, efsanelerin ölmeyip şekil değiştirdiği malumatının başarısı kanıtlanmış pratiği olarak köylü çocuklarından devletin her anlamda devamı için devşirme yöntemini ilk elden akla getiriyordu.
    hikmet-i hükümet yine, yeni, yeniden etrak ve ekrad-ı biidrakın mihnetli bağrında arıyordu kendi geleceğini. yüzyıllarca yapılmıştı, uyarlandı, devam edildi, ediliyor.

    milletini arayan devletin kendi kaynağına mecburiyetten dönüşü, onu bir siyasal özne olarak baştan eksik, yontulmamış bir hamlık olarak gördüğünden; olur da davulcuya ya da zurnacıya kaçmasın diye, bir yandan onun o şaşmaz sağduyusundan, zor zamanda battalığından, dar zamanda akilaneliğinden, sınırsız bir saflıkla kirlenmemiş ter-ü tazeliğinden dem vuruyor, diğer yandan da onun siyasal toplumsallaşma yeteneğine ayakların baş, başların ayak olmamasına yönelik gizliden ya da açıktan önlemlerini de alıyordu:
    reaya oğlu reaya beraya oğlu beraya, açık oy gizli tasnif gibi...
    halkın sesinin hakkın sesi olması, teorik mana da doğruydu ama işte o kadardı.

    e, peki ne işe yaramışlardı bu köylüler? daha çok -temkinli bir kullanımla-üçlü tabaka teorisinin` : georges dumézil` en üsttekileri olarak yönetici-muktedirlere ekonomik ve askeri taban sağlayan üreticiler; nitekim söz’ün geçtiği cümlenin tamamı kullanılmadığı için bilinmeyen bir terim var müstahsil. doğrusu, "müstahsil köylü milletin efendisidir". yani efendi olmak için müstahsil olmak gerekir. işte bu, dönemin hemen hemen bütün anlatılarında hakim olan köylünün geri kalmışlığının nedenini: " akılcı olamamaktan, teknolojiyi geliştiremediği için üretimi geliştirememekten yani ‘doğayı yenememekten’ bir başka deyişle o bildik doğayı kontrol altına almadaki kapitalist iştah yokluğunun yarattığı bir çaresizliğe bağlar. yine aynı zamanda bu, bir türlü toprak reformunun yapılamamasının nedenlerinden birisi olarak da okunabilir pekala; çünkü köylünün geri kalmışlığında toplumsal ilişkilerin, toprağın ağalar, beyler gibi belirli kişilerin elinde toplanmış olması bağlamlarının ön plana alınıp değerlendirildiğinin değil, onun doğayı yenemediği gibi bir bağlama oturtulmuşluğunun yarattığı zihni yeterlilik ve perspektif yokluğuna kanıttır. ya da bilinir de altan alta müesses düzen yapılmamasını gerektiriyordur.

    nerde bu köy-lü? orada. orası neresi? bizim gidebildiğimiz, gitmemiz gereken, askerin, üretimin kaynağı yön ve yer bulmada mecalsiz kalınınca sinesine sığınılan yer. neden biz gitmek zorundayız? onlar gelmesin, huzurumuz, betimiz bereketimiz kaçar. çünkü neredeyse istanbul’un fethinden bu yana ipini koparanın şehre paldur küldür gelmesi istenmiyor, ki bu bet bereket kaçırmak'ın köylülerin köye gelen yabancılar için kullandığını da bilinir.

    belki de sadece bir örnek yeter, bildiğimiz ne varsa adeta askıya alan, nostaljiyi silip süpüren, bir toplumu kendi karanlık gecesiyle baş başa bırakan yine o toplumun takatsizliğinden dolayı çözemediği, karşısında biçare kalınan bir örnek:

    mahmut makal'ın bizim köy'ü[1950] yazmadan önce varlık dergisi'nin 1948 tarihli 335. sayısında çıkmış bir "bir öğretmenin notları"ndan adlı iki bölümlü yazıdan:

    "temizlik meselesi
    köye geldi geleli yıkanma işini gani çavuş'un ahırında yaparım.(...)
    bu yıkanma ahırında on tane hayvan var. bir köşede pis taş. onun üstüne oturacaksın. hayvanlar seni seyrederken yıkanacaksın. ayağın bir karış pislik içinde vıcık vıcık...
    nalınla girsen saplanır, çıkamazsın. tahta dersen mumla arasan ilaç için bir tane bulamazsın köyde. çaresiz, o pisliğe yalınayak basarak yıkanacaksın.
    hadi ben böyle yıkanıyorum. ya ötekiler? bir anket yapıyorum. birinci sınıf öğrencileri benden sıkılmazlar. elli öğrenciye soruyorum:
    -evi soğuk olanlar parmak kaldırsınlar.
    hepsi.
    evlerinde yıkanma yeri olanı sordum. yalnız bir çocuk çıktı. o da ömrünün yarısı kasabada geçen vakti yerinde birinin oğlu.
    geri kalan benden de beter durumdalar.

    temizlik yoklaması:
    çok şükür, bugün yaptığım temizlik yoklaması her zamankinden iyi: elli öğrenciden dördü bitsiz çıktı.
    (...)
    çocuklara sıra ile soruyorum. 50 çocuk arasında okulun açılışından mart'a kadar hiç çamaşır değiştirmeyen 3, bir defa değiştiren 29, iki defa değiştiren 8, üç defa değiştiren 10 kişi.

    helalar babında:
    bizim hela dört evin malıymış, bir de biz katıldık, etti beş. bir gün, ta dibine gidince farkına vardım, meğer içerde bir kadın yok muymuş. utancımdan ne yapacağımı şaşırdım. her kes güldü bu hale. ben içimden ağladım.

    ayaklar:
    bizim köyde ayağına kundura giyen kadınlar yüzde beşi geçmez. gerisi hep yalınayak. kışın bile karda çamurda suya böyle giderler."

    "ilenç babaya ilenç adadım utanç anaya utanç taşıdım
    kırk yıl ve dümdüz
    devletim beni düşünde görmüş ki böyle yormuş"` : izzet yaşar, dil oyunları`
  • ataturk'un 'turkiye tarim ulkesidir' anlamina gelmekte olan ozlu sozu.
  • duyduğum en saçma söz.
  • "sikem öyle köylüyü" dedirten.
  • atatürk'ün erken cumhuriyet dönemindeki korporatist görüşlerinin bir örneği olarak gösterilebilecek önermedir. aslında köylüden değil çiftçiden bahsedilmektedir. çünkü o dönem için bu ikisi farklı kavramlardır. köylü sadece kendi geçimi için üreten ve ürettiğini tüketen bir anlam ifade ederken çiftçiye yeni devletin ihtiyaç duyduğu sermeye birikimini yaratabilecek bir zümre olarak bakılmıştır. nitekim bu yüzden aşar vergisi kaldırılmış ve tarıma büyük önem verildiği vurgulanmıştır. bütün iktisatçıların vurguladığı "politikaların psikolojik unsuru"nu atatürk de anlamış olacak ki kalkınma yolunda köylüyü daha doğrusu çiftçiyi daha aktif hale getirmek için bu kelamı etmiştir.
  • bir türkçe öğretmeninin, "aslında burada efendi köle, kul anlamında kullanılmış" şeklinde çarpıttığı vecize. kanıt olarak da kapıcılara hitap şeklini gösterdi bu zat.
    tahmin edin bakalım neci bu öğretmen...
hesabın var mı? giriş yap